Eric Zuesse
1962 yılındaki Küba Füze Krizi ile kıyaslandığında medeniyeti sona erdirecek bir nükleer krize çok daha yakın olduğumuzun sebebini şu şekilde açıklayabiliriz:
Soğuk Savaş sırasında iki taraf, kapitalist kesim ile komünist kesim arasında herhangi bir savaşın, ABD ve SSCB arasında nükleer bir savaşa doğru kızışacağı ve Karşılıklı Garantili İmha oluşturacağı konusunda hemfikir oldular. Dolayısıyla, Karşılıklı Garantili İmha´nın karşılıklı olarak kabul edilmesinden dolayı bu dönemde sıcak bir çatışma gerçekleşmedi – yani 1945 yılından Sovyetler Birliği dağılıp Varşova Paktı denen askeri ittifakını 1991 yılında sonlandırana dek. Bu 45 yıllık dönem arzında –ki “Soğuk Savaş” deniyor- iki nükleer süper güç arasında herhangi bir sıcak çatışma gerçekleşmedi, çünkü her iki taraf da sıcak bir çatışmanın Karşılıklı Garantili İmha ile sonuçlanacağına inanmıştı – karşılıklı imha ve medeniyetin sonu.
Olay bu şekilde son bulacak, keza iki taraf arasında herhangi bir sıcak çatışma, bir tarafın diğerine teslim olmasıyla veya en azından bir tarafın diğerine nükleer saldırı gerçekleştirmesiyle sonlanacak. Bir diğer deyişle, Karşılıklı Garantili İmha şu gerçeği kabul eder: Nükleer bir gücün bir diğer nükleer gücü nükleer olmayan silahlarla vurması, iki taraftan birinin konvansiyonel çatışmayı diğeri karşısında kaybettiği anda bir nükleer savaşı tetikleyecek. Nükleer silahlar, en son başvurulması gereken silahlardır, ancak mağlubiyeti önlemek için yine de varlıklarını sürdürürler. Zaten bu iş için varlar. Eğer Japonya´nın elinde teslime hazır nükleer silah olmuş olsaydı, bu durumda İkinci Dünya Savaşı´nın sonu ciddi anlamda ötelenirdi. Japonya kaybetmek zorunda kalırdı, ancak İkinci Dünya Savaşı´nın sonu, çok daha farklı olurdu.
Sadece Karşılıklı Garantili İmha, Soğuk Savaş´ın bir sıcak savaş haline gelmesini önledi.
Ancak, Karşılıklı Garantili İmha, sadece fiziksel bir gerçeklik değildir; eşit şekilde önemli ve karşılıklı olarak paylaşılan bir inanç sistemidir. Eğer taraflardan biri, bir nükleer savaşı kazanmanın bir yolunun olduğuna inanmaya başlarsa, – bir diğer deyişle, bir nükleer gücün başka bir nükleer güç tarafından fethedilmesi, gerçek bir olasılık haline geldiğinde artık bu inanç sistemi anlamını yitirir.
2006 yılı öncesi dönemde, ABD aristokrasinin (yani ABD hükümetini en azından 1981 yılından beri denetim altında tutan insanlar) en başında giderek daha belirgin bir hale gelen ancak kelimelere dökülmeyen bir kanı vardı. Buna göre, ABD, Rusya´ya karşı bir nükleer savaşı kazanabilirdi. Ve aniden, 2006 yılında, bu kanı yayımlandı ve elinde güç veya nüfuz olan kimse buna karşı çıkmadı. Ve o tarihten itibaren, Karşılıklı Garantili İmha, Amerikan tarafında sona erdi ve nükleer silahlar ABD´de yeni bir çerçeve içerisinde bir stratejiye kavuştu (buna da “nükleer üstünlük” adı verildi) – ABD hükümetinin nihai fetih silahları olarak nükleer silahlar.
Varşova Paktı´nın artık var olmadığı 1991 yılından sonra, ABD´nin askeri ittifakı NATO, Rusya hariç SSCB´nin tüm eski devletlerini üyeliğe davet etti (dolayısıyla NATO´nun bu spesifik ülkeye yönelik devam eden düşmanlığını ve NATO´nun onunla barışacağı konusunda hilekarlığını gösteriyor) ve ayrıca SSCB´nin eski Varşova Paktı müttefiklerinin tümüne de davet gönderdi. Dolayısıyla NATO (şu anda net olarak Rus-karşıtı, ama artık anti-komünist olmayan bir ittifak) Rusya´nın sınırlarına doğru genişlemeye başladı –1962´de Sovyet diktatör Kruçev Amerikan sınırının sadece 90 mil ötesinde Küba´ya nükleer füze yerleştirmek istediğinde ABD, SSCB´yi bunu yapmaktan men etmişti.
Yazının devamı için : http://asam.org.tr/yeni-soguk-savas-yok-daha-kotusu-var/