Henüz fark edilmeyen bir değişim süreci söz konusu

Henüz fark edilmeyen bir değişim süreci söz konusu

Kısa süre önce Avrupa ve Kafkasya’ya yapmış olduğum bir ziyaret sırasında, ABD’nin birçok meseleye dair gelecekteki eylemleri konusunda bana sürekli sorular yöneltildi. Yanıtım ise; ABD’nin çok fazla bir şey yapmayacağı, artık her bir

Dış politikayı oluşturan, ne bir ülkenin başkanı ne de hazırlanan politika raporlarıdır. Dış politikayı oluşturan temel şey, hakikattir.


George Friedman - Stratfor Başkanı

Geçtiğimiz hafta ortaya saçılan dedikodulara göre, Suriye muhalefeti, Esad rejiminin unsurlarının Suriye’de kalmasına ve yeni kurulacak hükümete katılmasına izin verecekmiş. Ancak bu söylentiler pek ciddiye alınmadı. Bununla birlikte, şu anda Suriye’de olup bitenler, ABD’de ortaya çıkan yeni dış politika doktrini açısından oldukça anlamlı. Bu doktrine göre, ABD, yaşanan olayların başlıca sorumluluğunu üstlenmiyor; onun yerine yeni bir bölgesel denge oluşana dek bölgede krizlerin patlak vermesine izin veriyor. Bu politikanın iyi mi kötü mü olduğu bilinmez (keza Amerika’daki başkanlık yarışı da kısmen bu noktaya eğiliyor), ancak gerçek olduğu ve edinilen dersler ışığında geliştirildiği kesin...

ABD’ye yönelik tehditler çok çeşitli ve karmaşık; ancak Washington’un başlıca önceliği; bu tehditlerin hiçbirisinin kendi temel çıkarlarına zarar vermemesini sağlamak. Basite indirgemek gerekirse, bu durum, Amerika’nın denizler üzerindeki denetimi karşısındaki tehditlerin yok edilmesini, bunun için de Avrasya’da bu kabiliyette bir gücün ortaya çıkmasının önlenmesini gerektiriyor. Öte yandan, eğer herhangi bir sebeple bir ülke Amerika’nın askeri gücü karşısında bile yılmaz ise, Amerika’yı tehdit edebilecek türden kıtalar-arası nükleer bir yeteneğin geliştirilmesinin önlenmesi de bu kapsamda değerlendiriliyor. Kuşkusuz bu politikanın başka boyutları da var; ancak söz konusu çıkarlar, asli olanlardır.

Dolayısıyla Batı Pasifik’te olanlar karşısında Amerika’nın hissettiği çıkarlar, anlaşılır. Ancak burada bile Amerika bölge güçlerinin –bölgedeki güçler dengesini şimdilik etkilemeyecek düzeyde- bir mücadele içine girmesine en azından şu an için izin veriyor. Amerika’nın müttefikleri ve kukla devletleri –ki bunun içinde Filipinler, Vietnam ve Japonya da var- bölgenin denizleri üzerinde adeta satranç oynuyorlar ve bunun Amerikan donanma gücü üzerinde doğrudan bir etkisi olmuyor –ancak her an böyle bir etki doğabilir de...

Edinilen Dersler

Bu politikanın kökenleri Irak’ta aranabilir. Irak ve İran tarihsel olarak birbirine rakip ülkelerdi; 1980’li yıllar boyunca genişletilmiş bir savaş ortamında çarpıştılar ve çok fazla zayiat verildi. Iki ülke arasında bir güç dengesi bulunuyordu; ancak bu dengeden her iki taraf da memnun değildi, ama yine de bu dengenin ötesine geçemiyorlardı. Birbirlerini asgari dış müdahale ile belli çizgiler içerisinde tutuyorlardı.

Amerika’nın Irak müdahalesinin birçok sebebi vardı; ancak ağırlıklı olarak tek bir sonucu oldu: En az Kaddafi ve Esad rejimleri kadar korkunç olan Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması sırasında, Amerika, Irak ile İran arasındaki bölgesel güç dengesini de yok etmiş oldu. ABD, aynı zamanda, işgalin sonuçlarını yanlış hesapladı ve çok büyük bir direnişle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte en temkinli yolun “geri çekilmek” olduğu yönünde bir hesap yaptığında ise –ki bu sonuca Bush yönetimi sırasında varıldı ve Obama yönetimiyle birlikte de devam ettirildi- bu durumdan İran kazançlı çıktı ve güvenlik hissiyatı artmış oldu. Belki de bu tür bir sonuca varılması “beklenti dahilindeydi”, ancak zorunlu bir geri çekilmenin beklenmedik olması sebebiyle bunun sonuçları da net bir şekilde tahmin edilemedi ve yapılan uyarılara aldırış edilmedi.

Eğer müdahalenin sonuçları konusunda Irak sayesinde büyük ve kritik bir ders çıkarılmışsa, eve geri dönüş anlamında Libya’dan çok daha küçük ölçekli ve daha az önemli bir deneyim kazanıldı. ABD, Libya’ya müdahil olmak istememişti. Yeni politikasının mantığı gereği, Libya, ABD’nin çıkarları açısından bir tehdit teşkil etmemekteydi. Kaddafi rejiminin imza attığı insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi ve bu durumun hava kuvvetleri yoluyla etkili ve hızlı bir şekilde durdurulabileceği tezini savunanlar Avrupalılar, ve özellikle de Fransızlardı. İlk başlarda Amerika’nın tavrı; Fransa ve müttefiklerinin bu konuya istedikleri gibi müdahil olabilecekleri, ancak bu işe Amerika’yı bulaştırmamaları gerektiği doğrultusundaydı.

Ancak bu durum derhal değişti; keza Avrupalılar havadan bir saldırıya başladılar. Kaddafi rejiminin çökmesi için Fransız uçaklarının Libya havasahasına girmesinin yeterli olmadığını anladılar. Ayrıca, yapılan saldırının beklenenden daha uzun süreli ve daha çetrefilli olacağını da idrak etmiş oldular. Bu noktada, Avrupalılarla kurmuş olduğu koalisyonu sürdürme gereğini hisseden Amerika ise, ya hava saldırısına katılacaktı ya da koalisyonla bağlarını koparacaktı. İlkini seçti; keza ittifakı desteklemesi oldukça önemliydi.

Libya ve Irak’tan iki ders çıkarmış olduk:

- Acımasız diktatörleri devirmek üzere tasarlanan saldırılar, daha iyi rejimlerin ortaya çıkması anlamına gelmemektedir. Tiranların acımasızlığı yerine, kaosun acımasızlığına maruz kalınmış ve daha küçük çaplı tiranlar ortaya çıkmıştı.

- Irak’ta yaşananların da açıkça gösterdiği gibi, dünya, insan hakları adına yapılan müdahaleleri pek hoş karşılamamaktadır artık. Uluslararası kamuoyu, Amerika’nın müdahalesini talep ederken, iki saniye sonra Amerika’nın neden müdahil olduğunu sorgulayıp onu kınamaya dek gidebiliyor.

Ayrıca, Washington bir şeyi daha anlamıştı: Müdahale sonunda, Amerikalı diplomatları öldürmeye dek varacak düzeyde Amerikan-karşıtı güçler de ortaya çıkmaktaydı. Amerika her ne kadar ilk başlarda çekimser ve marjinal bir rol üstlenmek suretiyle saldırıya müdahil olsa da, bu meseleye adım atar atmaz dünyanın gözü önünde yaşanan herşeyin sorumlusu haline gelebiliyordu –özellikle de müdahaleye bizzat maruz kalan ülke vatandaşlarının nazarında... Irak’ta olduğu gibi, müdahale, beraberinde beklenmedik sonuçları da getiriyor.

Tüm bu dersler, Amerika’nın Suriye politikasının belirlenmesinde eğitici oldu ve Amerika’nın sadece bazı çıkarlarını etkiledi. Bununla birlikte, Amerika’nın Suriye’ye yönelik yapacağı herhangi bir müdahale, çıkarları karşısında orantısız bir risk ve çaba doğuracaktı. Özellikle Libya’dan sonra, Fransızlar ve diğer Avrupa ülkeleri şunu anladılar ki, Amerikalılar olmasaydı Suriye müdahalesinde aciz haldeydiler; dolayısıyla müdahil olmayı reddettiler. Libya müdahalesi, hem uzunluğu hem de mevcut rejimden daha az acımasız bir rejim oluşturmanın güçlüğü karşısında tarafları şaşkınlığa sürükledi. ABD, konvansiyonel askeri güçle müdahale etmeye hazırlıklı değildi.

Bu demek değil ki, Amerika’nın Suriye’de herhangi bir çıkarı yok. Washington, Tahran’ın Irak’tan Akdeniz’e dek nüfuzunun yayılmasını önleyecek türden bir İran kukla hükümetinin Suriye’nin başına geçmesini istememişti. Asıl sebep budur. Amerika Birleşik Devletleri, eğer Esad rejimi devrilmez ise Suriye’nin İran güdümüne gireceğini tahmin etti ve İran’ın önünü tıkamak istedi –bunun içn de Esad rejiminin tamamen devre dışı bırakılması gerekiyordu. Ancak, bu demek değildi ki Washington mutlaka askeri anlamda müdahale etmek istedi –belki de Amerikan özel operasyonlar gücü eliyle askeri eğitim ve yardım vererek bu süreci yönetebilirdi.

Başlıca Çıkar Unsurları

Amerika’nın bulduğu çözüm, ortaya çıkan doktrin açısından da öğretici. Öncelikle, Amerika, Esad’ın tıpkı Saddam Hüseyin ve Kaddafi gibi bir tiran olduğunu kabul etti. Ancak, Esad’ın devrilmesi sonucunda ahlaki olarak daha üstün bir rejimin ortaya çıkacağı fikrini benimsemedi. Her halükarda, Suriye’de ulusal güçlerin Esad ile mücadele edeceğini ve buna muktedir olduklarını umdu.

İkinci olarak, ABD, bölge güçlerinin –yani öncelikli olarak Türkiye ve bir nebze de Suudi Arabistan’ın- eğer isterlerse Suriye meselesini ele alacakları umudu içindeydi. Amerika’nın penceresinden bakıldığında, İran’ın bir nüfuz alanı oluşturmasını önlemede Türklerin ve Suudilerin çok daha büyük bir çıkarı bulunuyor ve Suriye’deki durumun ne şekilde sonuçlanacağını belirlemede ellerinde daha fazla koz ve araç var.

İsrail de elbette bir bölge gücü; ancak bu konuya müdahale edecek pozisyonda değil. İsraillilerin elinde, bir çözüm empoze edecek türden bir güç bulunmuyor; Suriye’yi işgal edemezler; Suriye içinde herhangi bir hizbe destek veremezler. Yapılacak herhangi bir müdahalenin “bölgesel” nitelikte olması ve her katılımcının ulusal çıkarları temelinde belirlenmesi gerekiyor.

Türkler, ulusal çıkarlarının büyük çaplı bir askeri müdahaleyi gerektirmediğini anladılar –keza böyle bir müdahalede bulunmak zor olacaktı ve sonucu da belirsizdi. Suudiler ve Katarlılar ise, bölgeye doğrudan müdahale etmeye hiçbir zaman hazır olmadılar ve gizli kapaklı şekilde ellerinden geleni yaptılar: Para gönderdiler, silah dağıttılar, olayların gidişatını etkilemek üzere dini-güdümlü savaşçılar yolladılar. Dolayısıyla Suriye’deki olayların gidişatını şekillendirmede hiçbir ülke çok fazla risk almaya hazırlıklı değildi. Konvansiyonel askeri güç yerine dolaylı güç kullanmaya yatkınlardı. Sonuç itibariyle de anlaşmazlık çözümsüzlüğünü sürdürüyor.

Bu durum ise, hem Suriye rejimini hem de isyancıları “mutlak bir askeri zaferin mümkün olmadığını” kabul etmeye zorladı. İran’ın rejime verdiği destek ve Suriye muhalefetine farklı kanallardan sağlanan yardım da, çok etkili olmadı. Siyasi uzlaşı sağlanacağı yönünde söylentiler dolaşıyor etrafta...

Bu doktrinin İran’da da başarılı olduğunu gördük. Tahran, İsrail’i tehdit etmesi muhtemel türden nükleer silahlar geliştiriyor. Öte yandan, ABD, İran ile bir savaşa girişmeye hazırlıklı değil. Aynı şekilde, İsrail’in olası bir saldırısına ilave askeri destek de vermeye hazır gözükmüyor. Etkili olmayan baskı araçları –yaptırımlar- kullanıyor ve bunlar da İran para biriminin hızlı bir şekilde değer kaybetmesi nedeniyle belli bir etki doğuruyor. Bununla birlikte, ABD, İran meselesini çözmekle uğraşmıyor ve eğer kendi temel çıkarları açısından bir tehdit oluşturmadığı sürece bu konuda öncelikli sorumluluğu üstlenmeye de hazırlıklı değil. Olayları akışına bırakıp, ancak başka seçenek kalmadığında eyleme geçmekle şu an için yetiniyor.

Yeni geliştirilen doktrine göre, Amerika’nın ağırlıklı bir çıkarının bulunmayışı, Suriye gibi bir ülkenin kaderinin ya Suriye halkının ya da komşu ülkelerin elinde olduğu anlamına geliyor. ABD, sürece birincil elden müdahil olmaya pek sıcak bakmıyor ve sorunu çözmeye çalışırken uluslararası camianın iftiralarına maruz kalmak istemiyor. Bu, gücünün ve çıkarlarının sınırını belirlemekle ilgili bir şey –yani kendi kendini tecrit etme şekli olarak yorumlanamaz. Dünya üzerinde yaşanan her şey de Amerika’nın müdahalesini gerektirmiyor ve bu müdahaleyi meşru çıkarmıyor.

Eğer bu doktrin sürdürülürse, dünya kamuoyunun birçok meseleyi yeniden gözden geçirmesi gerekecek. Kısa süre önce Avrupa ve Kafkasya’ya yapmış olduğum bir ziyaret sırasında, ABD’nin birçok meseleye dair gelecekteki eylemleri konusunda bana sürekli sorular yöneltildi. Yanıtım ise; ABD’nin çok fazla bir şey yapmayacağı, artık her bir sorunun ilgili tarafların harekete geçmesi gerektiği yönünde oldu. Bu da, ilginç bir afallama hali doğurdu. Görünen o ki, Amerikan hegemonyasını kınayan birçok kişi, aslında ondan böyle bir rol üstlenmesini istiyor. Henüz fark edilmeyen bir değişim süreci söz konusu. Bu durumu “yeni normal” olarak açıklama girişimlerim ise, her zaman sonuç veremeyebiliyor.

Halihazırda Amerika’da yaşanan başkanlık seçim hazırlıklarından dolayı, Obama döneminde sessiz sedasız ortaya çıkan söz konusu doktrin, Mitt Romney’nin görüşleriyle çatışacak gibi duruyor.

Dış politika konusunda benim temel argümanım şudur: Dış politikayı oluşturan, ne bir ülkenin başkanı ne de hazırlanan politika raporlarıdır. Dış politikayı oluşturan temel şey, hakikattir.

ABD, askeri tahakküm yerine daha kurnaz bir manipülasyona geçmesi gereken bir döneme girmiş bulunuyor. Daha da önemlisi, olayları artık akışına bırakması gerekiyor. Bu, Amerikan dış politikasının olgunluk dönemidir; güçsüzlük değil.

Daha da önemlisi, tüm bu süreç, Amerikan başkanlık seçimlerini kimin kazanacağından bağımsız olarak şekillenen, kişisellikten uzak, nesnel güçler tarafından idare ediliyor. Yeni başkan Amerika’nın ulusal çıkarları dışında daha fazla varlık sergilemesini istese de, istemese de, Amerika Birleşik Devletleri artık işleyiş modelini değiştiriyor; asli unsurlara odaklanıp, dünyanın ABD açısından asli önem taşımayan kısmının kendi istedikleri yönde evrilmesini kabul etmeye başlıyor.

Bu demek değil ki Amerika Birleşik Devletleri dünya meselelerinden elini ayağını çekecek. ABD, halihazırda dünyadaki okyanusları kontrol ediyor ve dünyanın GSMH’sının dörtte birini oluşturuyor. Dünya meseleleri karşısında duyarsız kalması imkansız; ancak ulusal çıkarına dair gerçekçi bir algı temelinde geliştirilen kontrollü bir angajman mümkün.

Bu durum, uluslararası sistemi üzecek, özellikle de Amerika’nın müttefiklerini. Aynı zamanda ABD üzerinde siyasi açıdan sol kanattan “insancıl amaçlı dış politika” güdülmesi, sağ kanattan ise “ulusal çıkarların daha geniş kapsamda tanımlanması” yönünde bir baskı doğuracak. Ancak, geçtiğimiz on yılın oluşturduğu kısıtlamalar, zaten Amerika Birleşik Devletleri üzerinde ciddi bir ağırlık doğuruyor; dolayısıyla da bu durum dünyanın işleyiş biçimini değiştirecek.

Buradaki önemli nokta; kimsenin bu yeni doktrine karar vermediğidir. Söz konusu yaklaşım, Amerika Birleşik Devletleri’nin karşılaştığı gerçeklikten yola çıkarak ortaya çıktı. Güçlü doktrinler işte bu şekilde oluşurlar. İlk önce kendilerini sergilerler ve işlerin artık bu şekilde işlediğini artık herkes idrak ettiğinde de kendi varlıklarını ilan ederler.

http://www.stratfor.com/weekly/emerging-doctrine-united-states



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor