John Noble Wilford
1961`in bahar aylarıydı. Henüz dört aydır ABD başkanı olan John F. Kennedy, gençliğin verdiği tüm enerjiyi yansıtıyor; “yeni sınırlar”dan söz ediyordu. Ve, Nisan ayı son derece zorlu geçmişti.
12 Nisan günü Yuri Gagarin Dünya`nın yörüngesine gönderilen ilk insan olmuş; bu gelişme, Sovyetler Birliği`nin uzaydaki başarılarına bir yenisini daha eklemişti. Her ne kadar bu uçuş önceden bekleniyor olsa da, yine de genç başkan için durum son derece asap bozucuydu. Gagarin`in başarısından bir ay sonra Alan Shepard, uzaya çıkan ilk Amerikalı oldu ve 15 dakikalık bir yörünge-altı uçuş söz konusuydu. 17 Nisan günü CIA tarafından eğitilen sürgündeki Fidel Kastro karşıtı Kübalılar, komünist yönetime karşı, Domuzlar Körfezi’nde 36 saat süren ve fiyaskoyla sonuçlanan bir operasyon düzenledi.
Kennedy`nin yakın danışmanlarından Theodore Sorensen, Kennedy`i 19 Nisan`da 'kederli ve yorgun' şeklinde tarif etmiş; 'şimdiye kadar onu hiç bu kadar kendini eleştiren halde ve duygusal görmemiştim' demişti. Bir toplantıda ağabeyi olan Başsavcı Robert F. Kennedy’nin danışmanlara dönerek şu sözleri sarf ettiği söylenir: 'Başkanı bu duruma sokanlar siz parlak insanlarınız. Ruslar’a, bizim “kağıttan kaplam olmadığımızı” göstermemiz için bir şeyler yapmamız gerekiyor'.
Başkan Kennedy 25 Mayıs 1961`de ABD Kongre`sinde yapmış olduğu ve televizyondan canlı yayımlanan konuşmasında, 'Ben, bu ülkenin içinde bulunduğumuz on yıl sona ermeden, Ay`a insan gönderip onu sağ salim geri getirme hedefini gerçekleştirmeye odaklanması gerektiğini düşünüyorum' demişti. Bu, Apollo Projesi’nin de başlangıcı demekti.
George Washington Üniversitesi`nden uzay politikaları uzmanı, siyaset bilimci John M. Logsdon`ın 'John F. Kennedy ve Ay’a Çıkma Yarışı' isimli yeni kitabı (“John F. Kennedy and the Race to the Moon”, Palgrave Macmillan), bu sürecin bilinmeyen yönlerini gün yüzüne kavuşturuyor. Kitap; arşivlere, sözlü anlatılara ve son yıllarda ortaya çıkan hatıratlara dayanan araştırmalar üzerine temelleniyor.
25 Mayıs`taki ünlü konuşma, beş hafta süren ve çoğunlukla Başkan Yardımcısı Lyndon B. Johnson`ın yönetimindeki sıkıntılı müzakereler, bilgi notlarının gayri resmi alışverişleri ve kapalı kapılar ardındaki konferansların akabinde gerçekleşmişti. Bu toplantılarda, NASA ve Pentagon yetkilileri, bilimadamları ve mühendisler, bütçe analizcileri ve diğerleri; Sovyetlerin Soğuk Savaş süresince uzaydaki üstünlüğüne son vermek için ABD`nin elindeki tek fırsatın 1960`ların sonuna kadar Ay`a insan göndermek olduğu yönünde bir karar almışlardı.
Ancak, Logsdon`un kitabında daha önce ortaya çıkmamış son derece ilginç bilgiler de bulunuyor. Örneğin Başkan Kennedy sık sık bu proje dahilinde Sovyetlerle işbirliğine gitme fikrini ortaya atıyormuş. Ayrıca Sovyetlerin uzay programının etkinliği ve niyeti hakkında ABD`nin fazla bir fikri yokmuş. Logsdon, araştırmalarının sonunda, tıpkı bu projenin yıllardır içinde olan diğer kişiler gibi, Apollo programının uzun vadede uzay araştırmaları açısından fazla yarar sağlamayacağı görüşüne ulaşmış ve bu projenin ölü doğmuş bir proje olduğu kanısına varmış.
Elbette, bir yarış için iki taraf olması gerekir. Amerikan Başkanı’nın ise, Rusların Ay’a çıkma planları hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Rusların Ay’a insan gönderecek yetide tesisler inşa ettiğine dair herhangi bir kanıt da bulunmuyordu. ABD istihbaratı, ancak 1964 yılında Sovyetlerin benzer bir program planladıklarını öğrendi.
Öte yandan, 1963 yılında Apollo programı için yapılan harcamalar arttıkça, gerek Kongre’den gerekse medyadan ve bilimsel çevrelerden eleştirel sesler yükselmeye başlamıştı. Kennedy ise, Eylül ayında Birleşmiş Milletler nezdinde yaptığı konuşmada, bir değişim rüzgarından söz ediyor ve Sovyetlere bu proje için işbirliği teklif etmeyi düşünüyordu. Hatta öncesinde Sovyet lider Nikita Kurusçev`le Viyana`da yaptığı bir toplantıda bu öneriyi dile getirmiş; ancak Sovyetler bunu kesin bir dille reddetmişti.
Soğuk Savaş sonrası açılan Sovyet arşivlerine göre; Sovyetlerin işbirliğine yanaşmamasının en büyük nedeni ise geliştirdikleri programın teknolojik açıdan zayıflıklarını Amerikalılara göstermekten çekinmeleriydi. 'The Heavens and the Earth: A Political History of the Space Age,' (Uzay ve Dünya: Uzay Çağı`nın Siyasi Bir Tarihçesi) isimli kitabı yazan tarihçi Walter A. McDougall’a göre Kennedy`nin Sovyetlerle işbirliği teklifleri sadece göz boyamaktan ibaretti. Dr. McDougall’ın görüşleri, Başkan Eisenhower’ın göreve veda konuşmasında ifade ettiği, iç meselelerde askeri-endüstriyel çevrelerin artan etkisine dair düşüncelerinde çok daha yakındı ve uzaya insan göndermenin jeopolitik açıdan etkileri hakkında daha ziyade eleştirel ve kuşkucu yaklaşıyordu.
Dr. Logsdon’a göre, Amerikalıların 1963 yılı itibariyle başarıları belli bir noktaya varmıştı. Hatta, bir yıl önce patlak veren Küba füze krizinden beri Sovyet-Amerikan ilişkileri iyileşmişti.
Ulusal güvenlik danışmanı McGeorge Bundy, ABD Başkanı ile birtakım taktikler üzerinde görüşmüştü. Ona göre; ya Ruslarla işbirliği için baskı yapılacak, ya da uzay çabalarını “kendileri için bir teşvik olarak kullanmaya” devam edeceklerdi.
Kendisine eleştiri oklarının yöneltildiği yıllarda bile Kennedy asla Ay’a insan gönderme hedefinden vazgeçmedi. 16 Kasım 1963 tarihinde Cape Canaveral’i (Kennedy’nin Florida’da bulunan uzay üssünün bir parçası – Editör Notu) ziyaret ederken, bir sonraki astronot uçuşları için yapılan hazırlıklardan memnun olmuş gibi bir hali vardı. Günlerden sonra 22 Kasım’da yapmış olduğu konuşmada ise, “ABD’nin uzay alanında hiçbir zaman ikinci sıraya düşmek gibi bir niyetinin olmadığından” söz etmişti.
20 Temmuz 1969`da, Neil Armstrong ve sonrasında Buzz Aldrin`in Sükunet Denizi`nin gri yüzeyine ayak basmasıyla birlikte, amaca ulaşıldı. Kitapta ve röportajda Longsdon, 'Ay`a çıkmanın en azından insanlık tarihi ve belki de keşif tarihi açısından sonsuza dek bir dönüm noktası teşkil edeceğini' düşünerek kendi kendini avutmaya çabalıyordu. McDougall ise düşüncelerini şu şekilde ifade ediyordu: 'Belki Apollo`nun elle tutulur bir yanı yoktu; ancak Tanrı şahidimizdir, bunu yapmamazlık da edemezdik'. (The New York Times)