21. Yüzyıl`ın Güç Dünyasında Rusya

21. Yüzyıl`ın Güç Dünyasında Rusya

Önümüzdeki 20 yıl içerisinde yepyeni bir manzarayla karşı karşıya kalacağız. Bu durum ise, uluslararası ilişkilerde sancılı bir yeniden yapılanma süreci anlamına geliyor. Kartların bu denli radikal bir şekilde yeniden karıldığı bir

Sergei Lavrov – Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı


Rusya’nın dış politikasının bağımsızlığı, bizim başarımızdır. Söz konusu bağımsızlık, önceki yüzyıllarda yaşanan tarihsel gelişmeler ve son yirmi yılın deneyimi sonucu elde edilmiştir. Rusya, bir dünya liderine bağımlı bir ülke olarak varlık sergileyemez.

Derin değişimlerin baş gösterdiği bir dünyada yaşamaktayız. Bunu lafın gelişi söylemiyorum; bizzat somut bir hakikat olarak dillendirmek istedim. Tarihte genellikle yaşandığı üzere, söz konusu değişimler illa ki birisinin senaryosuna göre değil, ancak bazen uzmanların değerlendirmeleri ve öngörülerine rağmen gerçekleşebiliyor. Şunu söylemek yeterli: Küreselleşme süreci, yirmi yıl önce duayenlerinin öngördüğünden oldukça farklı bir yön aldı. Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin dağılmasının ardından, gelişmiş Batılı ülkeler ve büyük şirketlerin nüfuzlarını serbest bir biçimde tüm dünyaya yayabileceklerine inanılıyordu ve liberal-demokratik sistemin, “geride kalan” tüm halklar için yegane kurtarıcı olduğu iddia ediliyordu.

Gerçekte ise, birçok gelişmekte olan ülke, küreselleşmeden büyük oranda faydalandılar; kendi modern endüstrilerini geliştirdiler, halklarının refahını ciddi biçimde artırdılar; bu sırada gelişmiş ülkeler ise endüstriyel faaliyetlerini iptal etmeye, orta sınıfı küçültmeye ve sosyal tabakalaşmayı artırmaya başladılar.

Bugün Amerika ve Avrupa ekonomileri, kendi derin yapısal dengesizliklerinin üstesinden gelmek üzere bir takım çözümler ararken, Çin’in ise önümüzdeki beş-altı yıl içerisinde önde gelen bir ekonomik güç olma ve Yuan’ı küresel rezerv paralardan biri haline getirme olasılığı hayli yüksek. Şimdilik Washington’un enflasyonu ateşleme politikasını değiştireceğine dair herhangi bir işaret bulunmuyor; Euro bölgesindeki kriz ise halen devam ediyor. Genel itibariyle, önümüzdeki 20 yıl içerisinde yepyeni bir manzarayla karşı karşıya kalacağız. Bu durum ise, uluslararası ilişkilerde sancılı bir yeniden yapılanma süreci anlamına geliyor.

Bununla bağlantılı olarak, Akademisyen Sergey Kapitsa’nın bir değerlendirmesini sizinle paylaşmak istiyorum. Kendisi, ölümünden önceki son yıllarda, tarihsel meselelere oldukça fazla zaman ayırmaya başlamıştı. Kapitsa, tarihsel sürecin durmaksızın ilerlediğini ve tarihteki her yeni aşamanın, bir öncekinin iki katı daha kısa olduğunu, ikna edici bir şekilde kanıtlamıştır. Bu gerçekliği hepimizin oldukça iyi bir şekilde hissettiğini düşünüyorum.

Birçok etmen; yeni bir tarihsel aşamanın başladığını gösteriyor. Spesifik olarak Rusya’dan söz eder isek, söz konusu aşamanın bu ülke için hem avantajları hem dezavantajları var; hem riskler doğuracak hem de yeni fırsatlar.

Bir yandan, Batı’daki süreçlerin bizi nasıl etkileyeceğini gerçekten bilmiyoruz. AB, bizim ticarette en önemli ortağımız; teknoloji ve yatırım alanında işbirliğimiz var. Ayrıca, AB, Rus hidrokarbonunun da önemli bir alıcısı.

Öte yandan, “kartların bu denli radikal bir şekilde yeniden karıldığı bir ortamda,” birçok alanda yeni sayfalar açılabilir. Bugünün uluslararası hiyerarşisini oluşturan birçok kuralın gelecekte uygulanmama ihtimali var. Örneğin, şu veya bu teknolojinin nerede yaratıldığı değil, nerede daha iyi bir kullanım alanı bulduğu konusuna daha fazla önem verilecek. Bu anlamda, Rusya, devasa kaynakları ve okumuş, cesur halkıyla, oldukça fazla avantaja sahip bulunuyor.

Bugün, ortaya çıkan uluslararası sistemin tanımı gereği çok-merkezli olduğunu kimse savunmuyor. Avrupa, ABD ve Rusya’daki öncü düşünce kuruluşları, bu etmeni analizlerinde dikkate alıyorlar. Bununla birlikte, 21.Yüzyıl dünya düzeninin çerçevesinin nasıl olacağı ve ne oranda istikrarlı ve etkin bir görüntü sergileyeceği hakkında da şu anda kimse birşey söylemiyor.

Rus dış politikasının başlıca hedeflerinden birisi; uluslararası sistemi adil, demokratik ve ideal olarak da kendi kendini düzenleyen bir yapıya kavuşturmaktır. Söz konusu hedefin gerçekleştirilmesinin tek yolu ise, uluslararası arenadaki öncü oyuncuların gerçek anlamda kolektif ve ortak eylemlere girişmesidir. Öte yandan, görünen o ki herkesin katıldığı bu şiarı uygulamaya geçirmek zorlu ve yavaş bir süreci gerektiriyor.

1990’lı yılların başında oldukça yaygın olan bir fikirden oldukça uzaklaştık: “Dünya, belli bir modele doğru ilerliyor; o model de Batılı olandır.” Günümüzde, piyasa ekonomisi ve devletin demokratik ilkelerinin kabulünün dışında, birçok güç merkezinin ve nüfuz alanının oluşu, farklı kalkınma modellerinin de varlığının kabulü anlamına geliyor. Dahası, medeniyetsel kimlik etmeninin giderek daha fazla anlam kazanması (Huntington’un da öngördüğü gibi) söz konusu. Sömürge imparatorlukları döneminin ortadan kalktığı ve milliyetçi veya devrimci (özünde Batılı) ideolojilerin hakim olduğu bir çağda, İslamcı kimliğin güçlü bir şekilde böylesine yeniden doğmasının yarım yüzyıl sonra gerçekleştiğine inanmak zor. Bireyin medeniyet kökenlerine bel bağlama konusunda artan arzusu; Asya ve dünyanın geri kalan kısımlarında göze çarpıyor. Uluslararası siyasette bu durumun daha fazla çatışmayla sonuçlanması veya modern gerçeklikleri karşılamak suretiyle yepyeni bir temelde ortaklık ihtiyacının gerçekleşmesi mümkündür.

Söz konusu çelişkiye yönelik çözüm, büyük oranda, Batılı ortaklarımızın ne yönde bir eylem benimseyeceğine bağlıdır –özellikle de ABD’nin. Kısa süre önce The American Conservative dergisinde Martin Sieff imzalı bir makale okumuştum. Yazar; ABD’nin, Sovyetler Birliği ile rolleri değiştirdiğini yazıyordu. Keza ABD, yazara göre, dünya çapında devrimlerin (bu kez demokratik) yayılması sürecine destek veriyor. Sieff, dünyada devrimsel değişimi destekleyen politikaların beyhudeliğinin tarihsel süreçte sürekli olarak kanıtlandığını söylüyor ve bununla bağlantılı olarak Robespierre, Napolyon ve Troçki’den söz ediyordu. Bir ülkenin diğer ülkelerde siyasi, ekonomik ve sosyal sistemini dayatma yönündeki çabalarının birçok durumda karşıt bir tepki doğurduğu ve aşırılık yanlısı, baskıcı güçlerin kuvvetlenmesine katkıda bulunabildiği, dolayısıyla gerçek demokratik değişim olasılığını ertelediği konularında Sieff ile aynı fikirde olunabilir.

Bu, çağdaş uluslararası siyaset açısından temel bir meseledir; ve bizzat gelecekte dünya düzeninin alacağı şekille bağlantılıdır. Rusya’nın Batı’dan gelen etkiye direndiğini veya nispet yapmak için Batı’nın başlattığı projeleri görmezden geldiğini söylemek istemiyorum. Buradaki mesele; demokrasiyi “kan ve zulümle” teşvik etme politikasının işe yaramadığıdır. Buna son on yıldır şahit olmaktayız. Irak’ın karşılaştığı sorunları hepimiz biliyoruz. Orta Doğu’da nelerin yaşanacağını kimse bilmiyor gerçek anlamda...

Demokrasinin zorla dayatılması tehlikesi; kaos unsurlarının artırmasından ve küresel düzeyde ciddi bir yönetim krizi doğurmasından kaynaklanıyor. Bugün herkes bu tehdidi net bir şekilde hissediyor. Fransız meslektaşım Laurent Fabius, kısa süre önce, çok-kutuplu değil ama “çok parçalı” bir dünyanın doğma tehlikesinden söz etti. Dünyanın Birleşmiş Milletler veya NATO şemsiyesi altında birleşemeyeceği bir düzende, söz konusu endişelere verişebilecek tek yanıt “kapsamlı işbirliği” olacaktır –hem Euro-Atlantik bölgede, hem de küresel düzeyde.

Henry Kissinger, yazdığı son makalede, Amerika’nın çıkarları ve değerlerini kabul ettirmek üzere güç unsuruna bel bağlamanın beyhudeliğini gösteren ikna edici argümanlar ileri sürmüştü. Bu bağlamda şu noktaya vurgu yapmıştı: “Amerikan dış politikasını diğer toplumların ulusal koşullarına veya diğer ilgili etmenlere (ulusal güvenlik de dahil) adapte etmek, ilkelerinden feragat etmek anlamına gelmez.” Bunun tek anlamı; kendi hedeflerine erişme sürecinde gelişimsel ve medeni hareketin avantajlarını anlamaktır. Bu iddiayla hemfikir olmamak ne mümkün.

Kissinger, “değerler-temelli” bir politikanın karşısında reel-politik olarak bilinen bir yaklaşımın konması yönündeki girişimlerin ne kadar anlamsız olduğundan söz eder. Açıkça ortada ki, günümüz dünyasında insan bu kavramları mantıklı bir çerçevede bir araya getirebilir –özellikle de “haçlı seferlerinin” ve “ahlaki unsurlardan azade bir politikanın” anlamsızlığı düşünüldüğünde...

Medeniyetlerin ittifakını temel alan bir sistemin kurulmasına yardımcı olmak üzere bir dizi değerler üzerinde anlaşmaya varılmasını savunuyoruz. Eğer değerler ortak olursa, bu durumda birlikte çalışılması gerekir ve siyasete zarar veren “Mesih-vari” davranışlardan da uzak durulmuş olur. Örneğin, Suriye’deki yeni siyasi sistemin ilkelerinin dış oyuncular tarafından Suriyelilerin yararına olacak şekilde belirlenmesi önerildiğinde, “sömürgeci zihniyetin yeniden tezahür etme tehlikesi” net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Şu konuda hemfikiriz ki; ortak bir değerler bütünü, ancak binlerce yıllık gelenekler üzerine temellenebilir ve büyük dünya dinlerinin ortak bir ruhani ve ahlak paydası ışığında oluşturulur. Örneğin; barış ve adalet arzusu, insan haysiyeti, özgürlük, sorumluluk, dürüstlük, merhamet, çalışkanlık, ahlaklılık gibi kavramlar ve ilkeler, bu kapsamda değerlendirilecektir.

Bence Rusya’da siyaset biliminin artık çok daha fazla entelektüel özgürlüğü bulunuyor ve bu avantajdan yararlanıp, tarihsel gelişimin orta ve uzun vadede ne yönde ilerleyeceğini anlamaya çalışmalıyız. Bununla birlikte, şu noktayı da kabullenmek gerekiyor: Tarihin sert bir yol ayrımında geleceğe dair öngörüler yapmak oldukça zor bir iştir ve memnuniyet sağlamaz.

Rusya’nın 21.yüzyıl dünya siyasetindeki yerine dair yaptığımız tartışmalarda, ülkenin her daim bağımsız bir siyasi yönelim izlediğini teyit etmemiz gerekiyor.

Rusya’nın dış politikasının bağımsızlığı, bizim başarımızdır. Söz konusu bağımsızlık, önceki yüzyıllarda yaşanan tarihsel gelişmeler ve son yirmi yılın deneyimi sonucu elde edilmiştir. Rusya, bir dünya liderine bağımlı bir ülke olarak varlık sergileyemez. Bu bağlamda, Avrupa Komisyonu eski başkanı ve İtalya’nın eski başbakanı Romano Prodi’nin kısa süre önce verdiği bir beyanatı anımsamakta yarar var: Kendisi, sadece üç ülkenin günümüz dünyasında egemenliğini tam olarak koruduğunu söylemiştir. Bu ülkeler; ABD, Çin ve Rusya’dır. Bu elbette abartılı bir açıklama; ancak yine de önem arz ediyor.

Kendimizi, yeni çok-merkezli dünyanın merkezlerinden biri olarak görüyoruz –ve gerçekten de öyleyiz. Rusya’nın statüsü; askeri, coğrafi ve ekonomik yeteneklerinden, kültüründen ve insan potansiyelinden kaynaklanıyor. Uluslararası ilişkilerde Rusya, hukuk ve adaletin üstünlüğüne sıkı sıkıya bağlı hareket ediyor. Hukukun üstünlüğünün de uluslararası arenada korunması, güvence altına alınması gerekiyor. Bu durum, Rusya’ya “dengeleyici” ve “istikrar sağlayıcı” bir rol veriyor. Bu da uluslararası ortaklarımız arasında giderek daha büyük bir talep gören bir rol... Kendilerini ABD veya NATO müttefikliğine sıkı sıkıya bağımlı hissedenler için bile!

Elbette söz konusu yaklaşımın “izolasyon yanlılığı” ile herhangi bir alakası yok ve bu Rus devlet başkanı Vladimir Putin tarafından da birçok kez vurgulandı. Küresel süreçlere şimdiden derinden eklemlenmiş durumdayız ve bu özelliğimizi de bu süreç boyunca devam ettirme niyetindeyiz. Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımı sonucunda “oyunun kurallarında” gerçek anlamda derin değişimler yaşanacağından ve Rus ekonomisinin genel atmosferinin değişeceğinden eminim.

Kendimizi, komşularımızla entegrasyon bağlarını tutarlı bir şekilde derinleştiren bir ülke olarak görüyoruz. Avrasya entegrasyonunu, uzun vadeli ve karşılıklı olarak avantaj sağlayan bir proje olarak kabul ediyoruz. Ancak bundan başka projeler de var. Avrupa Birliği ile yakınlaşma gibi uzun vadeli ve zekice kurgulanmış bir hedefi, tutarlı bir biçimde savunuyoruz. Vladimir Putin, kısa süre önce, ortak bir ekonomik ve insani bölge yaratılması fikrini ortaya atmıştı. Öte yandan, Asya-Pasifik bölgesine paralel bir entegrasyon politikası yürütmenin de herhangi bir alternatifi olmadığına inanıyoruz.

Sergei Karaganov’un uzun yıllardır “Avrupa’nın Birliği” fikrini savunduğunu biliyorum ve söz konusu fikrin gerçek hayatta uygulanması oldukça zor. Ancak, herşey bir yana, bu durum siyasi irade meselesi ve bu kavramın işleyeceği koşulların belirlenmesi arzusuyla bağlantılı. Söz konusu mesele, şu anda, Batılı ülkelerde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Almanya ve Fransa’da tartışma konusu oldu. Ayrıca Zbigniew Brzezinski’nin son kitabında da bundan söz ediliyor. Ancak, sözü edilen, Rusya’nın Batı içine eklemlenmesi, katılması değil, adil bir yakınlaşma şeklinde olmalıdır.

Medeniyetsel bir bakış açısıyla –ki bu bakış açısının önemi giderek artıyor- Rusya, “büyük” Avrupa medeniyetinin bir parçası. Dolayısıyla, gerçek ve karşılıklı olarak saygı içeren etkileşim ve entegrasyon yoluyla “Avrupa seçeneğini” uygulamak, bizim için bir sorun teşkil etmiyor.

Genel itibariyle, Batılı ortaklarımızla sohbetlerimizde “başka kuvvetli güç merkezleri yokmuş gibi” veya “sanki Batı, 1990’lı yıllarda olduğu gibi insanoğlunun kaderine hükmetmeye çalışıyormuş” gibi bir izlenim yaratılmasını son derece tuhaf buluyorum. Görünen o ki, bazı Batılı ortaklarımız, reel politikada, son yirmi yıldır dünyada gerçekleşen önemli değişimlerin izlerini fark edemiyorlar –özellikle de siyasi nüfuz, mali güç ve ekonomik büyüme sergileyen yeni güçlü odakların ortaya çıktığını sanki gözden kaçırıyorlar.

Euro-Atlantik bölgesinde cepheleşmeye dönük duyguları artırmanın siyasi olarak sürdürülebilir olmayan ve herhangi bir sonuca varmayan bir yaklaşım olduğundan eminim. Zaten her halükarda bizim tercihimiz o yönde olmayacak.

Bugün gündemdeki meselelerden birisi; Rusya’nın savunma yeteneklerinin güçlendirilmesinin ne denli fizibl olduğu. Bence, çevremizde dönen bu çalkantılı dünyada, bunun bir statü meselesi değil, bir zorunluluk olduğundan şüphe yok; çünkü ülkenin güvenliğinin tamamen güvence altına alınmasının tek yolu budur.

Uluslararası ilişkilerde askeri gücün önemine dair son zamanlarda birçok tartışma yaşandı. Güya bu etmenin rolü, 1990’larda yaşanan değişimlerin ardından azalmış. Ancak mevcut tarihsel süreçte bunun arttığını görüyoruz. Eğer uluslararası istikrar korunur ise, Rusya’nın kalkınmasına ilişkin optimal yollara dair tüm öngörülerimizin mantıklı olduğunu birçok kereler açıkladık. Eğer bu tezi kabul edersek, uluslararası ilişkilerdeki gerilim unsurlarının bir araya gelmesiyle birlikte endişeler de artacaktır. Öte yandan, giderek sayısı ve yoğunluğu artan uluslararası çatışmaların da gösterdiği gibi, gerilim unsurları büyüyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onayı olmaksızın diğer ülkelerin iç işlerine dış askeri müdahalenin yapılmasının ne gibi sonuçlar doğuracağını biliyoruz. Daha önce “Libya modeli” oluşturma girişimlerine tanıklık ettik. Burada bir şey daha söylemek istiyorum: Ekonomik krizler sırasında, sorunları çözmek için askeri güce başvurma eğilimi yaşanabilir. Söz konusu eğilim, ortaklarımızdan bazılarının deneyimlediği bir şeydir. Bir askeri çatışma başlatmak ise, durumu “kışkırtmak”, yeni öncelikler belirlemek veya birinin verdiği taahhütleri ortadan kaldırmak üzere geçmişte kullanılmıştı; gelecekte de bir kez daha kullanılabilir.

Yumuşak güce gelince; yumuşak güç, hiç kuşku yok ki ülkelerin uluslararası nüfuzunun başlıca bileşenlerinden biridir. Rusya’nın bu anlamda diğer ülkelerin ardında olduğunu yadsıyamayız. Rus dünyası, Rusya’nın küresel prestijini güçlendirmeye yardımcı olabilecek devasa bir kaynağa sahiptir. Bunu aktif, bilinçli ve günlük olarak korumalı ve geliştirmeliyiz. Bu kaynağı kullanmak üzere ciddi planlar yapıldı. Rus dilini ve Rus kültürünü yaymak yeterli değildir; insanların Rus dilinde eğitim alma fırsatlarını da geliştirmeniz, yaygınlaştırmanız gerekir. Rus Dışişleri Bakanlığı, bu konularda Rossotrudnichestvo (Federal Bağımsız Devletler Topluluğu Ajansı, Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlar ve Uluslararası İnsani İşbirliği) ile işbirliği halindedir. Söz konusu meseleleri pratik düzlemde de tartışıyoruz.

Rusya’nın dünyadaki bilgi alanındaki payı, henüz çok geniş değildir. Bununla birlikte, bu doğrultuda ilk adımlar atıldı. Russia Today ve Rusiya al-Yaum TV kanalları, başarılı projelere imza attılar. İngiltere’de Russia Today, en popüler üçüncü haber kanalı haline geldi. İnternet de dahil olmak üzere modern teknolojiler, bilgi akışını daha demokratik hale getiriyorlar. Onları daha aktif bir şekilde kullanmalıyız. Genel itibariyle, sesimizin işitilmesi için iyi fırsatlar var elimizde; ve bu fırsatlar günden güne de artıyor.

http://eng.globalaffairs.ru/print/number/Russia-in-the-21st-Century-World-of-Power-15809



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor