Chermaine Poo
İstanbul Bir Ziyaret için Gösterilen Çabayı Fazlasıyla Hakediyor.
19. yüzyıl Fransız yazar ve siyasetçisi Alphonse de Lamartine’in “Dünyaya son bir bakış atması gerekse, kişi İstanbul’a bakmalıdır” nasihati sebebiyle hep İstanbul’u ve Türkiye’yi ziyaret etmek istedim.
İstanbul’un uzun tarihi, tarihî yerleri, ataları Avrupa ve Orta Asya’dan gelmiş halkı, kültürü ve tabii ki yemekleri beni her zaman cezbetti. Ancak İstanbul’a ayrılacak zamanın kısıtlı olması sebebiyle bir Türkiye turuna katılmak, bu şehre hakkını vermeye yetmezdi. Bu sebeple, bir Türkiye turuna katıldım ancak uçuşlarımı üç gün öncesine ve iki gün sonrasına ayarlayarak İstanbul’da sekiz, Anadolu’da ise yedi gün gezmiş oldum.
Türkiye’nin finans ve ticaret başkenti ve sanayi merkezi olan, Asya ve Avrupa’ya yayılmış İstanbul, 14,1 milyonluk nüfusuyla dünyanın altıncı büyük şehridir.
2012 yılında İstanbul 332,4 milyar dolar (1,120 milyar ringgit) gayrisafi yurt içi hasılaya ulaşırken aynı yıl Malezya’nınki 305 milyar dolar (1,027 milyar ringgit) olarak gerçekleşmişti.
Avrupa yakasında en cazip bulduğum mekânlar olan Sultanahmet ve Taksim’de kalmaya karar verdim.
Konaklama
Armada Pera Hotelde müdür tarafından, delüks odamın şehrin manzarasına nazır bir süite yükseltildiği sürprizi ile karşılandım.
Daha sonra, odamı tutarken Türk yemekleri servis ettiğini fark ettiğim bir restorana gitmek üzere taksiye bindim. Restoranda Marmara Denizi, Sultanahmet Cami ve Ayasofya manzarası eşliğinde ekmek, peynir çubukları ve mezelerle başlayan, kebap, kırmızı şarap ve baklava ile devam eden ve ufak bir fincanda gelen Türk kahvesi ile biten yemeğe, yalnızca 140 Türk lirası (210 ringgit) ödedim.
Müşterilerle dolu restoran, bar ve pubların olduğu sokakları yürüyüp Londra’nın Oxford Caddesi’nin muadili İstiklal Caddesi’ne ulaştım. Daha sonra yolculuğun ve ufak keşif yürüyüşümün yorgunluğu ile otelime döndüm.
Sabah erkenden ilk Türk kahvaltımı edecek olmanın heyecanıyla uyandım. Misafirperver ve cömert bir teyzenin evinde kalıyormuş hissi veren zengin bir kahvaltıdan sonra resepsiyonist bir taksi çağırdı ve bir görevli beni taksiye kadar götürerek yerel halkın çoğunluğunun İngilizce konuşmaması sebebiyle şoföre gideceğim yeri söyledi.
Dünya Mirası Alanları
Galata Köprüsü’ne gitmek üzere tramvaya binmek için İstiklal Caddesi’nden Beyoğlu Tünel’e yürüdüm. Köprüyü geçtikten sonra kıpır kıpır Mısır Çarşısı’na gitmek üzere caddeyi geçtim.
Bir saat kadar sonra Topkapı Sarayı’na gitmek üzere yolu sordum ve üzerinde Saray, Sultanahmet, Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Konstantin’in Hipodromu’nun bulunduğu ve son olarak da Kapalıçarşı’ya uzanan caddeyi buldum.
Bu güzel caddenin iki yanında el yapımı ürünler, kıyafetler, deri eşyalar, halılar, dekoratif eşyalar, seramikler ve renkli lambalar, lokum, baklava ve farklı başka eşyaların satıldığı dükkanlar bulunuyor.
Türk yemeklerinin sunulduğu birçok restoran, bunlar yetmezmiş gibi Kapalıçarşı’da ise üç binin üzerinde dükkân bulunuyor.
Burası, tarihî eserlerin bulunduğu meşhur Sultanahmet bölgesi.
Ertesi sabah ise Bizans kiliselerinin günümüze ulaşan en güzel örneklerinden olan Kariye Müzesine gittim. İçi mozaikler ve İncil’den sahnelerin anlatıldığı fresklerle süslü yapı, 16 yüzyılda Osmanlılar zamanında camiye, 1948 yılında ise müzeye çevrilmiş.
Görülecek bunca şeyin olduğu İstanbul’da zaman su gibi akıp gitti.
Güzel limanları, yedi tepesi, camiye çevrilen eski muhteşem kiliselerinde kendini gösteren Bizans ve Osmanlı mimarileri ve egzotik Avrupalı gibi görünen ancak Asya kültürüne sahip insanları ile Türkiye’nin gizemi dünyanın her yanından turist cezbetmeye devam ediyor.
Keşfedilecek onca ülke varken, Türkiye’yi yeniden ziyaret eder miyim? Hiç düşünmeden! ((Malezya, The Star - 21 Kasım 2014)