Solmakta Olan Arap Petrol İmparatorluğu

Solmakta Olan Arap Petrol İmparatorluğu

Yirmi yıl içerisinde dünya petrol piyasası ve Orta Doğu’nun jeopolitik etkisi, bugünkünden çarpıcı biçimde farklı olacak. Orta Doğu önemli bir oyuncu olarak kalacak; ancak Suudi Arabistan prenslerinin krallıklarını tanıttıkları tabiri

Paul D. Miller *

ABD Başkanı Obama’nın rotasını Doğu Asya’ya çevirmesi, oldukça doğru bir zamanlamaya karşılık geliyor. Keza Orta Doğu’nun jeostratejik önemi gereğinden fazla abartılıyor. Bölgenin Amerika açısından önemi, aslen, dünya petrol piyasası üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor; ancak söz konusu etki de bir kuşak sonra yok olmuş olacak. Fiyatların artmasından üretim maliyetlerine, azalan rezervlerden, alternatif yakıtların ve konvansiyonel olmayan petrol kaynaklarının mevcudiyetine dek birçok gelişmenin bir araya gelmesi, küresel enerji piyasasında Orta Doğu’nun belirleyici rolünü oldukça zedeleyecek. Öte yandan, ABD’nin de dünyanın diğer bölgelerinde en az Orta Doğu’ya dair çıkarları kadar dikkate alması gereken başka temel çıkarları bulunuyor. Örneğin, kitle imha silahlarının yayılmasını önlemek, uluslararası terörizmle mücadele, dünyanın kilit stratejik bölgelerinde istikrarın sürdürülmesi gibi...

İkinci Dünya Savaşı’ndan yüzyıllar önce, Orta Doğu, stratejik olarak alakasız bir bölge olarak kabul edilirdi. Büyük İskender’in yoksul Arap Yarımadası üzerinden geçmesinin tek sebebi, bu bölgenin kendisi ile hedefi (yani Pers ile Hindistan’ın efsanevi serveti) arasında yer almasıydı.

Bölge, Orta Çağ’da Avrupa ile Çin arasında İpek Yolu’ndan geçen tüccarlar açısından aşılması gereken bir geniş alandan ibaretti. Modern Avrupa’nın büyük imparatorlukları, Orta Doğu’yu sömürgeleştirmeden önce Afrika dahil dünyanın diğer tüm bölgelerini denemişlerdi; çünkü buradaki büyük çölden onlara pek fayda yoktu. İngilizler, 19. Yüzyılda Mısır’ı işgal ettiler ve Süveyş Kanalı’na yatırım yaptılar. Ancak bu yatırımın sebebi Mısır’ın sağlayacağı bir yarar değil, böylelikle Hindistan’a en kolay yoldan ulaşacaklarını bilmeleriydi.

Orta Doğu’nun halihazırdaki stratejik önemi ise, petrol üretiminde sahip olduğu kıyaslamalı avantajdan kaynaklanıyor; keza petrol, modern dünya ekonomisi için elzem bir emtia halini aldı.

Kıyaslamalı avantaj, dört etmene dayanıyor:

Birinci olarak, Orta Doğu’nun petrolü, dünyada en ucuza üretilen petrol, çünkü basit bir jeolojik niteliği bulunuyor. Orta Doğu petrolü, dümdüz çöllerin altında duruyor, yani okyanus altında veya Amazon nehrinin havzasında değil. 2008 yılında Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bir varil petrol üretimi, 6 ila 28 dolar arasında bir maliyete karşılık geliyordu. Aynı dönemde dünyanın herhangi bir başka noktasında ise, söz konusu üretimin değeri, 39 dolara dek çıkıyordu. Şist yağının varili başına ise 113 dolara yükselebiliyordu.

İkinci olarak, Orta Doğu’daki petrolün büyük bölümü, bir “üstün ürün” niteliğinde. Orta Doğu’nun “hafif tatlı” ham petrolünün kimyasal özellikleri, örneğin Venezüella’nın “ağır” ham petrolüyle kıyaslandığında rafine edilmesi hem daha kolay hem daha ucuz.

Üçüncüsü; Orta Doğu’nun petrol geliştiricileri ölçek ekonomilerinden yararlanıyorlar, çünkü orada çok fazla oranda ucuz petrol bulunuyor. Bugün bile, bölge, halen dünyanın ortaya çıkarılmış ve ticari olarak uygun petrol rezervlerinin yarısından fazlasına, dünyanın petrol üretiminin de üçte birine ev sahipliği yapmaya devam ediyor.

Dördüncü olarak, Orta Doğu’nun petrol üretimindeki ve rezervlerdeki hakimiyeti, onu, “batmak için çok büyük” bir hale getiriyor ki, bu durum da üreticilerin risklerini önemli oranda azaltıyor. Alıcılar, haklı olarak, ne bölgedeki hükümetlerin ne de gelişmiş ülkelerin petrol üretiminde ciddi bir aksaklığın baş göstermesine izin vermeyeceklerine inanıyorlar (özellikle de 1970’li yıllardaki ambargoların geri tepmesinden sonra).

Söz konusu kıyaslamalı avantaj, modern ekonominin yüksek petrol gereksiniminden dolayı küresel bir güç ve nüfuza dönüşüyor. Petrol, endüstriyel çağdan çok önce aydınlatma ve yağlama için kullanılırdı; ancak petrole yönelik çağdaş piyasa, 1886 yılında Karl Benz’in rafine petrolle çalışan bir içten yanmalı motora sahip otomatik hareket eden bir makine icat etmesiyle başladı. Dikkat çekici kadar kısa bir süre içerisinde, halkların ve malların taşımacılığında buhar, kömür ve hayvan kullanımına bir anda son verilip, petrol ürünlerine geçiş yaşandı. Benz’in otomobilin patentini almasının üzerinden 125 yıl geçmişken, Amerikalılar petrolden 36 katrilyon BTC tüketiyorlar. Bu da, taşımacılık için gereken enerji ihtiyaçlarının %94’ünü, endüstriyel amaçlı enerji tüketiminin ise %40’ını teşkil ediyor. Ayrıca, ülkenin tüm enerji talebinin de üçte birinden fazlasına karşılık geliyor.

Amerika’nın bu deneyimi, dünya çapında birçok ülkede de yansımasını buluyor. Otomobil, traktör, uçak, otobüs, motosiklet, tekne ve hatta bazı trenlerle sağlanan küresel taşımacılık, petrolden elde edilen yakıtlarla çalışıyor ağırlıklı olarak...

Bu iki etmen (yani Orta Doğu’nun petrol üretimindeki kıyaslamalı avantajı ve dünya ekonomisinin taşımacılığa yakıt sağlamak üzere petrole duyduğu gereksinim) bugünkü modern Orta Çağı oluşturmuştur. Yoksa bu bölge bu denli stratejik öneme sahip olamazdı.

Ancak, Orta Doğu’nun enerji üretimindeki kıyaslamalı avantajı ve dünyanın petrol gereksinimi, 1974’lü yıllarda zirveye ulaştı ve o tarihten beri de bu iki unsur düşüşe geçti. 1974 ve 1979 yıllarındaki petrol ambargoları ve kesintilere tepki olarak Batı dünyası, enerji tasarrufunda başarılı bir çaba içerisine girdi. ABD’nin enerji yoğunluğu (yani, GSYİH bazında ne kadar enerji kullanıldığının dolar cinsinden değeri), 1973’ten beri yarı yarıya azaldı ve dolar başına 15.400 BTU’den 2010 yılına 7470 dolara geriledi.

Bu ani başarı; enerji etkinliği ve tasarruf uygulamalarında kaydedilen ilerleme sayesinde dünya ekonomisinin tüm enerji çeşitlerine artık geçmişe oranla daha az bağımlı hale geldiği anlamına geliyor. Buna ek olarak, dünyanın enerji gereksinimlerini karşılamak üzere giderek çeşitlenen bir girdi menüsü var; ve bunlar arasında nükleer güç ve yenilenebilir kaynaklar da bulunuyor.

2010 yılında Amerika’nın enerji kaynakları içinde petrolün payı, 1951 yılından beri en düşük düzeyine ulaştı. Dünya ekonomisinin petrol yoğunluğu veya Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın tabiriyle “GSYİH’da bir dolar üretmek için gereken petrol miktarı', son otuz yıldır giderek azaldı. Ancak hikayenin tümü bundan ibaret değil. “Düşüş eğilimi, 2004’ten beri hızlandı; bunun da sebebi yükselen petrol fiyatları sonucunda insanların tasarrufa yönelmesi, daha etkin petrol kullanımı ve farklı yakıtlara dönüş.”

Son yıllarda elektrikli ve hibrit araçların piyasaya sürülmesi, her ne kadar henüz emekleme aşamasında olunsa da, petrol temelli yakıtlara olan talebin azalmasını hızlandıracak gibi görünüyor. Orta Doğu’nun petrol üretimindeki kıyaslamalı avantajı azalıyor. Orta Doğu, her zaman için üstün bir ürüne sahip olacak; ancak avantajını oluşturan diğer üç unsur giderek yok oluyor:

Öncelikle; Orta Doğu’daki petrol üretim maliyetleri, kuşkusuz, yükselecek. Yeraltından çıkarılması kolay olduğu için bölge petrolü oldukça ucuz. Ancak, dünyada giderek en ucuz ve en kolay geliştirilen petrol kullanıldığı için, Orta Doğu’nun ham petrolünün üretimi giderek pahalı hale gelecek. Orta Doğu’daki bazı sahalarda, seksen yıldır aralıksız şekilde petrol üretiliyor ve bu sahalar hızlı bir şekilde doyuma ulaşıyor. Özellikle Suudi Arabistan’ın elindeki petrol sahalarının çok büyük bir oranının artık vadesi gelmiş de geçmiş durumda. Dünya üzerindeki yirmi büyük petrol sahasının 13 tanesi Orta Doğu’da yer alıyor; ve 1928 ila 1968 yılları arasında hepsi üretim yaptılar. Bir sahanın artık doruğa ulaşmasının ardından buradan petrol çıkarmak teknik açıdan daha zor ve maliyetli hale gelmektedir. Özellikle de geliştiricinin kalan petrolü ikincil, üçüncül ve konvansiyonel olmayan yöntemlere başvurarak çıkarmaya çalıştığı durumlarda, bu önerme daha da geçerlilik kazanır. Orta Doğu’daki üretim maliyetleri, önümüzdeki yıllarda kaçınılmaz olarak artacak. Petrol piyasası, giderek daha pahalılaşan ve geliştirilmesi zor petrolden oluşacak.

Bu eğilim, kalkınmakta olan ülkelerde petrol talebinin ve fiyatların artmasıyla birlikte daha da hızlanacak. 1970’lerde petrol fiyatındaki fırlamaların ardından dünyanın geri kalanı petrol üretimine ve enerji tasarrufuna yatırım yapmıştı. Orta Doğu’nun petrol üretimindeki payı 1985 yılı itibariyle %19’dan düşük bir seviyeye geriledi –yani 1953’ten beri olan en düşük düzey. Bu durumda, aşırı kapasite, fiyatların düşmesine sebep oldu ve Orta Doğu piyasadaki görece pozisyonunu yeniden düzeltti; ancak bu olay da, gelecekte bizi nelerin beklediğini gösteriyor. Fiyatlar, uzun vadeli ve dur durak bilmeyen bir şekilde artışta; bunun büyük ölçüde sebebi, Çin ve Hindistan gibi yerlerde artan talep. Küresel sıvı yakıt tüketimi de, 2035 yılı itibariyle günlük 111 milyon varile ulaşacağa benziyor –yani bugünkü rakamlardan 85 milyon varil daha fazla. Fiyatlar, 2002’den beri bölgedeki siyasi istikrarsızlık ve piyasa üzerinde uzun vadedir süregelen baskılardan dolayı ciddi anlamda arttı. Bu durum ise, kapasite anlamında dünya çapında bir yatırımı tetikleyecek; dolayısıyla önümüzdeki on yıl içerisinde Orta Doğu’nun pazar payı daha da eriyecek.

İkinci olarak, fiyatlardaki yükseliş, üreticilerin diğer bölgelerde ve konvansiyonel olmayan yöntemlerle yeni üretim kapasitesi geliştirmesi için güçlü bir teşvik unsuru yaratacak. İkincil ve üçüncül sondaj teknolojisinden, veya kaya gazı, kum ve derin su platformlarından elde edilen petrol, zaman içinde fiyatların da yükselmesiyle ticari olarak daha mümkün ve kalıcı hale gelecek. Orta Doğu’nun piyasa payı azalacak ve diğer bölgeler Orta Doğulu üreticilerin yararlandığı türden ölçek ekonomilerinden yararlanmaya başlayacak; bu da şartları eşitleyecek. Orta Doğu daha şimdiden, dünyanın keşfedilmiş petrol rezervlerinden azalan bir pay alıyor. 2010 yılında rezervlerin % 56’sına sahipti; yani 1953’ten beri elde edilen ikinci en düşük nokta. 2002’de aynı rakam % 66 idi. Bu rakamlar bile abartılmış olabilir; keza son on yıllardır Orta Doğu’nun rezerv artışının büyük bölümü, tek sıçrayışta elde edildi -1986’dan 1987 yılları arasında. Bu dönemde, birçok ülke, tahmini rezervlerinde ani ve oldukça yüksek artışlar kaydettiler; ancak bu süre zarfında daha kapsamlı bir sondaj veya teknolojik gelişimde bulunmamışlardı.

Endüstri uzmanlarının spekülasyonuna bakılırsa; bu “kağıt rezervler”, OPEC devletleri arasındaki müzakerelerde bir pazarlık aracı olarak görülüyordu herşeyden önce – OPEC üyelerinin üretim kotaları, kanıtlanmış rezervlerine bağlı olduğu için, daha fazla rezerve sahip olunduğu yönündeki iddialar, bu ülkelerin daha fazla üretmelerine olanak sağlamaktadır. O dönemden beri kaydedilen rakamlar, bu yüzden güvenilir değildir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na bakılırsa, abartılmış rakamlara göre bile, Orta Doğu, konvansiyonel yöntemlerle çıkarılabilecek olan petrol ve doğalgaz rezervlerinin sadece %46’sına karşılık gelmektedir. Ve bunlar sadece “kanıtlanmış” rezervler. Kanıtlanmış rezervden kasıt; mevcut pazar fiyatları dahilinde ve mevcut teknoloji yoluyla çıkarılabilecek petrol depolarıdır.

Bir devletin gelecekte petrol piyasasından alacağı payı en iyi gösteren kriter; elindeki “nihai” rezervlerdir – bunlar da, kanıtlanmış, olası ve mümkün rezervleri içerir. Dünya petrol fiyatları artarken ve teknoloji gelişirken, yeni rezervler de ortaya çıkıyor. Orta Doğu’daki rezervlerin çok büyük bölümü ise, şimdiden keşfedilmiş durumda. Dolayısıyla, fiyatlar artarken ve teknoloji gelişirken (dolayısıyla da giderek daha fazla rezervin ekonomik anlamda elverişli hale gelmesiyle birlikte), dünyanın geri kalanı da, kanıtlanmış rezervlerde orantısız bir artışla karşı karşıya kalacak.

Buradaki tablo, son derece açık ve net: petrol geliştirmeye yönelik konvansiyonel olmayan yöntemler dikkate alındığında (ağır petrol, kaya gazı ve petrollü kum geliştirilmesi de dahil olmak üzere) Orta Doğu bir anda küçük çaplı bir oyuncuya dönüşüyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın verilerine göre, dünya çapında tüm kaynaklardan geriye kalmış ve geri kazanımı potansiyel olarak mümkün olan 7,9 trilyon varil petrol bulunmaktadır ve bunun %90’ından fazlası Orta Doğu dışındadır. Orta Doğu, mevcut kanıtlanmış, konvansiyonel ve ticari olarak makul rezervleri yönetmektedir; ancak söz konusu rezervler, dünya çapında toplam petrolün %10’undan azına karşılık gelmektedir. Konvansiyonel olmayan yöntemler ticari olarak rekabetçilik kazandı mı, Orta Doğu, gerek Kanada, gerekse ABD ve Venezüella’nın gölgesinde kalacak.

Son olarak, konvansiyonel olmayan geniş petrol depolarının ticari olarak makul bir düzeye gelmesiyle birlikte, Orta Doğu’daki petrol endüstrisi, artık “batmak için çok büyük” şeklindeki nitelendirmeden bağışık hale gelecek. Orta Doğu petrol üreticileri, mevcut dünya petrol piyasasının hakimiyetinden kazandıkları zımni risk indirimini kaybedecekler. Aslında, artık gözden çıkarılabilir bir hale gelecekler ve halihazırda ev sahibi hükümetlerden elde ettikleri teşvik ve zımni garantiler üzerinde serbest bir şekilde at koşturmaları daha da zorlaşacak. Bu meselenin artık işadamlarına devredilmesiyle birlikte, hükümetler, mevcut garantilerle iş yapmanın artık mantıklı olup olmadığını haklı olarak sorgulayacaklar.

Dünyanın petrol konusunda ne zaman “zirveye” ulaşacağına dair epey tartışma oldu –gezegen üzerindeki toplam petrolün yarıdan fazlasının tükendiği nokta ne zaman gelecek? Söz konusu noktaya varmaya daha çok uzun zaman var. Ancak, dünya, küresel güç dengesi açısından hayli önemli olan bir başka noktaya yaklaşmış sayılır: Ucuz Orta Doğu petrolünün zirve noktası. Bu da şu anlama geliyor: Orta Doğu’nun kıyaslamalı avantajı eriyor. Petrol fiyatları artarken, dünyanın diğer noktalarındaki üreticiler, daha geniş çaplı operasyonlara yatırım yapıp, Orta Doğulu üreticilerin her zaman sahip olduğu türden ölçek ekonomilerinden yararlanabilecekler. Talep gibi üretim maliyetleri ve fiyatlar da yükselince, Orta Doğulu üreticiler, çok daha çetin bir piyasada dünyanın geri kalanıyla rekabet edecekler.

ABD, 1945’ten bu yana, herhangi bir gücün Orta Doğu’nun petrol sevkiyatını egemenliği altına almasını önlemek için mücadele etti. Bir petrol hegemonu olarak, Sovyetler de olsa, Baas da olsa, Nasır da olsa, İran veya İslamcılar da olsa, ABD ve dünyanın geri kalanına ekonomik şantaj yapabilecek durumdaydı. İşte bu sebeple, ABD, Soğuk Savaş boyunca Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn’deki Komünist-karşıtı monarşileri ve otokrasileri destekledi. Suudi Arabistan’ı 1950’den beri toplam 81,6 milyar dolarlık silah satışıyla donattı –bu da Amerika’nın toplam silah sevkiyatının yaklaşık beşte biri anlamına geliyordu. 1980’li yıllarda İran’a karşı Irak’ı destekledi; Ardından da, aynı ABD, 1990-1991’de Kuveyt ve Suudi Arabistan’ı desteklemek üzere Irak’la savaştı. 2001 terörist saldırılarının ardından ABD, bölgedeki bağlarını daha da güçlendirdi; Mısır, İsrail ve Ürdün’den oluşan NATO üyesi olmayan müttefikleri arasına Kuveyt, Bahreyn ve Fas’ı da kattı. 2003 yılında ise, Irak’ı, daha sonraları fos çıkan bir takım korkularından dolayı (Irak’ın elindeki kitle imha silahlarının sayısının artması sonucu Saddam Hüseyin ve müttefiki olan teröristlerin bölgede kabul edilemez bir üstünlüğü elde geçirecekleri korkusu), işgal etti. Amerikan ordusunun merkez kumandanlığı 1983 yılında kurulmuştur ve Katar’da ileri karakolu bulunmaktadır. Amerikan donanmasının beşinci filosu ise Bahreyn’de konuşlanmıştır. Askeri altyapı, Amerika’nın bölgede uzun vadeli bir askeri üstünlüğünü güvence altına almaktadır.

Tüm bu politikalar, dünya enerji tedariğinin güvenliğini sağlamaya dönük hassas çabaların ifadesiydi. Bununla birlikte, dünya petrol piyasasının “eli kulağında” gerçekliklerinin karşısında fazla anlamlı olmuyorlar. Söz konusu gerçeklikler (dünyanın artan enerji etkinliği ve Orta Doğu’nun petrol üretimindeki kıyaslamalı avantajını kaybetmesi) tam olarak kendilerini göstermeden önce belli bir sürenin geçmesi gerekecek. Ancak, bu unsurlar da birkaç on yıldır zaten varlıklarını alttan alta hissettiriyorlar. Yirmi yıl içerisinde dünya petrol piyasası ve Orta Doğu’nun jeopolitik etkisi, bugünkünden çarpıcı biçimde farklı olacak. Orta Doğu önemli bir oyuncu olarak kalacak; ancak Suudi Arabistan prenslerinin krallıklarını tanıttıkları tabiriyle “petrolün merkez bankası” işlevini göremeyecekler. Dahası, petrolün bir silah olarak tehdit unsuru şeklinde kullanılması gibi bir kozu da sonsuza dek yitirecekler. 1970’lerden beri Batı’nın üzerinde gizli gizli sallanan Demokles’in kılıcı ortadan kalkacak.

Bu da şu anlama geliyor: Amerika’nın Orta Doğu’ya dair dış politikasının merkezi hedefine erişilecek: Artık hiçbir güç, Amerikan ekonomisi üzerinde kabul edilemez bir üstünlük sağlamak suretiyle Amerika’yı tehdit edemez. Çünkü petrolün kendisi daha az önemli olacak ve dünya petrol piyasası giderek daha farklılaşacak. Bu gelişmenin önemi göz ardı edilemez. Gücün jeopolitik dengesinde tektonik bir değişimdir ve stratejik anlamda kilit bir gelişimdir. Orta Doğu petrol imparatorluğunun düşük hızda çöküşüdür.

Bunun karşılığında, Amerika, dış politikasını bu gerçeklikleri yansıtacak şekilde uyarlamaya başlayabilir ve buna başlamalıdır da. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki belirli rejimlerin yükselişi ve düşüşüne memnuniyet içinde bakabilir. Arap Baharı, her ne kadar iktidara ılımlı İslamcı hükümetleri getirecek olsa da, Amerika’nın çıkarlarını tehdit etmeyecektir. Washington, ülkeler arası çatışmalarda daha az aktif bir rol oynayabilir – 1991 ve 2003 Irak savaşlarındaki doğrudan müdahilliğinin aksine, İran karşısında Irak’a verdiği dolaylı destek gibi. Öte yandan, özellikle dünyanın en baskıcı ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki insan hakları ihlallerine ve tiranlığa karşı daha özgür ve cesur bir şekilde sesini yükseltebilir. Küresel liberalizmin savunucusu pozisyonunu geri kazanabilir; Orta Doğu diktatörleriyle yakın mesaisinden dolayı Amerikan imajına verilen hasarı bu şekilde düzeltebilir.

ABD’nin Orta Doğu’da başka çıkarları da var; ancak dünyanın diğer kısımlarına dair beslediği çıkarların yanında pek güçlü değil. Örneğin, bölgede terörizm cirit atıyor ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması konusunda büyük bir yörünge teşkil edebilir. Ancak, Güney Asya’da ABD’yi daha doğrudan tehdit eden birçok terörist grup yaşıyor –bunlardan biri de El Kaide. Dahası, Güney Asya, iki büyük nükleer güce de ev sahipliği yapıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki on yıllar boyunca Amerika’nın terörle mücadele ve silahların yaygınlaşmasını önleme çabalarının odak noktası Orta Doğu değil Güney Asya olmalıdır.

Ayrıca, Orta Doğu’da okyanus üzerinden ticaret açısından iki önemli dar geçit var: Süveyş Kanalı ve Hürmüz Boğazı. Ancak, bölgedeki hükümetler, ciddi anlamda ihracata bağımlı durumdalar ve ticaret güzergahlarını açık tutmak konusunda güçlü çıkarları var. İranlı liderlerin son dönemlerdeki tehditlerine karşın hiçbir hükümet, ekonomik yaşam damarlarını kasten kesmeyecektir. Öte yandan, Doğu Asya’daki Malakka Boğazı, öngörülebilir bir gelecekte okyanus ticaretine farklı bir güzergah sunmada önem kazanacaktır.

Son olarak, ABD, İsrail’in güvenliğini haklı olarak taahhüt ediyor. Eğer İran nükleer silah geliştirmeyi başarır ise, İsrail’in karşısında potansiyel bir varoluş tehdidi ortaya çıkacak –Amerika’nın Doğu Asya’daki müttefiklerinin (Güney Kore, Tayvan ve Japonya) 2006 yılından beri Kuzey Kore kaynaklı karşılaştıkları tehdit gibi. Bir kez daha Amerika’nın Orta Doğu’daki çıkarları, diğer bölgelerdeki Amerikan çıkarlarından daha önemli değil.

Dünya enerji piyasasında değişen gerçeklikler, Amerika’nın Orta Doğu’yu gözardı etmesi gerektiği veya gözardı edebileceği anlamına gelmiyor. Kuşkusuz İsrail’in güvenliği ve İran’ın tutumu, bölgeyi, politika yapıcıların dikkatinden kaçırmayacak. Ancak, küresel bir perspektiften bakıldığında, ABD’nin dünyanın diğer bölgelerinde çok daha fazla veya derin çıkarları bulunuyor –özellikle de Avrupa ve Asya’da.

Bütçe kesintileri sonucu dikkatlerin mali disipline odaklanması bir yandan, önümüzdeki Ocak ayında yeni bir başkanlık döneminin başlaması diğer yandan, tüm bu olaylar Amerikan politika yapıcılarına Amerika’nın büyük stratejisini olduğu kadar askeri konuşlandırma ve güç yapılarını yeniden değerlendirmeleri için güçlü bir fırsat sunuyor. Bunu yaparken de, Orta Doğu’da yükselen gerçeklikleri dikkate almaları gerekiyor. Ucuz petrol karşılığında bölgedeki istikrarın güvence altına alınmasına dair yürütülen mantık parlaklığını yitiriyor ve bu misyon dünyaya normalden daha fazla dert açmaya başlıyor.

 

* Paul D. Miller, Ulusal Savunma Üniversitesi’nde uluslararası güvenlik araştırmaları alanında öğretim görevlisidir. Daha önceleri, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Afganistan direktörlüğünü yürütmüştür. Burada ifade edilen görüşler tamamen kendisine aittir.

http://nationalinterest.org/article/the-fading-arab-oil-empire-7072



Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Yükleniyor