Sakinleş Amerika!

Sakinleş Amerika!

ABD’de sadece birkaç elit okulu bulunmuyor. Diğer rakiplerinin çoğunda olduğu gibi, ABD’nin de birçok saygın kuruluşu bulunuyor. 2008 yılında Rand Corporation’ın yayımladığı bir raporda, bilim-teknoloji konusunda en fazla alıntı yapıl

1957’de Sovyetlerin uzaya uydu göndermesinin tüm dünyayı sarsmasından sonra, Life dergisinin kapak hikayesinde, Amerikalılar “eğitimde yaşanan kriz” konusunda uyarılmıştı.


Ben Wildavsky *


'Amerikalı çocuklar, derslerinden geri kalıyorlar.” Hayır, pek de sayılmaz. Amerika’nın 21.yüzyıl başında çöküşe geçtiğine dair işaretler arayan birinin, artık pek de öteye bakmaması gerekiyor. En son yayımlanan uluslararası eğitim test sonuçları, bu konuda fikir verir nitelikte. Uluslararası düzeyde bu konuda en çok itibar edilen ölçüt olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA’nın tespitlerine göre, 65 ekonomik bölge içinde Amerika’daki lise öğrencileri matematikte 31., bilimde 23., edebiyatta ise 17.sıradalar. Buna karşın, Şangay’daki Çinli öğrenciler, bu üç kategoride de sıralamanın en üst noktalarındalar –üstüne üstlük, testi ilk kez yapmalarına rağmen…

Sonuçların Aralık ayında açıklandığı sırada ABD’nin eğitimden sorumlu bakanı Arne Duncan, Washington Post’a şöyle bir açıklamada bulunmuştu: “Benim açımdan, bu son derece güçlü bir uyandırma çağrısı. Amerikalılar olarak her şeyde averaj olmaktan memnun kaldık mı hiç? Bizim hedefimiz bu mu? Bizim hedefimiz; eğitimde dünyaya mutlak suretle liderlik yapabilmek olmalıdır.” Başkan Obama’nın Birliğe Sesleniş Konuşması’nda belirttiği gibi, bu tespitler, ABD’nin yeni bir “Sputnik anı”yla karşı karşıya olduğu hissini doğurdu.

Aslında, Amerikan eğitim sistemi, Sputnik’ten sonra ilk kez bir “Sputnik anı” yaşıyor. 1957’de Sovyetlerin uzaya uydu göndermesinin tüm dünyayı sarsmasından altı ay sonra, Life dergisinin kapak hikayesinde, Amerikalılar “eğitimde yaşanan kriz” konusunda uyarılmıştı. Buna eşlik eden bir fotoğrafta ise, Chicago’da 16 yaşında bir erkek çocuğunun derslerinde iddiasız olduğu, kız arkadaşıyla takıldığı, yüzme takımında olduğu; buna karşın fizikçi olmak isteyen Moskovalı sınıf arkadaşının ise, ileri kimya ve fizik deneyleri yürütmek üzere haftada altı gün çalıştığı, İngiliz ve Rus edebiyatı okuduğu resmedilmişti. Kapaktan alınacak ders oldukça açıktı: Eğitim, uluslararası bir yarıştır ve bu yarışta kaybeden taraf, sonuçları da üstlenir. Her ne kadar rakip taraflar değişmiş olsa da, Amerikalı çocukların yarışta geride kaldığına dair korku, bugün halen devam ediyor. Moskovalı roket bilimcinin yerini ise şimdi Çin’li mühendis adayı aldı…

Tasvir edilen 15 yaşındaki Amerikalı öğrencinin durumunda övünülecek bir yan yok. Ancak, şayet okul başarısının ülkeler arasında sıfır toplamlı bir yarış olduğu, bu entelektüel yarışta diğer ülkelerin kazanımlarının aslında Amerika’nın kaybıyla sonuçlandığı düşüncesindeyseniz, Amerikalı öğrencilerin performansı düpedüz panik havası yaratabilir.

Rekabetçi güdüleri bir kenara bırakıldığında, ABD’nin, küresel hiyerarşi içindeki durumunu temel alarak kendisini bu denli sert bir şekilde yargılamasının bir anlamı yok. Amerikalı öğrenciler mutlak anlamda geriye gitmedikleri sürece, Amerika’nın küresel testlerdeki görece başarısı daha az önemli hale gelir. Bu durumda önem kazanan ise, ülkenin ihtiyaç duyduğu insan sermayesini oluşturmasına yetecek kadar eğitim ve öğretim imkanını geliştirip geliştirmediği olur.

Bu bakımdan, önemli bir ilerleme ihtiyacı içinde olduğu açıkça ortada olan Amerikan eğitim sistemi, öylesine çarpıcı biçimde gerilemişe benzemiyor. Amerikalı öğrencilerin bilim ve matematik alanındaki performansı, 2006 yılında yapılan bu uluslararası testin son aşamasından beri mütevazi oranlarda iyileşti: bilimde gelişmiş ülke ortalamasına yükselirken, matematikte ortalamanın sadece biraz altında kalındı.

Çok daha hızlı bir ilerleme beklemek, büyük ihtimalle gerçek-dışı olacaktır. Ulusal Eğitim İstatistikleri Merkezi Başkan Yardımcısı Start Kerachsky’in söylediği gibi: “Eğitimde ibre çok hızlı ve çok ileriye gitmiyor.”

'ABD, bir zamanlar dünyanın en zeki öğrencilerine sahipti…'

Hayır, değildi. ABD’nin jeopolitik üstünlüğünün ve ekonomik gücünün zirvesinde olduğu dönemde bile Amerikalı öğrenciler hiçbir zaman sınıf birinciliğine yaklaşamamışlardı bile. 1958 yılında, Kongre, Ulusal Savunma Eğitim Yasası’nı geçirerek Sputnik füzesine bir karşılık verdi. Yasa; matematik, bilim ve yabancı dil eğitiminde lise öğrencilerine mali destek sağlamak üzerine kuruluydu; ve Amerikan okullarında bu konulardaki standartları artırmaya dikkat ediyordu. Ancak, 1967 yılında ilk büyük uluslararası matematik testinin sonuçları açıklandığında, bu çabanın pek de meyvesini veremediği görüldü. Japonya, 12 ülke arasında ilk sırada yer alıyordu; ABD ise neredeyse son sıralarda…

1970’li yılların başında, Amerikalı öğrenciler, 19 akademik başarı testinin yedisinde endüstriyelleşmiş ülkeler arasında sonuncu sıradaydı ve testlerin hiçbirinde birinci veya hatta ikinci sıraya dahi ulaşamamıştı. On yıl kadar sonra, Ulusal Eğitim Mükemmeliyeti Komisyonu’nun 1983 yılında yayımladığı “Risk Altındaki bir Ulus” isimli önemli bir raporda, tüm bunlardan ve ayrıca diğer akademik başarısızlıklardan söz edilmiş ve şöyle bir iddiada bulunulmuştu: “Dostane olmayan yabancı bir güç, bugün mevcut olan vasat eğitim performansını Amerika’ya dayatmaya çalışsaydı, bunun bir savaş nedeni olabileceğini düşünebilirdik pekala…”

Her yeni panik ve cezalandırma döngüsü, beraberinde, ABD’nin eğitimle ilgili dertlerine yeni bir çözüm getirme iddiasındaki bir reformcu topluluğu doğuruyor. Örneğin, 1961 yılında yayımlanan Arthur S. Trace Jr. imzalı bir kitapta (What Ivan Knows That Johnny Doesn’t – İvan’ın bildiği ama Johnny’nin bilmediği nedir?), Amerikalı öğrencilerin Sovyet öğrencilerin gerisine düştüğü, çünkü fonetik ve kelime dağarcığına yeterince hakim olamadıkları kaydediliyordu.

Bugünün endişeleri ise, pek farksız sayılmaz. Ulusal Matematik Öğretmenleri Konseyi Başkanı Michael Shaughnessy’nin iddiasına göre, PISA’nın yayımladığı son test, “matematik öğretimimize savurma ve sezme kabiliyetini entegre etmemiz gerektiğini vurguluyor.” Amerikan Öğretmenler Federasyonu Başkanı Weingarten’e göre, aynı sonuçlar bize şunu anlatmak istiyor: 'Eğer öğretmenlere zekice yatırımlar yapmazsanız, onlara saygı duymazsanız, onları karar alma süreçlerine dahil etmezseniz, yani bu konuda en iyi performans gösteren ülkelerin yaptığını yapmazsanız, öğrenciler de bunun bedelini öderler.”

Eğer Amerikalıların küresel güç kaybına dair tarihsellikten uzak yaklaşımları, eğitimcilerin yeni ve yenilikçi fikirler gündeme getirmelerini tetiklerse, bu da işin iyi yanı olur. Ancak, bu çabalar sonucunda ülkenin yeniden eğitimin altın çağına geri dönmesini ummayın – bu gerçekleşmeyecek.

'Çinli Öğrenciler, Amerika’nın Elinden Ekmeğini Alıyor.'

Sadece kısmen doğru. PISA sonuçlarının ön plana çıkardığı en büyük husus; Şangaylı öğrencilerin performansının ilk sırada olduğuydu ve “Çinlilerin elimizden ekmeğimizi aldıkları” yönündeki iddiaya, Amerikalı yorumcuların ve politika-yapıcıların karşı koyması oldukça zor görünüyordu. USA Today’in editör yazısında belirtildiği gibi, “Şangay’ın birinci sıraya yükselmesi, beklenmedik bir durum olabilir; ancak Amerika’nın vasat hali, hiç de sürpriz olmadı…”

Çin’in eğitim konusundaki hüneri, son derece gerçek. “Aslan anneler” sadece bir efsane değil – Çinli öğrenciler, vargüçleriyle okul ödevlerine odaklanıyorlar; arkalarında da güçlü bir aile desteği mevcut. Ancak, bu spesifik sonuçlar, illaki ABD’nin daha aşağı bir nitelikte olduğuna dair bir kanıt teşkil etmiyor. Şangay, bu konuda özel bir durum ve Çin’in genelini yansıttığı pek söylenemez. Hatta Şangay’ın, Çin’in genelinden ayrılan ve eğitim konusunda hükümetin devasa yatırımlarından faydalanan bir yetenek mıknatısı olduğu da söylenebilir. Buna karşın, ABD ve diğer ülkelerin elde ettikleri skorlar, gençler arasında coğrafi bir “kesit”in performansını yansıtıyor. Hinterlandı kıyı kentlerinden çok daha yoksul ve daha az eğitimli olan, devasa ülke Çin, benzer bir değerlendirme yapılsa elde edilen sayılar büyük olasılıkla düşerdi.

Finlandiya ve Güney Kore gibi yarışı sürekli önde götüren ve öğrencileri en üst dereceler alan ülkelere ne demeli? Hiç kuşku yok ki, bu ülkeler yüksek eğitimdeki başarılarından dolayı övgüyü hak ediyorlar. Bazı alanlarda bu ülkelerden ABD için yararlı dersler edinilebilir. Titizlikle seçilen, yüksek nitelikli öğretmenler konusunda örneğin… Ancak, bu ülkelerde ne sürekli devam eden, ne de çoğunluğu Latinlerden oluşan ve çocukları Amerikan devlet okullarına giden bir göçmen akını var.

Ve, ne yazık ki, ABD’nin ırksal, etnik ve sosyoekonomik demografisi –ki bunlardan hiçbiri Finlandiya ve Güney Kore’yle kıyaslanamaz-, akademik başarıda sürekli derinleşen uçurumu yakından belirliyor.

ABD’de yaşayan Hispanik olmayan, beyaz ırktan ve Asyalı öğrenciler, bu tür uluslararası testlerde, Kanada ve Japonya gibi yüksek skorlara imza atan diğer ülkelerin öğrencileri kadar başarılı olamıyorlar. Sınava tabi tutulan Amerikalı öğrencilerin üçte birinden fazlasını oluşturan Latin kökenli ve siyahi öğrenciler ise, sırasıyla Türk ve Bulgar öğrenciler kadar başarılı olabiliyorlar.

Durumu açıklamak, elbette bir mazeret olarak görülmemeli. ABD’nin tüm vatandaşlarına yüksek kaliteli eğitim vermek gibi bir yükümlülüğü bulunuyor. ABD’nin bu konudaki başarısızlığına çare bulmak, ahlaki bir yükümlülük olmalı. Ancak, sorunları ABD’ninkilerden oldukça farklı olan diğer ülkelerle yapılan ve telaş yaratan kıyaslamaların, bu süreçte kimseye yararı yok. Amerikalıların asıl endişelenmesi gereken, kendi çocuklarının Helsinki’deki çocuklar karşısındaki başarı durumu değil; Bronx’daki öğrencilerin kendilerini Westchester’daki öğrencilerle nasıl kıyasladığıdır.

'ABD, artık En İyi ve En Zekiyi Cezbetmiyor.'

Yanlış... Amerikalılar ilkokul ve lise performansları konusunda on yıllardır endişelenirken, şunu düşünerek kendilerini rahatlatabilirler: En azından kolej eğitimleri, hiçbir zaman ikinci sıraya düşmedi. Ancak, bugün, Amerika’daki üniversite camiasının liderleri, uluslararası öğrenci piyasasında diğer ülkelerle aralarındaki açığın kapanması karşısında endişe içindeler. Oysaki, ABD, öğrenciler açısından dünyanın en etkili akademik mıknatısını oluşturuyordu kaç yıldır…

Sayılar, bu gerçeği teyit eder nitelikte. En güncel istatistiklere göre, ABD’nin yabancı öğrenci piyasasındaki payı 2000 yılında %24’lük bir düzeyden 2008’de %19’un altına düştü. Bu sırada, Avustralya, Kanada ve Japonya gibi ülkeler, 2000’li yıllarla kıyaslandığında pazar paylarının arttığına tanık oldu. Ancak, yine de bu ülkeler Amerika’daki rakamların oldukça gerisine düşüyorlar.

Öğrenci hareketliliğinin uluslararası dağılımı da bariz şekilde değişiyor. Bu durum ise, küresel düzeydeki yüksek eğitim piyasasının ne denli rekabetçi olduğunu yansıtıyor. Ancak, on yıl öncesiyle kıyaslandığında ABD’de çok daha fazla yabancı öğrenci var. ABD’de, 2000 yılındakinden %31’lik bir artışla, 2008 yılında 149.000 daha fazla yabancı öğrenci bulunuyor.

Aslında durum şundan ibaret: ABD’nin öğrenci pastasından aldığı pay küçüldü; ancak pasta giderek daha da büyüyor. 1975’te 800.000 kadar öğrenci yurtdışında okurken, bu sayı 2000’de 2 milyona ulaştı; 2008’de ise 3,3 milyona… Dolayısıyla, anayurtları dışında eğitim gören artık çok daha fazla sayıda öğrenci var.

Aldığı payın küçülmesine karşın, ABD’nin payı, en yakın rakibi Britanya’nınkinden %9 puan daha yüksek. Uluslararası lisansüstü eğitim düzeyleri kıyaslandığında, Amerikan üniversiteleri, ülke ekonomisinin gelecekteki rekabet gücünü doğrudan etkileyebilecek alanlarda –bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik- halen son derece güçlü. Bilgisayar bilimi ve mühendislik gibi disiplinlerde ise, Amerikan programlarında 10 doktora öğrencisinden 6 ve daha fazlası, yabancı ülkelerden geliyor.

Ancak, bu tespit, endişelenmeyi gerektirecek bir şey olmadığı anlamına gelmiyor. Uluslararası öğrencilerin Amerika’daki lisansüstü okullara yaptıkları başvurular, 9-11 sonrası dönemdeki düşüşü artık telafi etmiş olsa da, Amerikan üniversitelerinde bilim ve mühendislik doktorası yapan yabancıların sayısı, beş yıldır ilk kez düşüş yaşadı. Amerikan okulları, diğer ülkelerdeki üniversitelerin artan rekabetiyle karşı karşıya. Üstelik, Amerika’nın pek de kucaklayıcı olmayan vize politikaları, denizaşırı ülkelerdeki öğrencileri, başka destinasyonlara gitmeye yöneltebilir. Dünya çapında en iyi ve en zeki öğrencileri çekmenin kendi üniversiteleri ve ekonomisine sağlayacağı olası yararlar düşünüldüğünde, bu durum ABD açısından ciddi bir kayıptır.

'Amerikan Üniversitelerine Yetiştiler, Hatta Geçtiler Bile.'

O kadar da hızlı olamaz. Yükselişe geçen ülkelerin araştırma alanındaki artan heveslerinin, Kuzey Amerika, Avrupa Birliği ve Japonya’nın uzun süredir devam eden egemenliğini sarsmış olması mümkün değil. Asya’nın yeryüzündeki araştırma-geliştirme harcamalarındaki payı, 2002 yılında %27’den 2007’de %32’ye yükseldi. 2010 UNESCO Raporu’na göre, bu artışın ardındaki itici güçler; Çin, Hindistan ve Güney Kore oldu. Araştırma alanındaki geleneksel liderler ise, aynı dönemdeki Ar&Ge harcamalarında bir azalışla karşılaştılar. 2002’den 2008’e, ABD’nin, bilimsel yayınlardaki saygın veritabanı olarak kabul görmüş Thomson Reuters Science Citation Index’e giren makale sayısının oranı, %30,9’dan %27,7’ye geriledi ve bu gerileme, diğer ülkelerdekinden de fazla bir oranda gerçekleşti.

Öte yandan, aynı endekste yer alan Çinli yayınların sayısı, iki katından fazlaya çıktı. Benzer şekilde, yirmi yıl önce araştırma enstitüleri pek tanınmayan bir ülke olan Brezilya’nın bilimsel makale oranı da önemli ölçüde artış gösterdi.

Bilgi üretim coğrafyasındaki değişim de kayda değer; ancak uluslararası araştırma piyasasında olduğu gibi, ABD, son derece büyük bir pastada orantısal olarak daha küçük bir dilimi temsil ediyor. Dünya çapındaki Ar&Ge harcamaları, son on yıl içinde 790 milyar dolardan 1,1 trilyon dolara yükselerek, %45’lik bir artış yaşadı. Ve, küresel araştırma harcamalarında ABD’nin payının azalmasına karşın, sabit dolar girişlerinde sağlıklı bir artış yaşandı: 2002’de 277 milyar dolardan 2007’de 373 milyar dolara yükseldi. ABD’nin aynı dönemde GSYİH oranındaki araştırma harcamaları tutarlı bir seyir izledi ve küresel standartlara göre son derece yüksek idi. ABD’nin Ar&Ge harcamaları, halen tüm Asya ülkelerinin toplamından daha yüksek…

Benzer şekilde, ABD’nin dünya çapındaki bilimsel yayınlar içindeki payı, Amerikan bakış açısıyla vasat görünebilir. Ancak, Thomson Reuters Endeksi’nde sıralanan toplam yayın sayısı, 2002’den 2008’e kadar üç katından fazla arttı.

Her ne kadar küresel düzeydeki lider konumlarında bir zayıflama olsa da, Amerikalı araştırmacılar, 2002 ile kıyaslandığında 2008 yılında 46.000 adet daha fazla bilimsel makale yayımladılar.

Bilimsel araştırmalar, onları gerçekleştiren ülkelerin sınırları içinde kalmazlar –bilgi, kamusal bir maldır; ulusal sınırlarla pek ilgisi yoktur. Bir ülkenin araştırma kuruluşlarında gerçekleşen keşifler, diğer yerlerdeki mucitler tarafından kullanılabilir .

Ülkeler, araştırma pastasındaki paylarının artışı karşısında kayıtsız kalmamalı –ne de olsa çığır açan icatların, ekonomik ve akademik anlamda pozitif yayılma etkileri olabilir-; ancak başka bir ülkedeki önemli keşiflerin artışı karşısında da korkuya kapılmamalılar.

“Dünya, Onu Yakalayacak.'

Belki de; ancak bunun yakın bir zamanda gerçekleşeceğini sanmayın. Ve, bunun pek önemli olduğunu da düşünmeyin. Küresel düzeydeki akademik piyasa, hiç kuşku yok ki her zamankinden daha rekabetçi hale dönüşüyor. Çin, Güney Kore ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, dünya çapında üniversiteler kurmayı veya daha önce parlak olan kurumlara eski şaşalı günlerini yeniden kazandırmayı, ivedi bir öncelik haline getirdiler. Ve bu konuya da ciddi paralar yatırıyorlar: Çin, okula yazılma oranlarını artırmak üzere milyarlar harcıyor ve elit araştırma kuruluşlarını iyileştiriyor. Suudi Kralı Abdullah ise, yeni kurulan Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ne 10 milyar dolar para akıtıyor.

Ancak, ABD’de sadece birkaç elit okulu bulunmuyor. Diğer rakiplerinin çoğunda olduğu gibi, ABD’nin de birçok saygın kuruluşu bulunuyor. 2008 yılında Rand Corporation’ın yayımladığı bir raporda, bilim-teknoloji konusunda en fazla alıntı yapılan makalelerin yaklaşık üçte ikisinin ABD kaynaklı olduğu ve 10 Nobel Ödülü sahibinin yedisinin Amerikan üniversitelerinde istihdam edildiği belirtiliyor. Ve, ABD, GSYİH’sının %2,9 kadarını ortaokul sonrasına harcıyor. Bu da, Çin, Avrupa Birliği ve Japonya’nın 2006 yılında yaptıkları harcama yüzdesinin iki katına denk geliyor.

Ancak, elit kuruluşların eskiden beri gelen ABD-merkezliliğinin, tamamen alaşağı edilmesi de pek olasılık dahilinde değil. Önümüzdeki on yıllık dönemler içinde bu konuda tedrici bir değişiklik yaşanacak. Özellikle Asyalı ülkeler, bu alanda önemli ilerlemeler kaydediyorlar ve önümüzdeki 50 yıl içinde er ya da geç birkaç saygın üniversite kurabilecek kapasiteye erişiyorlar. Örneğin Çin özelinde; Pekin’deki Tsinghua ve Pekin üniversiteleri, Şangay’da ise Fudan ve Şangay Jiao Tong üniversiteleri, dünya sahnesinde gerçek bir şöhret yakalayabilirler.

Ancak, uzun vadeden bakıldığında, Amerikalılarda “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar” konularındaki anlayış aşamalı olarak değiştiği için, ülkelerin üniversite hiyerarşisinde tam olarak nerede konumlandıkları zaman içinde giderek anlamsızlaşacak. Daha şimdiden, tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş düzeydeki öğrenci ve fakülte hareketliliği, dünya çapındaki yüksek eğitimin temel unsuru haline geldi. Farklı ülkelerden ortak yazarlı yayın sayılarıyla ölçülen “sınır-ötesi bilimsel işbirliği”, son yirmi yılda iki katından fazla arttı. Singapur ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, üniversitelerinde akademik mükemmeliyet kültürünü hızlı bir şekilde başlattılar. Bunun için de, Duke, MIT, Stanford ve Yale gibi Batı’nın elit kurumlarıyla ortaklıklar kurdular.

Bir üniversitenin özel bir mekanla ne kadar bağlantılı olması gerektiği kavramı üzerinde de yeniden düşünülüyor. Texas’taki A&M Üniversitesi’nden Sorbonne’a dek Batılı üniversiteler, birçoğu geçtiğimiz on yıl içinde olmak üzere Asya ve Orta Doğu’da 160 kadar kampus şubesi açarak, bu konuya verdikleri önemi gösterdiler. New York Üniversitesi, bu konuda kısa süre önce bir adım ileri giderek, Abu Dabi’de tam teşekküllü, çağdaş sanat kampusu açtı. New York Üniversitesi Rektörü John Sexton, bunu “küresel ağ üniversitesi” olarak kurgulamıştı. Günün birinde, tıpkı Warwick Üniversitesi Şansölye Vekili Nigel Thrift’in belirttiği gibi, eğitim kurumları arasında birleşmeler-ve belki de, çokuluslu şirketlerin üniversite muadillerini- görebiliriz.

Küreselleşen eğitimin geleceğinde, Soğuk Savaş’ın Sputnik kaynaklı teyakkuzuna, bugün yaşanan “Şangay paniği”ne ve bunun sonucunda tertiplenen manevralara fazla yer yok.

Herkesin “kazanmak” istediği bu uluslararası eğitim yarışında, ABD ve diğerlerinin 21.yüzyılın devasa sorunlarını çözebilmek için gereksinim duydukları entelektüel kapasiteyi geliştirmeleri gerekiyor –ve “finish çizgisi”ne ilk varanın kim olduğunun ve zamanında ondan ne denli “korkulduğunun” pek bir önemi yok.

 

* Ben Wildavsky, Kauffman Vakfı`nda kıdemli politika araştırmacısıdır. Kendisi, aynı zamanda 'The Great Brain Race: How Global Universities are reshaping the world - Büyük Beyin Yarışı: Küresel Üniversiteler Dünyayı Nasıl Yeniden Şekillendiriyor?' isimli kitabın da yazarıdır.

Kaynak: http://www.foreignpolicy.com/articles/2011/02/22/think_again_education?page=full

 



Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

Bayraktar AKINCI ASELFLIR-500 ile hedefi başarıyla vurdu

Bayraktar AKINCI, Aselsan tarafından milli olarak geliştirilen ASELFLIR-500 Elektro-Optik Keşif, Gözetleme ve Hedefleme Sistemi’ni kullanarak deniz üstünde seyreden Albatros İDA’yı başarıyla imha etti.

Teknoloji

Sibergöz-12 operasyonlarında 75 şüpheli yakalandı

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 20 ilde eş zamanlı düzenlenen Sibergöz-12 operasyonlarında 75 şüphelinin yakalandığını bildirdi.

Teknoloji

Türkiye'nin ilk uzay yolcusu Gezeravcı'nın 9 Ocak'ta uzaya gönderilmesi planlanıyor

Türkiye’nin ilk uzay yolcusunun, 9 Ocak 2024'te uzaya gönderilmesi planlanıyor.

Teknoloji

STK’LAR YILDIZ HOLDİNG’TE BULUŞTU

Ukrayna: Rusya, başkent Kiev'e seyir ve balistik füzelerle saldırdı

Rus istihbaratı: Fransa, ilk etapta 2 bin askeri Ukrayna'ya göndermek için hazırlık yapıyor

Erdoğan'ın iftar yemeğinde sarf ettiği cümle Yunanistan'da tepkiyle karşılandı! Hükümete çağrı yaptılar

MİT PKK'nın sözde İran sorumlusunu Kandil'de etkisiz hale getirdi

Katillerin gözü döndü! İsrail’den Şifa Hastanesi’ne katliam gibi baskın: Sivilleri acımadan öldürdüler

Uzman isim Türkiye'nin rolünü anlatarak uyardı! Karadeniz'i bekleyen büyük tehlike

Pakistan'dan Afganistan'a hava saldırısı!

Rusya'da seçim: Dünya Putin'i protesto ediyor

Bayraktar AKINCI'dan İHA-230 füzesiyle çifte atış

Türkiye ve Irak'tan ortak bildiri

ABD uçağından görünen detay! Filistin topraklarına alçak imza

Rusya’da kritik seçim! Halk sandık başında: Putin yeniden mi geliyor?

YILDIZ HOLDİNG’İN KONUŞAN YAZILAR SERGİSİ ANKARA’DA

Zelenskiy, Ukraynalıların Rusların Avrupa'ya geçişini engellediğini söyledi

Altay: Konya Türkiye Yüzyılı’nda ülkemizin teknoloji üssü olacak

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

BAŞKANIMIZA TÜRK DÜNYASI ÖDÜLÜ

İsrail-Hamas savaşında son durum... ABD'nin İsrail taktiği deşifre oldu! Washington Post yazdı: Kongre resmen bypass edilmiş!

Atlantik Konseyi'nden çarpıcı Türkiye analizi: Avrupa'nın güvenliğini sağlama fırsatı var

Dışişleri İsrail'in Batı Şeria'daki işgal planına sert tepki: Bu eyleme derhal son verilmelidir

Ermenistan-Rusya krizinde son nokta: Paşinyan muhafızların geri çekilmesini istedi

İsrail bunu da yaptı! Yüzlerce Filistinlinin toplu defnedildiği mezarlığa bomba yağdırdılar

Hamas: İsrail taleplerimizi kabul ederse 6 haftalık ateşkes 24 ila 48 saat içinde başlar

İsrail ordusu, bir kez daha Gazze'de insani yardım bekleyenlere saldırdı

HOCALI SOYKIRIMI YENİ YÜZYIL’DA KONUŞULDU

İsrail resmen ateşle oynuyor: IDF 'katliam planını' sundu! ABD askeri İsrail elçiliğinin önünde kendisini yaktı

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye, savunma sanayi alanında adeta destan yazıyor

YAPAY ZEKA FIRSAT MI, TEHDİT Mİ

BM: İsrail'in saldırıları ve yetersiz yardım nedeniyle Gazze'de kıtlık an meselesi

Yükleniyor