İslam Rusya`da: Kremlin`in Söylemindeki Değişimler

İslam Rusya`da: Kremlin`in Söylemindeki Değişimler

İslam, Müslüman bölgelerde sosyal protestoları ifade etmenin biçimlerinden biridir. Dini fobiler, etnisiteler arası çatışmalar üzerinde olumsuz bir etki doğuracaktır. Kremlin’in İslam ve Rus Müslüman toplum karşısındaki politikasını

Alexei Malashenko

2002 seçimlerine göre, Rusya’daki etnik Müslüman vatandaşların sayısı, 14,5 milyon düzeyinde. Şimdilerde ise 16 milyonu aşmış durumda. Bu rakama, Orta Asya ve Azerbaycan’dan gelen göçmen işçilerin sayısını da eklersek, son rakam 20 milyona ulaşıyor. Bu, Müslüman ruhani liderlerin ve Devlet Başkanı Vladimir Putin de dahil olmak üzere Rus siyasetçilerin genellikle kullandığı bir rakamdır.

Rus siyaset yapıcılar, genellikle, “İslam-devlet ilişkilerinden” söz ederler. Her ne kadar doğru olmasa da, devlet mercilerinin İslam karşısındaki tutumlarını ve devlet ile Müslüman toplum arasındaki ilişkiyi net bir şekilde yansıtır. Bu terim, aynı zamanda, Rusya Müslümanlarını ve İslam’ı tek bir birim olarak kabul eder ve bunu ontolojik açıdan “devlet” kavramına uygun hale getirir. Rusya’nın Müslüman halklarla ilişkileri de aynı çerçevede görülmektedir. Dolaysıyla, “ABD-Müslüman dünyası ilişkileri”, ABD-İslam ilişkileri”, “Müslüman dünya-Çin ilişkileri”, “İslam ve Avrupa ilişkileri”, vs gibi ifadeler kullanılır.

İslam-devlet ilişkileri, etnik gelenek, kültür ve göç etmenlerinden ayrı tutulamayan bir dizi siyasi ve ideolojik meseleyi içerir. Bu ilişkiler ise, ülkedeki genel istikrarı etkilemektedir.

Kilise-devlet ilişkilerinin aksine –ki bu ilişkiler, bazı çelişkilere rağmen, son derece anlaşılır ve öngörülür niteliktedir-, devletin İslam ve Müslümanlarla ilişkileri, çok daha dolaylıdır.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NDE İSLAM

Sovyetler Birliği’nden farklı olarak, Rusya Federasyonu’nun yeknesak bir din politikası bulunmamaktadır. Sovyet dönemlerinde, din, devletin ideolojik bir bileşeni olarak görülürdü ve devletten ayrı tutulmakla kalınmaz, ayrıca “gettolaştırılırdı”. Dinin, eski kuşaklara ait olduğu, bu şekilde bir dönüşümün kaçınılmaz olduğuna inanılırdı. Aynı zamanda, Sovyet devletinin din karşısındaki tavrı da pragmatikti. Ortodoksluğu kökünden kazımaya çalışırken, Orta Asya’daki ve Kuzey Kafkasya’daki İslam’ı, orada yaşayan halkların geri kalmışlığının mantıksal bir sonucu olarak görürdü. Bu bölgelerde, yetkililer, insanları belli bir süreliğine “cahil” bırakmıştır; ancak Sovyet modernleşme sürecinin er ya da geç “yerli halkın” dini yanlış kanılarının üstesinden gelmelerine yardımcı olacağına da güvenleri tamdı.

Dine ilişkin olarak resmi politikadaki ilk düzenleme, (talihsiz bir tedbir olarak) İkinci Dünya Savaşı sırasında yapıldı. Bir diğer ise, ki doğrudan İslam’la ilgiliydi, 1980’li yıllarda İran devriminin ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesinin hemen ardından yapıldı. Bu olaylar, Sovyet gerontokrasisinin şunu anlamasını sağladı: İslam, bastırılmış Ortodoksluktan farklı olarak, sadece bir din değildir, aynı zamanda gerçek bir siyasi güçtür. Öte yandan, İslam’ın karışık unsurları bir arada bulunduran bir din olduğu da ortaya çıktı – Sovyet direnişine karşı bir slogan olarak da kullanılabilirdi (Cihat), Batı’nın dayattığı devrimler karşısında bir ideolojik araç olarak da...

Bazı Sovyet Oryantalistler, Marksizm-Leninizm süslü çalılıkların içinden yürüyerek bu sürece katkıda bulundular ve Müslüman dünyadaki gerçek durumu anlayıp, ağırbaşlı üst düzey yetkililere İslam’ın siyasetteki rolünü anlattılar.

Şu da oldukça önemliydi: Sovyetlerin resmi bilimi, İslam’ı “yabancı” ve “ulusal” olmak üzere ikiye ayırdı. “Ulusal” İslam, yapay bir şekilde, etnografyacılar tarafından, tamamen bilimsel ateizmin perspektifinden incelendi. “Yabancı” İslam ise, Marksist pozisyonlar üzerinden ele alındı. Bununla birlikte, bilimadamları, klişelerden uzak durmayı ve bir din olarak İslam’a dair daha kapsamlı bir tablo sunmayı başardılar.

KREMLİN, TUTUMUNDA ÇARK EDİYOR

Mikhail Gorbaçov’un perestroykası sona erdikten sonra, yetkililerin din karşısındaki tavrı da çarpıcı biçimde değişti. Din, artık sonsuz bir muhalif veya düşman olarak görülmüyor; daha ziyade ahlaki değerlerin bir gardiyanı ve bir anlamda devletin müttefiki olarak kabul ediliyordu. Buradaki dönüm noktası ise, 1988 yılında Rusya’da Hıristiyanlığın kabulünün 1000.yıl etkinlikleri oldu.

Dini açıdan yeniden canlanma süreci, Ortodokslukla başladı ve daha sonraları, biraz daha temkinli olsa da, İslam’ı içerdi. 1989 yılında, Volga Bulgarlarının 10.yüzyılda İslam’ı kabul etmeleri ve DUMES’in (Sibirya ve Avrupa Rusyası’ndaki Müslümanlar için Dini Kurul) kuruluşunun 200.yıldönümü kutlandı. DUMES, Rusya Federasyonu’nda en etkili iki Müslüman örgütten biriydi (diğer ise DUMSK idi – Kuzey Kafkasya’daki Müslümanlar için Dini Kurul). Bu vesileyle, DUMES, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti RSFSR ve Moskova Kutsal Patrilhanesi’nin Bakanlar Konseyi’nden de tebrik aldı.

Gorbaçov döneminde, Sovyet devleti (ve 1991’den sonra da Rus devleti) dini hareketlerin yeniden canlanması karşısında hoşgörülü bir tutum benimsedi, keza bunu ilk başlarda yeknesak bir süreç olarak gördü. Bununla birlikte, kısa süre içerisinde ortaya çıktı ki İslam’ın yeniden canlanması, Ortodoksluktan oldukça farklı ve tuhaf bir süreçti. Birçok Rus vatandaşı, Rus-Ortodoks kültürüne ait olup, Müslümanlar bir azınlık halindeydiler, ve halen de öyleler. İslam’ın yükselişi, beraberinde, milliyetçi duygunun da yükselişini getirdi. İslam, kısa bir süre içerisinde siyasileşti ve sosyal ve siyasi bir protesto biçimine dönüştü. 1990’lı yılların başında, İslam, -özellikle Çeçenistan’da ve başka yerlerde de- ayrılıkçılar tarafından kullanılmaya başlandı. Demir Perde’nin düşmesinin ardından, daha önce bilinmeyen yeni fikirler –ki bunlara radikal olanlar da dahil- Rusya’nın Müslüman bölgelerine sızmaya başladı. Rus Müslümanlar, dini kimliklerinin bilincine vardılar ve küresel Müslüman Ümmeti’ne yakınlaştılar. Son olarak,Rus Ortodoks Kilisesi devlete sadık merkezi bir kurum iken (ki halen de öyledir) birçok rakip dini örgüt, kısa süre içerisinde Rus Müslüman cemaati içerisinde ortaya çıktı.

İSLAMOFOBİ

Bu sorunlarla karşı karşıya kalan Rus yetkililer, yeni durum karşısında şaşkına döndüler ve İslam’a yönelik mantıklı, pragmatik bir yaklaşım belirlemek ve ülkedeki Müslüman bölgelerin gelişimini yönetebilmek konusunda başarısızlığa uğradılar.

Devlet-İslam ilişkilerinin resmi düzeydeki “sükunetine” rağmen, yetkililer, hiçbir zaman İslam kültürü ve dinine karşı tutumlarını net bir şekilde formüle etmeyi öğrenemediler. İslam’ı, istikrarı ve devletin bütünlüğünü tehdit eden bir siyasi hareket ve ideoloji olarak gördüler ve bu durumun yasalar ve anayasa ile uyuşmadığını düşündüler. Yetkililerin İslam’ı şüphe ve hatta korkuyla karşılamaları, alenen açıklanmasa da de facto bir durum oldu. Aynı yaklaşım, Avrupalı, Amerikalı ve Çinli yönetici elitlerin karakteristiğini de oluşturmaktadır. İktidardaki kişilerin çok azı bunu kabul etmeye cesaret gösterir; ancak kuşkuları ve hatta İslam’a karşı düşmanca tutumları, herkesin bildiği bir sır gibidir.

İslam korkusunun diğer yüzü ise, yetkililerin Müslümanlardan evrensel ve koşulsuz bir sadakat talep etmesidir ki bunun gerçekleşmesi ise imkansızdır.

Öncelikle, Rusya’daki Müslümanların küresel İslam topluluğunun bir parçası olması ve ona içkin tüm eğilimleri –dini radikalizm, İslamcılık ve Şeriat yasalarına uygun şekilde yönetilen bir İslam devleti kurulması gibi- içinde barındırdığı için bu imkansızdır. Bu eğilimler, Ümmet çapında mevcuttur ve ne Kuzey Kafkasya ne de beş yüz yıl Hıristiyan çevresi içinde mevcudiyet sergilemiş olan Tataristan, onlardan ayrı tutulamaz. Rus yetkililer, bunu hiçbir zaman kabul etmezler; evrensel Müslüman eğilimlerin Rusya’daki İslam’a yabancı olduğunu sanırlar. Bu yaklaşım, diğer Sovyet-sonrası ülkeler için de geçerlidir. 1990’lı yılların başında, Orta Asya’daki bazı yetkililerin, Özbekistan’ın Mısır, Kırgızistan’ın da Suriye olmadığını söylediklerini işitmiştim. Kuzey Kafkasya’daki yetkililer ise, Dağıstan’ın Cezayir veya Libya olmadığını da söylemişlerdi. Onlara göre, Sovyet-sonrası ülkelerin, dini radikalleşme, köktendincilik, İslamcılık, Selefilik, vs gibi akımlar karşısında bir tür dokunulmazlık çeperi vardı.

Bununla birlikte, 1990’ların ortası itibariyle, bu yanılsamalar güçten düşmeye başladı (her ne kadar örneğin Kazakistan’da 2012 yılına kadar devam etseler de). Özellikle, dini radikalizm, Sovyet-sonrası bölgede yerleşti. “Radikalizm” kavramı, aslında yoruma açıktır. İslam’ın bir kolunun radikal ve aşırılıkçı veya tam tersine ılımlı olarak değerlendirilmeye başlandığı nokta, oldukça keyfidir. Bununla birlikte, halihazırdaki radikalizmin, Orta Doğu ve Körfez ülkelerinde doğan İslami alternatiften kaynaklandığı da açıkça ortadadır. Bu kavram, İslam ilkeleri temelinde bir sosyal sistem ve devlet modeli inşa edilmesini öngörür. Dini bir alternatif arayışı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Müslüman dünyada Batı’nın, Sovyetlerin ve münferit ülkelerin ortaya koydukları modellerin başarısızlığa uğramasına verilen bir yanıttır.

İkinci olarak, Rusya’daki İslam, devlete tamamen boyun eğemez; çünkü bu ülkede, küresel Müslüman Ümmet’in bulunduğu diğer her yerde olduğu gibi, Müslümanların çıkarlarını koruyamayan, sosyal adaleti tesis edemeyen, toplumla normal ilişkiler kuramayan bir iktidara karşı sosyal ve siyasi bir protestoyu ifade etmek için kullanılmaktadır. Yolsuzluklara bulaşmış olan Rus yetkililer, kendi kabul ettikleri yasalara uyumu sağlayamıyorlar veya sağlamak istemiyorlar; Rus vatandaşlarına güvenlik temin edemiyorlar veya etmek istemiyorlar. Bu durum karşısında insanların itiraz etmeleri kaçınılmaz; ve bu itiraz her zaman için seküler bir şekilde –parlamento yoluyla ve kuka muhalefet partileri yerine gerçek kanallarla- ifade edilemeyeceği için, Müslüman bölgelerde genellikle dini bir kisveye bürünüyor. Bununla birlikte, yetkililer, bu protestoyu yabancı etkisiyle ilişkilendiriyorlar ve Orta Doğu, Körfez bölgesi, Afganistan ve İran’dan gelen fikirlerin ve radikal misyonerlerin etkisinin bariz olduğunu düşünüyorlar.

Elbette yabancı etkisi inkar edilemez. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Demir Perde’nin düşmesi, sadece Batı değil Güney sınırlarında da gerçekleşti; daha önceleri bilinmeyen dini ve siyasi fikirlerin Rusya’nın Müslüman bölgelerinin içine nüfuz etmesine yol açtı. “Geleneksel” İslam ile ilişkilendirilmeyen bu fikirler, Müslümanların –özellikle de gençlerin- zihinleri ve ruhlarına karmaşa getirdi. Güçlü bir sosyal ve siyasi etki doğurdular; ve insanlara cazip ve hatta etkin göründüler. “Yeni İslam”, Sovyet-sonrası dönemin sosyo-ekonomik ve siyasi krizlerinin yarattığı verimli zemin üzerinde gelişti. Ülke içinde yaşanan huzursuzluk, kaçınılmaz bir şekilde, İslamcı (köktenci, Vahabi) fikirlerle kaynaştı. Ülkede– özellikle de Kuzey Kafkasya’da- İslami bir muhalefet şekillenmeye başladı. İlk Çeçen Savaşı, bu sürecin bir katalizörü oldu.

İSLAMCILARIN BASTIRILMASI

Yetkililer ise, bu durum karşısında hazırlıklı değillerdi. Kremlin’in İslami ayrılıkçılarla ilişki kuramaması, Müslümanlar arasındaki radika duyguların yeşermesini ve Kuzey Kafkasya’daki krizi, dış etmenlere bağlayarak onları suçlamasını açıklıyor. Yetkililer, siyasi İslam, köktencilik, Vahabilik ve Selefilik üzerine odaklanıyorlar. Merkezi Moskova’da bulunan İktisat Yüksek Okulu’nda profesör olan Leonid Syukiyaynen’e göre, “devletin siyasi İslam karşısındaki politikası, genellikle, yasa uygulama tedbirlerine ve güvenlik kurumlarının operasyonlarına indirgeniyor ve İslami değerleri siyasi istikrarlaştırma süreci içerisine eklemleme doğrultusundaki pozitif adımlara pek ender şekilde dönüştürülüyor.

2001 yılında, Çeçenistan devlet başkanı, cumhuriyette Vahabiliği yasakladı ve aynı yıl sonuna doğru komşu Kabardino-Balkarya da onun izinden gitti. 1999 yılı başında ise, benzer bir yasa, Dağıstan’da kabul edildi. Aynı zamanda, Vahabiliğe karşı herhangi bir federal yasa bulunmuyor; keza ruhban sınıfının bazı üyeleri ve uzmanlar, yasa koyucuları, böyle bir yasanın ülkedeki Müslüman bölgelerdeki gerilimi daha da tetikleyebileceği konusunda ikna ettiler.

2010 yılında Kuzey Kafkasya’daki Media-Orient ajansının yürüttüğü bir çalışmada, yerel Müslümanlar arasında Vahabiliğe karşı karma tutumlar olduğu ortaya çıktı. Araştırmaya katılanların yüzde 73’ü, bunu dini ve siyasi bir aşırılık olarak görüp reddederken yüzde 22’si ise, bu konuda olumlu görüşlere sahip. Olumsuz yanıtların oranı, Dağıstan ve Çeçenistan’da en yüksek oranlara denk geliyor: sırasıyla yüzde 97 ve yüzde 86. En yüksek olumlu görüş ise, Kabardino-Balkarya’da: %39. Aynı zamanda, Dağıstanlı sosyolog Zaif Abdülagatov’un da yazdığı gibi, Dağıstan’daki rakamlar, “İslam’ın aşırılık yanlısı bir kolu olarak Vahabiliğin yasaklanmasından yana olan insanlar ile Rusya’da dini bir öğreti olarak Vahabiliğin yasaklanmasını isteyen insanların oranı arasında çok büyük bir fark ortaya koymaktadır.” Bu fark, sırasıyla yüzde 82,8 ve yüzde 42,2 olarak ölçümlenmiştir.

Rusya’da, tüm İslamcı örgütler yasaklandı. Bunlar arasında, Supreme Military Majlis ul Shura of the United Mujahideen Forces of Caucasus (Kafkasya’nın Birleşik Mücahit Güçlerinin Üst Düzey Askeri Majlis Şurası), People’s Congress of Ichkeria and Dagestan (Halkların İçkerya ve Dağıstan Kurultayı), Base (al-Qaeda), Osbat al-Ansar, al-Jihad (al-Masri), Al-Gama’a al-Islamiyya, Müslüman Kardeşler, Lashkar-e-Taiba, Taliban, Özbekistan İslami Hareketi (veya Türkistan İslami Partisi), Jamiat al-Islah al-Idzhtimai, Jamiat Ihya at-Turath al-Islami, ve al-Haramain yer alıyordu. Bölgesel merciler, topraklarında faaliyet gösteren örgütleri yasakladılar. Örneğin Dağıstan’da bunlar arasında Djamaat of Dagestan, Jamaat Shariat, ve Jannet yer alıyordu. Bu örgütlerin çoğu, terörizme bulaştılar. Aynı zamanda, birçok örgüt, ve daha da önemlisi, sıradan Müslümanlar da terörizmle suçlandılar – her ne kadar terörizmle hiçbir bağları olmaksızın, sadece “Yeni İslam”ın fikirlerini paylaşıp, resmi mercileri ve onlara sadık geleneksel ruhban sınıfı eleştirip, direniş hareketine katılan kendi gruplarından kişileri destekliyor olsalar bile...

Özellikle yerel düzeydeki yetkililer, genellikle İslami köktendincilerle mücadele ederken yasalara uygun hareket ediyorlar. Bazı durumlarda, İslamcılarla bağlantıları olduğundan şüphelenilen ailelere mensup evler yok ediliyor (yakışıyor) ve İslami muhalefetle bağlantılı olarak polisin şüpheli gördüğü kişiler veya militanlar işkenceye maruz bırakılıyordu. Çeçenistan İçişleri Bakan yardımcısı Apti Alaudinov’un ifadeleriyle, muhaliflere yönelik uygulanan yöntemler hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün. Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de bir TV kanalına konuşan Alaudinov şöyle söylemiştir: “Allah’ın gönderdiği Kuran üstüne yemin ederim ki, eğer herhangi bir kişi Vahabilere ufacık da olsa benziyorsa, kendi kendime şöyle diyorum: onları yok et. Eğer bir kişiyi hapse atmak mümkünse, hapse at. Eğer başlarına birini dikebiliyorsan, dik. Ne istersen yap ve kimi istersen öldür.”

Öte yandan, hem federal hem de bölgesel merciler, muhalifler üzerindeki yoğun baskının her zaman verimli olmadığını ve sopayla birlikte havucun da gösterilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Muhalefetle diyalog kurulması kaçınılmazdır. Vladimir Putin, Çeçen muhalefetinin bir kısmına ödün vererek –Cihat adına merkezi yönetime karşı uzun zaman savaşmış olan- Müftü Akhmad Kadirov’u Çeçen yönetiminin başına atadığında böyle bir yola girmişti. Bu deneyim başarılı oldu – Kadirov ve daha sonra oğlu Ramzan, Çeçenistan’da istikrarı sağladılar ve Kremlin’e sadakatlerini korudular. Bu istikrara nasıl ulaşıldığı ayrı bir meseledir; ancak Çeçenistan’ın görece olarak nasıl sakin bir bölgeye dönüştüğüne dair hakikat yerli yerinde duruyor.

Elbette, Kremlin’in Çeçen muhalefetiyle diyalog deneyimi, birçok sebepten dolayı, diğer Kuzey Kafkas cumhuriyetlerinde kullanılamaz; ancak diyalog, bu şekilde, istikrarı sağlamanın başlıca ve kaçınılmaz yollarından biri olmaya devam etmektedir. Bugün, İslam-Selefilik-devlet şeklindeki geleneksel üçgen içerisinde gerçekleşen diyalog, kesintilidir ve fazla bir etkisi yoktur; bununla birlikte Kuzey Kafkasya’daki dini ve siyasi durumda bir etmen haline gelmektedir.

Dikkatini Kuzey Kafkasya’ya yönelten federal merkez, Volga bölgesi, Bashkortostan ve Urallardaki Müslüman bölgelerin durumunun bozulabileceği tehdidini gözardı etmiştir. Öte yandan, Müslümanlar, özellikle de gençler, radikalleşmiştir. Bu sürecin hem iç hem de dış sebepleri var. önemli bir etmen; iç (Kuzey Kafkaslardan) ve dış (Orta Asya’dan) Müslüman göçüyle birlikte Rusya’ya, Hizbut Tahrir gibi örgütlerin elçilerinin giderek daha fazla sayıda gelmeleridir. Bu grupların üyeleri ve destekçileri, Volga bölgesinde kitlesel kamusal etkinlikler düzenlemektedirler. İslami radikaller, yerel milliyetçilerle de etkileşim galindedir.

Geleneksel İslam’ın izinden gidenler ile Yeni İslam” yani Selefiliği savunanlar arasında artan bir mücadele söz konusudur. 2012 yılında, Tataristan Müftüsü İldus Faizov, ciddi biçimde yaralanmıştı ve İslami gelenekselciliğin önde gelen ideologlarından Valiulla Yakupov da öldürülmüştü. 2012 yılında, politika yapıcılar ve uzmanlar, Volga bölgesinin “Kafkaslaştırılması” veya “Dağıstanlaştırılması”ndan söz etmeye başladılar. Bu iddia, bir açıdan alarm verici niteliktedir; ancak giderek aktif bir hal alan dini radikalizm de göz ardı edilemez.

GÖÇÜN İSLAMLAŞTIRILMASI

2010’lu yılların başında görece yeni bir fenomen ortaya çıktı: dini kimliklerini vurgulayan ve dini ritüellerini uygulayıp İslami bir yaşam biçimi izlemek isteyen göçmenlerin İslamlaştırılması.

Bugün çoğu Kafkasya ve Orta Asya’dan göçmüş olan yaklaşık 100.000 kişi, her yıl Ramazan ve Kurban Bayramı tatillerinde Moskova Katedral Camisi’nde toplanıyorlar. Moskova’da Kurban bayramı günü yaşanan durumu, gazeteci Alexander Korchnitsky, “Moskova, işgal altında” şeklinde tanımlıyor.

Buna ek olarak, Moskova’da cami eksiği var: şehirdeki 1,5 milyon Müslüman için sadece dört cami bulunuyor (diğer kaynaklara göre ise, başkentte beş ve hatta daha fazla cami var). Moskova valisi Sergei Sobyanin, bunun yeterli olduğunu düşünüyor, keza Moskova’daki Müslümanların çoğu, Rusya’nın diğer bölgelerinden geldiler. Kentte daha fazla cami inşa edilmesini de onlar talep ediyorlar. Rusya’nın diğer bölgelerinde de cami eksiği var: örneğin Urallarda, kuzey Rusya’da ve Sibirya’da. Bu sorunun, Rusya’daki göçmen sayısı arttıkça daha akut bir hal alması bekleniyor. Müslüman olmayanlar, yeni camilerin inşa edilmesine karşı çıkıyorlar. 2013 yılında, 1000’den fazla kişi, Moskova’nın Mitino bölgesinde toplanıp, bölgede bir cami inşaatını protesto ettiler. Rus Komünist Partisi’nin aynı bölgede düzenlediği gösterilerle kıyaslandığında, söz konusu gösteriler genellikle 100 ila 200 kişi çekerdi.

Slav nüfus arasında milliyetçilik duygusu revaçta. Bu durum, çatışmaların ve pogromların da artmasına, bu akımın giderek daha fazla milliyetçi çekmesine ve giderek daha fazla şiddet içermesine sebep oluyor. Bunun en çarpıcı örnekleri ise, Saratov bölgesinde Pugaçev kentinde 2013 yılı Temmuz ayında gerçekleşen ayaklanma (yerel sakinler, Çeçenlerin bölgeden sürülmesini istemişlerdi) ve 2013 yılı Ekim ayında Moskova’nın Biryulyovo bölgesindeki göçmen-karşıtı pogroma binlerce Moskovalının katılması. Dışarıdan bakıldığında bu olayların İslam ile herhangi bir alakası yoktu ve protestocular arasında herhangi bir İslamofobik tutuma rastlanmıyordu. Bununla birlikte, hem iç (Kuzey Kafkaslardan) hem de dış (Orta Asya’dan) gelen göç dalgası, halkın zihninde, göçmenlerin dini eğilimleriyle bağlantılıydı.

Rusya’nın Müslüman topluluğundaki durum ise, Arap Baharı’nın ardından etkilendi. Bazı eksiklere rağmen, radikal İslamcılık halen güçlü bir cazibe kaynağı olup, ciddi bir siyasi ve askeri potansiyele sahip. Örneğin birçok rus Müslüman, iktidara karşı savaşmak için Suriye muhalefetine katıldı. Rusya’nın Federal Güvenlik Servisi’nin başında bulunan Alexander Bortnikov, bu kişilerin sayısının 200’ü bulduğunu söylüyor. Suriye Büyük Müftüsü Ahmad Bahreddin Hassoun’a göre ise, Rusya dahil Bağımsız Devletler Topluluğu’ndan gelen 3300 kişinin Suriye muhalefetiyle yanyana savaştıklarını belirtmişti. Bunlardan bazıları Rusya’ya dönüyorlar; geriye kalan enerjilerini nerede harcayacaklarını araştırıyorlar ve İslam’ın radikal ve aşırılık yanlısı segmentine katılıyorlar.

Yetkililer, Müslüman topluluklarda yaşanan süreçlerin karmaşasını görüyorlar ve radikal duyguların yükselmesinden korkuyorlar. Radikallerin faaliyetleri, Kuzey Kafkasya’daki potansiyel iç savaş, sürekli terörist saldırıları, göçün İslamlaşması, etnisiteler arasındaki ilişkinin giderek bozulması, Arap Baharı’nın Rus Müslümanlar üzerindeki etkisi – tüm bu etmenler, tutarlı bir politika ve İslam ile Müslümanlara yönelik eski yaklaşımların yeniden düşünülmesini gerektiriyor.

MÜSLÜMANLARLA KÖPRÜLER KURULMASI

Kremlin, Ekim 2013’te Başkan Vladimir Putin’in önde gelen Müslüman din kurullarıyla buluşmasının ardından İslam ve Müslümanlara yönelik bakışını değiştirmek istediğini gösterdi. Toplantı, tam da İmparatoriçe Büyük Katerina’nın emriyle 1788 yılında Orenburg Müslüman Ruhani Meclisi’nin kurulmasının 225.yıldönümüne rastlamıştı. Merkezi Volga bölgesindeki Ufa’da bulunan Meclis, Müslüman topluluğun yaşantısını düzenlemek ve aynı zamanda kontrol etmek için kurulan ilk devlet kurumuydu. Bu anlamda sembolik bir örtüşme söz konusu. Mayıs 2013’e geri dönersek, Putin, bu tarihin devlet nezdinde önemli olduğunu, keza İslam ile devlet arasındaki ilişkileri ilgilendirdiğini belirtmişti. Dolayısıyla, daha önceki dönemle kıyaslandığında, devlet ve toplum yaşantısında İslam’ın yerini belirlemek üzere bir niyet sergilemiş oldu.

Putin, her zaman olduğu gibi, “İslam, toplumumuzun ruhani ve kültürel değişimine eşsiz bir katkıda bulunmuştur” şeklindeki tespitinin ardından, Müslüman toplumun karşılaştığı bazı meselelerin altını çizdi. Bunlar arasında, “İslam’ın sosyalleşmesi”, ona göre, “geleneksel Müslüman yaşam biçiminin, düşüncesinin ve görüşlerinin, radikal ideolojinin aksine, çağdaş sosyal gerçeklikle uyumlu şekilde gelişmesi” demekti. Bu tanımlamanın daha açık bir şekilde topluma sunulması gerekiyor ve bu, tam da, Müslüman din adamlarının yapması gereken bir şey. Sorun ise; bunu yapıp yapamayacakları noktasında düğümleniyor, keza Putin’in belirttiğine göre, Müslüman din adamları “kendi içlerindeki tartışmaların ve liderlik yarışlarının esiri olup bölünmüş durumdalar.”

Putin, İslam’ın geleneksel olan ve geleneksel olmayan şeklinde resmi olarak ikiye ayrıldığını yineledi. Yetkili merciler ise, şunu sürekli olarak unutuyorlar: birçok akademisyen, imam, teolog ve hatta siyasetçi –özellikle de Müslüman bölgelerde bulunanlar- bu basite indirgeyici tezatlığı bir yana bırakmak istiyorlar, çünkü bunu yanlış ve hatta tehlikeli buluyorlar ve toplumu ayrıştırdığını düşünüyorlar. Bununla birlikte, federal düzeyden bakıldığında, İslam’ı (ve diğer herşeyi) “onların” ve “bizim” olarak bölmek daha kolay. Er ya da geç, Kremlin’in İslam’a ilişkin bu ikili yorumdan vazgeçmesi, ve onun yerine daha karmaşık bir şey getirmesi gerekiyor.

Şurası net bir şekilde ortada ki, yeni yorum, “çeşitlilik içinde İslam’ın birliği” tezini temel almalı. Rusya’da İslam’ın hangi kolunun başat olacağı ve dolayısıyla devletin hangi İslam türüyle başa çıkmak zorunda kalacağı ise, son derece ilginç olacaktır. Muhtemelen karşımıza çıkacak olan şey, geleneksel olan ve geleneksel olmayan İslam’ın bir sentezi olacaktır ve geleneksel olmayan İslam da bu süreçte belli düzeyde başat olacaktır. Peki, 21.yüzyılın sorunlarını karşılayabilecek bir “Modern İslam” olarak mı adlandırılacaktır? Seküler mercilerle ne tür bir ilişki sistemi geliştirecektir?

Öte yandan, geleneksel İslam muhafazakardır, daha az dinamiktir ve etnik Kafkasların, Tatarların ve Başkirlerin geleneklerini destekler. Başkan’ın konuşmasında belirtilene göre, geleneksel İslam, teoloji alanında yerini rakip yaklaşımlara kaptırıyor. (Putin, İslam teolojisinin genel anlamda düşük düzeyine işaret etmişti.) Geleneksel İslam, çağdaş sorunları karşılayabilecek durumda değil. Daha genç neslin gözünde ise, cazibe ve enerji anlamında geleneksel-olmayan İslam daha revaçta.

Öte yandan, aralarındaki fikir çatışmalarına rağmen, iki yaklaşımın müritlerinin ortak noktaları da var. Bu durum, amacı dini iklimi iyileştirip Müslüman topluluktaki gerilimleri azaltmak olan İslam-İslam diyaloğu için bir temel sunabilir.

İslam’ın geleneksel olan ve olmayan şeklinde sert bir bölünme yaşaması, bir ölçüye kadar keyfi bir durum. Herşey bir yana, hem gelenekselciler, hem de onların Selefi muhalifleri, İslami yaşam biçimi ve İslami gelenekleri savunuyorlar. Bu kapsamda, erkekler ve kadınlar için davranış kurallarını belirleyen Şeriat yasalarının da getirilmesini destekliyorlar. Aralarındaki fark ise, öncelikle, gelenekselcilerin daha hoşgörülü olmaları ve İslami etiği ihlal edenleri affetmeleri, Selefilerin ise bu tür ihlalleri kabul edilmez bulup sert bir şekilde cezalandırmaları (örneğin alkollü içecek satışı ölüm cezası gerektirebilir). İkinci olarak, gelenekselciler, Rusya Federasyonu içinde bir İslam bölgesi yaratılabileceğine inanıyorlar; onlara karşı çıkanlar ise, bunun ancak bağımsız bir İslam devleti (imarat) kurularak gerçekleşebileceğini düşünüyorlar. Evet, gelenekselciler ile Selefiler arasında çok büyük farklar var; bununla birlikte aralarında yeni yeni “köprü” kurulmaya da başlandı – her ne kadar birbirlerini anlamaları için inşa etmeleri gereken yol çok zor ve engebeli olsa da...

Putin’in konuşmasının bir diğer önemli boyutu ise, siyasi İslam ile ilgiliydi. Kendisi her ne kadar radikalleri eleştirse de, dinin siyasallaşmasının “her zaman pozitif bir süreç olmadığını” da belirtmişti. Dolayısıyla, siyasi İslam’ın meşruiyetini tanıyor ve siyasal İslam’ın illaki olumsuz bir şey olmadığını kabullenmiş durumda. Söylemdeki bu değişim, Arap Baharı’nın etkisi altında son derece çarpıcı bir hal aldı; keza Arap Baharı, İslam’ın yüksek siyasi potansiyelini gözler önüne serdi. Müslüman Kardeşler’in liderlerinden Muhammed Mursi’nin Mısır devlet başkanlığı seçimlerindeki zaferinin ardından Putin kendisiyle görüştü; dolayısıyla İslamcılarla diyalogun mümkün olduğunu göstermiş oldu. (Kremlin’in, Filistin’in Hamas hareketi de dahil olmak üzere İslamcılarla müzakere etmek konusunda daha önceden kazandığı bir deneyim de söz konusu.)

Dağıstan devlet başkanı Ramazan Abdülatipov’un bir sözünü aktarırsak; “her ne kadar din, devletten anayasal olarak ayrı olsa da, devlet müminlerden kendisini ayıramaz.” Şayet bu yaklaşımla hemfikir isek, İslam’ın “siyasi bir faktör” haline gelmesi bariz oluyor; dolayısıyla farklı siyasi görüşleri ifade etmek ve insanları –en radikali de dahil olmak üzere- herhangi bir eylem için harekete geçirmek için kullanılabiliyor. Herşeyden önce, bu durum, Kuzey Kafkasya’nın bir özelliğidir; ancak İslam, aynı zamanda diğer Müslüman bölgelerde de (Rusya’nın güney bölgeleri, Volga bölgesi ve bir süredir Urallar ve Sibirya) siyasi bir araç işlevi görmektedir.

Şunu da belirtmekte yarar var: Putin, Müslüman liderlere, “Rusya’ya çalışmak ve yaşamak için gelen kişilerin topluma adaptasyonuna” katkı sağlamaları yönünde ricada (veya emirde) bulundu. Bu rica, Kremlin’in en sonunda Orta Asya’dan gelen göçün İslamlaşması noktasına dikkatini çevirdiğini ve Rusya’nın Müslüman topluluğu yoluyla göçmenleri etkilemeye çabaladığını gösteriyor. Bununla birlikte, bunu nasıl yapacağı sorusu, halen ucu açık bir soru.

Bazı Tatar dinadamları, Cuma namazına katılan müminlerin büyük kısmının (bazen de üçte ikisinin) diğer bölgelerden – Orta Asya ve Kuzey Kafkasya- gelen kişiler olması karşısında memnuniyetsiz ve hatta bu durumdan korkuyorlar. Bazı Tatar imamlar, camilerde vaaz vermeyi bile reddettiler.

Müslüman din adamlarının karşılaştıkları sorunlardan söz ederken, Putin, iki en büyük Müslüman örgüt arasında –Rusya Müslümanlarının Merkezi Dini Kurulu ve Rusya Müftüler Konseyi- arasında sürekli yaşanan anlaşmazlıklar karşısındaki rahatsızlığını da ifade etti. seküler merciler, uzun zaman önce, Tatar-Başkir bölgesi için tek bir ruhani kurul ve bir benzerinin Sovyet zamanlarında olduğu gibi Kuzey Kafkasya’da kurulması fikrinden vazgeçtiler. Halihazırdaki tüm bu örgütler –Kuzey Kafkasya Müslümanları Koordinasyon Merkezi ve Tataristan Müftülüğü de dahil olmak üzere- her daim federal mercilere sadık kalmışlar ve arada kendi aralarında rekabete girişmişlerdi. Ne ilginçtir ki, iki örgüt de bir diğerini Vahabiliği desteklemekle ve aşırılık yanlılarına göz yummakla eleştiriyor. Diğer yandan, bazı yetkililer her daim Merkezi Din Kurulu’nu desteklerken, diğerleri, özellikle de Moskova’dakiler, Müftüler Konseyi’nden yana duruyorlar.

Müslüman dinadamları arasında giderek daha kalabalık bir kesim, entegrasyonu savunuyorlar. 2010 yılında, Rusya Müslüman Gazeteciler Ligi (Birliği), yaptığı bir araştırmada, Müslüman liderlerin yüzde 55’inin, bir müftünün başkanlığını yaptığı tek bir dini örgütün kurulmasından yana olduğu görüldü. Bir diğer yüzde 20’lik kesim ise, bu fikre kısmen katılıyor. Bazı Müslüman liderler, Sovyet denetim sisteminin dini yaşantı üzerinde yeniden kurulmasından yana. Örneğin, Astrakhan Müftülüğü’nün başında bulunan Nazymbek Ilyazov, “Sovyet döneminde, din adamlarının çalışması çok daha kolaydı” diyor ve ekliyor: “Sosyal yaşantının dini boyutuna ilişkin Sovyet geleneğini yeniden devreye sokmak, kritik önem arz ediyor.” İlyazov, onaylı temsilcilerin oluşturduğu bir devlet kurumu kurulmasını önerdi. “Müslümanların ruhani kurumları, devletin çıkarları doğrultusunda çalışmalı,” dedi.

Kremlin’e sadık olan Müslüman dinadamları ve dinadamlarına yakın olan uzmanlar, Putin’in konuşmasını övgüyle karşıladılar. Islam.ru isimli websitesi, “Putin’s Speech as a New Milestone in the History of Relations between the Russian Federation and Islam” (Putin’in Konuşması, Rusya Federasyonu ile İslam Arasındaki İlişkilerin Tarihi Açısından Yeni bir Dönüm Noktasıdır) başlıklı bir makale yayımladı. Makalenin yazarı olan Yuri Mikhailov ise, Putin’in “Rusya’daki İslam çevrelerinde entelektüelliğin yeniden canlanmasına ve eğitime daha önce yapmadığı şekilde vurgu yapmasını memnuniyetle karşılarken, İslam konusunda ülkede bir teoloji okulu gerektiği ve İslami topluluğun sosyalleşmesinin önemini belirtmesini de övgüye değer buldu.

SORUNLAR DEVAM EDİYOR

Putin’in Ufa’daki konuşmasının devletin İslam karşısındaki tavrının yeniden düşünülmesinin bir başlangıcı olup olmayacağını şu andan söylemek imkansız. Tavsiyelerinin uygulanması ise uzunca bir süre alacak ve hem ruhban sınıfı hem de devletin tutarlı çabalar içerisine girmesini gerektirecek. Öte yandan, Putin de en sorunlu Müslüman bölgesi olan Kuzey Kafkaslar’ın giderek kendini tecrit etmesinden ve “Rus kıtasından” sosyal ve kültürel olarak kopuşundan söz etmedi. Kafkaslar’daki birçok insan ayrılıkçı duyguları desteklemiyor; yerel düzeydeki sosyal, kültürel ve siyasi sorunları, yerel gelenekler ve kısa süredir Şeriat kurallarına göre çözmek istiyor; İslam hukukunun yasallaşmasını savunuyor. Geleneğe veya arkaizme geri dönüş, bölgede yıllardır devam eden sistemik krize bir tepki. Federal yasalar uygulanmıyor; yolsuzluk tırmanışta; bölge keyfi olarak yerel merciler tarafından yönetiliyor. Herkes de yüzünü geleneklere dönüyor – devlete sadık din görevlileri de, halk figürleri de, siyasetçiler de, İslami muhalefetin üyeleri de.

Kremlin, siyasi boyutlara odaklanarak durumu basitleştiriyor. Aşırıcılık ve ayrılıkçılıkla mücadele ediyor, ancak seküler bir devletteki insanların dini yasalara göre nasıl yaşayabileceği sorusunu gözden kaçırıyor. Kremlin, Kuzey Kafkasya’nın Rusya’dan “medeniyet” açısından ve “ayrılıkçı olmayan bir şekilde” kopuş sorununu görmezlikten geliyor. Rusya’nın vatandaşlık kimliğinin gelişimindeki eğilimin, her zaman için dini kimlikle örtüşmediğin ve bazen bu ikisinin birbiriyle çeliştiğini gözden kaçırıyor. Putin, konuşmasında bundan asla söz etmedi.

Kafkas meseleleri uzmanı Ruslan Kurbanov, “Kafkaslar’da iki yüz yıldır süregiden direnişin özü; her zaman için, Kafkas Müslümanlarının Rus devleti tarafından ortaya konan tutumlar, yasalar ve sosyo-politik normları kabul etmemesi olmuştur,” diyor ve uyarıyor: “Yüz elli yıldan uzun süredir Rusya’nın siyasi ve yasal ortamında bulunan Kafkas halklarının devlet olma gereklerini tamamen asimile ettikleri, çok saf ve yanlış bir kanıdır.”

Bununla birlikte, bir başka uzmana, Vladimir Degoyev’e göre ise, “Kafkasların birçok şeyi sevmediklerini, ancak bu tavırları, bir açıdan, diğer insanların aile veya ev yaşantılarının sevmemek gibi bir durumdur. Kim haklı olursa olsun, Rus mercileri, her iki görüşü de göz önünde bulundurmalıdırlar.”

Rus Müslüman toplum içinde yaşanan süreçlerin karmaşıklığı ve Müslüman dünyada yaşananlar, Rus yetkililerin, siyasi İslam da dahil olmak üzere, İslam karşısındaki tavırlarını yeniden düşünmeleri, basmakalıp yaklaşımlara son vermeleri ve yeni yaklaşımlar geliştirmeleri gerektiğini ortaya koyuyor. Bu, son derece önemli; keza birçok uzmana göre, ülke, kısa bir süre içerisinde bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacak ve bu durum siyasi sorunları daha da ciddi bir hale getirip, zaten gergin olan etnisiteler-arası ilişkileri kötüleştirecek.

İslam, Müslüman bölgelerde sosyal protestonun ifade edilme biçimlerinden sadece biri. Bu durum, sadece Kuzey Kafkasya’da değil, aynı zamanda büyük bir Müslüman nüfusa sahip olan diğer bölgelerde de yaşanıyor. Dini fobiler ise, etnisiteler-arası çatışmaların üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olacak. Kremlin’in İslam’a ve Rusya’nın Müslüman topluluğu içindeki gelişmelere karşı politikasını gözden geçirmesi için ise önünde çok az vakit kalmış durumda.

Kaynak: http://eng.globalaffairs.ru/number/Islam-in-Russia-17002

 



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor