Pakistan Üzerinden Emperyal Oyunlar Dönüyor

Pakistan Üzerinden Emperyal Oyunlar Dönüyor

Pakistan, Amerika’nın bir hedefidir. Sebebi de; Pakistan’ın Çin ile artan askeri ve stratejik bağlantılarıdır; keza Çin, Amerika’nın küresel düzlemdeki başlıca stratejik rakibi olmayı sürdürüyor. Küresel hegemonya uğruna yürütülen

Andrew Gavin Marshall

Usama bin Ladin’in öldürülmesiyle birlikte gözler yeniden Pakistan’a çevrilmişken, bu ülkenin jeostratejik anlamda –özellikle de Amerika’nın Pakistan’a yönelik stratejisindeki değişim bağlamında- farklılaşan rolünü değerlendirmek asli önem arz ediyor. Söz konusu cinayet, Pakistan’ı hedef tahtasına yerleştirme amaçlı bir propaganda manevrasıydı. Bunu anlamak için, Amerika’nın son yıllarda Pakistan’a yönelik stratejisini “istikrar bozma” anlamında nasıl değiştirdiğini incelemek gerekiyor. Kısacası, Pakistan, Amerika’nın bir hedefidir. Sebebi de; Pakistan’ın Çin ile artan askeri ve stratejik bağlantılarıdır; keza Çin, Amerika’nın küresel düzlemdeki başlıca stratejik rakibi olmayı sürdürüyor. Küresel hegemonya uğruna yürütülen bu “Büyük Oyun”da, Amerika’nın küresel üstünlüğünü engelleyen herhangi bir ülke –Pakistan gibi tarihsel olarak önemli bir ülke dahi olsa-, rahatlıkla gözden çıkarılabilir.

Bu makalede, Amerikalı stratejik topluluğun –özellikle de askeri ve istihbarat çevrelerinin- Pakistan’a karşı değişen görüşleri incelenecek. Özellikle, Pakistan’ın istikrarsızlaşmaya devam edeceği ve son kertede çökeceği yönünde genel bir kanı söz konusu. Bu değerlendirmelerde sözü edilmeyen şey ise; bu gerçekliğin oluşturulmasında askeri ve istihbarat çevrelerinin rolü. Bu makalede, ayrıca, bu ülkeye askeri istilaların artması neticesinde, Amerika’nın Pakistan stratejisindeki askeri değişimler mercek altına alınacak.

Pakistan üzerinden emperyal oyunlar dönüyor

2000 yılı Aralık ayında, CIA, 2015 yılına yönelik küresel eğilimleri incelediği bir rapor yayımladı. Raporda, 2015 itibariyle, “Pakistan’ın çok daha parçalı, münzevi ve uluslararası mali yardıma çok daha bağımlı bir ülke haline geleceği” belirtiliyordu. (1) Dahası, raporda Pakistan hakkında şu ifadelere de yer verilmekteydi:

“Pakistan, on yıllardır süren siyasi ve ekonomik kötü yönetimden, bölücü politikalardan, hukuksuzluktan, yolsuzluktan ve etnik bölünmelerden kolay kolay kurtulamayacak. Yeni yeni ortaya çıkan demokratik reformlar, radikal İslamcı partilerin ve kökleri sağlam duran siyasi elitin uyguladığı muhalefet karşısında pek bir etki doğurmayacak. Ülke içindeki bu çöküş ise, İslamcı siyasi aktivistlere yarayacak; bu kesimler, ulusal politika üzerindeki etki güçlerini artırıp, ordunun (ki ordu bir zamanlar Pakistan’ın en mahir kurumuydu) yapısını ve uyumunu değiştirecek. Ülke içinde süregiden bu çalkantılar karşısında, merkezi hükümetin denetimi; büyük olasılıkla Punjabi’nin en önemli kısmına ve Karaçi’nin ekonomik merkezine doğru azalacak. (2)

Raporda, ayrıca, bölgede Pakistan-Hindistan arasındaki soğuklukla ilintili eğilimler inceleniyor:

“Hindistan ile Pakistan arasındaki çatışma tehdidi, önümüzdeki on beş sene içindeki tüm diğer bölgesel meseleleri gölgeleyecek. Pakistan ve Afganistan’da devam eden çalkantılar, Kaşmir ve alt-kıtanın diğer bölgelerine doğru yayılacak; Hintli liderleri, çok daha saldırgan ve misilleme kabilinde hareketlerde bulunmaya itecek. Hindistan’ın Pakistan üzerindeki konvansiyonel askeri avantajı ise, Yeni Delhi’nin üstün ekonomik konumunun bir sonucu olarak genişleyecek.” (3)

2005 yılında, Times of India, ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin bir raporunu aktardı sayfalarından… CIA ile istişare halinde yazılan bu raporda, Pakistan için “Yugoslavya benzeri bir kader” öngörülüyor ve şöyle deniyordu: “2015 yılı itibariyle, Pakistan, başarısız bir devlet olacak; iç savaş batağına saplanacak; ülkede kan gövdeyi götürecek; eyaletler arasında düşmanlıklar artacak; nükleer silahların denetimine yönelik bir mücadele patlak verecek ve topyekün bir Talibanlaştırma yaşanacak. (4)

2008 yılı Kasım ayında, ABD Ulusal İstihbarat Konseyi “Küresel Eğilimler 2025” adıyla bir rapor yayımladı. Raporda, 2025 yılına yönelik başlıca eğilimler vurgulanıyordu. Pakistan mevzu bahis olduğunda ise, raporda şu cümlelere yer verildi: “Pakistan ile Hindistan arasında süregelen düşük yoğunluklu çatışmalar devam edecek ve bu iki nükleer güç arasında daha büyük bir çatışma olasılığını beraberinde taşıyacak.” (5) Raporda, Pakistan’ın “başarısız devlet” riskiyle karşı karşıya olduğu da söyleniyordu. (6) Potansiyel başarısız devletleri inceleyen raporda, şöyle deniyordu:

“Gençlerin sayıca fazlalığı, kökleri derinlere uzanan çatışmalar ve sınırlı ekonomik yetenekler; Pakistan, Yemen, Afganistan, Filistin ve diğer ülkeleri “yüksek risk” kategorisinde tutacağa benziyor. Bu ülkelerdeki çalkantıların dalda dalga yayılması ise, bölgenin başka bir kısmında refah ve siyasi istikrara yönelik girişimlerin zorlu geçeceği yönündeki olasılığı artırıyor.” (7)

Raporda, Pakistan’dan “joker” olarak söz ediliyor ve “eğer Pakistan 2025 yılına kadar parçalanmadan varlığını sürdüremezse, Paştun kabilelerinin daha geniş çaplı bir bütünleşmeye gideceği ve Pakistan ile Afganistan’ı birbirinden ayıran Durand Hattı’nı silmek için birlikte hareket edecekleri; böylelikle Pakistan’da Paştun’lara ayrılan bölgenin hudutlarını, Pakistan’da Punjabiler, Afganistan’da ise Tacikler ve diğerleri aleyhine genişleyecekleri ” belirtiliyor. (8)

2009 Ocak’ında, Pentagon’un çıkardığı bir raporda, önümüzdeki 25 sene içinde ABD ordusu açısından önem taşıyan jeopolitik eğilimler incelenmiş ve Pakistan’ın “hızlı ve ani” bir çöküşle karşılaşabileceği aktarılmıştı. “Pakistan’daki çöküşün, daimi bir şiddet ve kanlı bir iç savaş ve mezhepler savaşı yaratabileceği olasılığı”ndan söz edilerek, nükleer silahların geleceğinin sorgulanacağı belirtilmiş ve böylelikle “mükemmel belirsizlik fırtınası neticesinde, bu devasa karmaşa ve tehlike ortamının ABD ve koalisyon güçlerini sorumluluk üstlenmeye sevkedebileceği” belirtilmişti. (9)

2009 Nisan’ında Başkan George Bush’un ve mevcut devlet başkanı Obama’nın baş danışmanı da Pakistan’ın birkaç ay içinde çökebileceği yönünde bir uyarıda bulunmuş ve şöyle demişti: “Eğer Pakistan çökerse, bugüne dek terörizmle savaş anlamında tanıklık ettiğimiz her şeyi gölgede bırakacak bir durum ortaya çıkacak.” Danışman David Kilcullen ise, bu olasılığın Afganistan ve Irak’taki mücadelelerden farklı olacağını, bu ülkelerin her birinin 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olmasına karşın, “Pakistan’da 187 milyon kişinin yaşadığı ve 100 nükleer silahın bulunduğunu” belirtiyor ve bunun “Amerikan ordusundan bile daha büyük bir ordu olduğuna dikkat çekip, El Kaide karargahlarının Pakistan hükümetinin kontrolü dışında bulunan topraklara yayıldığını ve bu toprakların, ülkenin üçte ikilik bir bölümünü kapladığını” ifade ediyor. (10)

Hedef: Pakistan

Bush yönetiminin son dönemlerine geri dönersek, ABD’nin Pakistan’daki stratejisinin o dönemde de değişmekte olduğu ve askeri operasyonlara giderek daha fazla yöneldiği açıkça ortadaydı. 2007 Ağustos ayında ifşa edilen bir takım gizli belgelere göre, ABD ordusu 2004 yılında “elit birliklere bölgede geniş bir otorite alanı tahsis etmişti; böylelikle şüphelenilen teröristlerin izini Pakistan içinde de sürmek, ancak bu durumdan Pakistanlıları önceden haberdar etmemek amaçlanıyordu.” (11)

2007 yılı Kasım ayında, New York Times’ta yayımlanan bir köşe yazısında, “Nükleer silahlara sahip bir Pakistan’ın uçurumun kenarına sürüklendiği bir dönemde ABD hiçbir şey yapmadan eli kolu bağlı şekilde bekleyemez” deniyor ve “Pakistan’daki fizibıl askeri seçeneklerimiz konusunda düşünmemiz gerektiği” uyarısında bulunuluyordu. Makalenin köşe yazarları olan Frederick Kagan ve Michael O’Hanlon, tanınmış strateji uzmanları olup, aynı zamanda American Enterprise ve Brookings Enstitüleri’nde ders vermekteydi. Bu iki enstitü, ABD’nin önde gelen ve etkili düşünce kuruluşları arasında yer alıyor. Pakistan’ın liderlerinin halen ılımlı ve ABD dostu oldukları belirtilirken, “Amerikalıların da İran’daki Şah rejimi hakkında bir zamanlar benzer bir hissiyat içinde bulunduklarından, ancak bu süreçte geç kalındığından” söz ediliyor; 1979’da İran devriminin patlak vermesine atıfta bulunuluyordu. Yazarlar şöyle bir uyarıda da bulunmayı ihmal etmiyorlardı:

“En muhtemel iki tehlike şudur: Pakistan hükümetinin tamamen çökmesi; böylelikle boşluğu doldurmak üzere aşırı İslamcı bir hareketin patlak vermesi; sınır bölgelerindeki federal denetimin etnik ve kabile unsurları dolayısıyla tamamen yitirilmesi; veya Pakistan ordusu içinde bir mücadelenin patlak vermesi ve bu mücadele çerçevesinde Taliban ve El Kaide’ye yakın bir azınlığın, Pakistan’ı terörizm sponsoru bir devlet haline getirmeye çabalaması.” (12)

Yazarlar, askeri çözümlerin “ürkütücü” olduğundan söz ediyorlardı; keza Pakistan 187 milyonluk bir millet olup, Irak’ın yaklaşık beş katına karşılık geliyordu. “Tahminlere göre; bu boyuttaki bir ülke için bir milyondan fazla askerden oluşan bir kuvvet gerekiyordu.” Bu da yazarları şöyle bir sonuca sevk ediyordu: “Dolayısıyla, eğer başarı umudu içinde isek, hükümetin tamamen çökmesinden önce hareket etmeliyiz; bunun için de Pakistan’daki ılımlı kesimlerin işbirliğine ihtiyacımız var.” Yazarların önerdiği bir plana göre; özel kuvvetler konuşlandırarak, Pakistan’daki nükleer materyallerin ve savaş başlıklarının yanlış kişilerin eline geçmesi önlenmeliydi. Bununla birlikte, “Amerikan yanlısı Pakistanlılar bile, bu konuda işbirliğine yanaşmayacaktır.” Bir diğer seçenek ise, şuydu:

“Pakistan’daki silahlı kuvvetlerin ana çekirdeğini destekleyerek, etkisiz bir hükümet, ayrılıkçı sınır bölgeleri ve El Kaide ile Taliban’ın lider kadroya yönelik cinayet girişimleri karşısında ülkenin bir arada tutulmasını bu sayede sağlamak… Bu da, önemli miktarda muharip güç gerektiriyordu. Bu güçler sadece ABD’den değil, ideal olarak diğer Batılı güçler ve ılımlı Müslüman milletlerden de alınmalıydı.” (13)

Yazarların vardığı sonuç ise; Pakistan’daki herhangi bir devlet çöküşünün, büyük olasılıkla tedrici olacağı, dolayısıyla ABD’nin buna karşılık vermede önünde yeterli zamanın bulunacağıydı. Yazarlar, Pakistan’ın nükleer cephaneliğinin güvence altına alınması ve militanlarla mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Makale şu uyarıyla sonlanıyordu: “Pakistan, bir sonraki büyük imtihan olabilir.” (14)

2007 yılı Aralık ayında Asia Times Online’da, ABD’nin Pakistan’ı Devlet Başkanı Müşerref’ten kurtarma planına dair bir haber yayımlandı. Haberde ayrıca, ABD ve daha genel anlamda Batı ülkelerinin, Pakistan ordusunu yok etmeye yönelik bir strateji başlattığı belirtilmekteydi. Bunun bir parçası olarak, ABD, Pakistan’ın askeri yapılanmasını şeytanlaştırmaya dair bir medya kampanyası başlattı. Tam da bu sırada Benazir Butto, Pakistan Gizli Servisi ISI’yi eleştiriyor ve ISI’nin kökten bir yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiği telkininde bulunuyordu. Aynı dönemde ABD medyasında da ISI’nin El Kaide ve Taliban’a destek ve finansman yardımında bulunduğuna dair suçlamalar göze çarpıyordu. Tüm bu yazılan söylenenlerin büyük bölümü belgelendirilmiş olsa da, birçok batılı yetkilinin ve medyanın konuşma notlarında bu hakikatin bir anda ortaya çıkmış olması, eski bir müttefike karşı bir tavır değişikliği anlamına gelmekteydi. (15)

Gerek Demokratlar gerekse Cumhuriyetçiler, Pakistan’ın İran’dan daha büyük bir tehdit oluşturduğu yönünde açıklamalarda bulunuyorlardı. Dönemin Senatörü (şimdilerde Başkan Yardımcısı) Joseph Biden ise, ABD’nin “uluslararası camia” ile işbirliği halinde Pakistan’a asker konuşlandırması gerektiğini telkin ediyordu. Biden’e göre, “orada bulunmamız gerekiyordu”; ve “medreselerle rekabet edebilmeleri için yeni okullar açmalıydık; bunun için de on milyonlarca dolar para temin edilmeliydi. Orada demokratik kurumlar kurmak için bulunmalıydık. Orada bizzat var olmalı ve dünyanın geri kalanını da bu bölgeye çekebilmeliydik. Böylelikle, demokratik bir sürecin yeniden başladığı bir dönemde, bu sürece şekil verebilirdik.” (16)

Amerika’daki politika-strateji çevrelerinde, yetkililer açık açık Pakistan’ın küçük devletlere bölünme olasılığını tartışmaya açmışlardı ve Müşerref’in “yerinden edileceği” hususu giderek daha fazla konuşulmaya başlanmıştı. Zaten bu da aynen gerçekleşti. Asia Times’ın da belirttiği gibi: “Bir diğer endişe verici mesele ise; Amerikalı yetkililerin Pakistan’ın müstakbel lideri olarak Butto’ya destek verdiklerini Pakistanlılara uluorta beyan etmeleriydi. Washington’un bu tür hareketleri, sadece Pakistan’daki herhangi bir halk liderinin ölüm öpücüğü anlamına gelmekle kalmıyordu; aynı zamanda Amerikalılar, bu hareketlerinin Butto’yu hedef tahtasına yerleştirecek potansiyel katillere de davetiye çıkardığını gayet iyi biliyorlardı.

Eğer Butto bu şekilde öldürülürse, gerçek suçluyu bulmak için yeterli vakit olmayacak; ancak kesin olan şu ki, İslamabad üzerinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir uluslararası baskı ortamı doğacak ve ülkede maksimum düzeyde bir iç kaos çıkarmak için herkes kendi yerel varlıklarını kullanmaya yönelecek.” (17)

Elbette Pakistan’daki olaylar aynen bu şekilde cereyan etti. Bu makalenin yazarının da daha önce işaret etmiş olduğu gibi, “Butto’nun öldürülmesi, Pakistan ordusunu kalıcı olarak geri plana itebilecek bir tür baskı ortamını doğurabilir. Böylelikle Washington, İslamabat’ta yeni bir liderlik kadrosu oluşturmak için yeterince manevra alanına sahip olmuş olur. ABD, bu kez son derece ciddiydi. Pakistan’ı bu kez elinden kaçırmayacaktı.” (18)

Dolayısıyla, ABD’nin Pakistan’daki yeni stratejik hedefi, Pakistan ordusunu iktidardan uzaklaştırmak; Müşerref’in yerine başka birini geçirme ihtiyacını herkesin hissetmesini sağlamak ve en sonunda yeni ve yumuşak başlı bir sivil lider kadrosu kurmak noktalarına odaklanmıştı. Bunun sonucunda, Pakistan’daki elit kesim bölünecek; ordunun Pakistan’daki iç politika üzerindeki etkisi tehdit altına girecek; ve Pakistan hükümeti çok daha doğrudan bir denetime tabi tutulacak.

Sanki malum olmuş gibi Aralık ayında ise, şöyle bir haber aktarılmıştı: “Benazir Butto’nun öldürülmesinin ardından hükümet otoritesinin çökmesi veya bir iç savaşın patlak vermesi durumunda ABD özel kuvvetleri, Pakistan’ın nükleer cephaneliğine el koymaya veya cephaneliği etkisiz hale getirmeye hazırdır.” (19)

New York Times’ta ise, Ocak 2008’de şu minvalde bir makale yayımlandı: “Başkan Bush’un kıdemli ulusal güvenlik danışmanları, CIA’in ve ordunun Pakistan’daki kabile bölgelerinde gizli ve daha saldırgan operasyonlar yürütme yetkisini genişletmeyi tartışıyorlar.” Makalede, yeni stratejinin, El Kaide ve Taliban’ın Pakistan içindeki faaliyetlerine bir yanıt olarak doğduğu belirtiliyordu. Denilen o ki, Bush’un Ulusal Güvenlik timi, bu yöndeki çabalarını, Butto’nun 10 gün önce öldürülmesine bir yanıt olarak organize etmişlerdi. (20)

Strateji tartışmalarına müdahil olan yetkililer ise; “kimi seçeneklerin, büyük olasılıkla içine CIA’yi dahil edeceğini ve ordunun Özel Operasyonlar gücü ile birlikte çalışılacağını” söyledi. Bir yetkiliye göre ise; “yıllar boyu Afganistan’a odaklandıktan sonra, artık aşırılık yanlılarının daha büyük bir ödül şansını fark ettiklerini düşünüyoruz: Pakistan’ın kendi içinde bir kaos yaratmak.” Bu stratejinin en önemli unsuru ise, Times’ın da aktardığı gibi, şuydu: “Eleştirilere göre, Amerika’nın daha doğrudan bir askeri tatbikatı etkisiz olacak; Pakistan ordusunu öfkelendirecek ve militanlara yönelik desteği artıracaktı.” (21) Belki de bu sadece önerilen stratejinin bir “yan etkisi” değildi; aslında stratejinin bizatihi bir parçasıydı.

Önde gelen bir Pakistanlı askeri-siyasi analizcinin belirttiği gibi; Pakistan’ın içlerine doğru yapılan baskınlar, öfkeyi artıracak ve halk desteğini yitiren Pakistan hükümetine karşı “daha güçlü bir halk ayaklanmasını güçlendirecek” (22). Bununla birlikte, daha önce belirttiğim gibi, bu sadece bir niyet olabilir; keza böylelikle hükümet ABD’ye çok daha bağımlı hale gelecek, dolayısıyla da daha itaatkâr olacak.

3 Eylül 2008 tarihinde, ABD Özel Kuvvetleri’nin bir komando baskını gerçekleşti Pakistan’a… Ve, 15-20 kişi öldü. Aralarında çocuklar ve kadınlar da vardı. Özel Kuvvetler’e, operasyon sırasında beş Amerikan helikopteri de eşlik etmekteydi. (23)

2009 Şubat’ında aktarılana göre ise; “Pakistan’ın kontrolden çıkan kabile bölgelerinde gücü ele geçiren El Kaide ve Taliban’la mücadelesinde silahlı kuvvetlere yardımcı olmak için 70’den fazla Amerikalı askeri danışman ve teknik uzman gizlice Pakistan’da görev almaya başladılar.” Dolayısıyla, sadece Amerikan Özel Kuvvetleri Pakistan topraklarını işgal etmekle kalmıyorlar; ayrıca artık Amerikalı askeri danışmanlar da, kendi operasyonlarında Pakistan ordusuna gizlice danışmanlık yapmaya başlıyorlardı. Danışmanlar, öncelikle, Özel Kuvvetler askerlerinden oluşuyordu ve Pakistan ordusuna, “istihbarat ve muharebe taktiklerinde danışmanlık sağlıyorlardı”. Böylelikle, ABD Merkez Kumandanlığı ve Özel Operasyonlar Kumandanlığı’nın (JSOC – Ortak Özel Operasyonlar Kumandanlığı) yöneticiliğinde gizli bir kumandanlık oluşturulmasına giden yol döşeniyordu. (24)

Mayıs 2009’da aktarılana göre; “ABD, Pakistan’da şiddetin en yoğun olduğu bölgelerden birine Özel Kuvvetler timlerini göndermeye başladı. Bu girişim, Pakistan ordusun eğitimini hızlandırmanın ve bölgedeki asilerle mücadelede Pakistan’ı daha etkin bir müttefik haline getirmenin bir parçasıydı.” Özel Kuvvetler, Beluçistan bölgesinde iki eğitim kampı konuşlandırmışlar ve “El Kaide ile Taliban savaşçılarıyla mücadeleden sorumlu paramiliter bir güç olan Pakistan’ın sınır muhafızlarını eğitmeye odaklanmışlardı”. Dahası, proje, İngiltere ile ortaklaşa yürütülmekteydi. İngiltere, “askerlerin eğitiminin finansmanına yardımcı oluyordu. Ancak, İngiliz askeri personelinin de bu girişimde yer alıp almayacakları henüz açık değildi. Britanyalı yetkililer, yıllardır bu tür bir çaba için bastırıyorlardı.” (25)

Kasım 2009’da ortaya çıktı ki; “Amerikalı özel güçler, sınır bölgesindeki gizli savaşın bir parçası olarak Pakistan’ın kabile bölgelerine birçok gizli akın düzenlemişlerdi.” Hakikat, eski bir NATO görevlisi tarafından ifşa edilmişti. Bu akınların, 2003-2008 yılları arasında gerçekleştiği söyleniyordu. Hatta, Amerikan askeri belgelerinin belirttiği tarihten bile gerilere uzandığına dair bir rivayet vardı. Kaynakta ayrıca, “Pakistanlıların bu konudan tamamen habersiz olduğu ve resmi olarak da hiçbir zaman teyit edilemeyeceği” belirtilmekteydi. Dahası, kaynağın da belirttiği gibi, “Britanyalı SAS askerleri, 2002 ve 2003 yıllarında ve belki de daha sonraları Beluçistan eyaletinde aktif görev almışlardı”. (26)

Pakistan’ın “Balkanlaştırılması”: Pakistanlıları Suçlamak

Selig S. Harrison, Center for International Policy adlı düşünce merkezinde Asya Programı direktörü olup, Woodrow Wilson International Center for Scholars’da ders vermekte ve Carnegie Endowment for International Peace bünyesinde kıdemli araştırma görevliliğini devam ettirmektedir. Kendisi ayrıca geçmişte muhabirlik ve gazetecilik de yapmıştır. “Dış muhabirlik kariyeri boyunca dış politika krizlerine dair “erken uyarı” vermesiyle tanınırdı. Pulitzer Ödül Komitesi’nin eski sekreteri John Hohenberg’in “Between Two Worlds” (İki Dünya Arasında) adlı kitabında aktardığına bakılırsa, Harrison, patlak vermesinden tam tamına on sekiz ay öncesinden 1965 Hindistan-Pakistan savaşını tahmin etmişti. Dahası, “Rusların Afganistan’ı işgal etmesinden bir yıl önce, Foreign Policy’ye yazdığı bir makalede Harrison bu olasılık konusunda uyarıda bulunmuştu.” (27)

1 Şubat 2008’de, Selig Harrison, Pakistan seçimlerine giden süreçte New York Times’a yazdığı bir köşe yazısında Pakistan’ın elindeki yetenekler konusunda o meşhur “tahminleri”nden yapmış ve lafa şu şekilde başlamıştı: “18 Şubat tarihinde gerçekleşmesi öngörülen Pakistan seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, Pakistan devletinin mevcut çok-etnili yapısı, radikal bir yeniden yapılandırmadan geçmediği sürece uzun süre devam edemeyecek.” Harrison, daha sonra, Pakistan’ın etnik bölünme yaşamasının mümkün olduğunu açıklamış; Paştunların kuzeybatı bölgelerinde, güneybatıdaki Beluç kabileleriyle birleşen Sindhilerin güneydoğuda, Puncabların da geri kalan bölgelerde yoğunlaşacağını anlatmıştı. (28)

Kuzeydeki Paştunlar, bağımsız bir “Paştunistan” kurmak için Afgan sınırında aynı etnisiteden diğer akrabalarıyla birleşecek ve toplamda 40 milyonluk bir sayıya erişeceklerdi. 23 milyonluk Sindiler ise, güneybatıda bulunan altı milyonluk Beluç kabileleriyle birleşecek ve Hindistan’dan İran’a kadar Arap Denizi boyunca (“Beluçistan” denen) bir federasyon kuracaklardı. Pakistan’da geriye kalan topraklar ise, Puncabların egemenliğine geçecek ve nükleer silahlar onlar tarafından kontrol edilecekti.

Selig Harrison’un açıklamalarına bakılırsa, Hindistan’ın topraklarının bölünmesinden önce (ki bu da 1947’de Pakistan’ın kurulmasına yol açtı), Paştun, Sindhi ve Beluç etnisiteleri, “yüzyıllar boyu Puncabların egemenliğine direnmiş” ve kendilerini bir anda Puncabların egemenliğindeki askeri rejimlere tabi halde bulmuşlardı. Bu askeri rejimler, azınlık eyaletlerindeki doğal kaynakların çoğuna (özellikle de Beluç bölgelerindeki doğal gaz rezervlerine) el koymuşlar ve İndus Nehri’nin sularının büyük bölümünü kendilerine almışlardı.

Bunun sonucunda ortaya çıkan Puncab-Paştun düşmanlığı, ABD’nin niçin teröristlerle mücadelede Pakistan’dan etkin bir işbirliği elde edemediğini açıklamaya yardımcı oluyor. Afgan sınırları boyunca yaşayan Paştunlar, Taliban’a ve El Kaideli dostlarına koruma alanı sağlamaktan memnunlar.

Sınırın her iki yanında Pakistanlı ve Amerikalıların hava saldırıları sonucunda Paştunların verdikleri sivil zayiat, Paştunların yeraltından yürütecekleri bir ulusalcı hareketi beslemekteydi. Bu hareketin başlıca hedefi; Pakistan’daki tüm Paştunları tek bir eyalet altında bir araya getirmekti. Bununla birlikte, bu hareketin liderleri, zaman içinde bir ulus yaratma hülyası içindelerdi.

“Beluç halkı ise, 1947’de zorla Pakistan sınırlarına dahil edilmelerinden beri mütemadiyen isyanlar düzenliyorlar. Şu anda gerçekleşen savaş sırasında, Pakistanlı güçlerin Afgan sınır bölgelerinde kullanılmak üzere Amerika’nın tedarik ettiği uçak ve istihbarat ekipmanlarını konuşlandırdıkları belirtiliyor. Kurbanları ise, Benazir Butto’nun öldürülmesi üzerine harekete geçen Sindhi ulusalcı gruplarla askeri bağlantılar kuruyor. Keza, Butto, babası Zülfikar Ali Butto gibi, Sindhilerin bir kahramanı idi. (29)

Bu alıntı, “Balkanlaştırma” ve “istikrarsızlaştırma” çerçevesinde ortaya konan süreçleri ve algıları açıkça gösteriyor. Demek istiyorum ki; tarihsel olarak ve şu anda, emperyal güçler, böl-yönet stratejisi çerçevesinde etnik grupları birbirine karşı kullanacaklar; böylelikle “barbarları bir araya gelmekten alıkoyup”, bölgeyi yönetebileceklerdi.

Zbigniew Brzezinski, 1997 yılında yayımladığı “The Grand Chessboard” (Büyük Satranç Tahtası) adlı kitabında şöyle der: “Jeopolitika, artık bölgeselden küresel bir boyuta suçradı; Avrasya kıtasının tamamı artık küresel egemenliğin merkez üssüne dönüştü.” (30) Brzezinski, daha sonra, emperyal bir bağlama yerleştirdiği Amerika’nın küresel stratejisine dair mahir bir açıklamada bulunur:

“Tarih boyunca daha önce kurulmuş imparatorluklar dönemine dek inen bir terminoloji içine yerleştirmek gerekirse, emperyal jeostratejinin üç büyük zorunluluğu şunlardır: tebaa arasında bölünmeyi önlemek ve güvenlik açısından bağımlılığı sürdürmek; vergi ödeyen halkı itaatkar kılıp onları koruma altına almak; ve barbarların bir araya gelmesini önlemek.” (31)

Emperyal güçler bölgeler ve milletler içinde etnik grupları manipüle ederken ve tarihsel olarak yeni etnik gruplar yaratırken; Batı, bölgedeki çatışmayı “bu etnik veya kabile düşmanlıklarının ürünü” olarak betimliyor. Doğu’ya ve Afrika’ya dair bu algıya, Oryantalizm veya Avrupa merkezcilik deniyor; yani Doğu’nun /ve/veya Afrika’nın) genellikle “Öteki” olarak betimlenmesi; dolayısıyla farklı ve çoğu zaman da barbar görülmesi söz konusu. Bu önyargılı perspektif, Batılı üniversitelerde, medyada ve politika çevrelerinde baskın olmayı sürdürüyor ve temel bir amaca hizmet ediyor: emperyal bir gücün egemenlik kurma arayışında olduğu bir bölgedeki halkı insanlıktan çıkarmak; böylelikle hegemon güce, halkı manipüle edip birbirlerine karşı kışkırtma ve bölme olanağı vermek; onları “geri kalmış” ve “barbar” olarak nitelendirmesini sağlamak; böylelikle de bölge üzerinde hegemonya ve denetim uygulayan Batılı emperyal güce “halkı korumak” üzere bir gerekçe sunmak.

Batılı imparatorluklar, tarihsel olarak halkları birbirlerine karşı kışkırtıp böldüler; bunun sonucunda ortaya çıkan anlaşmazlık ortamından da halkın kendisini suçladılar; ve halk üzerindeki / işgal ettikleri bölgedeki denetimlerini bu şekilde meşrulaştırdılar. Örneğin Yugoslavya’nın dağılması, Rwanda katliamı gibi yakın dönemde yaşanan jeopolitik anlaşmazlıklarda bu tür bir strateji kullanıldı. Her iki örnekte de, Batılı güçlerin emperyal heveslerini doyurmak için, etnik düşmanlıklar kışkırtıldı; farklı hiziplere mali, teknik, askeri yardım ve eğitim sağlandı; dolayısıyla şiddet içeren çatışmalar, savaşlar ve soykırımlar yaygınlaştırıldı. Her iki örnekte de, Batılı ve öncelikle Amerikalıların stratejik çıkarlarını sağlamak için, askeri mevcudiyet artırıldı; bölgedeki diğer büyük emperyal güçler ve rakipler safdışı bırakıldı ve başlıca ekonomik kaynaklara erişim artırıldı.

İşte, Pakistan’daki durumu da bu çerçeveden okumak gerekiyor. Bununla birlikte, Pakistan’daki durum, Yugoslavya ve Rwanda ile kıyaslandığında çok daha büyük bir çatışma ve yıkım potansiyeli barındırıyor. Kısacası, Pakistan’a dair potansiyel “Balkanlaştırma” ve istikrarsızlaştırma stratejisi, son on yıllarda dünya çapında yaşanan herhangi bir büyük çatışmayı gölgede bırakabilir. 187 milyonluk nüfusu, Irak ve Afganistan’daki iki büyük bölgesel savaş alanına olan yakınlığı, Hindistan, Çin ve İran’a komşu olarak stratejik konumu ve Hint Okyanusu’na erişim olanağının yanı sıra, sahip olduğu nükleer cephanelik, Pakistan’ı çok daha büyük çaplı bir bölgesel –ve büyük olasılıkla da küresel- savaş için potansiyel bir tetikleyici haline getiriyor. Pakistan’ın istikrarının bozulması, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük jeopolitik felaket olma potansiyelini barındırıyor.

Dolayısıyla, Selig Harrison’un New York Times için kaleme aldığı ve Pakistan’ın “etnik farklılıklar” dolayısıyla etnik bölünmeler yaşayıp dağılacağı yönündeki öngörüsü, jeopolitik heveslere dair daha geniş bir bağlamdan değerlendirilmeli. Harrison’ın makalesi, hem potansiyel bir dağılmanın temellerini inceliyor; hem de olası bir çatışma ortamına Batılı ülkelerin müdahalesini “gerekçelendiriyor.” Harrison’ın öngörüleri, bir başka açıdan bakıldığında, ön-alıcı bir emperyal propaganda olarak da yorumlanabilir.

Pakistan’ın parçalanması

Afganistan’daki savaş, Pakistan’daki durumla yakından bağlantılı. 1980’li yıllardaki Afgan-Sovyet savaşı döneminden beri, Afganistan’daki Mücahitlere Pakistan üzerinden silah ve para yardımında bulunuluyor. Bunun ardından gerçekleşen iç savaş sırasında ise, Pakistan, Taliban’ı silahlandırdı ve finanse etti. ABD ve NATO, ilk olarak Afganistan’a 7 Ekim 2001’de saldırdığında, bunu Pakistan’la işbirliği içinde gerçekleştirdiler. Savaş alanına “AfPak” adı verildiğinde ise, Pakistan’ın rolü ise resmi olarak değiştirilmiş oldu. Önceki birkaç yılda Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması stratejisi uygulamaya konmuşken, bir anda “AfPak” denen bir savaş tiyatrosu kuruldu ve Pakistan, bir hedef haline geldi.

2008 Eylül’ünde, Indian Defence Review’un editörü, yazmış olduğu bir makalede, istikrarlı bir Pakistan’ın Hindistan’ın çıkarlarına uygun olmadığını açıklıyordu. Ona göre Pakistan’ın çökmesi, Hindistan’a “çokyönlü çıkarlar” sağlayacaktı. Bu çıkarlar arasında, Çin’in Hint Okyanusu’nda büyük bir liman kazanmasının önlenmesi de yer alıyordu. Bu durum, ABD açısından da bir çıkar unsuruydu. Yazara göre, böylelikle Çin’in yayılmacı emellerine “ciddi bir darbe” indirilecek; dahası “Hindistan’ın Orta Asya enerji yollarına erişimi açılacaktı”. (32)

2009 yılı Ağustos ayında, Foreign Policy Journal’da, Pakistan ISI eski başkanı (1987-1989) General Hamid Gül’le yapılan kapsamlı bir röportaja yer verildi. Kendisi, ISI’ye başkanlık yaptığı sırada, Mücahitlere para ve silah yardımı sağlamak için CIA ile yakın işbirliği içinde çalışmıştı. Zamanında ABD’nin yakın bir müttefiki olan Hamid Gül, şimdilerde tamamen muhalif kanada geçmişti. Hatta ABD, Birleşmiş Milletler’den onun ismini uluslararası terörist listesine koymasını bile istemişti. Gül’e göre, Amerikan halkına 9-11 saldırılarıyla ilgili hakikat söylenmedi; 9-11 Komisyonu bir “örtbas girişimi”ydi. Ona göre; “Amerikan hükümeti, 9-11’i Usama bin Ladin ve El Kaide’nin yaptığını halen kanıtlayabilmiş değil.”

Gül’e göre, Afganistan savaşının ardındaki gerçek sebepler şunlardı:

“ABD, Orta Asya’daki petrol güzergahlarına erişmek istemişti; keza bu hedef, kurumsal Amerika’nın bir gereğiydi. Çünkü, Taliban, Afganistan üzerinden geçecek bir petrol ve doğalgaz boru hattına izin vermemişti. UNOCAL, bu anlamda bir örnek teşkil eder. Çinlileri süreçten dışlamak istemişlerdi. İsrail devletine çok daha geniş bir güvenlik alanı sağlamak istemişlerdi. Ve bu bölgeyi de söz konusu güvenlik çemberi içine dahil etmek istemişlerdi. Ve işte tüm bu sebeplerden dolayı, hararetle “büyük Orta Doğu” projesinden bahsediyorlar; haritayı yeniden çiziyorlardı.” (33)

Ayrıca, Afganistan içlerine doğru ilerlemenin sebeplerinden biri de, “Pakistan’ın nükleer yeteneğine erişmek” idi. Bu yüzden de ABD Hindistan ile stratejik bir anlaşma imzalamış ve bu anlaşmaya İsrail arabuluculuk yapmıştı. Dolayısıyla, Washington, Tel Aviv ve Yeni Delhi arasında bir irtibat noktası bulunuyor. Gül’e; Pakistan’daki Taliban ve bu grubun kimin tarafından finanse edildiği yönünde soru yöneltildiğinde ise şu şekilde yanıt vermişti:

“Evet, elbette, tüm bu süreçte Mossad’ın da, Hindistan istihbarat ajansı RAW’ın da parmağı var. Hepsi ABD’nin şemsiyesi altındalar. Şimdilerde ise RAMA denen bir başka örgüt kurdular ve bu örgütün kurulmasında Hintliler yardımcı oldu. Temel hedef ise, Pakistan’ın istikrarını bozmak…” (34)

Gül’ün anlattığına göre, Afgan ordusunun genelkurmayı, Hindistan’a gidip, Hintlilere Afganistan’da beş askeri üs önerisi getirmiş ve bu üslerin üç tanesinin Pakistan sınırı boyunca konuşlandırılmasını önermiş. Peki, eğer Batı, TTP’yi (Pakistanlı Taliban güçleri) destekliyorsa, CIA’in insansız bir hava taşıtının TTP liderini öldürmesinin sebebi neydi? Gül’e göre; Pakistan doğrudan TTP lideri Beytullah Mehsud’a karşı mücadele ederken, Pakistan hükümeti de Amerikalılara Mehsud’un nerede olduğu bilgisini veriyordu. Pakistan istihbaratı, Amerika’ya üç kez ihbarda bulunmuş; ancak Mehsud yakalanmamıştı. Peki, niçin böylesine ani bir saldırı tercih edildi?

Çünkü, Beytullah Mehsud ile Pakistan askeri yapılanması arasında gizli görüşmeler sürdürülüyordu. Bir barış anlaşmasına varmak istemişlerdi. Ve ne zamanki bir kabile militanı Pakistan hükümetiyle barış anlaşmasına varır, işte o zaman Amerikalılar da bu hedefi vurmak için bir an bile tereddüt etmezler.

“Bu konuda elimde yeterince bilgi yok; ancak bir tür anlaşmaya varılmaktaydı. Benim tahminimce, Beytullah öldürüldü, çünkü Pakistan ordusuyla anlaşmaya varmaya çabalıyordu. İşte o yüzden de Pakistan sınırları dahilinde son altı - yedi aydır herhangi bir intihar saldırısı düzenlenmiyordu.” (35)

Kanada’nın ulusal gazetelerinden Macleans’ta yayımlanan bir makalede, ISI casuslarından biriyle bir röportaj yayımlanmıştı. Casus, Hindistan istihbarat servislerinin, Pakistan’da on binlerce ajan bulundurduğunu söylüyordu. Pakistanlı birçok yetkili şuna ikna olmuşlardı: “Hindistan, ancak Pakistan dağılınca pes edecek.” (36)

Ayrıca, Kanadalı birliklerin konuşlandığı Kandahar’da Hindistan elçilikleri bulunuyordu. Bu bölge, Pakistan’ın Beluçistan eyaletine stratejik olarak yakın bir konumda bulunmaktaydı. Beluçistan, en azılı ayrılıkçı hareketlere ev sahipliği yapan bir bölge. Pakistan, bu bölgedeki ayrılıkçı hareketleri Hindistan’ın kışkırttığını iddia ediyor. Macleans, Ottowa Üniversitesi’nden ekonomi profesörü Michel Chossydovski’nin vardığı tespitlere yer veriyor: “Bölgedeki devasa petrol ve doğalgaz rezervleri, ABD ve Hindistan için stratejik önem arz ediyor. İran’dan Hindistan’a dek uzanacak bir doğalgaz boruhattı döşenmesi gündemde ve bu boru hattının Beluçistan üzerinden geçmesi söz konusu. Beluçistan’daki ayrılıkçı hareket, aynı zamanda İran’da da etkili. Böylelikle, söz konusu hareket, ABD ve Hindistan’a, çıkarlarını gerçekleştirmede ideal bir temsilci/vekil sağlıyor. (37)

Afgan hükümetine danışmanlık yapan bir kişi bile, Pakistan’ın istikrarını bozmak için Hindistan’ın Afgan topraklarını kullandığını medyaya açıklamıştı. (38) 2009 Eylül’ünde, Pakistan Daily gazetesi, Pakistanlı Taliban’ın ele geçirilen üyeleri ve liderlerinin, Pakistan ordusuyla mücadele etmeleri için, RAW veya RAMA üzerinden Hindistan tarafından eğitildiklerini ve silahlandırıldıklarını kabul ettiklerini aktardı okurlarına… (39)

Foreign Policy dergisinin 2009 Şubat’ında yayımladığı bir haberde ise, eski bir istihbarat görevlisinin şu cümlelerine yer veriliyor: “Hintliler, Afganistan ve Pakistan’da Taliban’ı destekliyorlar. Hindistan’ın Afganistan’daki diplomatik temsilciliklerini kapatması gerekiyor.” (40)

Dış İlişkiler Konseyi’nin Hindistan istihbarat ajansı RAW hakkında yayımladığı bir raporda ise, 1968’de kurulan bu yapının “öncelikli hedefinin Çin’in nüfuzunu çevrelemek olduğu” belirtilirken, zaman içinde Hindistan’ın diğer kadim düşmanı Pakistan’a odağını çevirdiğinden söz ediliyordu. Hem Hintli hem de Pakistanlı istihbarat ajansları, otuz yılı aşkın süre boyunca birbirlerine karşı örtülü operasyonlar yürüttüler. RAW’ın başlıca başarılarından biri, Doğu Pakistan’da –yani Bangladeş’te- yürüttüğü gizli tatbikatlardı. Bu tatbikatların amacı, “bağımsızlık hissiyatını körüklemek” ve son kertede Bangladeş’in bağımsızlığını ilan etmesini sağlamak için bu topraklardaki Pakistanlı ayrılıkçılara doğrudan para, silah ve eğitim yardımı yapmaktı. CFR’nin de işaret ettiği gibi, “RAW’ın ilk baştan beri Mossad ile gizli bir bağlantısı vardı.” (41)

RAW, 1968’de kurulduğundan beri Afgan istihbarat ajansı KHAD ile yakın bağlar geliştirdi. Bunun nedeni ise, Pakistan konusunda istihbarat paylaşımında bulunmaktı. 1980’li yıllarda Pakistan Afgan mücahitleri silahlandırıp para yardımında bulunurken (ve bunu Suudi Arabistan ve CIA’in desteğiyle gerçekleştirirken), Hindistan da iki gizli grubu finanse ediyordu ve bu gruplar, Pakistan içinde terörist saldırılar düzenliyordu. Bu saldırılar arasında, Pakistan’ın büyük şehirlerinde (özellikle de Karaçi ve Lahore) “düşük yoğunluklu ama süreklilik arz eden” bombalı saldırılar yer alıyordu.

RAW’un CIA ile de yakın bağlantıları vardı. Hatta RAW kurulmadan 6 yıl kadar önce, yani 1962 yılında, CIA, Tibetli sığınmacılardan oluşan gizli bir örgüt kurdu. Örgütün amacı, “Çin’de terörist operasyonlar gerçekleştirmek” idi. CIA, daha sonraları, RAW’ın kurulmasında da rol oynadı. 1980’li yıllarda, CIA, Pakistan’da ISI ile yakın işbirliği içinde çalışırken, RAW bu ilişkiden endişe duymasına karşın yine de CIA’den terörizmle mücadele konusunda eğitim almaya devam etti. (42)

2009 Ekim’inde New York Times’ta çıkan bir habere göre, ABD’nin stratejisi, artık, “Pakistan’a olan yardımını genişletme”ye yönelmişti. ABD, artık Pakistan’daki konsolosluklarını ve gizli güvenlik elemanlarının sayısını artıracaktı. Bununla birlikte, Washington, hükümetin Taliban’a karşı daha fazla eyleme geçmesini teşvik ederken, ülkedeki Amerikan-karşıtı hissiyatı da güçlendiriyordu. ABD, Pakistanlılara 1,5 milyar dolarlık bir yardım anlaşması önerdi. Anlaşma, beş yıllık bir zaman dilimini kapsıyordu ve şu hükme bağlanmıştı: “Pakistan’ın toprakları üzerindeki terörist gruplara verdiği desteği kesmesi ve ordunun artık iç politikaya karışmaması”. Devlet Başkanı Zaradari, öneriyi kabul edince, Pakistan’daki popülaritesi daha da azalmış; Pakistan’ın ordusunu hiddetlendirmişti. Keza, ordu, söz konusu anlaşmayı, ülkenin iç işlerine bir müdahale olarak görmekteydi. (43)

Dolayısıyla Amerika ülke içindeki konsolosluklarını ve güvenlik mevcudiyetini artırıyor. Hatta, “İslamabat’ta 1000 kişilik yeni ve devasa bir konsolosluk binası yapılacağına dair bilgiler, kamuoyuyla paylaşıldı. Bazı diplomatların güvenliği ise, Washington merkezli özel bir şirketin, DynCorp’un sorumluluğunda olacak.” NYT makalesinde, Pakistan ile ABD arasındaki ilişkilerin giderek gerilmesinden söz ediliyor ve “Amerikalıların artan mevcudiyetinin, Pakistanlı politikacılar ve güvenlik yetkilileri nezdinde bir tür işgal hissiyatını beslediğine” dikkat çekiliyor. Hatta bazı Pakistanlı yetkililer, “ABD’nin Pakistan’daki varlığına dair, Irak ve Afganistan’da davrandığı gibi davrandığı yönünde bir algı mevcut.”

Orduya yakın politikacıların ve yetkililerin verdikleri bilgilere göre; Pakistan’daki askeri ve istihbarat ajansları, DynCorp’un Washington tarafından Pakistan içinde paralel bir güvenlik ve istihbarat ağı geliştirmek için kullanıldığından endişe ediyorlar.

Endişeler o denli ciddi ki, geçtiğimiz ay Amerikalı diplomatların bodyguardlığını yapmak üzere Pakistanlı erkeklerin eğitilmesi için DynCorp tarafından görevlendirilen yerel bir şirket, İslamabat polisi tarafından baskına uğradı. Inter-Risk Security Company adlı söz konusu şirketin sahibi olan Syed Ali Ja Zaidi ise, tutuklandı.

İsmi gizli tutulmak kaydıyla konuşan ve söz konusu baskınla yakından bağlantılı bir yetkiliye göre, Inter-Risk’e yönelik bu hareket, Pakistan hükümetinin üst düzey yetkililerinin emri üzerine gerçekleştirilmişti.

DynCorp’un Pakistan içindeki çalışmaları, halihazırda Pakistan hükümeti tarafından gözden geçiriliyor. (44)

Wikileaks’in ifşa ettiği diplomatik yazışmalara bakılırsa, ABD’nin Pakistan nezdindeki büyükelçisi Anne Patterson, 2009 Eylül’ünde şu şekilde bir yazışmada bulunmuştu: “ABD’nin Pakistan içinde tektaraflı saldırılara dayanan stratejisi, Pakistan devletinin istikrarını bozma, sivil hükümeti ve askeri lider kadroyu safdışı bırakma ve hedefine erişmeksizin Pakistan çapında geniş ölçekli bir yönetişim krizini provoke etme riskini barındırıyor.” (45)

Press TV’nin, ISI’nin eski şefi Hamid Gül ile yaptığı bir söyleşide, ABD’nin Pakistan stratejisiyle ilgili Gül’ün bazı tespitlerine yer verilmişti. Gül’e göre; ABD Konsolosluğu’nun Pakistan’da geniş ölçekli bir yayılma strateji benimsemesi ve bununla koşut olarak güvenlik personelinin sayısını artırmasıyla birlikte, Çin, Pakistan’ın güvenliği ve egemenliğinden giderek daha fazla endişelenmeye başladı. ABD hükümetinin Pakistan’a (ağır koşullar altında) önerdiği paranın (beş yıl için yıllık 1,5 milyar dolar), Amerikalıların talimatları doğrultusunda harcanacak ve “Pakistan içinde geniş bir istihbarat ağı kurulmasına hizmet edeceklerdi.” Gül’e göre, Amerikalıların asıl istediği, Pakistan’ın nükleer varlıklarına sahip olmaktı. Gül’e göre, Hintliler de Pakistan’ın istikrarını bozmaya çalışıyorlar. Ancak, istikrar bozmaktan kasıt, illaki ülkeyi parçalamak demek değil. Daha ziyade:

“Pakistan’ın kendisini zayıf ve ekonomik olarak Amerika’nın mali yardımına muhtaç hissetmesini ve ondan yardım talep etmesini sağlayarak istikrarını bozmaya çabalıyorlar. Ve bu süreçte, nükleer güç ile ilgili bazı imtiyazlar elde etmeyi ve Pakistan’da üsler inşa etmeyi de göz ardı etmiyorlar. (46)

Amerika’nın Pakistan’a ilişkin uzun vadeli hedeflerinin ne olabileceği sorusu yöneltildiğinde ise, Gül, şu şekilde yanıt veriyor: “Amerika, Pakistan’ı istikrarsız halde tutmak istiyor. Böylelikle, Beluçistan’da ayrı bir devlet kurmanın yolunu açma ve İran için sorun yaratma niyetindeler. Böylelikle, Amerika yanlısı, Hindistan yanlısı ve İsrail yanlısı bir şerit yaratılmak isteniyor. Dolayısıyla, Pakistan’ın nükleer gücünün yok edilmesi ve İran’ın nükleer güç elde etmesinin önlenmesinden ayrı olarak, uzun vadeli bir hedef söz konusu.” (47)

Kaynak ve dipnotlar: http://globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25009



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor