ABD, Casus Uçaklara Bel Bağlayarak Nasıl Riskler Alıyor?

ABD, Casus Uçaklara Bel Bağlayarak Nasıl Riskler Alıyor?

Amerika’nın terörle mücadele stratejisinde casus uçaklara olan bağımlılık artmış durumda. Dahası, bu uçakların kullanımı artık Afrika Boynuzu, Sahel, ve Kuzey Afrika’daki diğer ülkelere bile yayılabilir. Yönetici kanat, casus uçak k

Kartal`dan casus uçağa... Kartalla avcılık Türklerin en eski avlanma şekillerinden biridir. dunyagundemi

 

Kurt Volker - Danya Greenfield - James Joyner - Pejman Yousefzadeh *


Kısa süre önce Post’ta yayımlanan “Daimi Savaş” adlı dizide ortaya konduğu gibi; ABD, küresel terörizmle mücadeledeki başlıca ve daimi unsur olarak giderek daha fazla güvenir oldu casus uçak saldırılarına... Bu, hem teröristleri öldürmek anlamında etkin bir araç; hem de ülke içinde siyasi olarak daha az sorun çıkarıyor; keza kapsamlı askeri angajmanlar gerektirmediği gibi Amerikan askerlerini veya pilotlarını da risk altına sokmuyor. Görünen o ki, kısa vadeli sonuçları da yok.

Bununla birlikte, her ne kadar bugün ve gelecekte casus uçak saldırıları gerekli olsa da, bu uçaklara aşırı bağımlılık, bazı sorunları da gündeme getiriyor. Uzun vadeli bir yaklaşım oluştururken, altın kural, casus uçak saldırılarına izin vermenin yegane koşulunu şu şekilde belirlemektir: Eğer bir casus uçağa erişemiyorsak, bir pilot veya asker göndererek bu görevi gerçekleştirmelerine izin verebilmeliyiz.

Casus uçaklara aşırı bağımlılığın doğurduğu dört temel mesele şu şekilde sıralanabilir:

1. Ahlaki: Guantanamo Körfezi’nde hapiste tutulanlardan daha fazla kişi Amerika’nın casus uçak saldırıları sırasında öldürüldü. İçlerinde masum ölümler veya hatalı kimlikler olmadığından emin miyiz? En azından Guantanamo’da tutulanların kimliklerinin saptanması, bir denetim paneli tarafından durumlarının gözden geçirilmesi ve birçok durumda salıverilmeleri mümkün. Guantanemo’da tutulanlar son kertede belli bir yasal yargılama sürecinden geçecekler. Oysa ki, casus uçak saldırıları sırasında öldürülenler çoktan öteki tarafa gittiler bile.

2. Sonuçlar: Amerika’nın casus uçak saldırılarına güvenmesi, muhaliflerimizin ülkemizi “samimiyetsiz, yüksek teknolojiye odaklanmış ve öldürme sevdalısı” olarak görmelerine olanak tanıyor. Bize karşı nefret tohumları bu şekilde ekiliyor; teröristlerin bize karşı örgütlenmesini kolaylaştırıyor; aslında ilham vermemiz gerekenleri bizden fersah fersah uzaklaştırıyor. Casus uçak saldırıları, terörist örgütleri başsız bırakabilir; ancak terörizm sorununu kökten çözemez. Aslında, casus uçak kullanımı, bu sorunu daha da uzatabilir. Her ne kadar ivedi bir misilleme olmasa da, uzun vadede casus uçak kullanımı yoluyla körüklenecek radikalleşme eğilimleri, Amerikan vatandaşlarının yaşamlarını riske atabilir.

3. Casus uçaklı savaşlardaki tekelimiz sonsuza dek devam etmeyecek. Diğer ülkeler, Avrupalı müttefiklerimizden tutun Rusya’ya, Çin’e ve İran’a dek, hepsi, gözetim amacıyla casus uçak alıp kullanmaya başladılar –muhtemelen onlar da bu uçakları “öldürme” maksadıyla kullanacaklar. Peki eğer diğerleri casus uçakları kullanarak muhaliflerinin canını alırlarsa, ve bunu kendi topraklarında veya uluslararası düzlemde gerçekleştirirlerse, bu durumda biz ne söyleyeceğiz? Düşünün ki Çin, “terörist” ilan ettiği Tibetli ayrılıkçılıkları, Rusya ise Çeçenleri öldürmek için üzerlerine casus uçak yağdırıyor olsun. Ne söyleriz bu durumda? Hangi kurallara acilen uymaları gerektiği konusunda onları uyarırız?

4. Ulusal Kimlik meselesi: Nasıl bir ulus olmak istiyoruz? Sürekli ölüm listeleri hazırlayan bir ülke mi? İnsanların ofislerine gidip, birkaç cinayet düğmesine basıp, akşam yemeğinde zamanında evlerine döndükleri bir ülke mi? İleri teknoloji operasyon merkezlerinde görev alan çalışanlara, bir hükümet ajansının “terörist” olarak damgaladığı ve gezegenin bir diğer ucunda bulunan insanları öldürme talimatı verildiği bir ülke mi? Bu yaklaşımda “Cesur Yeni Dünya” tarzı bir tuhaflık var ve bu durum tüm Amerikalıları endişelendirmeli.

Bu demek değil ki ABD, hedefli saldırılarda asla casus uçak kullanmasın. Kullanmalıyız elbette. Ancak, tamamen savunulabilir türden standartlar ve uygulamalar da yaratmalıyız ki diğer ülkeler de bunları benimsemek zorunda hissetsinler kendilerini.

ABD’nin, masum Amerikalıları öldürmek için bir an bile tereddüt etmeyecek türden teröristlerden dolayı tehdit altında olduğuna hiç şüphe yok. 11 Eylül’de Bingazi’de gerçekleşen saldırılar hiçbirimizi şaşırtmadı. Amerikan halkı şunu anlamak durumunda: Bir silahlı mücadele içerisindeyiz ve gereken her türlü gücü kullanarak düşmanımızla yüzleşip onu yenmeliyiz.

Bununla birlikte, bu savaşın nasıl yürütüleceği meselesi son derece önemli. Son kertede, hedef, tüm insanlığı bir arada insanlık paydası etrafında buluşturmak. Casus uçaklara yönelik mevcut kullanımımız ise, bu standardı karşılamada yetersiz kalıyor.

Birleşmiş Milletler onayı ve “uluslararası hukuk”a uygun davranmak gibi standartlar inandırıcı gelmiyor; keza şu anda karşı karşıya olduğumuz gerçeklikle örtüşmüyorlar. Rusya, halen Suriye konusunda Birleşmiş Milletler’in herhangi bir harekette bulunmasını kendi başına bloke eder bir konumda. Uluslararası hukuk, ona uyan ülkeler tarafından takip edilse de, tüm bu sistemi hiçe sayanlar tarafından bir kalkan olarak kullanılıyor.

Daha yararlı bir standart ise, bir ülkenin savaştaki temel yaklaşımından kaynaklanıyor. Konvansiyonel bir askeri angajman konusunda, şunların maliyet ve risklerini dikkate almamız gerekiyor: 'Saldırıyı gerçekleştirecek bir gücün gönderilmesi; kamu desteğinin alınması; kongrenin onayının aranması; müttefiklerin desteğinin söz konusu meseleye çekilmesi; askeri eylemin bölgesel etkileri; ve misyonun sadece başlatılması değil, tüm süreci ve sonlandırılması.'

Casus uçak kullanımını kısıtlamak üzere ezbere dayalı formüller benimsememek konusunda titiz olmalıyız. Ancak, aynı zamanda, açık çek yazmaktan da imtina etmeliyiz. Askeri operasyonları başlatmak için kullanılan genel düşüncelerin uygulanması, aynı zamanda, casus uçaklarla gerçekleştirilecek savaşın yönetilmesinde de yeni bir doktrinin başlangıcı olmalı.

Casus Uçaklar Gerçekten İşe Yarıyor mu?

Başkan Obama’nın halihazırda Beyaz Saray Terörizmle Mücadele Kıdemli Danışmanı koltuğuna John Brennan’ı ataması, ABD’nin –terörizmle mücadele konusundaki mevcut stratejimiz de dahil olmak üzere- en ivedi güvenlik sorunlarımıza en iyi şekilde nasıl karşılık verebileceğine dair tartışmayı başlatmak konusunda bir fırsat olarak görülmelidir. Özellikle John Brennan’ın CIA direktörü olarak atanması, ABD’nin şüpheli teröristlere karşı ölümcül saldırılar gerçekleştirmede insansız casus uçakları kullanma stratejisinin yeniden değerlendirilmesini teşvik etmelidir.

Her ne kadar Pakistan’daki casus uçak saldırıları son iki yıldır azalmış olsa da, casus uçak kullanımı Yemen’de oldukça fazla arttı. Geçtiğimiz yıl Afganistan’daki saldırıların sayısı da çok yükseldi.

Aktif askeri angajmana yönelik heves azalırken, Irak’tan neredeyse tamamen çekilmişken ve Afganistan’daki asker sayısını azaltma tarihi yaklaşmışken, insansız casus uçak kullanımı cazip hale geliyor –keza bu uygulama, Amerikalıların yaşamları açısından hiçbir risk teşkil etmezken, inkar olanağı da sağlıyor.

ABD Yönetimi’nden yetkililerin yaptıkları son açıklamalar şunu ortaya koyuyor: Amerika’nın terörle mücadele stratejisinde casus uçaklara olan bağımlılık artmış durumda. Dahası, bu uçakların kullanımı artık Afrika Boynuzu, Sahel, ve Kuzey Afrika’daki diğer ülkelere bile yayılabilir. Kongre, aynı zamanda, bu süreçte bir rol oynamalı. Geçtiğimiz günlerde Washington Post’ta parlamenter Ralph Ellison’un belirttiği gibi, yönetici kanat, casus uçak kullanımını, herhangi bir denetime maruz kalmaksızın tek taraflı olarak kullanma yetkisini kendinde toplamış durumda.

ABD Yönetimi, bu konuda bu denli geniş bir alana yayılmayı öngörürken, Brennan’ın göreve atanması oturumu, gizli casus uçak saldırılarına dair mevcut politikanın tartışmaya açılması için bir fırsat oluşturmaktadır. Bu tartışma, sadece yasal veya etik çerçevede gerçekleşmemeli –ki bunlar da son derece dikkat edilmesi gereken unsurları barındırmakta-, aynı zamanda “etkinlik” sorunsalını çözmeli.

Bu konu, özellikle Yemen konusunda son derece önemli. Yemen, Amerikan istihbarat topluluğunun El Kaide’nin ve en şiddetli İslamcı aşırılık eğilimlerinin yayılmasına ve güçlenmesine karşı en önemli cephe olarak gördüğü bir mevzidir.

Amerikan ordusu, Yemen devlet başkanı Abd Rabbo Mansour Hadi’nin ve onun geçici hükümetinin Arab Yarımadası’nda El Kaide’nin ve onun taşeronu Ansar al-Sharia’nın kökünü kazımasında aktif olarak yardımcı oldu; askeri eğitim, ekipman, istihbarat ve yerel düzeyde teknik yardım sağladı.

ABD, Yemen silahlı güçlerine ve onun terörizmle mücadele birimine, on yıldan uzun süre boyunca farklı düzeylerde destek sağladı; ve kısa süre önce Yemen’in askeri açıdan yeniden yapılandırılmasına yardımcı olmada öncü rol üstlendi. Yemen askeri güçlerinin ABD’den bu tür bir destek ve yardıma ihtiyacı olduğu net bir şekilde ortada; ancak Amerika’nın öncülüğündeki geniş kapsamlı casus uçak harekatının Amerika’nın Yemen’de, bölgede ve kendi anavatanındaki çıkarlarını korumasının en iyi yolu olup olmadığı konusunda henüz kafalar karışık.

Casus uçak saldırılarına ilişkin gizlilik bulutu, söz konusu uçakların toplam etkilerinin değerlendirilmesini zorlaştırıyor; ancak Amerikan yetkililerinin kabul ettiğinden çok daha olumsuz sonuçlar doğurduğuna dair sarsıcı bilgiler mevcut. Öncelikle, “sivil zayiat” meselesi var; bu konuda Amerikan yetkililer, “istemli aymazlık” içerisinde görünüyorlar. Brennan, Haziran 2011’de John Hopkins’te yapmış olduğu konuşmada, “geliştirebildiğimiz yeteneklerin sıradışı yetkinliği ve hedefi vurabilirliği sayesinde herhangi bir hatalı ölümün olmadığını” belirtmişti. Bununla birlikte, son birkaç yıldır Yemen’deki casus uçak saldırıları sırasında ölen çok fazla sayıda masum sivil bulunuyor. Söz konusu vakalar, titizlikle belgelendirildi; yaklaşık 72 ila 171 arasında sivilin öldürüldüğü belirtiliyor.

İkinci olarak; Brennan, geçmişte casus uçakların sadece ABD’nin çıkarlarına ve vatandaşlarına karşı acil ve ciddi tehdit oluşturan kişilere karşı kullanılmış olduğunu söyledi. Bununla birlikte, programın gizliliğinden ötürü, durumun halen böyle olup olmadığını değerlendirmek veya kullanılan kriterleri öğrenmek güç.

Üçüncü olarak; casus uçak programının onaylanması ve yaygınlaştırılması, “imza atışlarını” içerir hale getirilmesi şu anlama geliyor: Bazı hedefler, spesifik kimlikleri temelinde değil, eyleme geçebilecek veya geçmeyecek türden şüpheli davranışları temelinde seçildi. Bu durum, Brennan’ın daha önce belirlediği eşikle çelişiyor ve giderek daha fazla masum kişinin hedef tahtasına girmesi gibi öngörülmeyen sonuçlara zemin hazırlıyor.

Amerika’nın güvenlik çıkarlarının Arap Yarımadası’nda geliştirilmesi, Yemen’in uzun vadeli istikrarına ve aşırılık yanlılarının türeyeceği zeminlerin azaltılmasına bağlı bulunuyor. Bunun için de, aşağıdaki unsurların gerçekleşmesi gerekiyor: Profesyonel, entegre ve iyi eğitimli bir Yemen askeri ve güvenlik aygıtı; halkın gözünde meşru ve inandırıcı addedilen, hesap verebilir bir ulusal hükümet; ve vatandaşların temel ihtiyaçları için sağlanacak kaynaklar ve kapasite; gençlerin aşırılık yanlısı ağlara ve onları koruyan aşiretlere yönelmesini teşvik eden unsurların ortadan kaldırılması.

ABD ile Yemen arasındaki ortak casus uçak tatbikatı, en azından bu üç unsurdan ikisine zarar veriyor. İstenmeyen hedefleri vuran ve masum sivilleri –özellikle de kadınları ve çocukları- öldüren casus uçak saldırıları, Cumhurbaşkanı Hadi’ye duyulan güveni zedeliyor; Amerika ve Yemen hükümetine karşı düşmanlık ve nefreti körüklüyor; olanakları, umutları ve işleri olmayan genç Yemenlileri ağına düşüren radikal unsurlara verimli bir zemin hazırlıyor.

Amerika’nın politika yapım sürecindeki ana sorunlardan birisi, kısa vadeli hedefleri gerçekleştirmek için alınan taktik kararların, çoğunlukla, uygulanması gereken uzun vadeli stratejilerin altını oymasıdır.

Hedefli casus uçak saldırıları, ABD’ye karşı gizli işler peşinde koştukları düşünülen alçakça bir kişinin öldürülmesini sağladığında, ertesi gün neler olduğunu düşündünüz mü? Özellikle de bu esnada siviller de öldürülmüş ise? Terörist ağlara bunun ardından kaç yeni kişi daha katılır sizce? Üyelerinden birinin ölümünün öcünü almak isteyen ve ardından hükümet güçlerine saldıran aşirete ne demeli? Ordumuz, ilgili hedefler doğuran Amerikan vatandaşlarına yönelik girişimler içerisinde olduğu için mi terörizmle mücadele operasyonlarına angaje oluyorlar, yoksa bu durum daha çok isyancılarla mücadele kampanyasına mı dönüşüyor?

Beraberinde yeni bir ulusal güvenlik ekibini de getiren Başkan Obama’nın ikinci dönemi, bu tür sert soruları sormanın ve casus uçak saldırılarıyla kısa, orta ve uzun vadede Amerika’nın güvenlik çıkarlarını geliştirme yeteneğimizin zedelenip zedelenmediğini incelemenin tam zamanıdır.

Brennan, casus uçaklarla kimin vurulacağına dair kararlarda ve terörizmle mücadele eylemlerinde net bir standartlar dizisi, kriterler ve süreç yönetimi getirme çağrısında bulundu. Kendisi, mevcut pozisyonunda, CIA’in hedefli cinayetlerdeki sorumluluğunu sınırlandırmaya uğraştı ve Ajans’ın daha ziyade istihbarat faaliyetlerine odaklanması gerektiğini iddia etti.

Şimdilerde Brennan, bu Ajans’ı yöneteceğe benziyor ve varlığı, CIA’in insansız uçaklarla gerçekleştirilen ölümcül saldırılara angajmanını ya artıracak ya da sınırlandıracak. En az direnişle karşılaşılan ve Amerikan askerlerini tehlikeden uzak tutan casus uçak politikasını devam ettirmek yerine, ABD Yönetimi’nin, bu politikanın gerçek anlamda etkin olup olmadığını veya çözdüğünden daha çok sorun yaratıp yaratmadığını yeniden incelemesi gerekiyor.

Demokrasiye Casus Uçak Darbesi

Kuramsal bir açıdan bakıldığında, uzaktan pilotajlı araçlar, sadece bir savaş aracıdır ve insan kumandalı uçaklardan ahlaki olarak ayrı tutulamaz. ABD düşmanlarını ne kadar etkili bir şekilde hedef alır ve öldürürse, o kadar iyi. Ve casus uçakların hareket ettirilmesi çok daha ucuz olup, Amerikan askeri personeli açısından çok daha az risk taşımaktadırlar. Bu da, insanlı uçaklarla kıyaslandığında operasyonel istihbarat toplamayı daha kolay hale getirmektedir.

Bununla birlikte, aslında, ABD geleneksel silahların kullanımından oldukça farklı bir şekilde casus uçak kullanmaktadır. Bu uçaklar küçük ve ucuz oldukları için Pakistan, Yemen ve Somali’nin bazı bölgelerinde sürekli operasyon halindedirler. Sürekli hareket halinde oldukları için de öldürücü darbede bulunmak için kullanılmaları çok daha muhtemeldir. Tamamen istihbarat deneyiminden yola çıkarak sadece yüksek önemli hedeflere (örneğin üst düzey terörist liderler) ateş açma politikamızı bir yana bırakarak, militan grupların “imzasını” sergileyen genç gruplarını da sürece katan bir politikaya doğru ilerlemekteyiz.

Bu durum sadece öldürülen muharip-olmayan kişilerin oranını artırmakla kalmadı, aynı zamanda, önemli bir araştırmaya göre, bu toplumlarda sivil nüfus arasında da korku ve nefret iklimini besledi; öldürdüğümüzden daha fazla terörist yarattı.

Bununla birlikte, daha da sorunlu olan yön ise, casus uçak politikasının son derece gizlilik içinde yürütülmesinden dolayı gerçek anlamda maliyet ve yararlarını değerlendirmek neredeyse imkansız hale geldi. Terörizmle savaşın önemli bir kısmı, yüzyıllar boyunca gelişen ve hem Kongre hem de Amerikan halkının yakın gözlemi altında tutulan bir dizi kuralla hareket eden düzenli ordularla yürütülürken, casus uçak savaşı ise, büyük oranda, istihbarat ve özel operasyon birimlerinin yetki alanına giriyor ve görece olarak çok az sayıda insan bu operasyonların ayrıntılarına vakıf olurken, içlerinden çoğu da büyük bir gizlilik yemini ediyorlar.

Biz ise, azimli muhabirlerin aktardıkları ve basına sızan seçme haberlerden bir şeyler öğrenebiliyoruz. Geçen Mayıs ayına döndüğümüzde, New York Times, Başkan Obama ve ulusal güvenlik ekibinin, öldürme listesine kimin gideceğine karar vermek için geçirdikleri zorlu süreci anlatmıştı. Başkanın, kişisel olarak, “her bir saldırının, Amerika’nın değerleriyle uyumlu olması gerektiği” yönünde bir güvence verdiğini öğrenmiştik.

Kısa bir süre önce ise, The Times’ın aktardığına bakılırsa, 6 Kasım seçimlerine giden haftalarda, ABD yönetimi, “öldürücü eylemlerin ne zaman gerekçelendirileceğine dair anlaşmazlıkları ve iç belirsizlikleri çözmek ve kuralları “resmi düzleme” çekmek üzere girişimlerde bulunmaya başlamıştı.”

Görünen o ki, kimin öldürülmesi gerektiğine karar verme yeteneklerine son derece güvenirlerken, Başkanlık koltuğuna Romney’nin geçmesi durumunda ortada bir takım yapıların bulunmasının iyi bir fikir olabileceğini düşünmüşlerdi kuşkusuz. Bir yetkilinin belirttiği gibi, “iplerin artık elimizde olmayabileceğine dair bir endişe söz konusuydu.”

Obama, komedyen Jon Stewart’a şöyle söylemişti: “Ortaya koymamız gereken şeylerden birisi, yasal mimari; ve bunun için de Kongre’nin yardımına ihtiyacımız var; sadece benim görevde olduğum süre zarfında değil, diğer olası Başkanların da bizim belirlediğimiz kararlar çerçevesinde hareket etmesini sağlamamız gerekiyor.”

Elbette Obama kolay bir şekilde yeniden seçildi. Sonuçta, Obama yönetiminin başkanlık gücünü tanımlamak ve sürdürmek konusundaki heyecanı, azalacağa benziyor. Capitol Hill’deki huysuzluk da düşünüldüğünde, Başkan’ın “ölüm listesi” gibi hassas bir konuda Kongre’de Cumhuriyetçilerin onayını almaya hevesli olduğunu hayal etmek de zor.

Bu konuda iki parti arasında çok büyük bir uzlaşı olduğu düşünülemez. Anwar al-Awlaki ile onun 16 yaşındaki oğlunu Yemen’de 2011 sonbaharında öldüren (ki ikisi de Amerikan vatandaşıydı) iki ayrı casus uçak saldırısı bile, resmi düzeyde çok az bir şaşkınlık yaratmıştı.

Tüm bunlar inanılmayacak bir düzeyde gizli tutulduğu için, casus uçak kullanımıyla ilgili halkın bilgilendirilmiş bir tartışmaya girmesi olasılığı bile bulunmuyor.

Belki de Çin’in casus uçak sahibi ülkeler ligine girdiğine dair haberler (söylenene göre, Amerikan-yapımı Reaper’lara şüpheli bir şekilde benzeyen, ancak birim başı maliyeti oldukça düşük olan operasyonel bir araç üretmişti), önümüzdeki dönemde büyük çaplı bir tartışmayı tetikleyebilir. Tıpkı Rusya’nın geçtiğimiz yüzyılda nükleer silah elde etmesi gibi... Amerikan Başkanı’nın dünyanın umutsuz noktalarında öldürme makinelerinin uçuşunu denetleme yeteneğine sahip olması bir şey; söz konusu gücü Pekin’de otoriter bir rejimin ellerine teslim etmek ise farklı bir şey.

Casus Uçaklar ve Hukuk: Denge-Denetim Mekanizmasının Yeniden Kurulması

Adalet Bakanlığı, kısa süre önce, El Kaide üyesi olduğundan şüphelenilen Amerikalıları –genellikle casus uçaklar yoluyla- öldürmek konusunda Başkan’ın yetkilerinin kapsamını belirleyen ve ayrıntılandıran bir rapor yayımladı.

Rapora göre; bu tür şüphelilerin öldürülmesi, herhangi bir şekilde yasalara aykırı değil; bu tür şüphelilere yönelik öldürücü bir operasyon, 12333 sayılı (cinayetleri yasaklayan) Uygulama Talimatı’nın hükümlerini de ihlal etmiyor; ve bu tür şüphelileri öldürme gücü, “aktif düşmanlık bölgelerinden uzakta” da gerçekleşebilir. Buna ek olarak, Başkan, ya yasal bir operasyona onay veren ya da “ilgili kişinin yarattığı tehdidi ortadan kaldıramayan veya kaldırmak istemeyen ev sahibi bir ulusun durumunu gördükten sonra” yabancı bir ülkede yaşayan bir Amerikan vatandaşına karşı yasal güç kullanımına izin verebilir.

Buna göre; şüpheli Amerikan vatandaşı, eğer “ABD’ye karşı şiddet içeren bir saldırı tehdidi oluşturuyorsa” ABD dışında da öldürülebilir; ancak bunun için “yakın gelecekte Amerikan vatandaşlarına veya çıkarlarına yönelik spesifik bir saldırı olacağına dair net bir kanıt elde edilmesi gerekmemektedir.”

Bu rapor, derhal bir tepki doğurdu. Indiana Üniversitesi hukuk profesörü Gerald Magliocca’nın iddiasına göre, ölümcül bir casus uçak operasyonuna izin vermek o kadar da kolay olamaz, çünkü “ABD’ye karşı şiddet içeren bir saldırı tehdidi doğuran bir kişinin” belirlenmesi amacıyla kimin “yetkili üst düzey görevli” olduğunu belirlemek o kadar da net değildir; ayrıca raporun kullandığı dile bakılırsa “bu tür bir kararı verme yetkisi, sadece üst düzey bir yetkiliye” aittir.

George Washington Üniversitesi hukuk profesörü Jeffret Rosen’in iddiasına göre ise; yönetimin argümanları, anayasal bir içtimaın ötesine geçmiyor. Harvard hukuk profesörü Jack Goldsmith ise, “Rapor’da yeni söylenen herhangi bir şey yok” derken, “bu raporda, ABD Yönetimi’nin özellikle Amerikan vatandaşlarına karşı, aşırı gizlilik durumları da dahil olmak üzere, casus uçak kullanmasına yönelik siyasi ve yasal stratejide yaşanan sorunlardan da söz edilmediğini” vurgulamaktadır. Goldsmith, ayrıca, “yeni savaşın kapsamını, yetkilileri ve başkanlık gücü üzerindeki sınırlamaları, başkanın eylemlerinin nasıl gözden geçirileceğini tanımlayan yeni bir çerçeve statüye” ihtiyacımız olduğunu belirtmektedir. Goldsmith’in dillendirdiği “yeni çerçeve” çağrısı, aynı şekilde, Savunma eski Bakanı Robert Gates tarafından da ifade edilmişti. Gates, Kongre’yi ve istihbarat topluluklarını “casus uçak saldırıları” hakkında bilgilendiren, dolayısıyla süreç üzerinde çok daha büyük bir denetim kuran “üçüncü bir grubun” oluşturulmasını talep etmişti.

Kimilerine göre, Başkan’ın eylemlerine dair en iyi “gözden geçirme” şekli, FISA-benzeri bir mahkeme olacaktır. Söz konusu mahkeme, El Kaide üyesi olmakla şüpheli Amerikalılara karşı öldürücü operasyonlara izin verme yetkisine sahip olmalıydı. Ancak, Teksas Üniversitesi’nden hukuk profesörü Robert Chesney’nin de kaydettiğine göre; “bazı yargıçlar, bazı Amerikalıların öldürülüp öldürülmemesi gerektiğine dair gözden geçirme sürecinde herhangi bir görev üstlenmeyi asla istemiyorlar ve eğer bu görevi üstlenirlerse yargı denetiminin anayasal bir şekilde yürütülmesi ve prosedürel olarak sorunlu olması söz konusu olabilir.”

Dolayısıyla, belki de “farklı bir gözden geçirme” gerekebilir. Bu tür bir alternatif mekanizma, Başkan’ın İstihbarat Danışma Kurulu’nu (PIAB) güçlendirmesi olabilir. Böylelikle, öldürülecek Amerikalı şüphelilerin belirlenmesinde Başkan’ın gücü karşısında bir denetim işlevi görecektir.

Halihazırda kurulduğu üzere, PIAB, “Başkan’ın Yürütme Ofisi bünyesinde bağımsız bir unsurdur.” Ancak, birimin Başkanlık ofisinden tamamen bağımsız olmasını sağlamak için, Kongre’nin bir yasa çıkarması ve Başkan’ın da PIAB’ı Federal İstihbarat Komisyonu olarak yeniden kurmasını sağlayan mevzuatı imzalaması, ve onu tamamen bağımsız bir düzenleyici ajansa dönüştürmesi gerekmektedir –tıpkı Federal Seçim Komisyonu’nda olduğu gibi. Yeni Federal İstihbarat Komisyonu’nun üyeleri, Başkan tarafından atanmalı ve Senato’nun onayını almalı – böylelikle etkinlikleri üzerinde Kongre’nin denetimi sağlanabilir.

Başkan’ın ulusal güvenlik birimi, bir Amerikalının El Kaide ile bağlantılarından dolayı öldürücü bir operasyonun hedefi olması kararını verirken, söz konusu kararın, Federal İstihbarat Komisyonu’na gönderilip gözden geçirmesinin sağlanması gerekmektedir. Bunun ardından, söz konusu Komisyon ya onay ya da red verecek; ya da kararın gözden geçirilmesini ve bazı değişiklikler yapılmasını talep edecektir.

Bu noktada, hem Başkan’ın ulusal güvenlik timinin hem de Federal İstihbarat Komisyonu’nun kararı, Başkan’a iletilecek; kendisi de hem kendi güvenlik timini hem de Komisyon üyelerini çağırarak, bulgularını kendisine iletip tartışmaya açılmasını isteyebilecektir.

Başkan, ulusal güvenlik timinin bulgularına dair Federal İstihbarat Komisyonu’nun öngördüğü sınırlamaları geçersiz sayar ise, bunun Meclis ve Senato’nun İstihbarat Komiteleri’ne bildirilmesi ve Başkan’ın “FIC’in tavsiyelerini aşan eylemlerde bulunduğunun” haber verilmesi gerekmektedir. Bu durum, ulusal güvenlik sırlarını korumak için gerekebilecek türden kapalı bir oturum çerçevesinde bir denetim toplantısına yol açabilir.

Başkanlık yetkilerine karşı bir denetim olarak işleyen bağımsız bir ajansı güçlendirmek ve bu süreçte Kongre’nin daha büyük bir denetim gücüne sahip olmasına izin vermek, casus uçak programının suiistimal edilmemesini sağlamanın iyi bir yoludur; ayrıca oturumlar çerçevesinde gerçekleşen tartışmalar sayesinde casus uçak programına şüpheyle yaklaşan Kongre üyelerinin de kalbini kazanmak mümkün olabilir. İşte tüm bu sebeplerden ötürü, Obama yönetimi, casus uçak programı üzerinde çok daha fazla denetim yapılmasını desteklemeli, bu denetimlerin mevzuat yoluyla yapılması için de Kongre’yi teşvik etmelidir. (Atlantik Konseyi)

 

* Kurt Volker, Arizona Devlet Üniversitesi bünyesindeki Washington-merkezli McCain Uluslararası Liderlik Enstitüsü’nün yönetici direktörüdür. Kendisi, aynı zamanda, John Hopkins İleri Uluslararası İlişkiler Okulu bünyesindeki Transatlantik İlişkiler Merkezi’nde kıdemli araştırmacı olup, Atlantik Konseyi Stratejik Danışmanlar Grubu üyesidir. Volker, ABD’nin NATO nezdindeki eski büyükelçisidir. Bu makalenin originali, Washington Post’ta yayımlanmıştır. Danya Greenfield, Rafik Hariri Orta Doğu Merkezi direktör yardımcısıdır. Bu makale, ilk olarak The Atlantic’te yayımlanmıştır. James Joyner, Atlantik Konseyi’nin yönetici editörüdür. Söz konusu makalenin başka bir versiyonu, The New York Daily News’te yayımlanmıştır. Pejman Yousefzadeh, Şikago’da yaşayan bir avukattır. Kendi blogunda hukuk ve kamu politikası hakkında yazmaktadır.

 



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor