İthal Hammadde ve Petrole Bağımlı Japonya Şimdi Ne Yapacak?

İthal Hammadde ve Petrole Bağımlı Japonya Şimdi Ne Yapacak?

Japonya, bir yandan nükleer enerjiye, bir yandan da petrolünün büyük bölümünü temin ettiği Basra Körfezi’ne bağımlı. Basra Körfezi’nin petrolü olmaz ise Japonya’nın eli kolu bağlanıyor. Japonya’nın ihtiyaç duyduğu miktarda petrol

George Friedman *

Herkes “enerji” meselesine odaklandı. Basra Körfezi’ndeki ayaklanma, dünyanın geri kalanına petrol sevkıyatlarının aksaması endişesini yeniden su yüzüne çıkardı. Üstüne üstlük, Japonya’da yaşanan deprem, potansiyel olarak yıkıcı etkiler taşıyan bir dizi nükleer reaktörü yerle bir etti. Japonya, bir yandan nükleer enerjiye, bir yandan da petrolünün büyük bölümünü temin ettiği Basra Körfezi’ne bağımlı. Dolayısıyla, Japonya için son derece kötü bir dönem yaşanmış oldu. Bunun tek sebebi, uğradığı aşırı tahribat ve insanların çektiği ıstırap değil, aynı zamanda Japonya’nın coğrafyanın hakikatlerinden kurtulamadığının gözler önüne serilmesiydi.

Japonya, dünyanın üçüncü en büyük ekonomisi; günümüzde Çin’in yakın mesafe peşinden ilerliyor. Aynı zamanda dünyanın üçüncü en büyük endüstriyel ekonomisi olarak, ABD ve Çin’in peşisıra gelişiyor. Japonya’nın sorunu ise; devasa endüstriyel tesisinin, neredeyse tamamen mineral kaynaklardan mahrum bir ülke topraklarında kurulmuş olması… Endüstriyel ürünlerini imal etmek için kullandığı tüm madenleri ve enerjiyi diğer ülkelerden ithal etmek zorunda. Elinde stoklar bulunduruyor; ancak bu stoklar da günün birinde tükendiğinde ve ülkeye yeni ithalat yapılmadığında, Japonya da artık endüstriyel bir güç olmayacak.

Petrol Coğrafyası

Japonya’nın ithal ettiği madenlerin çoğunun farklı kaynakları bulunuyor; dolayısıyla eğer günün birinde bir kaynaktan gelen maden sevkiyatı durur ise, bunları diğer kaynaklardan elde etmesi mümkün. Ancak petrolün coğrafyası, çok daha sınırlı. Japonya’nın hayati ihtiyaç duyduğu petrol miktarına erişebilmek için mümkün olan tek kaynak, Basra Körfezi gibi görünüyor. Japonya’nın bazı ihtiyaçlarının elde edilmesi için başka kaynaklar da bulunuyor; ancak Basra Körfezi’nin petrolü olmaz ise Japonya’nın eli kolu bağlanıyor.

Geçen günlerde, bunun potansiyel olarak hassas bir kaynak olduğuna tanıklık ettik. Arap Yarımadası’nın batı kıyılarını etkisi altına alan ayaklanmalar ve Suudiler ile İranlılar arasında süregelen gerilimin yanı sıra, İran ile ABD arasındaki gerilim, petrol sevkiyatında aksama olasılığına işaret etti. Basra Körfezi’nin sıradışı bir coğrafyası var. Hürmüz Boğazı aracılığıyla dar bir kanala açılan dar bir suyolundan söz ediyoruz. Bölgedeki herhangi bir kaynaktan gelen sevkiyatın herhangi bir şekilde azalması, Hürmüz Boğazı’nın tamamen kapanmasını bir kenara bırakın, dünya ekonomisi üzerinde de derin etkiler bırakacaktır.

Japonya için bu olasılığın anlamı ise, fiyat artışından çok daha büyük olacaktır. Her ne pahasına olursa olsun hayati ihtiyacı petrol miktarını temin edemeyeceği anlamına gelir. Tankerlerin hareketi, liman tesislerinin sınırları ve diğer bölgelere petrol sevkiyatı taahhüdünde bulunulan uzun vadeli sözleşmeler, Japonya’nın endüstriyel tesisinin faaliyetlerini sürdürmesi için gereken petrolü fiziki olarak temin etmesini olanaksız kılar. Daha geniş kapsamdan bakıldığında, rezervlerin tükenmesi ve Japon ekonomisinin çarpıcı biçimde daralması sonucunu doğurur. Ve, şurası açık ki, dünyanın üçüncü büyük endüstriyel tesisinin faaliyetleri sert biçimde yavaşladığında, bu durumun küresel tedarik zinciri üzerindeki etkisi hem çarpıcı hem de karmaşık olacaktır.


Arap ülkeleri, 1973 yılında petrol ambargosu uygulamıştı. Tamamen ithal petrole bağımlı olan Japonya, sadece yüksek fiyatlardan değil, aynı zamanda varlığını idame ettirebilmek için gereken yakıtı elde edemediğinden dolayı bu süreçten oldukça etkilenmişti. Ambargo sadece beş ay sürmüştü; ancak Japonya’nın tabiriyle “petrol şoku” Japonya’nın endüstriyel yeteneğini tehdit etmiş; aslında ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu ona göstermişti..

Japonya, petrol tedarikini güvence altına almak konusunda ABD’ye güveniyordu. ABD’nin böyle bir güvence veremeyeceğinin anlaşılması ise, yaşanan ekonomik krizle paralel siyasi bir krizin de doğmasına yol açtı. Japonların Basra Körfezi’nde olanlara ve bölgede giderek azalan tedarik hatlarının güvenliğine normalin üzerinde bir hassasiyet göstermelerinin bir nedeni de buydu aslında…


Diğer tedariklerinden farklı olarak, Japonya her zaman için petrolünün neredeyse %100’ünü diğer ülkelerden ithal edecek. Tüketimini %90 kadar azaltsa bile, petrolünün yine de %100’lük bölümünü ithal etmiş olacak. Ve, Japon ekonomisi petrole bağımlı olduğu sürece, Basra Körfezi’ndeki olaylar karşısında da kırılganlığını koruyacak.

Japonya, petrol bağımlılığı riskini hafifletmek için, iki alternatif yakıt kullanıyor: Japonya, “deniz kömürü” (seaborne coal) ithalatında dünyada birinci sırada; ayrıca nükleer reaktörlerden elektrik üretiminde de dünyada (ABD ve Fransa’dan sonra) üçüncü sıradaki yerini koruyor. Elektrik üretiminin üçte biri nükleer güç tesislerinden geliyor. Nükleer güç, Japonya’nın hem endüstriyel hem de ulusal güvenlik stratejisi açısından kritik öneme haiz.


Bununla birlikte, Japonya her ne kadar bu şekilde kendi kendine yeter hale gelemediyse de (keza, artık kömür ve nükleer yakıt ithal etmesi gerekiyor); söz konusu kaynaklara erişim için, Avusturya gibi ülkelere bağımlı oldu ve bu ülkelerin de Hürmüz gibi dargeçitleri bulunmuyor.

İşte, Japonya Başbakanı’nın “Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü kriziyle karşı karşıya olduğu” yönündeki açıklamasını bu bağlamda okumamız gerekiyor. Öncelikle, deprem ve bunun sonucunda Japonya’daki nükleer tesislerin büyük bölümünün zarar görmesi, Japonya’da uzun vadeli bir enerji kıtlığı doğurdu. Bunun yanı sıra, depremin yol açtığı diğer zararlar da bulunuyor. Tüm bunlar, kuşkusuz ekonomiyi de etkileyecek.

Ancak, Basra Körfezi’nde yaşanan son olaylar, 1973 yılında Japonlar için beliren “kabus senaryosu”nu yeniden ortaya çıkarıyor. Olayların ne yönde gelişeceğine bağlı olarak, Basra Körfezi’nden Japonya’ya petrol sevkiyatı, 1973’ten beri yaşanmadığı kadar geniş çapta tehdit altına girebilir. Birçok nükleer reaktörün başarısızlığa uğramasıyla da birlikte Japon ekonomisi riske girecektir.

Bu yaşananların İkinci Dünya Savaşı ile kıyaslanması bir açıdan mümkün; çünkü o dönem de, bir şekilde “enerji krizi” ile başlamıştı. Japonya Çin’i işgal etti ve (bugünün Endonezyası’nı kontrol altında tutan) Hollanda ve (Hindiçin’i denetim altında bulunduran) Fransa’nın yenilgisinin ardından, Japonya’yı, Fransa ve Hollanda ile anlaşmalara riayet edilip edilmeyeceği konusunda bir endişe sarmıştı. Hindiçin, diğer hammaddelerin yanı sıra Japonya’ya kalay ve lastik sağlamıştı. Hollanda firması East Indies ise, Japonya’ya petrol sağlamıştı. Japonya Hindiçin’i işgal ettiğinde, ABD hem bu ülkeye petrol sevkiyatını kesmiş, hem de East Indies’den petrol satın almaya başlamıştı. Japonlar’ın önünde iki seçenek vardı: ya ekonomileri çökecekti, ya da ABD ile savaşa tutuşacaklardı. Onlar, Pearl Harbor’ı seçtiler…

Ancak, bugün yaşanan durum, temel jeopolitik hakikat dışında, herhangi bir şekilde 1941’de olanlarla kıyaslanamaz. Japonya, hammadde ithalatına ve özellikle de petrole bağımlı. Petrol sevkiyatıyla bağlantılı herhangi bir gelişme, Japonya’da kriz yaratıyor. Petrolün kesintiye uğraması riski, Japonya’yı gerginliğe sürüklüyor. Üstelik, depremde enerji üreten tesislerinin bir bölümünün yerle bir olması da eklendiğinde, Japonya’yı derin bir iç krize sürüklemiş oluyorsunuz. Bununla birlikte, enerjinin Japonya açısından tarihsel anlamını bilmek gerekiyor: Enerjiye dair yanlış hesaplamalar, Japonya’da ulusal bir felakete yol açmıştı ve enerjiye erişim, halen Japonya’da psikolojik ve fiziksel bir dayanak olmayı sürdürüyor.

Japonya’nın Nükleer Güvenlik Ağı

Japonya halen 1990’lı yılların başındaki ekonomik erime sürecinin sonuçlarıyla mücadelesini sürdürüyor. Hızlı büyüme ve düşük sermaye karlılığı oranları, devasa bir mali krize neden olmuştu. Japonlar, iflas ve işsizlik dalgasına neden olacak bir resesyon yaratmak yerine, gündelik istihdam geleneklerini sürdürmeye çalışmışlardı. Bunun için de, faiz oranlarını aşırı düşük tutmak ve az ya da sıfır ekonomik büyümeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı. Japonya, bu süreç sonunda hedefine ulaştı; ancak son derece geniş bir borç yükü ve uzun döneme yayılan durgun bir ekonomi pahasına…

Japonlar, ekonomik durgunluk ve tam istihdam ile geçen bir kuşağın ardından kendilerini bekleyen şeylerle yavaş yavaş yüzleşmeye başladılar. Her ne kadar bir kuşağın ekonomik gerçekliğinin kendi kendine devam edemeyeceğini aşağı yukarı kabul etmiş olsalar da, bu konuda henüz net bir yönelim belirlemediler. Japonya’nın karşılaşacağı değişiklikler, yürek burkan cinsten olacak ve en iyi koşullar altında bile, siyasi açıdan idare edilmeleri son derece zor olacak.

Nükleer reaktör tahribatının ne derece yıkıcı olacağı henüz net değil; ancak durum giderek kötüleşiyor. Net olan bir şey var ki; Basra Körfezi’ndeki mevcut durum ve potansiyel kriz, nükleer reaktörlerin kaybı ve giderek artan radyasyon düzeyleri, Japonların ülkelerine olan güvenlerini zedeleyecek. İnsani boyutu bir kenara bırakalım; söz konusu reaktörler, öngörülemeyen bir dünya karşısında Japonya’nın elindeki bir yatırım önlemiydi. Tokyo bu yolla ihtiyacı olan enerjinin üretim yoluyla temininin önemli bir bölümünün denetimini sağlamıştı. Her ne kadar Japonlar halen kömür ve petrol ithal etmek zorunda olsalar da, enerji yapılarının en azından bir bölümü, büyük ölçüde kendi denetimleri ve güvenceleri altındaydı. Japonya’nın nükleer güç sektörünün son derece sağlam olduğu düşünülürdü. 1941’de ABD ile enerji meselesinde savaşa tutuşan ve bunun sonucunda harap olan bir ülke olarak Japonya açısından, bu pek de küçük bir şey sayılmazdı. Japonya, güvenlik ağı elde etmişti.

Nükleer güvenlik ağı, temelde “psikolojik” idi. Bir dizi nükleer reaktörün tahrip olması sadece enerji kısıntısı ve radyasyon korkusu doğurmakla kalmaz; aynı zamanda Japonya’nın başarısının derinlerinde yatan o hakiki kırılganlığı da gündeme getirir.

Japonya, petrolünün kaynağını kontrol etmiyor; kömür ve diğer minerallerin sevkiyatının yapıldığı deniz hatlarını denetleyemiyor; ve nükleer reaktörlerinin ansızın imha edilmeyeceğinin güvencesini veremiyor. Ekonomi ve politika “psikolojik” olduğu sürece, tüm bunlar devasa bir felaket doğuruyor.

Japonya sürekli tehlike altında yaşıyor; hem doğadan hem de jeopolitik kaynaklı bir tehlike bu… Depremle birlikte ülkede gündeme gelen şey ise; Japonya’daki yaşamın ne denli derin ve tehlikeli olduğunu anımsattı. Dünyada Japonya kadar güvensiz bir başka endüstriyel ekonomi tasavvur etmek zor görünüyor. Deprem sonucunda Japonya’nın sırtına birçok ekonomik zorluk yüklenecek; ancak bir diğer önemli sorun ise, siyasi sistemi üzerinde nasıl etkilerin doğacağı noktasında ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, Japonya, uluslararası camia tarafından önüne çıkarılan engelleri önleyerek ve ABD ile ilişkisine güvenerek, kırılgan yapısıyla başa çıktı. Zaman zaman ABD’nin öngörülemeyen askeri operasyonları ile bir “garantör”den ziyade bir “tehlike” olduğu noktasında endişeleri doğdu; ancak politikası yine de değişmeksizin aynı kaldı.

Japonya’yı en çok sarsacak olan şey, reaktörlerini yitirmesi değil; daha ziyade nükleer güvenliğini yitirmesi ve ekonomisi üzerine ilave bir yükün binmesi olacak. Buradaki soru ise; siyasi sistemin bu sürece nasıl yanıt vereceğinde yatıyor. Japonya, Basra Körfezi’ndeki sorunlarla başa çıkarken, Amerika’nın liderliğinin peşi sıra gitmeyi kabul edecek mi, yoksa inisiyatifi ele alıp kendi yolunda mı ilerleyecek? Kendine güveni sarsılmış bir Japonya, çok daha temkinli ve hatta daha kırılgan olacağa benziyor. Ancak, bu noktada, Japonya tarihine bakmak ve bazen (ve her zaman öngörülemeyen bir şekilde) Japonya’nın kendini ortaya koymak için “güvensizlik” durumunu bir teşvik unsuru olarak temel aldığını görmek, ilginç olacaktır.

Boyutları veya Japonya’nın dünya görüşüne olası etkileri dikkate alındığında, olağan bir deprem yaşanmadığı fark ediliyor. Deprem, birçok taşın yerinden oynamasına neden oldu. Japonya, nükleer tesisleri ve ABD ile ittifakı aracılığıyla bir güvenlik tedbiri aldığı yönünde kendi kendini ikna etmeye çabaladı. Basra Körfezi’ndeki deprem ve durum dikkate alındığında, bu konuda yeniden bir muhasebe yapılması gerekiyor. Ancak, Japonya da, uzun süredir söz konusu “yeniden muhasebe”den kaçınmış bir ülke… Şimdi karşımızdaki sorun ise şu: depremden kaynaklanan olağandışı kırılganlık hali, Japonya’yı, uzun süredir devam ettirdiği siyasi sistemine dair yeniden bir muhasebe yapmaya itecek kadar güçlü olacak mı, olmayacak mı?

* George Friedman, ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor’un başkanıdır

Kaynak: http://www.stratfor.com/weekly/20110314-japan-persian-gulf-energy



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor