Türkiye`nin Afrika Politikası

Türkiye`nin Afrika Politikası

Türkiye’nin on yıldan bu yana Afrika ile ilişkilerini geliştirmesinin nedenlerine baktığımızda, siyasi iradenin Soğuk Savaş sonrasında bölgesel ve küresel bir güç olabilmek için yeni, çok yönlü ve etkin bir dış politika izleme arzusu

Melek Fırat *

Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkiler yazınında artık klasikleşen bir söylemle karşı karşıyayız: “XXI. yüzyıl Afrika yüzyılı olacak.” Bu önkabul üzerinden yapılan tartışma ise, özellikle büyük güçlerin Afrika’yla kurmaya çalıştıkları siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin niteliği üzerinden, yani bir ortaklık ilişkisinin mi yoksa yeni bir paylaşımın mı söz konusu olduğu üzerinden yürütülüyor. Buradan yola çıkarak da yeni hegemonun hangi devlet olacağı tespit edilmeye çalışılıyor. Gerçekten de, 2000’li yıllarda ABD’nin, AB’nin, Çin’in, Hindistan’ın, Brezilya’nın, Rusya’nın Afrika’ya ilgilerinin arttığı ve nitelik değiştirdiği görülmektedir. Tüm büyük güçler dış politikalarında Afrika’yı öne çıkarmaya ve Soğuk Savaş döneminden farklı olarak ideolojik yaklaşımlarını terk ederek, ekonomik ilişkilere vurgU yapmaya başladılar.

Afrika’yla ilişkilerini geliştirme çabası içinde olan ülkelerden biri de Türkiye. Türk dış politikasında daha önce hemen hemen hiç yer almayan Afrika, 2000’li yıllarda açılım yapılan bölgelerden biri oldu. Bürokrasinin dahi uyum göstermekte zorlandığı bu siyasal karar, özellikle AKP hükümetiyle birlikte başlatılan Soğuk Savaş sonrası yeni dış politika anlayışının doğal sonucu olarak değerlendirilebilir.

AKP hükümetlerinin yeni dış politika anlayışı ve bu bağlamda Afrika ile geliştirilmeye çalışılan ilişkilerin önemini değerlendirebilmek için, Türkiye-Afrika ilişkilerinin tarihsel arka planına kısaca göz atmakta yarar var.

Türk Dış Politikasında Afrika

Türkiye Cumhuriyeti bir ulus-devlet olarak tarih sahnesine çıktığı andan itibaren dış politikasını Misakı Milli çerçevesinde belirledi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenlik alanında yer alan topraklarla tüm bağlarını kopardı. Bu bir yandan imparatorluk zihniyetinin terk edildiğinin göstergesiydi, diğer yandan da 200 yıldan beri Batı’ya yüzünü çevirmiş olan bir toplumun yeni devleti olarak kalkınma ve batılılaşma hedefinin önceliğine işaret ediyordu. Yeni Türkiye laik ve batılı bir devletti; İslam ortak paydası çerçevesinde tarihsel bağları bulunan doğu toplumlarıyla asgari ilişkiler kuracaktı.

Bu asgari ilişkileri zorunlu kılan ise ortak coğrafyada yer alma durumuydu. Geçmiş tarihsel ve kültürel ortaklıklar unutulacak ya da unutturulacaktı. Batı odaklı bir dış politikaya yönelen yeni Türkiye’nin doğu toplumlarına ilişkin tek iddiası model olmaktı ki bu iddiasını da II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan iki kutuplu dünyada, özellikle NATO’ya girdikten sonra kaybetti. Kendisini bir Avrupa devleti sayarak Üçüncü Dünya’yı Batı bloku çıkarları dışında değerlendirebilme yetisini gösteremedi.

1945-1991 arasında, Soğuk Savaş ve iki kutuplu sistem mantığı içinde dış politikasını oluşturan Türkiye güvenlik kaygısını merkeze aldı ve 1952’ye kadar NATO’ya girişi temel hedef olarak benimsedi. 1952’de NATO’ya girdikten sonra da gerek iç gerek dış politikasını ABD ve Batı’nın çıkarlarını kendi çıkarlarıyla özdeşleştirme üzerine kurdu ve SSCB “tehdidini” öne çıkararak blok politikası izledi. Bu anlayış içinde dünyaya bakan Ankara, değil Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar gibi içinde yer aldığı bölgeye yönelik olarak dahi bir politika geliştirme gereksinimi duymadı.

İzlediği Batı bağlantılı dış politika Türkiye’yi giderek yalnızlaştırdı. Bağımsızlıklarını kazanan sömürge ülkeler ve tabii Afrika ülkeleri Bağlantısızlık Hareketi içinde yer almayı tercih ederken, Ankara söz konusu hareketi “SSCB’nin ürünü” olarak değerlendirdi ve bu hareket içinde yer alan devletlere mesafeli tutum takındı.

1960’lı yılların ikinci yarısında Türkiye dış politikasını sorgulamak zorunda kaldı. Kıbrıs sorunu dolayısıyla NATO müttefiki Yunanistan’la karşı karşıya gelince NATO’nun güneydoğu kanadında ortaya çıkabilecek zayıflıktan rahatsız olan ABD Başkanı Johnson’dan gelen mektup, Ankara’ya Batı bağlantılı dış politikanın güvenliği ne kadar sağlayabileceğinin sınırlarını gösterdi. Ayrıca, BM’de Kıbrıs konusunda yapılan oylamalarda Türkiye yalnızlığını somut olarak gördü. Genel Kurul’da sadece Doğu Bloğu ülkeleri değil, tüm Bağlantısız ülkeler Kıbrıs Cumhuriyeti ve lideri Makarios’u destekliyorlardı.

Bu durumda, Türkiye izlemekte olduğu politikayı gözden geçirmek gereksinimi duydu. İlk kez Afrika ülkeleri gündeme geldi ve bir Afrika açılımından söz edildi. Ancak zamanla görüldü ki bu sorgulama Ankara’nın izlemekte olduğu dış politikanın yetersizliğini anlayarak köklü bir revizyona gitmek istemesinin bir sonucu değildi. Somut bir soruna çözüm aramanın sonucuydu. Kıbrıs konusunda Türkiye’nin görüşünü anlatmak ve destek aramak üzere siyasetçi, diplomat, bilim adamı ve gazetecilerden oluşturulan heyetler Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine gönderildi (1). Ancak bu taktik hesaplarla yapılan ve altyapısı oluşturulmamış açılımın uzun vadeli olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Nitekim Afrika ülkeleri de ne BM’deki Kıbrıs oylamalarında tutum değiştirdiler ne de Türkiye’yle ilişkileri geliştirmeye istekli oldular. Afrika 1990’ların sonuna kadar Türk dış politikası gündeminden düştü.

Türk dış politikası tarihinde Afrika’ya yönelik tek girişim, yukarıda özetlediğimiz 1960’lı yıllarda çok özel nedenlerle ve Ankara’nın tek taraflı talebi üzerine gerçekleştirilen adım oldu ve Kıbrıs sorunu gündemden düşünce de kıtayla ilişkiler yine asgari düzeyde kaldı. Zaten 1980’lerde neo-liberalizmin etkisine giren dünyada Afrika giderek unutulan bir alan haline geldi.

Soğuk Savaş Sonrası Afrika İle İlişkiler

1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve iki kutuplu uluslararası sistemin yıkılması, devletleri dış politikalarını gözden geçirmek durumunda bıraktı. Ancak Türkiye gerek iç gerek buna bağlı olarak dış politika sorunları nedeniyle yeni uluslararası sisteme göre dış politika belirlemesini ancak 1990’ların sonunda gerçekleştirebildi. Ankara artık Soğuk Savaş mantığıyla yürütülegelinen dış politika kalıplarından kurtulması, hem amaç hem araç bakımından dış politikasının ciddi bir revizyona tabi tutulması gerekliliğini hissetti. Bu çerçevede unutulan Afrika kıtası yeniden hatırlandı: 1998’de Afrika’ya Açılım Eylem Planı başlatıldı. Söz konusu plan Sahra Altı Güney Afrika (SAGA) denilen yani Kuzey Afrika ülkeleri dışındaki 48 Afrika ülkesiyle ilişkileri güçlendirmeyi hedefleyen uzun vadeli bir çalışma planıydı. 1960’lardaki Afrika girişimiyle kıyaslandığında bu gelişmenin önemli farklılıklar içerdiği ve Dışişleri Bakanlığı’nın geçmişten ders aldığı açıkça görülmektedir.

Herşeyden önce başlatılacak yeni Afrika politikasının uzun vadeli planlanması öngörülüyordu ve bu çerçevede de önceliğin ekonomik ve kültürel ilişkilere verilmesi, ancak bu ilişkilerin gelişmesiyle siyasal ilişkilerin sağlam temellere oturabileceği düşünülüyordu. Bu karar Türk dış politikasının geleneksel anlayışında önemli bir kırılmaya işaret etmektedir.

1998’de başlatılan Afrika’ya Açılım Eylem Planı, Türkiye’nin 1999 ve sonrasında yaşadığı can alıcı sorunlar nedeniyle istenilen hızda ilerleme kaydedemedi. Ancak 2002 yılında iktidara gelen AKP hükümetleri ile birlikte Türk dış politikası ve bunun uzantısı olarak da Afrika politikası açık bir değişim süreci yaşadı. 2002’de iktidara gelen AKP’nin hükümet programında Afrika yer almamakla birlikte önemli bir değişim yaşanacağının işaretleri verilmişti. Soğuk Savaş sonrası dönemin değişen uluslararası ortamında çok alternatifli bir dış politika uygulamanın mümkün olabileceğini öngören AKP, askeri ittifakların ve blokların uluslararası ilişkilerin belirleyici unsuru olma niteliğini önemli ölçüde yitirdiği yeni konjonktürde Türkiye’nin güç merkezleri ile ilişkilerini alternatifli, esnek ve çok eksenli olarak yeniden düzenlemesi ve oluşturması gerektiğinin altını çizmektedir.

Değişen bölgesel ve küresel gerçekler karşısında dış politika önceliklerinin yeniden tanımlanması ve bu gerçekliklerle ulusal çıkar arasında yeni bir denge kurulması gerektiğini belirten AKP daha katılımcı bir dış politika oluşturma sürecini öngörmektedir. Türkiye’nin küresel ve bölgesel etki alanını genişletmek, yeni dış politika anlayışının temelini oluşturuyordu. Türkiye’nin küresel etki alanını genişletmesi söz konusu olduğunda da Ortadoğu’nun art bölgesi olarak değerlendirilen Afrika öne çıkmaya başladı ve Afrika Açılım Politikası hız kazandı.

2003 yılında Dış Ticaret Müsteşarlığı “Afrika Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi” hazırladı. Özellikle BM Güvenlik Konseyi üyeliğiyle birlikte Türkiye Afrika ilişkilerinde 2005 yılı dönüm noktası oldu. Afrika Yılı olarak ilan edilen 2005’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Etiyopya ve Güney Afrika’yı ziyaret etti ve ilk kez bir Türkiye başbakanı Ekvator altı Afrika’ya gitti. Aynı yıl 12 Nisan’da Türkiye Afrika Birliği’nde gözlemci statüsü edindi ve 5 Mayıs’ta örgüt nezdinde akredite büyükelçi bulundurmaya başladı. Ocak 2008 Afrika Birliği Zirvesi’nde de Türkiye stratejik ortak ilan edildi.

AKP hükümetinin Afrika’ya yönelik politikasını BM Güvenlik Konseyi seçimlerine bağlı siyasal manevra olduğunu ve uzun vadeli olmayacağını düşünenler bulunsa da, söz konusu politikanın uzun vadeli bir perspektif taşımakta olduğu açıktır. Nitekim, 2007 yılı hükümet programında bölgesel güç-küresel aktör olma; aksiyoner ve etken bir merkez ülke haline gelme iddiası yer almaktadır. Bu programda 2002’den farklı olarak Afrika’ya yer verilmektedir.

“Bu döneme kadar dış politika ufkunun dışında kalan Afrika, Uzak Doğu ve Latin Amerika gibi bölgelere yönelik açılım politikaları artan bir hızla sürdürülecektir. 2005 Afrika, 2006 Latin Amerika yıllarında başlattığımız projeleri yakından takip edecek ve 2013 yılına kadar bu bölgelerdeki altyapıyı güçlendirip 2023 yılında bu bölgelerdeki en aktif ülkeler arasında yer alacağız. Bu bölgelerde yetersiz olan mevcudiyetimiz yeni büyükelçilik ve temsilciliklerin açılması, TİKA’nın faaliyet alanının genişletilmesi, dış ticaret, kültür ve tanıtım faaliyetlerimizin arttırılması ile yoğunlaştırılacaktır” denmektedir.

2007’den sonra Türkiye-Afrika ilişkileri hız kazandı. Ankara’nın Şubat 2008’de yaptığı başvuru 14-15 Mayıs 2008’de Guvernörler Toplantısı’nda kabul edilince Türkiye Afrika Kalkınma Bankası ve Afrika Kalkınma Fonu’nun bölge dışı 25. üyesi oldu. Aynı yıl 18-21 Ağustos tarihlerinde Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi düzenlendi (2). 2008’den itibaren Afrika ülkelerinde yeni büyükelçilikler açıldı ve bugün SAGA’da 15 büyükelçiliğimiz bulunmaktadır ve bu sayının 30’a çıkması hedeflenmektedir(3). Bu süreç içerisinde Etiyopya, Senegal, Somali ve Gambiya Ankara’da büyükelçilik açmışlardır(4). Tüm bu açılımların somut sonucu 2009 BM Güvenlik Konseyi seçiminde görüldü; Türkiye üç ülke hariç Afrika ülkelerinin tümünün oyunu aldı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Türkiye’nin Konsey’de Afrika ülkelerinin sesi olacağı sözünü verdi.

Cumhurbaşkanı Gül, Afrika’ya olan ilginin göstergesi olarak 2009 ve 2010 yıllarında sırasıyla Kenya, Tanzanya, Kamerun ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni ziyaret etti.

Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle gelişen siyasal ilişkileri gelişen ekonomik ilişkilerle de desteklenmektedir. SAGA ülkeleriyle 2000 yılında 742 milyon dolar olan ticaret hacmi, 2005 yılında 3, 2008 yılında 5.7 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakam 2009 yılında ekonomik krizin etkisiyle 4.88 milyar dolarda kaldıysa da Türkiye’nin dış ticaretinde Afrika bölgesiyle ticaret en yüksek ivmelerden birine sahip bulunmaktadır (5).

Türkiye’nin on yıldan bu yana Afrika ile ilişkilerini geliştirmesinin nedenlerine baktığımızda, siyasi iradenin Soğuk Savaş sonrasında bölgesel ve küresel bir güç olabilmek için yeni, çok yönlü ve etkin bir dış politika izleme arzusunun önemli bir etken olduğu açıktır. Ancak bu siyasi nedenin ardında önemli ekonomik ve toplumsal nedenler de bulunmaktadır. XXI. yüzyıla girerken Türkiye’de önemli bir değişim yaşandı: İstanbul ve büyük kentlerde yoğunlaşan sermaye el değiştirmeye başladı ya da daha doğru bir değişle İstanbul büyük burjuvazisinin yanı sıra Anadolu’da da bir burjuvazi oluşmaya başladı. Tipik bir ticaret burjuvazi niteliği sergileyen Anadolu burjuvazisini iç pazarın talebi tatmin edemediği için dış ticarete, özellikle de Ortadoğu ve Afrika ülkeleriyle ticarete yönelmektedir.

Nitekim Afrika ile artan ticarete baktığımızda ihracat ürünlerinin Anadolu kaynaklı olduğu görülecektir. Yine aynı toplumsal grup ve sınıfların desteklediği sivil toplum örgütlerinin Afrika’da faaliyetlerinin arttığı da dikkat çekmektedir. SAGA ülkelerinde açılan okullardan ve hastanelerden, su kaynağı bulmak için yapılan çalışmalara kadar yürütülen birçok insani yardım çalışması benzer çevrelerin çabalarıyla gerçekleşmektedir. Sivil toplumun Afrika’yla artan ilişkilerinin de siyasal iradeyi Afrika’ya yönelik aktif politika izlemek zorunda bıraktığı açıktır.

Uzun Vadeli Bir Afrika Politikası İçin

Afrika ile başlayan ekonomik ve toplumsal ilişkilerin siyasal iktidarlardan bağımsız olarak devam edeceği görülmektedir. Afrika Açılımı’nın bir devlet politikası olarak benimsenmesinden bu yana, aslında siyasal iktidar başlamış olan bu sürecin önünü açma çabası içinde oldu ve “Türkiye’yi bölgesel ve küresel bir güç haline getirmek” amacında Afrika politikasını önemli bir olanak olarak gördü. Son derece başarılı bu başlangıç sürecinin uzun vadeli olabilmesi ve Türkiye’nin arzuladığı gibi “ortaklık için işbirliğine” dönüşebilmesi için daha tutarlı, geniş perspektifli ve iç politikada da etkili olabilecek bir anlayışla yürütülmesi gerekmektedir.

Bugün Afrika sağlıktan eğitime, yoksulluktan insan hakları ihlallerine birçok sorununu çözmeye çalışmaktadır. Afrika’nın karşı karşıya bulunduğu sorunlar geniş bir perspektiften bakılınca küresel ya da küresel izdüşümü olan sorunlardır. Dolayısıyla Türkiye eğer Afrika’ya sorunlarında yardımcı olmak ve bu kıtayla ortaklık için işbirliği yapmak istiyorsa, söz konusu sorunlara ilişkin tutarlı politikalara sahip olmalıdır. Eğitim, sağlık, insan hakları, çevre vs. konusunda kendi politikasını geliştirmemiş bir ülkenin Afrika’ya yardımcı olma olanağı bulunmamaktadır. Küresel ve bölgesel bir güç olmak, küresel ve bölgesel sorunlara küresel ve bölgesel düzeyde bakabilmekle mümkündür. Oysa Türkiye benmerkezci bir tutum sergileme geleneğine sahiptir. Son dönemde çok-yönlü dış politikanın gereği olarak bu gelenekte kırılmalar başlamış olmakla birlikte, sorun odaklı politikalar geliştirme konusunda eksiklikler yaşanmaktadır.

Bugün Türkiye’nin Afrika’da rekabet edeceği büyük devletlerin söz konusu sorunlara ilişkin politikaları bellidir ve bu politikalar çerçevesinde Afrika’nın sorunlarına yaklaşmaktadırlar. Kendi ülkelerinde izlenmekte olan politikalara aykırı bir tutum sergilediklerinde, Afrika devletlerince eleştiriye maruz kalmaktadırlar. Ayrıca, belirlenen politikaların istikrarlı ve ilkeli bir biçimde uygulanması da önem taşımaktadır. Demokrasi ve insan haklarının korunması konusunda bir politika belirleniyorsa, bunun hem ülke içinde hem de dışında tutarlı bir biçimde uygulanması gerekir. İsrail’le ilişkilerde Filistin’deki insan hakları ihlallerini öne çıkarmak, buna karşın Sudan’la ilişkilerde Darfur’daki insan hakları ihlallerine göz yummak politikası, Sudan’la ilişkilerde olumlu sonuç verebilir ama bölgesel güç olma iddiasını anlamsız kılar.

Afrika’nın Türk dış politikasının önemli bir konusu haline gelebilmesi için içeride kamuoyunun bilinçlendirilmesi de önem taşımaktadır. Aksi takdirde atılacak her adım siyasal iktidarın bir fantezisi olarak değerlendirilecektir. Küresel ve bölgesel güç olmanın önkoşulu, Türkiye’nin ve halkının mantalitesini bölgesel ve küresel düşünebilecek yönde dönüştürebilmek, ben-merkezci geleneksel dar düşünce kalıplarını kırabilmektir.

Türkiye-Afrika ilişkilerinde çıkacak sorunları önlemenin yolu, daha planlı hareket etmekten geçmektedir. Siyasal ilişkilerde Afrika ülkelerinde çok sayıda büyükelçilik açmak önemlidir ama personel, bina vs. eksiklikleri yaşanırken acele alınmış bir kararla bunu yapmanın hem gidecek personelin karşılaşacağı güçlükler hem de gidilen ülke açısından sakıncaları vardır. Türkiye Afrika’da büyük ve yükselen güçlerle rekabet etmek durumundadır. En büyük avantajı Afrika ile tarihten gelen olumsuz hatıralara sahip olmaması ve “kazan-kazan” anlayışıyla eşitlikçi bir yaklaşım benimsemesidir. Bu çerçevede izlenecek tutarlı politikalar, Türkiye-Afrika ilişkilerini geliştirecek ve bu süreç yalnızca Afrika için değil Türkiye için de çok zenginleştirici olacaktır.

 

Kaynak: http://bultenler.ankara.edu.tr/dergiler/47/900/sayi900.pdf

* Prof. Dr. Melek Fırat, Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü`dür.

Dipnotlar:
1 Bu heyetlerden üçü Afrika ülkelerine gönderildi. Birinci heyet Cezayir, Fas, Moritanya, Liberya, Gana, Nijerya, Sierra Leone ve Senegal’e; ikinci heyet, Kamerun, Gabon, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad’a; üçüncü heyet ise, Habeşistan, Kenya, Somali, Burundi, Ruanda, Tanzanya, Malavi, Malagazi, Sudan, Libya ve Tunus’a gitti.
2. Zirvede “Türkiye-Afrika İşbirliği İstanbul Deklarasyonu: Ortak Bir Gelecek İçin İşbirliği ve Dayanışma” ve “Türkiye –Afrika Ortaklığı İçin İşbirliği Çerçevesi” belgeleri oybirliğiyle kabul edildi.
3 Yeni açılan büyükelçilikler şu ülkelerdedir: Tanzanya, Fildişi Sahili, Kamerun, Gana, Mali, Uganda, Angola, Madagaskar. Bunların dışında, Gine, Moritanya, Nijer, Çad, Burkina Faso, Zambiya ve Mozambik’te büyükelçilik açma kararı alınmış olup, henüz atama yapılmamıştır.
4. Kenya ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti de Ankara’da büyükelçilik açma çalışmalarına başlamıştır.
5. Türkiye TİKA aracılığıyla 37 Afrika ülkesinde çeşitli projeler yürütmektedir. Bugün TİKA’nın Etiyopya, Sudan ve Senegal’de üç ofisi bulunmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak THY’nin de Afrika ülkelerine seferleri artmıştır: Hartum, Addis Ababa, Lagos, Johannesbourg, Nairobi, Dakar, Darüsselam ve Entebbe THY’nin seferleri bulunan Afrika kentleridir.



Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Türk savunma sanayisi 10 yıla 13 havacılık motoru sığdırdı

Türkiye'nin havacılık motorlarında lider şirketi TUSAŞ Motor Sanayii AŞ (TEI), yaklaşık 10 yıllık dönemde 12 milli, 1 yerli olmak üzere 13 motora imza attı.

Teknoloji

Bayraktar AKINCI ASELFLIR-500 ile hedefi başarıyla vurdu

Bayraktar AKINCI, Aselsan tarafından milli olarak geliştirilen ASELFLIR-500 Elektro-Optik Keşif, Gözetleme ve Hedefleme Sistemi’ni kullanarak deniz üstünde seyreden Albatros İDA’yı başarıyla imha etti.

Teknoloji

Sibergöz-12 operasyonlarında 75 şüpheli yakalandı

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 20 ilde eş zamanlı düzenlenen Sibergöz-12 operasyonlarında 75 şüphelinin yakalandığını bildirdi.

Teknoloji

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini vurmasından endişe ediliyor

MHP lideri Bahçeli: Yeni bir dünya savaşı cinayettir

Vücutta kolay morarma o hastalığın habercisi olabilir!

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sıcaklıklar 30 derecenin üzerine çıkacak (Bu hafta hava nasıl olacak?)

TBMM açılıyor: Gündemde kripto para düzenlemesi var

Yerel seçim dünya medyasında: İstanbul 'büyük ödül', muhalefeti bekleyen tehlike

Avrupa bu itiraf ile çalkalanıyor... Polonya Başbakanı Tusk'tan savaş uyarısı: Hazır değiliz!

Rusya, Ukranya'nın en büyük özel elektrik şirketine saldırdı

İsrail ordusu Halep'i vurdu: 38 kişi öldürüldü

Türkiye’nin iç sorunu bir PKK’dan Avrupa’nın sorunu bir PKK’ya

STK’LAR YILDIZ HOLDİNG’TE BULUŞTU

Ukrayna: Rusya, başkent Kiev'e seyir ve balistik füzelerle saldırdı

Rus istihbaratı: Fransa, ilk etapta 2 bin askeri Ukrayna'ya göndermek için hazırlık yapıyor

Erdoğan'ın iftar yemeğinde sarf ettiği cümle Yunanistan'da tepkiyle karşılandı! Hükümete çağrı yaptılar

MİT PKK'nın sözde İran sorumlusunu Kandil'de etkisiz hale getirdi

Katillerin gözü döndü! İsrail’den Şifa Hastanesi’ne katliam gibi baskın: Sivilleri acımadan öldürdüler

Uzman isim Türkiye'nin rolünü anlatarak uyardı! Karadeniz'i bekleyen büyük tehlike

Pakistan'dan Afganistan'a hava saldırısı!

Rusya'da seçim: Dünya Putin'i protesto ediyor

Bayraktar AKINCI'dan İHA-230 füzesiyle çifte atış

Yükleniyor