Javier Solana - NATO eski genel sekreteri *
MADRID ?Haziranda Türkiyede gerçekleşen genel seçimler güçlü bir mesaj verdi: Türkiyenin demokrasisi zarar görmemiş şekilde varlığını sürdürüyor. Her ne kadar seçim kampanyası sırasında saydamlık konusunda bazı şikayetler olsa da, demokrasi üstün geldi; oy verebilecek durumdaki seçmenlerin %86 gibi müthiş bir kesimi sandıklara gitti bu Avrupada pek rastlanan bir durum değil. Dünyanın geri kalanı ve özellikle de Avrupa Birliği- bu durumu kayda geçirmeli.
Türkiye vatandaşları oylarıyla Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) anayasayı değiştirmek için ihtiyaç duyduğu meclisteki mutlak çoğunluğu kazanmasını engelledi. Dahası, ülkenin uzun zamandır marjinalize edilmiş Kürt azınlığı ile diğer grupları bir araya getiren Halkların Demokratik Partisiye (HDP) oyların yüzde 10undan fazlasını vererek bu partinin ilk kez meclise girmesini, sadece Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerde değil ülke çapında temsil hakkı kazanmasını sağladılar. Çoğulculuğun bu zaferini güçlendirmek suretiyle Alevi ve Hıristiyan azınlık grupları mecliste daha büyük bir temsil gücü elde ettiler; ve Yezidiler ve Romanlar da ilk kez temsil edilecekler.
Yeni parlamento bileşimi, hiç kuşku yok ki Türkiyenin son birkaç yıldır ciddi meydan okumalarla karşı karşıya kalan dış politikası üzerinde büyük bir etki doğuracak. Keza, bölgesel çatışmalar yoğunlaşırken, ülkenin komşularla sıfır sorunu sağlamaya dönük dış politika hedefi artık sağlanamaz oldu. Ayrıca Türkiyenin izlediği politikalar özellikle de Suriye ve Mısıra dönük olanlar- ne bölgenin Sünni çoğunluktaki ülkelerini ne de Batıyı tatmin etti.
Belki de daha önemlisi, AKP hükümetinin dış politikası, ülke içindeki güçlerden ciddi bir eleştiri aldı. Bu güçlerin artık söz konusu politikayı değiştirmeye dönük daha büyük bir etkileri var. AKP son kertede bir koalisyon veya azınlık hükümeti kursa da, bu sonuç değişmeyecek. Değişimin yönelimi, birçok partinin tercih ettiği yaklaşımları dikkate almak zorunda.
Örneğin, seküler, merkez sol eğilimli Cumhuriyet Halk Partisi, herhangi bir başka ülkenin iç işlerine karışılmasına karşı çıkıyor; Türkiyenin Suriye dahil bölge ülkeleriyle iyi ilişkilerini yeniden tesis etmesi gerektiğini savunuyor. Buna karşın, HDP, geçtiğimiz sene İslam Devleti Suriyenin Kobane kentini kuşattığında, önceki AKP hükümetinin müdahale edememiş olmasını protesto etmişti.
Kendi açısından bakıldığında, sağ eğilimli Milliyetçi Hareket Partisi ise, AKP yönetiminin mevcut Mısır hükümetini tanımama kararını eleştiriyor; bu adımın Türkiyenin bölgedeki nüfuzunu ortadan kaldırdığını ileri sürüyor. Şimdilerde, partinin iddia ettiğine göre, Türkiyenin bölge komşularının toprak bütünlüğünü korumak üzere çalışması lazım.
Tüm bu belirsizlik ortamında net olan bir şey var: Türkiye kendi içine dönemez. Keza, bölgesel bir güç olarak, gerilimleri azaltmak ve çatışma çözümünü teşvik etmek gibi bir sorumluluğu var. Ayrıca, artan bir bölgesel istikrar ortamında uzun vadeli bir ulusal çıkarı bulunuyor. Bunun tek sebebi, halihazırda ülkeye akın akın gelen ve sayıları neredeyse iki milyona yaklaşan mülteci akımını önlemek değil sadece. Ayrıca, yakın bölgelerde çok daha fazla ticari fırsatın da açılması gerekiyor.
Türkiyenin demokratik açıdan canlanması, ABnin ülke ile ilişkilerini yeniden canlandırması için ideal bir fırsat sunuyor. AB, Türkiyenin başlıca ticaret ortağı ve en büyük yatırımcılarından biri. Ayrıca, AB Türkiyeyi çalkantılı bir bölgede istikrarlı bir müttefik olarak kabul etmekte. Savaş ortamının kızışması ve mezhepsel şiddetin artıp kronik bir hale gelmesi, hem Türkiyeyi hem de Avrupayı tehlikeye atıyor.
Bu bağlamda, yenilenen ilişkiler, her iki tarafın da çıkarlarına hizmet edecek. Örneğin, AB, Türkiyenin komşularıyla olan ilişkilerinde diplomatik destek sağlayabilir; mültecilere yardım etmede insani yardım sunabilir. Daha istikrarlı bir Orta Doğunun sınırları ötesine daha az mülteci ve terörist göndereceği gerçeğinden hareketle, Avrupanın bu tür bir desteği sağlamak noktasında güçlü bir saikası bulunuyor.
Bu durumun ivediliği ise, ikili ilişkilerin Türkiye ABye üye olacak mı, olmayacak mı gibi dar çerçeveli tartışmaların ötesine geçmesini gerektiriyor. Her şey bir yana, halihazırda ABnin daha fazla genişlemesinin önünde yoğun bir direnç olduğu düşünüldüğünde, katılım süreci kuşkusuz oldukça yavaş bir şekilde ilerleyecek. Dolayısıyla hedef, katılım müzakerelerini sekteye uğratmış olan mesele ve çatışmaları engelleyen, daha etkin ve yeni işbirliği biçimleri bulmak yönünde olmalı.
Bu demek değildir ki katılım süreci bir yana bırakılacak. Tam tersine, daha etkili işbirliği kanallarının buna paralel olarak açılması gerekiyor.
İyi bir başlangıç noktası olarak, Avrupa ve Türk parlamenterlerin toplantılar düzenlemesi olabilir. Avrupalı liderler, Türk dış politikasının olası revizyonunu titizlikle takip etmeliler; ortak çıkar alanlarındaki ikili diyalogu güçlendirmeye dönük fırsatları kaçırmamalılar. Bunun için, düzenli aralıklarla üst düzey toplantılar yapılması, böylelikle kritik meselelerde spesifik ortak eylemlere ilişkin anlaşma sağlanması gerekmektedir.
Bu, AB-Türkiye ilişkileri açısından bir fırsat penceresi sunuyor ve bu pencerenin değerlendirilmesi lazım. Orta Doğuda güçlendirilmiş istikrar hedefini yerine getirmek için, iki tarafın birlikte çalışması gerekiyor. Avrupa, bu treni kaçırmamalı.
*Javier Solana, ABnin Dış Politika ve Güvenlik Politikasından sorumlu Yüksek Temsilciliği, NATO Genel Sekreterliği ve İspanya Dışişleri Bakanlığını yürütmüştür. Kendisi halihazırda ESADE Küresel Ekonomi ve Jeopolitika Merkezi başkanı, Brookings Enstitüsü saygın üyesi ve Dünya Ekonomik Forumu bünyesinde Avrupaya dair Küresel Gündem Konseyi üyesidir.