Çin Yüzyılı Değil, Bu Bizzat Hint-Amerikan Yüzyılı

Çin Yüzyılı Değil, Bu Bizzat Hint-Amerikan Yüzyılı

Çin’in otuz yıldır süregelen yüksek büyüme oranları ve küresel sahnede artan etkisi, çoğu zaman bu ülkenin 21.yüzyıla egemen olacağına dair görüşlere yol açıyor. Ancak, Hindistan ve ABD’nin paylaştığı demokratik değerler ve str

Daniel Twining *

Hindistan’ın ABD’den stratejik olarak uzaklaşması, Soğuk Savaş’ın yarattığı en büyük anormalliklerden biriydi. Bununla birlikte, ABD-Sovyet rekabetinin sona ermesi ve modern küreselleşme çağının başlamasının ardından ortaya çıkan yeni dünya düzeninin temel unsurlarından biri; dünyanın en büyük demokrasilerinin 2000’li yıllardan günümüze kadar birbirine giderek daha fazla yakınlaşması oldu.

Kısa zaman içinde dünyanın en büyük üçüncü ekonomisine ve en geniş nüfusuna sahip olacak olan Hindistan, giderek küresel düzenin geleceğinde merkezi bir rol ediniyor. ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’ne göre, Hindistan, uluslararası sistemin “kıran kırana bir mücadele gerçekleştirdiği bir bölge” halini aldı. Dolayısıyla, Hindistan’ın tavrı, ABD ve diğer demokrasilerin uzun vadeli konumu açısından merkezi önem taşıyor.

Bununla birlikte, Hindistan, geçmişte dünya düzeninden marjinalize olmuştu. 1947 yılında bağımsızlığını elde etmesinden Soğuk Savaş sonuna dek geçen süre içinde, birçok etmen (ABD-Sovyet küresel rekabetinin dayattığı yapısal engeller, Hindistan’ın bağlantısızlar safında yer alması, ülke içi yaşanan gelişmeler ve güvenlik sorunları; umutsuz bir yoksulluk içinde olan yılda ancak %1-2 oranında büyüyen bir ekonomiye sahip olunması), Hindistan’ın daha büyük bir uluslararası rol oynamasını zorlaştırdı. Uzun süre hiçbir şeye karışmadan kenarda duran (veya bu şekilde durması istenen) bir ülke, günümüze gelindiğinde, dünya politikasında bir etki doğuruyor. Hindistan’ın uyanışının dünya üzerinde yarattığı değişim ise, Çin’in yükselişi kadar veya ondan daha bile derin olabilir.

Düşük Profillilikten Oyunculuğa...

Hindistan’ın 20.yüzyılın ikinci yarısındaki düşük uluslararası profili, aslında tarihsel bir anormalliğe işaret ediyordu: Britanya’nın sömürgesi altındayken, Raj, küresel imparatorluk açısından stratejik bir kilit taşı idi. Britanya İmparatorluğu emrindeki Hint orduları; Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Doğu, Güneydoğu Asya ve Çin’de görev almıştı. Hindistan’daki refah seviyesi, Britanya’nın emperyal heveslerini finanse etmişti –keza, Hindistan’ın ekonomisi, 19.yüzyıl başına kadar Çin’den sonra dünyada ikinci en büyük ekonomi idi. Ayrıca, İngiliz endüstrisinin, iki dünya savaşı boyunca, kendisinden daha güçlü bir Almanya’ya karşı ayakta durabilmesini Hindistan sağlamıştı. Öyle ki, 1940’lı yılların başında, Başbakan Winston Churchill, “Alman güçleri İngiltere’yi işgal etseler bile, Hint imparatorluğunun insan gücü, maddi yetenekleri ve jeopolitik erişimi sayesinde, İngiltere, Mihver Devletleri’ne karşı savaşı sürdürecektir” demişti.

Hindistan, Müttefikler’in İkinci Dünya Savaşı’nı kazanmalarına yardımcı oldu. Ancak, bu süreçte de, Müttefik güçlerin uğruna savaş verdiği özgürlük idealleri, Hindistan’daki bağımsızlık mücadelesini tetikledi. 1947 yılından itibaren, bağımsız Hindistan, ülke içinde Sovyet-tarzı ekonomik merkeziyetçilik, ülke dışında ise bağlantısızlık yaklaşımını sürdürdü. Bu durum, bir süre sonra Sovyetler Birliği ile zımni bir ittifaka dönüştü; keza Washington, Hindistan’ın hasımları olan Pakistan (1954’ten itibaren) ve Çin (1971’den itibaren) ile bağlarını güçlendirmişti. Bunun sonucunda, Yeni Delhi, kendisini dünyanın gelişmiş demokrasilerinden uzaklaştıran dış politikalar izlemeye başladı.

Hindistan, küresel düzen içinde Batı’nın desteğinden giderek daha da uzaklaştırılıyordu; hatta bu durum, ona karşı bir ayrımcılığa varacak düzeydeydi. Çin’den farklı olarak, Hindistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğinden de dışlanmıştı.

Çin ise, Hindistan’ın aksine uluslararası düzeyde nükleer silahların yaygınlaştırılmasını önleme rejimi henüz devreye girmeden nükleer silah denemeleri yaptığı için, Çin’in nükleer cephaneliği meşru sayılıyordu; keza NPT Antlaşması çerçevesinde nükleer silah edinme ve ticaretini yapma hakkı da saklıydı. Buna karşın, Hindistan’ın daha sonraki dönemlerde gerçekleştirdiği nükleer testler, uluslararası kanunlar çerçevesinde onu bir “haydut devlet” haline getirdi; teknoloji ticareti üzerine getirilen yaptırımlar sonucunda ekonomik yetenekleri sınırlandı; güvenliği zedelendi.

Çin’in 1980’li yıllardan itibaren Pakistan’a gelişmiş nükleer ve füze ekipmanları tedarik etmesi, Pekin’in NPT altındaki yükümlülüklerine ters düşüyordu; ancak Batı, bu konuya farklı bir açıdan yaklaşınca, meşru güvenlik gereksinimleri karşısında büyük güçlerin ne kadar ikiyüzlü ve düşman olduğuna dair Hintlilerin algılarını güçlendirmiş oldu. Bu duygu, ABD Başkanı Bill Clinton ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in Pekin’de yaptıkları görüşme sırasında, Hindistan’ın 1998 yılında gerçekleştirdiği nükleer silah testlerini ortak bir dille kınamaları ve daha sert uluslararası önlemler alınması yönünde çağrıda bulunmaları sırasında açıkça belirginlik kazandı. Hintli liderlerin söz konusu testleri “Çin kaynaklı artan tehdit algısına” referansla gerekçelendirmeleri ve Clinton’ın 1997 yılında yayımladığı Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu’nda Hindistan’ı; ABD için potansiyel bir rakip olarak belirlemesi, Amerika’nın tavrının ne denli ironik olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş oldu…

Amerikan Politikasının Yeniden Düzenlenmesi

Hintlilerin, onları safdışı bırakmak üzere tasarlanmış “uluslararası teknoloji apartheidi” olarak nitelendirdikleri sistemin elebaşısı olarak görülen Washington’un tavrından kaynaklanan çatışmalar, on yıl kadar sonra, iki ülkenin artık tersine çevirmek üzere birlikte çalışmaya başladıkları bir temeli teşkil etti. İkili ilişkilere dair yeni umutlar, Hindistan eski Başbakanı Atal Bihari Vajpayee’nin, “Hindistan ve Amerika’nın doğal müttefikler oldukları” yönündeki beyanıyla ifadesini buldu. Söz konusu ifade, 2000 yılında Hindistan ziyaretinde bulunan Clinton tarafından da benimsendi. Jimmy Carter’dan bu yana, hiçbir Amerikan Başkanı Hindistan’a resmi ziyarette bulunmamıştı.

Aslında, Hindistan’ın 1998 yılında gerçekleştirdiği nükleer testler, bu ülkenin gücünün potansiyeli hakkında Washington’un gözlerinin açılmasını sağladı. Keza, bir yandan Çin’in artan gücüne dair iki ülkenin de ortak bir tehdit değerlendirmesi söz konusuydu. Bir yandan da, bir güç dengesi şekillendirmek amacıyla Hindistan-Amerikan işbirliği olanakları değerlendiriliyordu.

Başkan George W. Bush göreve geldiğinde, Hindistan, geleceğin dünya gücü olarak görülüyordu. Asya’daki güç dengesinde ön saflarda yer alan, çoğulcu bir demokrasi şeklinde değerlendirilen söz konusu ülke ile Amerika’nın dünya meselelerinde doğal olarak bir işbirliğine gitmesi gerekiyordu. Ancak Yeni Delhi’nin, Washington ve müttefikleri tarafından Hindistan’ı çevrelemek üzere tasarlanan uluslararası nükleer düzenin dışında tutulması, ilişkilerin normal bir seyir izlemesinin önünde bir engel oluşturmaktaydı. İşte, 2005-2008 yılları arasında, Bush yönetiminin, Batı’nın kırk yıllık politikasını tersine çevirme, Hindistan’ı uluslararası nükleer kulübe dahil etme ve bu ülkeye ilgili hak ve sorumlulukları tahsis etme yönündeki devrim niteliğinde kampanyasının da nedeni budur.

Hindistan’ın nükleer bir güç olarak normalleşmesi, bu ülkeye sivil nükleer ekipmanların uluslararası ticaretine erişim olanağı sağladı. Bu durum, ayrıca, uzun vadeli ekonomik gelişimini besleyecek şekilde Hindistan’ın enerji üretimini kayda değer oranda artırma fırsatını da içeriyordu. Ayrıca, ABD ile ileri teknoloji ticaret ve işbirliğinin de çarpıcı biçimde yaygınlaşması mümkün hale geldi.

Hindistan ise, Amerika ve dünya ile olan ilişkilerinde yaşadığı bu ani değişime layık bir görüntü sergiledi. Nükleer anlaşmaya karşı Hindistan parlamentosunun muhalefetinin üstesinden gelmek amacıyla, Başbakan Manmohan Singh, hükümetinin son derece kritik bir güven oylamasına gitmek zorunda bıraktı –böylelikle, ilk kez bir Hint hükümeti, bir dış politika meselesinde kendi bekasını tehlikeye attı; hem de Hindistan’ın ezeli düşmanı ABD ile yapılacak bir stratejik ortaklık uğruna... Singh ve müttefiklerinin iddiasına göre, Hindistan’ın gelecekteki refahı, güvenliği ve prestiji, Batı’ya stratejik bir açılım gerçekleştirmesine bağlıydı. Nükleer bir anlaşma sonucunda, Hindistan dünya politika sahnesinde –Amerika’nın sponsorluğunda- üst-düzey görevlere erişebilirdi. Bu görüşlerin üstün gelmesi sonucunda, Hindistan’ın büyük güçler sıralamasında ön saflarda yer alma projesi teşvik edilmiş oldu.

Başkan Barack Obama ise, zorlu geçen 1,5 yıllık görev süresinin ardından, nihayetinde, yeni şekillenen çokkutuplu bir dünya düzeninde Hindistan’ın Amerika’nın önemli bir ortağı olduğuna dair Clinton ve Bush’un ayak izlerini takip etti. 2010 Kasım’ında Yeni Delhi’ye gerçekleştirdiği gezi sırasında, Obama, yönetiminin ilk dönemlerde hakim olan bir kavrama son şeklini vermiş oldu: ABD ve Çin ortaklığında kurulacak bir “G-2”, Asya’yı ve dünyanın geri kalanını birlikte yönetebilir. Böylelikle, Obama, göreve başladığından beri sallantıda olan “Yeni Delhi ile ilişkiler” meselesini sahiplenmiş oldu.

Obama’nın Hindistan’la “dönüştürücü ortaklık” vizyonu; canlandırıcı bir niteliğe sahipti. Bu vizyon; küresel düzeydeki diplomatik ve güvenlik sorunlarını yönetmeyi, her iki ülkedeki refah düzeyini yükseltmeyi ve Asya ve ötesinde iyi yönetişimi teşvik etmeyi öngörüyordu. Bu vizyon; Obama’nın Asya’daki güç dengesini umursamadığı yönünde Washington’da hakim olan endişeleri yok etmeye yardımcı olmuştu. Obama’nın Hindistan dosyasına yönelmesi, aynı zamanda, “dünya meselelerinde en iyi müttefikler, demokrasilerdir” şeklindeki tarihi Amerikan inanışını bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.

Obama, Yeni Delhi’de bulunduğu sırada, Hint-Amerikan bağlarının ne denli “müstesna” olduğunu güçlü şekilde anımsattı ve bu ortaklığın uzun vadeli olup, 21.yüzyılın gidişatını belirlemeye yardımcı olacağını savundu:

“Hindistan, şimdilerde dünya üzerindeki tek “gelişen” güç değil elbette... Ancak, ülkelerimiz arasındaki ilişki emsalsiz. Özgürlük, adalet ve halkların eşitliği ilkelerine adanmış iki büyük cumhuriyetiz biz... Ve, halkların dünyayı değiştirebilen fikir ve yenilikler gerçekleştirme özgürlüğüne sahip olduğu iki serbest piyasa ekonomisine sahibiz. İşte bu yüzden Hindistan ve Amerika’nın, günümüz sorunlarını çözmede iki önemli ortak olduğuna inanıyorum.”

Obama, bu açıklamasıyla, Amerika’nın Hindistan’ın yükselişiyle ve geleceğin demokratik süper-gücü olarak bu ülkenin elde edeceği başarısıyla ilgilendiğini ifade eden üçüncü Amerikan başkanı oldu.

Hindistan’ı gölgede bırakmak

Peki, Amerika, Hindistan’ın yükselişiyle niçin bu kadar çok ilgileniyor? Buna verilecek birçok yanıt var:

Neredeyse Amerika’nın toplam nüfusuna erişecek düzeyde büyüyen bir orta sınıfa sahip olan Hindistan’ın; Amerikan malları, hizmetleri ve yabancı yatırımları açısından uzun vadede tek başına en önemli denizaşırı piyasa haline gelmesi ihtimal dahilinde... Keza, Hindistan’ın nüfusu ve ekonomik büyüme oranı, Çin’inkini geride bırakıyor. Bu etki, ayrıca Hindistan’ın demografik özelliği neticesinde daha da güçlenecek. Bir diğer deyişle, Hindistan’ın genç nüfusu, önümüzdeki birkaç on yıllık dönemde de işgücü olanaklarını yaygınlaştırmaya devam edecek; keza diğer büyük güçlerin her birinin demografik özellikleri (gelişmiş demokrasiler ve Çin ile Güney Kore gibi büyüyen güçler de dahil olmak üzere), hızla yaşlanan nüfuslarından dolayı tam tersi bir yönelim izliyor.

Ulusal güvenlik alanında, Hindistan ve ABD, diğer herhangi iki büyük güçle kıyaslandığında çok daha yakın bir çıkar benzeşmesine sahip olabilir. Her iki ülke de, terörizmle başa çıkma mücadelesinde ön saflarda yer alıyorlar ve şiddet içeren İslami aşırılıkla sistemli bir mücadele içindeler. Her iki ülke de, Afganistan ve Pakistan’ın, kendi topraklarını kontrol altında tutabilen, halklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabilen ve anlaşmazlıkları şiddet içermeyen siyasi tartışmalara yönlendirebilen, hesap verebilir yönetişim kurumları geliştirebilen devletlere doğru evrilmesiyle yakından ilgileniyorlar. Dolayısıyla, uluslararası sistemin öncü gücü ABD ve (Çin ile uzun va tartışmalı bir kara sınırı paylaşan ve Pekin yönetiminde tekkutuplu bir Asya’nın ortaya çıkmasına göz yummayacak olan) Hindistan, Çin’in yükselişini barışçıl ve uluslararası liberal düzene bağlı sınırlar içinde tutmakla yakından ilgileniyor.

Ancak, belki de, Hindistan’ın yükselişi karşısında ABD’nin çıkarlarını en çok zorlayan etmen, bu yükselişin uluslararası sistemin geneli üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor. Dünyanın en büyük demokrasilerinin ortak değerleri ve iç içe geçen çıkarlarının desteklediği küresel bir düzen, devlet kapitalizminin ve Çin-merkezli bir otokrasinin cazibesiyle yönetilen bir düzene tercih edilebilir. Gelecekte, halen başat güç olan bir ABD ile büyüklük iddiasındaki yükselen bir Hindistan arasında güçlü bağlarla temellenen küresel bir sistem, açık toplumlar için güvenilir bir sistem olarak kabul edilebilir. Büyük olasılıkla, böylesi bir düzende mevcut olacak olan güç çoğulculuğu sayesinde, büyük devletler, küresel bir yetenekler dengesi dahilinde diğer ortaklarıla (Japonya, Avrupa, Güney Kore, Endonezya, ve Brezilya) bağlanacaklardır. Çin’in egemenlik kuracağı ve kendi iradesini dayatacağı bir dünya ile kıyaslandığında böylesi bir dünyada Çin’in barışçıl bir kalkınma yaşaması daha çok mümkün olacaktır.

Dolayısıyla, demokratik bir süpergüç olarak Hindistan’ın başarısı, ABD’yi yakından ilgilendiriyor. Keza, bu şekilde, tamamen barışçıl, çoğulcu, müreffeh ve gerek komşularına gerekse dünya nezdinde cazip bir “Batılı-olmayan modernite şekli” tasarlanmış oluyor. Akademisyen Sunil Khilnani’nin iddia ettiği gibi, 'siyasi meşruiyet, 21.yüzyılın uluslararası politikasında başlıca geçer akçe olacak.' Bunun da anlamı şudur: ABD’nin, diğerlerinin izinden gitmesi için bir model ve bir ortak olarak demokratik Hindistan üzerine kozlarını oynaması gerekiyor.

Ortaklığı Güçlendirmek

Açıkça kendi çıkarlarına hizmet eden ve yaratacağı istikrar ve refah aracılığıyla dünyanın geneline yararı dokunacak olan böylesi bir ortaklığı ABD ve Hindistan nasıl uygulamaya geçirebilir? Kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması için temeli hazırlayan ikili bir yatırım antlaşması, ilişkinin ekonomik temellerini güçlendirecektir.

ABD, Hindistan’dan gelen ve Silikon Vadisi veya başka bir yere yeteneklerini beraberlerinde getiren “ileri teknoloji çalışanları” üzerinde uyguladığı kısıtlamaları kaldırabilir. Hintli ve Amerikalı mucitleri birbirine bağlayan kamu-özel sektör ortaklıkları, her iki ülkenin karşılıklı yetenekleri açısından manivela etkisi doğuran enerji ve iklim değişikliği konularında çözümler üretebilir. Hindistan, yetenek havuzunu genişletmek amacıyla ABD kaynaklı Fulbright ve diğer eğitim değişimlerini yaygınlaştırıp, daha fazla Amerikan sermayesini çekmek üzere yabancı yatırımın üzerindeki kısıtlamaları kaldırabilir.

Amerikan ordusu, başka bir ülkenin silahlı kuvvetleriyle olduğundan çok daha fazla tatbikatı Hindistan ile gerçekleştiriyor ve Hindistan, giderek daha büyük bir şevkle ABD’nin donanma gemilerine, uçaklarına ve diğer platformlarına tedarikte bulunuyor. Şayet Yeni Delhi, Amerikan yapımı beşinci kuşak çok-fonksiyonlu muharebe uçaklarından satın almaya karar verirse, bu süreç yeni bir zirveye ulaşacak; ABD ve Hindistan donanmaları arasında hava kuvvetlerinin eğitimi, askeri öğreti ve askeri araç tedariki entegre bir hal alacaktır.

Artan ikili askeri eğitim ve ekipman tedarikinin ötesinde, artan savunma bağlarında bir sonraki aşama, bu iki ülkenin diğer stratejik ortaklarını da içerecek şekilde Hint-Amerikan güvenlik işbirliğinin genişletilmesidir. Bu şekilde; NATO, Singapur, Tayland, Avustralya, Endonezya, Güney Kore ve Japonya’yı da içerecek hale gelecektir. Uzun vadede belki de en önemlisi; ABD-Japonya-Hindistan arasındaki üçlü işbirliğinin derinleştirilmesi olacaktır. Bu bağlamda, söz konusu ülkelerin yeteneklerinin toplamının devasa boyutlarda oluşu, teknolojik tamamlayıcılıklar, belirleyici olacaktır. 2011’de, Washington, Tokyo ve Yeni Delhi, Asya’daki stratejik istikrar açısından kritik önemde bir savunma duvarına evrilebilecek türden üst-düzey bir üçlü diyalog başlatacak.

İşbirliği için dördüncü bir alan ise; ülke dışında iyi yönetişimin teşvik edilmesidir. Hintli liderler, devletler nezdindeki demokrasinin, devletler arasındaki güvenliğin bir kaynağı olduğunu anlamaya başlıyor. Bu stratejik hesaplama, Yeni Delhi’yi, Afganistan’da iyi yönetişim kurumları inşa etmeye yüksek oranda harcamalar yapmaya ve Sri Lanka, Bangladeş ve Nepal’de yola gelmez iç çatışmalara demokratik çözümler bulunmasına yardım etmeye yöneltti. ABD ve Hindistan, Birleşmiş Milletler Demokrasi Fonu, Demokratik Yönetişim için Ortaklık, Asya-Pasifik Demokrasi Ortaklığı ve diğer çoktaraflı faaliyetler yoluyla geçiş dönemi demokrasilerine destek olmak üzere işbirliğine yöneldiler. Washington ve Yeni Delhi, ayrıca 2011’de yaşanan tarihi Arap uyanışının ardından, Mısır’da ve Orta Doğu-Kuzey Afrika’da herhangi bir yerde demokratik konsolidasyonun temellerini atmak amacıyla birlikte çalışma –veya benzer hedeflere yönelik olarak bağımsız çalışma- konusu bulabilirler.

Hindistan ve Amerika, üçüncü ülkelerde insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün iyileştirilmesine yönelik işbirliğinin, ikili ilişkilerde giderek önem kazanan bir unsur haline geldiğini fark edebilirler. 2010 yılında gerçekleşen Obama-Singh zirvesinde varılan anlaşmaya göre, taraflar, dünyanın bu en önemli kalkınmış ve kalkınmakta olan demokrasilerinden destek isteyen ülkelerde açık hükümetlerin teşvik edilmesini taahhüt etmişlerdi. Bu tür bir yönelim, geçtiğimiz yüzyılda ABD tarafından şekillendirilmiş olan, ancak ileriye bakıldığında yükselen bir Hindistan’ın güçlü bir savunucusu niteliğindeki liberal uluslararası düzeni güçlendirecektir.

Çin yüzyılını unutun: eğer ilgili ülkeler ellerindeki kartları doğru şekilde oynarlarsa, bizi bir Hint-Amerikan yüzyılı bekliyor.

 

Kaynak: http://www.globalasia.org/V6N1_Spring_2011/Daniel_Twining.html

* Daniel Twining; German Marshall Fund’da Asya konusunda uzman araştırmacıdır. Kendisi, daha önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Politika Planlama Departmanı’nda görev almış ve Senatör John McCain’ın Dış Politika Danışmanlığını yapmıştır.



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor