Geçmişte, Annan Planının tartışıldığı döneminde yaşamıştık bu günlerde yaşadıklarımızı. İktidarda, gene sol eğilimli bir partinin çoğunluğunu oluşturduğu bir koalisyon hükümeti vardı.
Kendilerine Barış İsteyenler adını takmış bir takım geçmişi unutmuş vatandaşlarımız, aynen yağmur yağınca ortaya çıkan garavolliler (sümüklü böcek) gibi yıllarca gizlendikleri yerden ortaya çıkmışlar Barış Engellenemez diye bağırmaya, gösteriler yapmaya başlamışlardı.
Sanki onlardan başkaları Barış istemiyorlarmış, barışı isteyen sadece kendileriymiş gibi Kendi akıllarındaki, Rumun boyunduruğu altına girmek ve Rum çoğunluğun içinde Türk azınlık olmak Barıştı, özgür, kendi kurduğumuz devletin içinde, Türkiyemizin garantisi altında yaşamak da Barış değildi.
Özgürce, kendi kendimizi, kendi kurduğumuz devletimizin yönetimi altında, kendi topraklarımız içinde yönetmek için verilen çabalar ve uğraş onlar için Barış olmadığı için, illaki Rumların idaresi altında yaşamayı Barış olarak lanse etmeye çalışıyorlardı o dönemde, bin bir türlü gösteri ve şaklabanlıkla.
ABD, 30 milyon Dolar, Avrupa Birliği de 30 milyon Avro dökmüştü bizim tarafa, Kıbrıslı Türklerin aklını çelebilmek ve Annan Planına evet dedirtmek için.
Karen Foggun Hassanları çıkmıştı ortaya, sahte dernekler, yapay siyasi partiler kaplamıştı ortalığı. Parayla satın alınmış medya kuruluşları ve bazı medya mensupları Annan Planının içeriğine bakıp, neleri getirip neleri götüreceğini incelemeden Evet yönünde propagandaya başlamışlardı. ABD ve İngiltere Büyükelçileri, Evet yönündeki her mitinge katılıp, diplomatik katkı koyuyorlardı meydanda birikmiş topluluğa.
Parayı kapan, yıllarca sürmüş olan soykırımın pahasına ayakta durmayı başarmış Kıbrıs Türk Halkını Rumların boyunduruğu altına sokmak için uğraş vermeye başlamıştı. Ne Mercedesler, evler alınmıştı o paralarla.
Hele bir de, komedi gibi ama gerçekte, hastalıklı beyinlerin içinde nelerin yattığını açığa vuran bir olay yaşanmıştı, gizliden gizliye, öyle çok fazla da basına yansımadan.
O dönemde bir Eğitim şurası yapılmış ve komisyonlardan birinde, oradan buradan çağrılan 30 kişiyle yapay bir çoğunluk sağlanmış, KKTC sınırları içinde Rumca eski yer isimlerinin kullanılması kararı alınmıştı. Sanki de KKTCnin Cumhuriyet Meclisiydi mübarek, alınan karar da Yasa Gücündeydi. Kıbrıs Türküne rağmen ve halkın büyük çoğunluğunun kabul etmediği bu kararı alanlardan bir tanesi, kendine güvenerek, büyük bir iş yapmışçasına gitmiş ertesi gün Karpaz bölgesinde yer alan Sazlıköyün meydanına St. Nicolas Meydanı tabelasını elleri ile çakmıştı.
Halka rağmen kelimesini boşuna yazmadım. Anında tabelayı söktü attı köy halkı ve söz konusu kişiyi de uzun müddet köye sokmadı. Asla kabul etmedi Sazlıköylüler, satın alınmış beyinlerin kendi kendilerine gelin güvey olup aldıkları bu kararı.
Önemli olan zirziro (Ağustos böceği) gibi çığırtkanlık yapan azınlığın çıkardığı sesleri değil, sessiz çoğunluğun ne istediğini bilmek.
Bu günleri gördükçe dejavu yaşadığımı sanıyorum, 12 yıl evvelki anılarım canlanıyor birer birer Belli ki hala da akıllanmamış, geçmişten ders almamış, uğradığımız soykırımı unutmuş, anavatan Türkiyenin değerini anlayamamış ve Türkiyenin garantörlüğünün ne demek olduğunu kavrayamamış insanlarımız var ülkemizde, politikacısından sıradan vatandaşına kadar