Orta Doğu ve Asya`da ABD`nin Havuç ve Sopa Stratejisi

Orta Doğu ve Asya`da ABD`nin Havuç ve Sopa Stratejisi

Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi diğer uluslar, tek uluslu bir dünya liderliği yerine, çok daha temsili ve eşit oranda yetkiye sahip bir çoktaraflı dünya düzeni talep etmeye başladılar

Jack A. Smith

Başkan Obama, 28 Mayıs günü West Point mezuniyet törenlerinde yaptığı önemli konuşmada Amerikan dış politikasının en önemli stratejik boyutunu gözardı etmeyi tercih etti. Belki de Çin ile gelecekte yaşanabilecek olası bir büyük çaplı çatışma için askeri hazırlıklar yapmak yerine, mevcut olayları vurgulamanın siyasi açıdan daha zekice olduğu düşünülmüş olabilir.

Çin, onun yerine, Amerika’nın Suriye, İran veya Venezüella’ya saldırmasını her iki partiden de talep eden ve Rusya’ya karşı daha saldırgan tedbirler alınmasını isteyen savaş çığırtkanlarının artan eleştirilerine karşı kendi politikalarını savunmaya odaklandı ağırlıklı olarak. Hatta, Çin’e karşı sert davranmadığı konusunda bile eleştirildi.

Obama, sertlik konusunda bir ileri bir geri gidiyor (Suriye’yi bombalayacak veya bombalamayacak, buna karar veriyor). Ancak, bu kez çevresindeki savaş çığırtkanlarına neden karşı çıktığını açıklamak için de belli bir zaman harcamak konusunda haklı. Suriye ve İran’a neden saplanıp kalınsın? Veya, Beyaz Saray ve Amerika’yı yönetenler açısından çok daha önemli ve uzun erimli bir hedef varken Moskova ve Pekin ile derhal neden çatışmalara girişilsin? Aynı zamanda, Haziran başında Polonya’ya yaptığı ziyarette, Obama, Avrupalı müttefikleri karşısında pençelerini gösterdi; jetler ve askeri ekipmanlar gönderdi; Rusya’dan gelen ve mevcut olmayan bir “tehdit” karşısında savunma harcamalarını artırmaları konusunda onları da teşvik etti.

Ne tuhaftır ki, Başkan, terörizmi, “öngörülebilir bir gelecekte” Amerika açısından başlıca ve doğrudan tehdit olarak tanımladı; ancak tam da bir yıl önce terörizmle savaşın sona ermekte olduğunu söylemişti. Ayrıca, birçok Afrika ülkesinin bazı durumlarda Amerika yerine terörizmle savaşa dahil olmasını istedi, ve onların masraflarını karşılamak için 5 milyar dolar para harcadı. Ayrıca, Suriye hükümetine karşı savaşın Cihatçı olmayan unsurlarına tedarik sağlamaya devam edeceğine söz verdi; oysa herkes biliyor ki, Cihatçılar, özellikle de el Kaide’nin Jabbat al-Nusra ve İŞİD, savaşın büyük oranda sorumlusu olan kesimdir.

Konuşmasında tamamen gözardı edilmiş olan şey ise, rotanın Asya’ya doğru çevrilmesi ve dış politika / askeri politikanın temel itme gücüydü –ki bu sayede zaman geçtikçe Amerika’nın tek taraflı (veya tek kutuplu) küresel hegemonyası sürdürülsün. Washington, tek kutuplu dünya liderliğini elde etti ve Sovyetler Birliği 20 yılı aşkın süre önce beklenmedik bir anda dağıldığında da, bunu gıyaben dünya hegemonyasına dönüştürdü. Bu süpergücün de şu anda küresel tacını bırakmak gibi bir niyeti yok.

Bununla birlikte, aynı dönemde, Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi diğer uluslar, tek uluslu bir dünya liderliği yerine, çok daha temsili ve eşit oranda yetkiye sahip bir çoktaraflı dünya düzeni talep etmeye başladılar. Amerika’nın ağırlığını gereğinden fazla hissettirdiğini, diğer ülkelere ve halklara karşı aşırı şiddet kullandığını ve lider olarak temel hedefinin öncelikle dünyanın değil kendi çıkarlarını öne sürmek olduğunu düşünmeye başladılar. Bu devletler, Amerika’nın ekonomik olarak zayıflaması, siyasi olarak da kendi iç meselelerine odaklanması sonucunda güçlerini artırdılar. Washington’un çevresindeki uluslara emirler yağdırma yeteneği, geriye doğru 1800’lü yılların ortalarına dek uzansa da, artık geriliyor; ancak bu olasılık daha birçok yıl devam edecek.

Latin Amerika’nın büyük kısmı, dünya meselelerindeki bu değişimin bir örneği olarak, eski amiriyle bağlarını kopardı. Ve diğer kilit ülkelerin nasıl değiştiğine bakarsak: Rusya, 1991-2001 yılları arasında ABD karşısında perişan olmuş ve itaat eder bir durumdaydı. Çin ise, 1900’lerin ortalarına kadar büyük bir endüstriyel toplum olarak kabul edilmedi. Hindistan da ondan bir süre sonrasına kadar aynı kategorideydi. Brezilya’nın yükselişi ise çok daha yakın bir döneme rastlar. Aynı dönemde görünen o ki Amerikan ekonomisi de durağan bir hal aldı; durumu kötüleşen orta sınıf, alt orta sınıf ve orta sınıfın bazı kesimleri karşısında patlayan düzenli finansal balonlarla güçlendi.

Şu noktada vurgulamak gerekirse: (1) Çoktaraflı liderlik unsurları, daha şimdiden dünya sahnesinde kendine yer buldu. (2) Pekin, ABD’nin yerini alacak şekilde bir dünya hegemonu olma yolunda çok güçlü bir ilgi sergilemedi.

Bu ve başka sebeplerden ötürü, halihazırda ve gelecekte Amerikan hükümetinin bir numaralı stratejik dış politika ve askeri hedefi; çok-taraflı liderliğin kaçınılmaz bir şekilde gelişmesini engellemek veya büyük oranda ötelemektir – her ne kadar bunu açık bir şekilde hiçbir zaman ifade etmese de. Eğer ABD gelecekte liderliğin paylaşımı konusunda rıza gösterirse, muhtemelen eşitler arasında birinci statüsü talep edecektir.

Obama, bu uzun vadeli hedef konusunda West Point konuşması sırasında bazı ipuçları verdi ve söz konusu ipuçları, aşırı milliyetçilik, kibir ve palavralar arasında kamufle edilmişti.

“ABD tek zaruri ulustur ve öyle de olmaya devam etmektedir. Bu durum, geçtiğimiz yüzyıl için geçerliydi ve gelecek yüzyıl için de geçerliliğini koruyacak. Uzun lafın kısası; Amerika dünya sahnesinde her zaman için liderlik rolü üstlenmeli. Eğer bunu yapamazsak bizden başka kimse yapamaz. Sizin katıldığınız ordu, bu liderliğin belkemiğini oluşturmuştur her zaman için, ve oluşturmaya da devam edecektir. Amerika’nın nev-i şahsına münhasır kimliğine tüm varlığımla inanıyorum.”

İlk cümlede “zaruri ulus” kelimelerinin yerine “küresel hegemon” kelimelerini koyun; cümlenin anlamını idrak edersiniz. Çin’in ekonomik olarak ABD’yi geride bırakabileceği ve bu süreçte birçok büyük ittifak geliştirebileceği doğru olsa da, Amerikan ordusu, Amerika’nın üstünlüğünün bu yüzyıl boyunca devam etmesini sağlamak için her şeyi yapacaktır.

Obama, sadece hegemonyanın alıkonması gereğinden söz etmeyi ihmal etmekle kalmadı, aynı zamanda –Orta Doğu’dan Asya’ya dış politika üstünlüğünün üç yıldır yeniden düzenlenmesi sonucunda- soylu statüsünü korumak için Washington’un tasarladığı programa değinmekten de geri durdu.

Geçiş süreci beklenenden yavaş gerçekleşti, çünkü Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nın öncelikleri arasında; İran, Suriye, Yemen, Somali, İsrail/Filistin, Afgan savaşı, birçok diğer ülkedeki casus uçak savaşları ve Ukrayna’da yaşanan açmaz (ki bu sonuncusu, Kiev’de demokratik yollardan seçilmiş bir devlet başkanının devrilmesini desteklemek suretiyle Beyaz Saray’ın yarattığı bir karmaşıklık idi) bulunuyordu. Ülke içindeki siyasi felç hali de bir başka sebebi oluşturmaktadır. Bütçe krizi, Obama’yı Ekim ayında dört Asya ülkesine yapacağı, bir hafta sürecek olan ve iki bölgesel zirve toplantısına katılması beklenen önemli bir ziyaretini iptal etmek zorunda bıraktı. Öte yandan, Asya’ya yönelimin başlıca savunucusu olan Hillary Clinton’ın görevinden ayrılması da bu süreci yavaşlattı.

Asya’ya odaklanmak konusunda yaşanan gecikme, Dış İlişkiler Konseyi’nin başında bulunan Richard N. Haass’ı, 22 Nisan günü şöyle bir yazı yazmaya yöneltti: “Amerika’nın dış politikası, tedirgin edici bir dağınıklık içinde. Asya’ya doğru yaşanan değişime dikkat edilmesi gerekiyor; keza ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde oldukça büyük çıkarları var. Burası, yüzyıla hükmetmesi muhtemel birçok ülkeye ev sahipliği yapan bir bölge. Bir Dışişleri Bakanı [John Kerry] ancak bu kadarını yapabilir; Kudüs ve Cenevre’de harcanan zaman, Tokyo ve Pekin’de harcanan zamanla aynı değil.”

Asya’ya kayma ekseni, Obama’nın 22-27 Nisan tarihlerinde Japonya, Güney Kore, Malezya ve Filipinler’e yaptığı son ziyaretle birlikte daha da ön plana gelmiş oldu.

Asya politikasının iki temel hedefi var:

(1) Çin’in uluslararası plandaki yükselişini, onun Doğu Asya’daki mantıklı çıkar alanı içerisinde siyasi olarak kısıtlamak;

(2) Washington’u Asya’nın ekonomik ortamına derin bir şekilde müdahil etmek ve Amerikan şirketlerinin bölgedeki sıradışı ekonomik büyümenin fırsatlarına daha fazla müdahil olmalarını sağlamak – özellikle de burasının hem ABD’den hem de ABD’ye yönelik doğrudan yatırımlar için en avantajlı bölge olduğu düşünüldüğünde...

Söz konusu eksenin üç ayağı var:

(1) Siyasi: Çin’in bölgesel düzeyde ayağını kaydırmanın en iyi yolu, ülkenin çevresini Amerika’nın müttefikleriyle doldurmaktır. Zaten bu süreç neredeyse tamamlanmış durumda. Washington, 1949 yılında Komünist devrimin başarıya ulaşmasından bu yana bu yönde bir çaba içerisine girmiş durumda. Foreign Affairs dergisinin Mayıs-Haziran sayısında yayımlanan bir makaledeki şu söz çok anlamlı: “ABD’nin bölgede savunma antlaşması yaptığı beş müttefiki var: Avustralya, Japonya, Filipinler, Güney Kore ve Tayland. Ayrıca, Brunei, Hindistan, Endonezya, Malezya, Yeni Zelanda, Singapur ve Tayvan gibi stratejik açıdan önemli ortaklıkları da mevcut. Myanmar ve Vietnam’la olan bağları da gelişiyor. Doğu / Güneydoğu Asya’da ise, bu durum Pekin’i dostane bir Rusya, sıkıntılı bir Kuzey Kore, aslen müttefik bir Kamboçya ve bir ayağı Çin’de diğer ayağı Vietnam’da olan bir Laos ile başbaşa bırakıyor.

Söz konusu eksen açıklandığından beri, Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Vietnam, daha önce hiç olmadığı kadar Doğu ve Güney Çin Denizi’ndeki toprak iddialarını Çin karşısında yüksek sesle ifade etmeye başladılar. Bunlar; uzun zamandır çözülememiş sorunlardı, ancak ABD’nin müttefikleri konuya müdahil olduğu ana kadar büyük oranda düşük yoğunluklu anlaşmazlıklar olarak devam etmişlerdi.

25 Mayıs günü Chinatopix’te aktarıldığına bakılırsa, Washington, yeni bir güvenlik ittifakı kuruyor ve bu ittifak içerisinde Filipinler, Vietnam, Avustralya ve Japonya var. Bu bilgi ise, ismini vermeyen bir Filipin hükümeti yetkili kaynağı ağzından verilmiş. Manila’dan gelen basın raporları ise, Washington’un söz konusu ittifaka Tayland ve Singapur’u da dahil etmek istediğini, bir yandan da Malezya’yı stratejik bir ortak olma yönünde desteklediğini belirtiyor.

Geçtiğimiz ay Obama, şayet Diaoyu adalarının (Japonya’ya göre Senkaku adalarının) egemenliği konusundaki anlaşmazlık ciddi bir çatışmaya dönüşürse, ABD’nin Japonya ile olan güvenlik antlaşmasının şartlarına uyacağını açıkladı. Daha da kötüsü, en büyüğü 1,7 mil kare olan ve bazıları birkaç kayalıktan ibaret olan ıssız birkaç adanın sahipliği konusunda bir savaşın patlak vermesinin doğurduğu gerçek üstü bir olasılıktır. Tuhaf olan şu ki; Obama yönetiminin söz konusu adaların kime ait olduğunu belirleyecek bir konumu yoktur –keza Tayvan da bu adalarda hak iddia etmektedir. Ancak Obama yönetimi bir çatışma halinde Japonya’yı koruyacaktır.

21 Nisan günü The Diplomat’a yazan J. M. Norton’a göre: “Çinlilerin bakış açısına göre; Washington, Japonya’nın dönüşümünün başlıca aracıdır. Zaman içerisinde “barışçıl” Japonya’nın öz savunma gücünü ulusal bir orduya dönüştürmesine yardımcı oldu. Ve ortak işbirliği aracılığıyla teknolojik olarak ileri silah sistemleri edinmek ve imal etmek konusunda Japon tarafına destek oldu – ki bu sistemlerin bazıları saldırı yeteneklerine sahip. Şu anda Çin’in lider kadrosu, Amerika’yı, Japonya’nın yeniden doğuşunun başlıca etmeni olarak görüyorlar ve ABD’nin giderek daha iddialı bir hal alan Japonya’yı sınırlandıracak siyasi iradeye sahip olmadığını düşünüyorlar. Dahası, Japonya’nın mevcut lider kadrosunun giderek artan kararlılığı, emperyal yöne bir sapma eşliğinde artan milliyetçilik bağlamında gerçekleşiyor. Kısacası, Çin’in bakış açısına göre, Amerika’nın lider kadrosu, “Japon militarizminin yeniden canlanması ve dışa doğru genişlemesi” sürecini teşvik ettiler. Bu da, Çin-ABD ilişkilerinin temelini oluşturan 1972 Şangay Tebliği’nde Çin’in ortaya koyduğu endişelerin ihlal edilmesi anlamına geliyor.

(2) Ekonomik: Washington’un Uzak Doğu’da ekonomik güç elde etme yönündeki umutları, Bush yönetimi tarafından 2006 yılında kurulan görece olarak küçük çaplı Trans-Pasifik Ortaklığı’nın yaygınlaşması yönünde. Obama yönetimi, TPP’yi Doğu Asya/Pasifik bölgesinin en önemli serbest ticaret örgütüne dönüştürme arayışında ve bu örgüte Amerika kıtasından, ana Pasifik ada ülkelerinden ve Asya anakarasından mümkün olduğunca fazla ülkenin katılmasını arzu ediyor. İdeal şartlarda, Beyaz Saray’ın bakış açısına göre, böylesi bir birim, diğer tüm Doğu ve Güney Asya bölgesel ticaret gruplarını geride bırakacak. TPP’nin dışında tutulan Çin, –tıpkı Güneydoğu Asya Ulusları Birliği’nin 2012 yılındaki önerisine benzer şekilde- Asya kıtası çapında bir ticaret örgütünün gelişimini destekliyor. Global Times’ta Lancaster Üniversitesi’nde profesör olan Du Ming’in 9 Haziran günü kaleme aldığı bir makaleye göre, “hem ASEAN hem de Çin, TPP’nin Doğu Asya’nın ekonomik entegrasyonunu darmadağın etmesi muhtemel bir santrifüj olabileceğine dair ortak endişeler paylaşıyorlar.”

TPP’nin önemli bir amacı da, ABD’yi Asya’da önemli bir ekonomik ortak olarak konumlandırmak, küresel hegemonyasını güçlendirmek ve nüfuz alanını Çin’in ön ve arka bahçelerine doğru genişletmektir. Bununla birlikte, ticaret anlaşması, ABD ve Asya’da birçok sorunla karşı karşıya kaldı. Bazı ülkeler arasında, hatta ABD’deki bazı halklar ve siyasetçiler arasında, halen büyük oranda gizli kalan anlaşmanın, halkların çıkarları aleyhine kapitalizmin taşkınlıklar yapmasına izin verdiği yönünde bir korku mevcut. Kongre, Obama’nın TPP’nin hızlı yollardan onaylanması yönündeki talebini reddetti. Bu da, gerekli değişiklikler yapılana dek, sürecin sürüncemede bırakılacağının bir işareti. Çevre temizliği, işçi hakları ve bilgilerin eksiksiz sağlanmasını savunanlar, en azılı muhalifler arasında.

Militarizme geri dönüş yönündeki bariz istekliliğiyle ABD’yi tatmin etmesine rağmen, Japonya’nın sağ eğilimli milliyetçi başbakanı Shinzo Abe, Obama’nın Nisan ayında Tokyo’yu ziyaret etmesinin gerisindeki temel gerekçeyi reddetti. Amerikan başkanının aşırı şekilde yalvarmasına rağmen, bir TPP üyesi olmayı kabul etmedi. Projenin Asya ayağının kilit taşı olması beklenen Japonya, tarım vergileri ve otomobiller üzerinden bir takım tavizler talep ediyor.

Şu nokta net bir şekilde anlaşılmalı ki; ABD’nin Çin’i ekonomik olarak zayıflatma arzusu yok. Sadece bunu siyasi düzlemde yapmak istiyor; öyle ki bundan sonra Washington’un tek taraflı dünya liderliğine zarar vermeye cesaret edemesin. Hintli muhabir M.K. Bhadrakumar’ın 9 Mayıs günü Asia Times için yazdıklarına bakarsak: “Çin’in büyümesi, Amerikan ekonomisinin düzelmesi ve canlanmasıyla bağlantılı. Çin, potansiyel olarak Amerikan ekonomisinde temel bir yatırım kaynağı. Çin’in finansal sistemi ve iç pazarı açma yönünde önerdiği reformlar, Amerikan iş dünyası açısından son derece cazip.”

(3) Askeri: Washington, Çin’i giderek gelişen bir askeri ateş çemberiyle kuşatmış durumda: NSA denetim ve casusluk uydularından, Ordu, Donanma ve Hava Kuvvetleri üslerine, nükleer silahlı denizaltılar ve Amerika’nın 11 adet muazzam uçak gemilerine, onlarca çeşit bombardıman uçağı ve savaş uçaklarına, kısa, orta ve uzun menzilli füzelerden Amerika’dan fırlatılması ve Çin’deki yüzlerce büyük kenti yerle bir etmesi mümkün olan binlerce nükleer silaha dek... Amerika’nın müttefiki Japonya’nın Çin’den çok daha büyük ve güçlü bir donanma ve hava kuvvetine sahip olduğunu da es geçmemek gerekiyor.

Askeri teknoloji, silahların geliştirilmesi ve çağdaş mühimmat alanlarında Çin’in ABD’nin oldukça gerisinde olduğu doğru olsa da, bir yandan da onu yakalamaya çalışıyor. Amerika sürekli olarak Pekin’in savaş bütçesinin boyutlarından şikayet ediyor; ancak bu bütçe, ABD’ninkinin neredeyse onda biri kadar. Keza, Çin, Rusya, İngiltere, Japonya, Fransa, Suudi Arabistan, Hindistan, Almanya, İtalya ve Brezilya’nın 2012 yılındaki toplam askeri harcaması, Pentagon’un yıllık 650 milyar dolarlık harcamasına yaklaşsa da, tam olarak denk düşmüyor. Ve bu meblağa, İç Güvenlik Bakanlığı’nın ulusal güvenlik harcamaları, önceki dönemde yaşanan savaşların borçlarının üzerindeki devasa faiz ödemeleri, nükleer silah inşası ve bakımı, hükümete ait 17 adet casusluk ajansının beslenmesi ve diğer hükümet birimlerinin savaş ve güvenliğe ilişkin maliyetleri dahil değil.

Peki, Çin savunma harcamalarını artırırken ABD azaltıyor mu? Başkan Obama’nın Kasım 2011’de Avustralya parlamentosunda yaptığı konuşmadan parçalar aktararak bu soruya yanıt vermeye çalışacağız. Obama, bu konuşmasında, ABD’nin Asya/Pasifik bölgesindeki rolünü genişlettiğinden söz ediyordu: “Ulusal güvenlik ekibimi, Asya Pasifik’teki varlığımız ve misyonumuzu öncelikli bir başlık haline getirmeleri konusunda yönlendirdim. Bunun sonucunda, Amerikan savunma harcamalarındaki azalma, Asya-Pasifik aleyhine işlemeyecek. Keza, daha şimdiden Amerika’nın Asya-Pasifik’teki savunma tavrını modernleştiriyoruz. Söz konusu konumumuz, çok daha geniş bir çerçeveye yayılacak, Japonya ve Kore yarımadasındaki güçlü varlığımızı sürdüreceğiz, bir yandan da Güneydoğu Asya’daki varlığımızı güçlendireceğiz.”

Bu noktada iki hususun akılda tutulması gerekiyor:

1. Askeri açıdan Çin, ABD’den en az 20 yıl geriden geliyor; ancak silah teknolojisini, silahların geliştirilmesi ve üretimini hızlı bir şekilde iyileştiriyor. Bununla birlikte, ABD de aynısını yapıyor ve gelecekte bu alandaki liderliğini elinde tutmayı hedefliyor.

2. Pekin’in, yurtdışında askeri üs kurma planları yok (Pentagon’un 800 üssüne karşılık). Çünkü, bu zamana dek temel ilgisi; kendi topraklarını geliştirmek, zenginleştirmek ve korumak oldu. Kimse Tibet’e dokunmasın yeter. Hong Kong, Çin Komünist Partisi’nin bir zamanlar burjuva demokrasi olarak adlandırdığı şeydir; ancak halen Çin’in etki alanı içerisinde bulunuyor. Çin, komşularıyla bazı sert ağız dalaşlarına giriyor. Bu, talihsiz bir durum. Ancak hepsi de, Pekin’in uzun süre kendi toprağı olarak iddia ettiği Çin Denizi topraklarıyla ilgili. Mevcut sistem çok çatışmacı nitelikte; ve Beyaz Saray’ın aksi yöndeki iddialarına rağmen tüm bu olanların tek suçlusu da Çin değil.

Eksen açıklandığından beri, ABD’nin Asya/Pasifik’teki üslerinin sayısı hızla artıyor: Avustralya’dan Filipinler’e dek genişliyor.

28 Nisan günü Agence Presse’in aktardığına göre: “Pentagon, Batı Pasifikleri, uçakları için alternatif hava üsleri, gemileri için limanlar ve birlikleri için kara üsleri olarak ön plana çıkarmaya çalışıyor. Plan ise; Amerikan ordusunun Nisan sonu itibariyle -Başkan Obama’nın Filipinler’e ziyaretiyle birlikte- ivme kazanan varlığını tüm bölgede yaygınlaştırmak. Her ne kadar Manila, ABD’den ülkede 1991 yılındaki kitlesel protestoların ardından kurup uzun zamandır sahip olduğu üsleri boşaltması yönünde ricada bulunmuş olsa da Çin’in iddialı tavrı sonucu fikirlerde bir değişime gidildi. ABD ve Filipinler, Amerikan uçakları ve gemilerinin çok daha fazla ziyarette bulunması ve donanmanın dönemsel bir varlık sergilemesini sağlayacak olan yeni bir anlaşma imzaladılar.”

“Amerikan ordusu, Çin kaynaklı artan sorunlarla başa çıkmak için Asya-Pasifik bölgesindeki coğrafi varlığını daha da genişletmesini sağlayan anlaşmaları sessiz sedasız uygulamaya geçiriyor. Yeni yaklaşımın bir boyutu; uzun soluklu müttefiklerle olan askeri işbirliğini güçlendirmek. Diğer boyut ise; Pasifiklerdeki birçok küçük ada üzerindeki eski tesisleri modernize etmek. Keza bunların büyük kısmı, Çin’in füze menzilinin dış çeperi içerisinde bulunuyorlar.”

Rastlantı sonucu Amerika ve Japonya, Çin’in Doğu Çin Denizi’nde, Diaoyu adalarını da kapsayacak bir şekilde, bir hava savunma tespit bölgesi (ADIZ) kurmasına onay vermemek konusunda hemfikir oldular. Pekin’in söz konusu bölgesi, Tokyo’nunkiyle (1969 yılından beri mevcut idi) örtüşüyor ve toprak hakları üzerindeki farklılıkları yansıtıyor. Pekin’in bölgesi, Çin’den 81 mil öteye dek uzanıyor – yani tamamen Tokyo’nun Japonya’ya olan uzaklığı kadar. Uluslararası kurallara uygun olarak, ADIZ, uçakların hava sahasına girerken tespit edilmelerini gerektiriyor. Çin’in geçtiğimiz Kasım ayındaki bu girişiminden bir gün sonra, bir Amerikan uçağı kendisini tanıtmaksızın söz konusu bölgeye kasti olarak giriş yaptı. Çin’in herhangi bir misillemesi olmaksızın bu işlemi tekrarladı. Eğer kendisini tanıtmaksızın Amerika’nın ADIZ’ine herhangi bir uçak giriş yaparsa, savaş uçakları söz konusu saldırgan uçağı bir şekilde yere inmeye mecbur bırakırdı.

Amerika’nın Çin karşısındaki askeri hazırlıklarını sıralamak ve anlatmak için bir kitap dolusu yer lazım. Eğer –ABD’nin rutin olarak Çin denizinde yaptığına benzer şekilde- Pekin de bir adım atmış olsaydı –örneğin Karayipler’e bir keşif gemisi göndermek gibi- Washington’un “ya vazgeç ya da savaşa hazırlıklı ol” şeklindeki tehditkar bir tavrı söz konusu olurdu.

Buradaki mesele şu: söz konusu eksenin bazı unsurlarının hızı kesilmiş olsa da, askeri boyut hızla gelişiyor. Askeri geliştirme konusundaki haberler zaman zaman gazetelerde çıkıyor; ancak Amerikan halkının büyük kısmının olan biten hakkında pek bir fikri yok; fikri olanlar da kandırılmış olanlar...

Başkan Obama’nın bu eksenden söz etmeyi reddetmesinin, konuşmasında ayrıntı vermemesinin sebebi anlaşılır. Ancak eğer bundan söz etmiş olsaydı, Amerika’nın iyi niyeti konusunda yapay genellemelerin ötesine geçemeyecekti. Askeri geliştirmenin, savunma antlaşmalarının, TPP’nin, Çin’i çevreleme çabalarının ve Amerikan lider kadrosunun yüzyılın geri kalanında küresel hegemonyasını devam ettirme hedefinin gerisindeki sebeplere dair dürüst bir ulusal tartışma da henüz söz konusu değil. Böyle bir tartışma ortamını açabilmek için, ulusun tümüne yönelik bir konuşmada, gelecekte ciddi bir çatışmanın ufukta göründüğü vurgulanabilir. Ancak bu imkansız görünüyor, değil mi?

Kaynak:  http://www.globalresearch.ca/the-middle-east-and-the-pivot-to-asia-obamas-us-foreign-policy-bait-and-switch/5386941

 



Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

Bayraktar AKINCI ASELFLIR-500 ile hedefi başarıyla vurdu

Bayraktar AKINCI, Aselsan tarafından milli olarak geliştirilen ASELFLIR-500 Elektro-Optik Keşif, Gözetleme ve Hedefleme Sistemi’ni kullanarak deniz üstünde seyreden Albatros İDA’yı başarıyla imha etti.

Teknoloji

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Rusya, Ukranya'nın en büyük özel elektrik şirketine saldırdı

İsrail ordusu Halep'i vurdu: 38 kişi öldürüldü

Türkiye’nin iç sorunu bir PKK’dan Avrupa’nın sorunu bir PKK’ya

STK’LAR YILDIZ HOLDİNG’TE BULUŞTU

Ukrayna: Rusya, başkent Kiev'e seyir ve balistik füzelerle saldırdı

Rus istihbaratı: Fransa, ilk etapta 2 bin askeri Ukrayna'ya göndermek için hazırlık yapıyor

Erdoğan'ın iftar yemeğinde sarf ettiği cümle Yunanistan'da tepkiyle karşılandı! Hükümete çağrı yaptılar

MİT PKK'nın sözde İran sorumlusunu Kandil'de etkisiz hale getirdi

Yükleniyor