Rejim güçlerinin muhaliflere karşı 2011´den bu yana en güçlü konuma geldiği bu dönemde hem muhalefetin hem de dış destekçilerinin yeni bir yol haritası izlemesi bir zorunluluk haline geldi. Türkiye FK ile Carablus ve Bab´ı IŞİD´den arındırarak IŞİD´e karşı mücadelede sadece YPG´nin bahsinin geçtiği planlara ciddi bir meydan okuma gerçekleştirmiştir. Bir yandan da bu hamlesiyle son üç yıldır Suriye´nin kuzeyinde ciddi manada güç ve imaj kaybı yaşayan ÖSO güçlerinin tekrar daha muteber bir aktör konumuna gelmesinde pay sahibi olmuştur. Fakat Türkiye´nin bölgedeki ilerlemesi önce Esad rejimi tarafından açıkça, ilerleyen süreçte de ABD ve Rusya tarafından üstü kapalı şekilde tehdit olarak görüldü. Esad güçlerinin Türk askerlerine karşı gerçekleştirdikleri hava saldırılarıyla başlayan süreçte Türk askerî unsurlarının Rus güçleri tarafından “yanlışlıkla” hedef alınması hadisesi yaşandı. Son kertede ise FK harekâtına manevra alanı bırakmayacak şekilde Rus güçlerin Menbic´in batı kırsalı ve Afrin´de, ABD güçlerinin ise Menbic´in kuzeyinde YPG ile TSK-ÖSO unsurları arasında tampon güçler olarak mevzilendiklerini görmekteyiz.
FK güçlerinin Menbic´in batısında ve Tadif-Bab arası bölgede rejim güçlerini hedef alması gibi karşı hamleler gerçekleşti; fakat FK âdeta 3 yönden önü kesilen ve amacından sapan bir harekâta doğru evrilme tehlikesi yaşamaya başladı. Rusya ve İran´ın rejimin garantörlüğünde masada bulunduğu ateşkes görüşmelerinde muhaliflerin garantörlüğü rolüne sahip olan Türkiye, hem FK grupları hem de İdlib, Halep ve Lazkiye kırsalındaki Ahraru´ş-Şam ve ÖSO unsurları üzerinde önemli bir etkiye sahip. Bu açıdan Türkiye´nin muhalif askerî hareketlilik üzerinde hızlandırma ya da yavaşlatma gibi etkileri olduğu gibi sahadaki sonuçlar bağlamında da doğrudan bir sorumluluğa sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Muhalif güçlerin önce Şam´da Kabun-Cobar hattında başlattıkları etkili hücum devamında ise Kuzey Hama kırsalında başlatılan ve ilk 48 saat içerisinde önemli ilerlemeler kaydedilen saldırılar açıkça gösteriyor ki, rejim ve müttefiklerinin ateşkes dönemlerinde elde ettikleri askerî ilerlemelere karşı muhalifler pek çok farklı cepheyi tekrar aktif hale getirerek rejimin askerî kaynaklarının kısıtlılığından faydalanmak suretiyle cevap vermek istiyorlar. Bu yeni cephelerde muhaliflerin koordinasyonu ve rejimin cevabı kadar iki tarafın dış destekçilerinin de tepkisi önemli. Rusya ve İran´ın bilhassa Şam´da aynı Halep´te olduğu gibi muhaliflerin çok güçlü bir konuma gelebileceği her türlü ihtimale karşı er ya da geç direksiyona geçebileceklerini tahmin etmek güç değil. Lakin açılacak çok sayıda cephe bu sponsor aktörler açısından da cepheler arasında seçim yapma zorunluluğu doğurabilir. Böyle bir senaryoda Hama kırsalında rejim güçleri ile muhalif unsurların doğrudan birbirleriyle yüzleşeceği bir senaryo görebiliriz. Türkiye açısından bakıldığında ise FK´nın selameti ve Astana sürecinde mesafe alınması adına Ankara´nın bilhassa Halep ve İdlib kırsalına yaptığı askerî desteği uzunca bir süre oldukça azalttığı bilinmekteydi. Lakin aylar önceki kısa süreli Hama hücumunun aksine bugün sadece eski Nusra unsurlarının öncü konumda olduğu Tahriru´ş-Şam değil, aynı zamanda çok sayıda ÖSO grubu, Ahraru´ş-Şam ve Feylak Şam gibi Türkiye ile yakın ilişkilere sahip gruplar da Hama´daki askerî hareketlilikte rol almakta. Türkiye´nin FK içerisindeki gruplar aksine Ahraru´ş-Şam ve Feylak Şam gruplarıyla bir ast-üst ilişkisi olmasa da, bu grupların, hele de Türkiye öncülüğünde sürdürülmeye çalışılan bir Astana süreci varken Ankara´ya rağmen böylesi geniş bir harekâta açıktan destek vermeleri çok mümkün görünmemektedir.
Haberin devamı : http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/5089?s=orsam|turkish