Dünya Çapında Yeni bir Sosyal Düzene Yönelik Elit Planı

Dünya Çapında Yeni bir Sosyal Düzene Yönelik Elit Planı

Uluslar ve halklar, kendi oyunlarında birer piyondur. Milyonlarca kişi savaşlarda can verir; altyapı zarar görür; tüm dünya yas tutar; ama büyük ekonomik elitler ne kadar para kazandıklarını sayarlar ve savaş sonrası yeniden yapılandırma

Richard K Moore *

Britanya’da 1700’lerin sonunda Sanayi Devrimi başladığında, fabrikalara yatırım yapacak çok miktarda para vardı. Bunun için de yeni piyasalar açmak ve hammadde kaynakları üzerinde denetim sağlamak gerekiyordu. Bununla birlikte, yatırım yapacak parası en fazla olan kişiler Britanya’da değil, daha ziyade Hollanda’da bulunuyorlardı. 1600’lü yıllarda Batı’nın öncü gücü Hollanda idi ve buradaki bankerler, dünyanın önde gelen kapitalistleri arasında yer alıyordu. Kar peşinde koşan Hollanda sermayesi, Britanya borsasına akmıştı; dolayısıyla Hollandalılar Britanya’nın yükselişini finanse ettiler. Britanya da, bunun sonucunda, hem ekonomik hem de jeopolitik olarak Hollanda’yı gölgede bıraktı.

Böylelikle Britanya’daki endüstriyelleşme, müreffeh yatırımcıların güdümünde kaldı ve kapitalizm, başat ekonomik sistem halini aldı. Bunun sonucunda ise, büyük çaplı bir sosyal dönüşüm yaşandı. Britanya, esas olarak aristokratik bir toplumdu ve toprak sahibi aileler tarafından yönetilmekteydi. Kapitalizm ekonomik açıdan başat rol edinince, kapitalistler de siyasi açıdan başat hale geldi. Vergi yapıları ve ithalat-ihracat politikaları, toprak sahipleri karşısında yatırımcıları kayıracak şekilde aşamalı bir değişim yaşadı.

Ülkede bir gayrimenkulü sadece elinde tutmak, ekonomik açıdan sürdürülebilir değildi: onu geliştirmek, daha üretken bir kullanıma dönüştürmek gerekiyordu. Viktorya döneminde yaşanan dramlar, kötü zamanlarda dara düşen ve ellerindeki tüm mal varlığını satmak zorunda kalan aristokrat ailelerin hikayeleriyle doluydu. Aristokrasinin bu çöküşü, kapitalizmin yükselişinin getirdiği daha geniş çaplı sosyal dönüşümün bir parçasıydı aslında.

Kapitalistlerin görevi, sermayeyi yönetmektir ve sermayenin yönetimi, genellikle bankalara aracılık yapılması ve aracı kurumlardan komisyon almak şeklinde gerçekleşirdi. Yatırım bankacılarının, kapitalist refah ve güç hiyerarşisinin en üst noktasını işgal etmesi, şaşırtıcı olmasa gerek. Aralarında Rothschild’lar ve Rockefeller’ların olduğu birçok bankacı aile bulunmaktaydı ve bu aileler, en sonunda Batı dünyasındaki ekonomik ve siyasi gelişmeler üzerinde hakimiyet kurdular.

Aristokratların aksine, kapitalistler, bir mekana veya o mekanın sürdürülebilir olmasına bağlı değillerdir. Sermaye haindir ve sürekli hareket eder –büyüme en çok neredeyse sermaye de oraya akar. Tıpkı Hollanda’dan Britanya’ya, ardından Britanya’dan ABD’ye, yakın zamanda da dünyanın her bir köşesinden Çin’e akması gibi. Dolayısıyla, kapitalizm çerçevesinde bir ulus sömürülebilir, ardından da başıboş bırakılırlar. Tıpkı Amerika ve Britanya’nın şu anda adeta paslanmaya yüz tutmuş endüstriyel bölgelerinde görüldüğü gibi…

Mekana karşı tarafsız olunması, kapitalizm çerçevesinde –aristokrasiyle kıyaslandığında- farklı bir tür jeopolitiğe neden olur. Bir kral, ülkesi için avantaj olduğunu fark ettiğinde savaşa gider. Tarihçiler, kapitalizm öncesi dönemdeki savaşları, monarkların ve ulusların “büyümesi” bağlamında “açıklayabilirler.”

Bir kapitalist ise, kar elde etmek üzere savaş açar. Aslında, bizim elit bankacı ailelerimiz, Birinci Dünya Savaşı’ndan beri askeri çatışmaların büyük bölümünde her iki tarafı da finanse etmişlerdir. Dolayısıyla, tarihçiler, ulusal motivasyonlar ve hedefler bağlamında Birinci Dünya Savaşı’nı o kadar da kolay “açıklayamazlar.”

Kapitalizm-öncesi dönemlerde, savaş, bir satranç oyunu gibiydi; her iki taraf da kazanmak için bir uğraş verirdi. Kapitalizm bağlamında ise, savaş alanı daha ziyade bir gazinoya benzer; oyuncular daha fazla para toplayacaklarını bildikçe oyuna devam ederler ve gerçek kazanan, her zaman için “ticarethane”nin kendisi –yani savaşı finanse eden ve ayakta en son kimin kalacağına karar veren bankerler- olur. Tüm kapitalist girişimler arasında en karlı olanı savaşlar değildir; kazananları seçerek ve yeniden inşa sürecini idare ederek elit bankacı aileler, zaman içinde kendi çıkarlarına uygun düşecek jeopolitik konfigürasyonu hazırlarlar.

Uluslar ve halklar, kendi oyunlarında birer piyondur. Milyonlarca kişi savaşlarda can verir; altyapı zarar görür; tüm dünya yas tutar; ama büyük ekonomik elitler ne kadar para kazandıklarını sayarlar ve savaş sonrası yeniden yapılandırma yatırımlarına yönelik planlar kurarlar.

Ekonomik elitler, hükümetlerin finansörleri olarak, zaman içinde kontrol yöntemlerini mükemmelleştirdiler. Her zaman için sahne gerisinde kalarak, medyayı, siyasi partileri, istihbarat servislerini, borsaları ve hükümet kuruluşlarını kontrol ettiler. Belki de güçlerinin en büyük unsuru, kurlar üzerinde kurabildikleri denetimden kaynaklanıyor. Merkez bankası üzerinden çevirdikleri dolaplar sayesinde, ani yükseliş ve düşüş döngülerinin mühendisliğini yaparlar; hiç yoktan para basarlar ve bu parayı da hükümetlere hibe ederler. Ekonomik elit çetesinin (“banksterler”) gücü, hem mutlaktır, hem de hilelidir.

ABD Başkanı Başkan Woodrow Wilson’a göre “ABD’deki bazı büyük adamlar, bir şeylerden korkarlar. Bir yerlerde bir güç olduğunu bilirler. Bu güç o denli organize, hileli, uyanık, birbirine geçmiş, tamamlanmış ve her tarafa nüfuz etmiştir ki, bu duruma karşı yüksek sesle bir eleştiri getirmemeleri gerektiğini bilirler.”


Büyümenin Sonu – Banksterler, Kapitalizme karşı

Sonu olan bir gezegende, ekonomik büyümenin önünde bir sınırlamanın olması her zaman için kaçınılmazdır. Endüstriyelleşme, son iki yüzyıldır bu sınıra ulaşmak üzere bizim paldır küldür ilerlememizi sağladı. Üretim, çok daha etkin hale geldi; piyasalar giderek küreselleşti ve en sonunda kalıcı büyüme paradigması, KAR’ın azalması noktasına erişti.

İşte bu noktaya 1970’li yıllarda eriştik. O dönemden beri sermaye, artan üretim sayesinde çok büyük bir büyümenin peşinde koşmadı; daha ziyade görece olarak sabit seyreden üretim düzeylerinden daha büyük karlar elde etmeye yöneldi. Keza, üretimi daha düşük ücretli alanlara kaydıran küreselleşme, çok daha fazla miktarda kar sağlamaktaydı. Özelleştirme, zamanında ulusal hazinelere giden gelirleri artık yatırımcılara transfer ediyordu. Türev ve kur piyasaları, ekonomik büyümeye dair elektronik bir yanılsama oluşturuyor; gerçek dünyada aslında pek bir şey üretmiyordu.

Yaklaşık kırk yıldır kapitalist sistem farklı mekanizmalar yoluyla yürütülüyor. Ancak bu mekanizmaların hiçbiri gerçek anlamda üretken değil. 2008 Eylül’ünde iskambil kule bir anda çöküverdi ve küresel mali sistem savunmasız halde kaldı.

Medeniyetlerin çöküşü incelendiğinde, çağın gereklerine uyum sağlayamamanın felaket sonuçlar getirdiği görülür. Peki, bizim medeniyetimiz de mi aynı tuzağa düşüyor? İki yüzyıl boyunca gerçek bir büyüme yaşadık; kapitalizmin büyüme dinamiği, endüstriyel gelişim gerçeğiyle uyum içindeydi. Ardından, kırk yıl boyunca yapay bir büyüme yaşadık: bu dönemde kapitalizm, bir iskambil kule sayesinde ayakta duruyordu. Şimdiyse bu kule çöktü ve yapılan her çaba, büyümeye “eski ivmesini kazandırmaya” yönelik görünüyor! Medeniyetimizin, “zamana ayak uyduramadığı” için çökme sürecinde olduğu izlenimini edinmek çok kolay.

Böylesine bir izlenim kısmen doğru, kısmen yanlış. Gerçek durumu anlamak için, kapitalist elit ile kapitalizmin kendisi arasında net bir ayrıma gidilmesi gerekiyor. Kapitalizm, büyüme odaklı bir ekonomik sistem; kapitalist elit ise, Batı dünyası üzerinde kontrol sağlamaya çalışan kişilerden oluşuyor. Kapitalist sistem, son kullanma tarihini geçti; bankster elitler de bu gerçeğin farkındalar –yaptıkları tek şey ise, çağa ayak uydurmaya çalışmak.

Kapitalizm, banksterleri mutlak güce ulaştırmaya yardım eden bir araç; ancak banksterlerin artık bu sisteme karşı bir sadakatleri kalmadı. Daha önce söylendiği gibi, küresel ölçekte düşünüyorlar; uluslar ve halkları birer piyon olarak görüyorlar. Paranın ne olduğunu tanımlayıp para basıyorlar; tıpkı bir monopoli oyunundaki banker gibi. Aynı zamanda, yeni bir para şekliyle yeni bir oyun kuruyorlar. Güçlerini devam ettirebilmek için herhangi bir ekonomik sisteme bağımlı olma gereksiniminden uzun zaman önce vazgeçtiler. Kapitalizm, hızlı bir büyüme çağında kullanışlıydı. Büyüme olmayan bir çağda ise, farklı bir oyun hazırlanıyor.

Dolayısıyla, kapitalizmin doğal yollardan ölmesine izin verilmeyecek. Onun yerine, kontrollü bir çöküşe doğru hazırlanıyor. Öncelikle, küreselleşme, özelleştirme, kur piyasaları ile birlikte, bir yaşam-destek ünitesine kondu. Ardından, ötenaziye yönelik bir ölüm ilacı enjekte edildi. Bu ilaç, gayrimenkul balonları ve zehirli türev ürünler şeklinde oldu. Son olarak, Basel’deki Uluslararası Ödemeler Bankası –yani, merkez bankalarının merkez bankası- yaşam ünitesinin düğmesini kapattı; “gerçeğe uygun değerlendirme” yapılması gerektiğini anımsattı. Buna göre, risk taşıyan tüm bankalar bir anda borçlarını ödeyemez hale geldiler. Bu süreçte atılan her adım, bir merkez bankası zümresi tarafından titiz bir şekilde planlanmış ve yönetilmişti.

Egemenliğin Sonu – Eski Rejimin Yeniden Kurulması

Mali çöküşün titiz bir şekilde yönetilmesi gibi, çöküş sonrası senaryo da bu şekilde yönetildi ve intihar anlamına gelen banka kurtarma programları uygulanmaya başlandı. Ulusal bütçeler, daha şimdiden daralmıştı ve borçlarını ödeyemeyen bankaları kurtarmak üzere ellerinde herhangi bir rezerv bulundurmuyorlardı. Dolayısıyla, banka kurtarmaya yönelik üstlenilen taahhütler, hükümetlerin astronomik düzeylerde yeni borçlar edinmeleri sonucunu doğurdu. Banka kurtarma taahhütlerini yerine getirmek için, paranın, aynı mali sistemden ödünç para alması gerekiyordu!

Bunun sebebi, bankaların batmak için çok büyük olması değildi; daha ziyade banksterler, batmak için çok güçlüydü: politikacılara, reddedemeyecekleri bir teklifte bulundular. ABD’de, Kongre’ye, banka kurtarma paketleri olmaksızın ertesi sabah sıkıyönetim kurallarının uygulanabileceği yönünde telkinde bulunuldu. İrlanda’da, mali kaos yaşanacağı ve insanların sokaklara döküleceği söylendi bakanlıklara… Aslında, İzlanda’da görüldüğü gibi, borçlarını ödeyemeyen bankalarla başa çıkmanın en uygun yolu, düzenli bir tasfiye süreci başlatmaktı.

Zoraki yapılan banka kurtarma operasyonlarının etkisi, ödenemeyen borçların bankalardan ulusal hazinelere aktarılmasıydı. Bankaların borçları, devlet borcuna ve kamu açığına dönüştü. Şimdiyse, kurtarılmayı bekleyenler bankalar değil, bizzat ulusların kendisi… Kurtarma paketleri, beraberlerinde bir takım koşullarla geldiler. Tasfiye olan ise, bankalar değil, uluslar oldu.

John Perkins, “Confessions of an Economic Hit Man” (Ekonomik Bir Tetikçinin İtirafları) adlı kitabında, üçüncü dünyanın son birkaç on yıldır kalıcı bir borç esaretine nasıl zorlandığından söz eder. Borçlar hiçbir zaman yeniden ödenemez. Onun yerine, periyodik olarak yeniden finanse edilmeleri gerekir. Ve yeniden yapılan her finansman, ulusu daha da borca sürükler, IMF’nin dayatmalarına daha fazla boyun eğmesine neden olur. Dışarıdan idare edilen bir mali çöküş ve “batmak için çok büyük olan bankaların” sahtekarlığı karşısında, banksterler artık bir karar aşamasına gelmiş bulunuyorlar: Ekonomik tetikçinin gündemi, artık birinci dünyada uygulanıyor.

AB’de ilk aşamada batan ülkelere PIGS ülkeleri deniyordu: yani, İngilizce başharfleri temel alınarak Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya. PIGS’lerin banka kurtarma paketleriyle başa çıkabileceğine dair yanılsama ise, şu varsayıma dayanmaktaydı: Sınırsız büyüme çağı, günün birinde kaldığı yerden yeniden başlayacak. Ancak, banksterlerin de gayet iyi bildiği gibi, bu öngörü hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. PIGS ülkeleri en sonunda borçlarını ödeyemeyecek hale gelecek ve ardından AB’nin geri kalanı da onlarla birlikte uçuruma sürüklenecek. Ne de olsa tüm bunlar, zaten kontrollü bir yıkım projesinin parçaları…

Bir ulus borç tuzağına düştü mü, artık bağımsız bir ulus olmaktan çıkar, IMF’in emrine girer. Zamanında Üçüncü Dünya’da da görüldüğü ve şu anda Avrupa’da yaşandığı gibi, bu emirler arasında, kemer sıkma politikaları ve özelleştirmeye yönelik bir eğilim olur. Hükümetin fonksiyonları ya toptan yok edilir, ya da özelleştirilir. Ulusal varlıklar satılır. Ulus devlet adım adım yok edilir. Son kertede, hükümetin öncelikli işlevleri, kendi halkı üzerinde polis baskısı kurmak ve banksterlere vermek üzere halkından vergi toplamak halini alır.

Aslında, ulus devletin yok olma süreci, 2008’deki mali çöküşten çok önce başladı. ABD ve Britanya’da 1980’de Reagan ve Thatcher ile başlayan bu sürecin Avrupa’da start alması ise 1988 yılına, Maastricht Antlaşması’na rastlar. Küreselleşme, bu yıkım sürecini hızlandırdı; istihdam ve endüstri ihraç edildi; özelleştirme programları uygulandı; serbest ticaret anlaşmaları yapıldı; Dünya Ticaret Örgütü kuruldu. 2008’den beri süregelen olaylar, zaten çok önceden devam eden bir sürecin hızlı bir şekilde ilerlemesini sağladı.

Bu çöküşün yanı sıra, banka kurtarma paketleri ve ekonomiyi düzeltmeye yönelik her türlü etkin programın başarısızlıkla sonuçlanması sonucunda, oldukça net sinyaller alındı: Sistemin tamamen çökmesine izin verilecek; dolayısıyla yeni bir “çözüm” için zemin hazırlanacaktı. Ulus devlet giderek yok olduğu için, küresel yönetişime dair yeni bir rejim kuruluyordu. Dünya Ticaret Örgütü’nde, IMF’de, Dünya Bankası’nda ve küresel yönetişimin diğer unsurlarında da gördüğümüz gibi, yeni küresel sistem, halk temsili veya demokratik sürece dair herhangi bir hak iddia etmeyecek. Kurallar, aristokratik küresel bürokrasiler eliyle konacak. Bu bürokrasiler ise, bankster zümresinden doğrudan veya dolaylı yollardan emir alacak.

Michel Chossudovsky, “The Globalization of Poverty” (Yoksulluğun Küreselleşmesi) adlı kitabında, küreselleşmenin ve IMF’nin eylemlerinin, son birkaç on yıldır üçüncü dünyada yarattığı kitlesel yoksulluğu açıklar. Bankaların çöküşü ve banka kurtarma paketlerinin ardından kemer sıkma programlarına yapılan çarpıcı vurgu ile birlikte, bu yoksulluk yaratan program, artık bir karar aşamasına geldi. Bu yeni dünya sisteminde, müreffeh bir orta sınıf olmayacak. Onun yerine, eski dönemlerdeki imtiyaz ve kölelik sistemine (“ancien régime”) benzer yeni bir rejim uygulanacak. Banksterler, yeni kraliyet ailesi oldu; tüm dünya ise, onların egemenliği altında bulunuyor. Küresel bürokrasileri yöneten teknokratlar ve kendilerini politikacı olarak tanıtan “mandarinler”, ayrıcalıklı üst sınıfı teşkil ediyorlar. Geri kalanımız ise –yani çoğunluk-, kendimizi, yoksullaştırılmış köleler sınıfında bulacağız – tabi ki bu çöküş sürecinden sağ kurtulanlardan biri olacak kadar “şanslı” isek.

Henry Kissinger, Evian-Fransa’da 21 Mayıs 1992’de yapılan Bilderberg toplantısında şöyle konuşmuştu: “Bugün eğer Birleşmiş Milletler orduları düzen sağlamak üzere Los Angeles’a girselerdi Amerikalılar kuşkusuz büyük bir şaşkınlık geçirirler; ancak yarın olduğunda Birleşmiş Milletler’e müteşekkir kalırlardı. Eğer bizim mevcudiyetimizi tehdit eden –gerçek veya sanal- bir dış tehdidin sınırları ötesinden geldiği söylenirse de aynı tepkiyi verirler. Bu durumda dünya üzerindeki tüm halklar, dünya liderlerinden, onları bu “iblis”ten korumalarını talep ederler. Her insan, “bilinmeyen”den korkar. Bu tür bir senaryo karşısına getirildiğinde, dünya hükümeti tarafından kendilerine tahsis edilen refahın garanti altına alınması için, bireysel haklarından feragat ederler.”


Özgürlüğün Sonu – Küresel Polis Devleti

Geçtiğimiz kırk yıldan beri, yani yaklaşık 1970’lerden bu yana, bir rejim değişimi süreci yaşıyoruz. Eski küresel sistemden yeni küresel sisteme doğru bir dönüşüm bu… Eski sistemde birinci dünya ulusları, görece olarak demokratik ve müreffeh idi; üçüncü dünya ülkeleri ise, devlet tiranlığı, kitlesel yoksulluk ve emperyalizm (dış güçlerin sömürüsü) altında acı çekmekteydi. Yukarıda sözü edildiği gibi, geçiş süreci, “kritik karar aşamasına gelinmesi”yle tanımlanıyor –yani birinci dünya ülkelerine, zamanında sadece üçüncü dünya ülkelerine özgü politikaların uygulanması…

Bunun karşılığında kitlesel yoksulluk da bir dönemece gelmiş bulunuyor. Bunun temel sebebi ise, yeni güçler edinen IMF tarafından dayatılan kemer sıkma tedbirleri. Emperyalizm de bir dönemece geldi; keza Birinci Dünya ülkeleri, artık banksterlerin ve onların bürokrasilerinin sömürü kontrolü altına girmiş bulunuyor. Bu öyle bir güç bağı ki, tüm ulusal kimliklerin üzerine çıkıyor. Hiç şaşırtıcı olmasa gerek, polis devletinin tiranlığı da bir dönemeçten geçiyor: Üçüncü dünyadaki yoksulluk düzeylerinin dayatılması, üçüncü dünyaya uygun baskı yöntemlerini gerektiriyor.

Küreselleşme-karşıtı hareketler, rejim değişikliği sürecine halk direncinin başlangıcı olarak alınabilir. Benzer şekilde, Seattle’da Kasım 1999’da gerçekleşen küreselleşme-karşıtı gösterilere polis tepkisi de, polis devletinin tiranlığı açısından “geri dönülemez bir noktaya gelindiğini” gösterebilir. Birinci dünya uluslarından birinde şiddet içermeyen göstericilere karşı daha önce bu denli aşırı ve keyfi şiddet kullanıldığına ilk kez rastlanmıştı.

Tuhaf bir şekilde, polisin verdiği bu yanıt –özellikle de geniş çevreler tarafından gündeme taşındıktan sonra- küreselleşme karşıtı hareketi güçlendirdi. Gösteriler boyut ve güç anlamında büyüdükçe, polisin verdiği yanıt da “daha fazla şiddet” şeklinde oldu.

Bu günlerde küreselleşme-karşıtı hareket, uluslararası basın bültenlerinin ön sayfalarını işgal ediyor ve küreselleşmeye yönelik muhalefet, geniş çevreleri etkisi altına almaya başladı. Ancak bu görünen hareket, sadece sistem-karşıtı aysbergin bir yüzü. Birinci dünyada halkın genel hissiyatı, artık radikal bir dönüş yaşıyor. Hareketin liderleri, anti-kapitalist hareket bağlamında düşünmeye başladılar ve olayların gidişatını değiştirebilecek olan şeyin, halkın hissiyatının aydınlatılmasından geçtiği yönünde bir algı doğdu.

Ancak tüm bunlar, İkiz Kuleler’in yıkıldığı 11 Eylül 2001 tarihinde değişti. Küreselleşme-karşıtı hareket, küreselleşmenin kendisiyle birlikte, bu lanetli günde halkın bilincinden neredeyse tamamen silinip gitti. Bir anda yepyeni bir küresel senaryo ortaya çıktı. Yeni bir düşman yaratıldı; yeni bir savaş biçimi, sonu gelmeyen bir savaş, hayaletlerle savaş, “terörizmle” savaş gündeme taşındı.

Daha önceleri, Eylül 2008’de mali çöküşün bazı süregiden projeleri –örneğin egemenliğin yok edilmesi, kemer sıkma politikalarının uygulanması gibi- nasıl hızlandırdığına tanıklık ettik. Benzer şekilde, 11 Eylül’de yaşananlar da, sivil özgürlüklerin ortadan kaldırılması, uluslararası hukukun hiçe sayılması gibi bazı süregiden projeleri hayli hızlandırmış bulunuyor.

Amerika’da “Yurttaşlık Yasası”, daha kulelere saldırı düzenlenmeden önce hazırlanmıştı. Bu yasaya göre, Amerika’da polis devleti kuralları geçerliydi; haklarla ilgili her türlü yasa ise bir anlam taşımıyordu. Uzun zaman öncesinde, benzeri bir “anti-terörist” mevzuat, birinci dünya ülkelerinde de benimsenmişti. Eğer birinci dünya ülkelerinde herhangi bir sistem-karşıtı hareket yeniden baş gösterir ise (örneğin, yakın zamanda Yunanistan’da olduğu gibi), polis güçleri yeniden gündeme taşınabilir ve direniş bu şekilde durdurulur. Görünen o ki, banksterlerin rejimi değiştirme yönündeki tasarılarını rayından çıkarmak üzere hiçbir halk hareketine izin verilmeyecek. Küreselleşme-karşıtı hareket, “işte gerçek demokrasi buna benziyor” diye bağırıyordu. 9-11 ile birlikte, banksterlerin bu çığlığa yanıtı şöyle oldu: “İşte gerçek baskı buna benziyor.”

9-11 olayları, doğrudan Irak ve Afganistan’ın işgaline yol açtı ve bağımsız ulusların işgalinin her daim gerekçelendirilebileceği bir iklim yaratmaya yardımcı oldu. Uluslararası hukuk da, sivil özgürlükler de her an yok sayılabilirdi. Ülke içindeki polis müdahalelerinin önünde her türlü engelin kaldırılabildiği gibi, jeopolitik askeri müdahalelerin önünde de herhangi bir engel kalmamıştı. Banksterlerin rejimi değiştirme gündeminin önünde hiçbir güç duramazdı.

Zbigniew Brzezinski, “Between Two Ages: America’s Role in the Technetronic Era – 1970” da şöyle diyor: “Bu çağda, toplum giderek daha fazla kontrol altında tutuluyor. Toplumun başında, geleneksel değerlerin denetiminden çıkmış bir elit tabaka var. Bu tabaka, halk davranışını etkilemek üzere en modern teknikleri kullanarak kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirmede bir an olsun tereddüt etmiyor. Süregiden sosyal kriz, karizmatik bir kişiliğin ortaya çıkması ve halkın güvenini elde etmek üzere kitlesel medyanın kullanılması, ABD’nin daha denetlenen bir topluma dönüşümünde önemli kilit taşlardır. Buna ek olarak, beyin ve insan davranışı üzerindeki araştırmaların meyvelerini, stratejik siyasi amaçlar doğrultusunda kullanmak –ve kullanmaya çalışmak- da mümkün olabilir.”


Kapitalizm-Sonrası Çağ: Yeni Bir Kültür İçin Yeni Efsaneler

Bu oyunun hangi yıl sonlanacağını tahmin etmek zor; ancak 2012 yılı doğru bir yıl olmayabilir. 2012 yılı sembolizmle yüklüdür: Maya Takvimi ve İnternette, 2012’ye ilişkin birçok tahminde bulunuluyor; hayatta kalma stratejileri geliştiriliyor; uzaylıların dünyaya müdahale edecekleri ileri sürülüyor. Hollywood yapımı 2012 adlı filmde de, insanlığın büyük bölümünün 2012 yılında yok olduğundan, geri kalan az bir topluluğun da hayatta kalma mücadelesinden söz ediliyor. Toplumun zihninin sembolik olarak onu nelerin beklediğine hazırlanması amaçlanıyor.

Hangi tarihte olacağı bilinmez, ama film şeridinin tümü, jeopolitik ve ulusal düzeyde, bir anda karşımıza çıkacak ve dünya değişecek. Yepyeni bir çağ başlayacak; tıpkı kapitalizmin, aristokrasinin ardından yepyeni bir çağ açması gibi. Her çağın kendine özgü yapısı, ekonomisi, sosyal formları ve mitolojisi vardır. Tüm bunların birbiriyle tutarlı bir ilişki içinde olmaları gerekir ve hepsinin tabiatı, temel güç ilişkileri ve sistemin ekonomik koşullarına uygundur.

Ne zamanki bir çağ değişimi olur, eski çağ, yeni bir mitoloji eşliğinde kötülenir. Avrupa’da ulus-devletlerin yükselişiyle birlikte Katolik Kilise kötülenmiş; Protestanlık uygulamaya konmuştu. Cumhuriyetlerin yıldızı parladığında ise, monarkların şeytanlaştırılması, sürecin önemli bir unsuruna dönüşmüştü. 2012-sonrası dünyada, demokrasi ve ulusal egemenlik şeytanlaştırılacak. Böylelikle halklar, totaliter yönetimleri kabul eder hale gelecekler.

Bu korkunç ve karanlık günlerde, insanlığın yararlı birlikteliğinden önce, dünyaya anarşi hakimdi. Böyle bir durumda, uluslar, tıpkı yırtıcı hayvanlar gibi birbirlerine saldırırlar. Ulusların uzun dönemli bir tutarlılığı yoktur; keza seçmenler her an için bir partiden diğerine kayabilir. Bu da hükümetlerin sürekli bir geçiş sürecinde kalmasına ve kafa karışıklığı yaşamasına neden olur. Yarı-eğitimli halk kitlelerinin bir yandan kendilerini yönetip, bir yandan karmaşık bir toplumu idare edebileceklerini nasıl düşünebilirsiniz ki? Demokrasi, sadece kokuşmuşluk ve kaotik bir yönetişime yol açan, kötü bir deneyimdi. İnsanlığın en sonunda büyüyüp geliştiği ve en iyi uzmanlığa sahip olanların, tüm evren için karar verebildiği bir düzene sahip dünyada ne denli şanslı olacağımızı hayal edin…

Kapitalizm, büyüme, ilerleme ve değişim demektir. Kapitalizm çerçevesinde, hırs, girişim ve rekabetçilik övülür; çünkü bu erdemler, kapitalizmin dinamiklerini oluşturur. İnsanlar her zaman daha fazla biriktirmeye teşvik edilir ve ellerinde olanla hiçbir zaman tatmin olmazlar. Kapitalizm dahilinde insanların biraz özgürlüğe, biraz da refaha ihtiyaçları vardır; kapitalizmin dinamikleri ancak bu şekilde işlerlik gösterir. Belli bir özgürlük düzeyine kavuşmaksızın, hedeflerinizi gerçekleştiremezsiniz. Belli bir refaha erişmeksizin, birikimde bulunamazsınız. Kapitalist-sonrası dünyada, kapitalizmin erdemleri şeytanlaştırılacaktır. Böylelikle, insanlar, yoksulluğu ve devlet müdahalesini kabul eder hale gelirler.

“Para peşinde koşmak, tüm şeytanları üzerinize çekmek demektir. Kapitalist sistem, zamanında son derece kokuşmuş ve müsrifti. Piyasa ortamına anarşi hakimdi; keza şirketlerin gözü, kardan başka bir şey görmüyor; insanların ihtiyaçlarına odaklanılmıyordu. Eskiden gerektiği kadar üretir, sadece sürdürülebilir olanı kullanırdık. Kapitalizm, açgözlülüğü ve tüketimi teşvik etti; insanlar artık birbirleriyle mücadele eder hale geldiler” denecek.

Bu rejim değişimi ortamında, ekonomi, politika, jeopolitik ve mitolojinin bilinçli bir yönetimine şahidiz. Tüm bunlar, koordineli bir projenin parçası. Yeni bir gerçeklik, yeni bir küresel kültür yaratılıyor. Bu kültürü yok etmek gerektiğinde, kültürün dönüştürülebilmesi, nihai güç şekli halini alıyor. Yeni bir kültür, bir kuşağa yeni bir yöntem kazandırıyor. Peki, bankster kraliyet ailesinin öngördüğü gibi gelecekte kültürel rejim üzerinde yapılacak olan manipülasyonlardan neler beklemeliyiz?

Halk eğitimi gibi bir olgu ortaya atıldığından beri, devlet ve aile, çocuklar üzerinde bir denetim kurma mücadelesi içine girdiler. Keza, kültürün bir sonraki kuşağa taşınması, çocukluk evresiyle birlikte başlar. Bu mikro-düzeyde yönetilen kapitalist-sonrası gelecekte, sosyal kontrol için bir “nihai çözüm”e rastlamamız mümkün. Bu çözüm dahilinde, devlet, çocukları yetiştirmenin tekelini de eline alacak. Böylelikle, toplumda ebeveyn ile çocuk arasındaki bağ ortadan kalkacak; çünkü ailenin de “şeytanlaştırılması” gereği doğacak. Daha şimdiden İrlanda’da TV’lerde her gün gösterilen programlarda, istismara uğrayan veya aileleri tarafından göz ardı edilen çocukların kötü kaderi, dramatize edilerek anlatılıyor. Peki, bugün bilimsel olarak yetiştirilen, eğitimli bir personelin idaresinde disiplin ve dağlıklı değerler edindirilen çocuklar, eski kuşaklara göre daha mı iyi durumda?

* Richard K. Moore, Silikon Vadisi’nden sürgün edildikten sonra 1994 yılında İrlanda’ya yerleşip, burada “gerçek çalışma” hayatına başlamıştır. Dünyanın nasıl çalıştığını ve bu dünyayı iyileştirmenin nasıl mümkün olacağını anlamaya çalışmaktadır. Bunun için de yıllardır bir dizi çalışma yapmakta, kitaplar yazmaktadır. En çok bilinen kitabının ismi ise, “Escaping the Matrix: How We the People Can Change the World (The Cyberjournal Project, 2005); yani “Kalıplardan Kaçmak: Biz Halklar Dünyayı Nasıl Değiştirebiliriz?”.

Kaynak: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=27188



Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

Bayraktar AKINCI ASELFLIR-500 ile hedefi başarıyla vurdu

Bayraktar AKINCI, Aselsan tarafından milli olarak geliştirilen ASELFLIR-500 Elektro-Optik Keşif, Gözetleme ve Hedefleme Sistemi’ni kullanarak deniz üstünde seyreden Albatros İDA’yı başarıyla imha etti.

Teknoloji

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Rusya, Ukranya'nın en büyük özel elektrik şirketine saldırdı

İsrail ordusu Halep'i vurdu: 38 kişi öldürüldü

Türkiye’nin iç sorunu bir PKK’dan Avrupa’nın sorunu bir PKK’ya

STK’LAR YILDIZ HOLDİNG’TE BULUŞTU

Ukrayna: Rusya, başkent Kiev'e seyir ve balistik füzelerle saldırdı

Rus istihbaratı: Fransa, ilk etapta 2 bin askeri Ukrayna'ya göndermek için hazırlık yapıyor

Erdoğan'ın iftar yemeğinde sarf ettiği cümle Yunanistan'da tepkiyle karşılandı! Hükümete çağrı yaptılar

MİT PKK'nın sözde İran sorumlusunu Kandil'de etkisiz hale getirdi

Yükleniyor