Dr. Yaşar Kalafat


Etnik Milliyetçilik Karşısında Millî Türkoloji (1)

Bize göre Türkiye´de, Türk halkına farklı emperyalist kanallardan hareketle yaşatılan, etnik milliyetçilik karakterli bir iç savaştır.


 

 

Yaşar Kalafat

           

Sunumumuzda, ele alacağımız konu başlıkları ile, yakın geçmişe değinilip, geçmişten geleceğe bir perspektif geliştirmek istiyoruz.

Birinci Açılım Süreci´nden hareketle, uygulamaya geçirilme hazırlıkları sürmekte olan, İkici Açılım sürecini ele alacağız.

Bu münasebetle; Milliyetçilik, etnik milliyetçilik, Siyasi oryantalizm, Oryantalizm-emperyalizm ilişkileri, kimliği belirleyen bilim dalları, Neden Türkoloji, hangi anlamdaTürkoloji, Türklük anlayışımız, Türk kültürlü halklar tanımlamamız, Emperyalizm-etnik kimlik bağlantısı, psikolojik hareket, etnik propaganda, kara propaganda gibi anahtar kelimelerden hareketle, Birinci Açılım Süreci´nin kritiğini yapıp , İkinci Açılım Süreci´ne pencere açmaya çalışacağız.

Bize göre Türkiye´de, Türk halkına farklı emperyalist kanallardan hareketle yaşatılan, etnik milliyetçilik karakterli bir iç savaştır. Özünde, hareket noktası olarak, kimlik, etnik kimlik ele  alınmaktadır.

Görüşümüze göre, kimliği belirleyen, merkezinde halk kültürü olan etnik kültürel özelliklerdir. Kimlik-halk kültürü bağlantısı, öncelikte Türkoloji´nin alan konusudur.Türkoloji/Türklük bilgisini millî yapan, Türkün tanımının açılımdaki muhtevadır.

Türkün tanımındaki muhtevadan sapılmasının nelere nal olduğunu, hangi faaliyetlere kapı araladığını, bu görüşün ardında, kimlerin hangi amaçla yer aldıklarını, Türkologların ihmallerinden de bahisle, kısa örneklerle açıklamaya çalışacağız.

Esasen. Bu ve benzeri konular bizim kısa , uzun çeşitli çalışmalarımızda yer almıştır. (2) Bu defa yapılmak istenilen, bu konudaki gelişmeleri de içerecek tarzda, konunun toparlanarak sunulmasıdır.

Bu muhtevanın, günümüzde kapsadığı konular arasında dil, edebiyat, ilgili dallarıyla  birlikte tarih gibi ilmî disiplinler vardır. Bizim anladığımız anlamda Türklük bilimi, bu alanlara ilaveten, uluslararası ilişkilerden, diplomasiden, sosyolojiye, çevre biliminden,enerji kaynakları gibi, birçok ilmî dalı da kapsamaktadır.

Ayrıca, günümüzde uygulana gelen Türklük biliminde; belirtilen alanlarda ilmî araştırma yapılması, onların yayınlanması ve üniversite müfredatında eğitimlerinin yer alması gibi hususlar vardır.

Biz, Türkoloji´nin hedefi ve ürünleri arasında, öncelikli olarak zihinsel ve kültürel birikimi ile, millî konularda donanımlı insan yetiştirilmesinin de yer almasını anlıyor ve bekliyoruz. İşin psikolojik ve pedagojik, siyaset felsefesi vb. boyutları da vardır. Neden buna lüzum gördüğümüzü ve neden bu tiplemeyi Türkoloji içinde aradığımızı ayrıca açıklamaya çalışacağız.

Bu tespit, sunumumuzun merkezine alınarak olaylar değerlendirilecek, olaylara ad konulacak, gidişattan, nasıl bir yarın beklenmesi gerektiğinin, açıklaması yapılacaktır.

Keza, gelişmelerden beklenilen sonucun, muhakkak kaçınılmaz akıbet olması gerekmediğini göstermeğe dair görüşlerimize de yer verilecektir.

Milliyetçilik, millet hayatını yüceltme cehdidir. Etnik milliyetçilik ise, ortak millet hayatına muhalif, millet içerisinde farklı milliyetler oluşturma, onların ortak millet hayatı aleyhindeki faaliyetlerine onay verip, bu faaliyetler içerisinde yer almak, demektir.

Milliyetçi kişi, yaşam biçimi ile milliyetçilik anlayışını hayatına yansıtmış olur. Milliyetçi yaşam biçiminde millî menfaatler kişisel, zümresel, bölgesel çıkardan önce gelir. Milliyetçiği, etnik milliyetçilik ve benzeri olan diğerlerinden ayıran ölçü, onda millet hayatı, millî menfaatlerin ölçü  olmasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi bir vekil, millet huzurunda yaptığı yemine rağmen, Türk milletinin vekili olduğu gösteren, mazbatasını aldıktan sonra, seçim bölgesi halkın karşısında, etnik milliyetçilik yapamaz, yapmamalıdır. O andan itibaren o kimse, etnik milliyetçilik yaparak, bize göre yeminine sadık kalmamıştır. Muhtemeldir ki, yemin yaparken bir ayağını salondan saklayarak havaya kaldırmıştır.

Milliyetçilik anlayışı konusunda, bu değerlendirme ve tanımlama şeklinden uzaklaşıldığı için, emperyalizm destekli etnik milliyetçilik, iki adım ileri bir adım geri taktiği ile sürekli  bir adım mesafe alabilmiştir.

Birinci açılım sürecinde, “olanlardan geleceği görebilmek basireti, yeterince gösterilemediği için, gelecekte olanların tespitinden hareketle, tedbirler de bize göre gerektiği    Ankara 2011 nispette alınamamış,

Piyade tüfeği ile engellenmeyen terör için, jet kullanılması gerekmiştir. İHA´larla gösterilen başarı, 6 milyon muhalif oyun oluşmasına mâni olunamamıştır. Zira mücadelenin aidiyet, mensubiyet boyutu yok sayılmıştır.

Bu noktada, “insan hakları ve demokratlaşma yolunda, atılan adımların atılmasına devamda, terörün olumsuz etkisi olmuştur”. Mealindeki sakıncalı bulduğumuz resmî açıklamalar, sunumumuzun can damarını teşkil eden hususlardandır.

Zira, hiçbir siyasi ideolojik hareket, biteviye terörle sürdürülecek bir hayat tarzı vaat etmez. Terörist örgütler, onları, terör yöntemi ile mücadele etmeye, şartların zorladığını savunurlar. Özellikle, emperyalizm maşası olmuş ve bu mücadele yöntemini seçmiş örgütlere, biteviye terör konusunda destek vermezler.

Hal bu olunca, örgüte, “sen terör yapma ben isteklerini kanun çıkararak yapacağım, anlamına da gelebilen açıklamalar yapmak, amaç bu olmamakla birlikte, örgütün ve arkasındaki karanlık güçlerin amaçlarına dolaylı hizmet olur.

Bu kısır döngüden çıkabilmek, emperyalizmin güdümüne girmemekle Millî olmakla mümkündür. Millî olmanın olmazsa olmazı, halkların ittifakından geçer. Siz, birlikte yaşadığınız halkların sesine kulak vermezseniz, kamuoyuna yaptığınız açıklamalarla, silah bırakmaları karşılığında, muhatap etmeği vaat eder konuma düşerseniz, onlara silah veren güçler, bu gelişme karşısında, doğal olarak seyirci kalmaz, istismar ederler. Nitekim öğle olmaktadır.

Halkların halkları, demokrasinin sorunudur, eşitliğin gereğidir. Silahlı hareketle direnerek hak elde etmek, millî iradeyi yok saymaktır.

Mesele sadece ve muhakkak, ateşli silahlara, ateşli silahlarla mukabele edip, sağlanan başarıya rağmen, çatışmalarda başarı olmakla çözümlenmiş olmamaktadır. Bölgede, terör hareketleri ilk başladığı yıllarda, hareketi idare eden kadro tarafından, “ölenkimsenin bir noktada etnik kimliği önemli değildir. Önemli olan, dava için ölmenin öldürmenin doğal olduğunu, bölge halkına göstermektir.” deniliyordu.

Bu arada, açıklanması gereken diğer önemli bir husus, yaraların sarılmaları konusudur. Yara ile neyi kastettiğimizi, neden  ve muhakkak sarılması gerektiğini de ayrıntılı anlatmaya çalışacağız.

Şu kadarını söylemekle yetinmiş olalım, tesirsiz hale getirilen her terörist, aile fertleri, yakın-uzak akrabaları, mensubu olduğu aşireti ile büyük ölçüde bir bütündür. Ağıtsız cenaze defedilmez. Her ağıtla birlikte yara derinleşir, toplumun vicdanında yer eder, derin izler bırakır. Kara bir destan yazılmış olur. Böylece ölüm temasından hareketle Kara propaganda yapılmış olur. Malum, ağıt bir halk kültürü verisidir.

Bu bahsin diğer boyutu ise, dağa çıkması sağlanan, silahlı eylemlere katılmaya iknaedilen gence, yapılan telkinin mahiyeti, içeriğidir. Yapılan propagandanın temaları, yöntemleri, uygulama şekilleri, karşı hareketçe ayrıntılı bilinmelidir.

Eğitim hayatını yarım bırakıp, ölüme koşan lise öğrencisi kızlarımıza, oğullarımıza neler söylenerek ikna olmaları sağlanmaktadır. Bilinmelidir. Mesele sadece ve muhakkak, bölgedeki iş sahasının olmayışı ile izah edilemez.

Korona salgınına karşı, aşı kampanasına direnmeyi sağlayabilen propaganda ağının gücünü yok sayamazsınız.

Bir dönemler, etnik milliyetçilik gütmeyen, siyasi partilere, genel ve yerel seçimlerde oy veren seçmenlere ne olmuştur? Mesele sadece emperyalizmin aldatmaları ve terör örgütlerinin basıkları ile mi izah edilecektir.

Bu konuda son dönemlerde yapılan muhtelif başarılı Tv yapıtları ile, meselenin özüne yaklaşılmaya başlanmıştır. Güvelik kuvvetlerinin terör karşısındaki destansı mücadelelerini anlatmak, ayrı bir öneme haizdir. Güvenlik güçlerinin başarılarının anlatılmasında başarılı da olunmaktadır. Ancak, psikolojik hareket konusunda, alınması gereken çok mesafeler vardır. Mesela, anadili Türkçe de olmamasına rağmen, terör karşısında destanlar, efsaneler yaratan vatan evladının destanları yazılabilmelidir. Anadili Türkçe olmayan nice  Eren´lerimiz şehit olabilmekte, polis olarak savcı olarak, hâkim olarak mücadeledeki yerlerini şerefle, onurla alabilmektedirler. Tük milleti bunlarla iftihar ediyoruz.

 

/resimler/2021-8/2/1259145503631.jpg

 Erenler ölmez vatan  bölünmez

 

Mehmet Şerif Fırat, Varta Tarihi isimli eseri ile bu konuda adeta meydan muharebesi kazanmış iken, onun mezarı bile maalesef koruma altına yeterince alınamamıştır.

Yaşanılan malum atmosferde Terörist olmamak için direnen bölge insanının yazdığı da bir destandır ve kanaatimizce ilgili psikolojik hareket yöntemleri ile dillendirilmesi gerekmektedir.

Maalesef mesele, zaman zaman “mağdur edilmiş bir halkın haklarını alabilmek için, başka çaresinin kalmadığı” şeklindeki bir izaha da dönüştürülmüştür.          Dezenformasyon uygulamaları gelişmelerin yansıtılma şekline damgasını vurabilmektedir. Milli birlikten yana olması gereken kesim farklı bir rahatlık içindedir. Yangın sabotajları, adeta teşvik edilen şuursuz ve bilinçsiz göç hareketleri gibi eylemlere karşı daha duyarlı olabilmenin yöntemleri ihmal edilebilmektedir. Siyasi hayatımızın üst seviyeden sorumluları, Türkiye´nin her yıl, yeni mezunlarından 2 milyon gencini üniversiteye gönderdiğinin farkında değiller. Bu eğitimli gençlik, Suriye göçmenlerinin Türkiye´de dünyaya gelen çocuk sayılarının üç çeyrek milyona ulaştığının farkındadır. Bu nüfus artışı, Türkiye´nin 1.5 ve Suriye´deki nüfus artışının adeta 2 katıdır.

                       &                               

Abant toplantıları ile sonuçlanan girişimler, bize göre, fiyasko ile sonuçlanmış, sonuçların, bize göre, sağlıklı bir değerlendirmesi yapılamamıştır. Projenin mesulleri, üstlendikleri, vaat ettikleri mesuliyetin hesabını verememişlerdir.

Etnik hastalıkların tedavisinde bilinçsiz davranmak, ihmalde bulunmak, yaraların sağalmalarını sağlamaz. Her an kaşınmaya,  kanatılmaya müsait yaralara dönüşmelerine yol açar. Bunların ne zaman kangren olacağı da bilinemez. Bazı yaraların iltihabı, sağlık personelinin de hayatına mal olabilir. Etnik rahatsızlığın ihmali bu türdendir.

1925 ve 1937-38 doğu Anadolu olayları ile, batı Anadolu´da, iskana tabi tutulan bir kısım halk, aradan geçen bir asra yakın süre sonra, Avrupa ülkelerinde, etnik milliyetçi zeminde hazırlanan eylemlerde buluşabilmiştir. İskanı yapanın hafızası, iskana tabi olan kadar, geçmişte yaşananlardan sonuç çıkaramamıştır.

Bütün bu ve benzeri sorunlar, geniş çaplı Türkoloji´nin kapsamında yer alabilen, ilgili disiplinlerle çözümlenebilir. Zira, Anadolu´nun bir bölgesinde, yaşanan olayların arkasında yer alan siyasi oryantalizm, mesaisine, geçen yüzyıl zarfında ara vermemiştir. Biz, oryantalizmin süreklilik arz edebilen bu yapılanmasının, markaja alınması konusunda, geniş tabanlı,  Anadolu halklarının ittifakından doğmuş, millîTürkoloji yapılanmasının, görev almasının isabetli olacağını düşünüyoruz.

Doğu ve güneydoğuda, bir asır evvel cereyan etmiş, etnik içerikli oldukları da söylenebilen olayların arkasında, batı emperyalizminin olduğu şeklindeki söylem, sözde kalmış, Anadolu insanı; gerekli psikolojik tedbirler alınmadan, alınamadan  geçmiş unutularak, tahrikçi batı emperyalizminin eline, işçi olarak teslim edilmiş, edilmek zorunda kalınmıştır.

Suriye´deki, anadili Kürtçe olan halkın, Anadolu kökenli olduğu ve problemleri ile uzun yıllar baş başa bırakıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti´nin, Suriye Türkleri konusunda yapılmış, sosyo-kültürel yapı içerikli, kaç akademik çalışması vardır. 2000´li yıllara kadar, devlet envanteri bu konuda pek zengin değildi. Bugün de değildir.

Suriye göçmenlerinin, giyim, kuşam, beslenme, konut ihtiyacı için ayrılan imkânların  yüzde biri bile onların Anadolu´ya taşıdıkları kültürün araştırılıp, tanınmasına ayrılamamıştır. Türkiye´nin Afrika´dan aldığı göçün arz ettiği tablo  daha az tehditkâr değildir.

Halbuki, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak, Misak-ı Milli ile yapılan belirlemeye göre, Türkiye´nin millî sınırları kapsamındadırlar. Keza, İngilizlerin kurdurdukları Mehabat Kürt Cumhuriyeti (3) bölgesi de, kapsamındaki anadili farklı halklara rağmen, Adalar, Selanik ve halkı ağırlıklı olarak Kuman/Kıpçak Türkü olan Batı Trakya, Millî Ant´ın kapsamında yer alıyordu. (4)

Biz, kültür akrabalığımızı esas alan anlayışımızdan hareketle, Kürtlüğü kültürel değerleriyle birlikte Türklüğün kapsamında algılayan bir anlayışa sahibiz.

 

/resimler/2021-8/2/1301330975192.jpg

 

                       &             

 

Konuyu bıraktığımız yere dönecek olursak; Olanlardan, olacakları tahmin noktasında,

Demokratikleşme adına, yerel yönetimlerdeki kadrolaşmaya, geleceği okuyabilmede, bilinçsiz toleranslı davranılması, Belediyeler gibi mahalli idarelerin imkanları ile, etnik kimliğin derinlik kazanmasına katkıda bulunmakla kalınmayıp, etnik silahlı yapılanmanın, silahlı teröryöntemi ile, etkinlik göstermesine imkân sağlamıştır.

Bir kısım Ortadoğu ülkelerinin, Osmanlı Türk devletine karşı adeta ulusal kurtuluş  mücadelesi vererek bağımsızlıklarının ardında koştukları gerçeği unutularak, yeni Osmanlılık hayalleri ardına düşülmüştür.

Suriye´de, Irak´ta İran´da ve Türkiye´de  emperyalizmin güdümünde sürdürülen etnik milliyetçiliğin, bir bütünün parçaları oldukları bilgisinden yoksun olunduğu için, bir kısmına kapı aralamakla, diğer kısmına karşı mücadele yapılabileceği gafletine düşülmüştür. Eyit Donat Projesi ile, bölge terörizmine karşı, emperyalizmle pazarlık yapılırken, bölge terörünün mimarlarının emperyalizm olduğu gerçeği hatırlanamamıştır. Çok geçmeden, bölge teröristleri Türkiye´ye karşı, koordineli bir biçimde, eğitilip donatılmıştır.

Öğlesine bir eğitim ki, terör örgütü yöneticileri, Beyaz Saray´da general rütbesi ileağırlanırlarken, NATO ülkesi müttefik Türkiye´den, esirgenmiş silahlarla donatılmış bölge teröristleri, bölgede alenen, müttefik ülkelerce eğitime alındıkları gibi hususlar belgelenmiştir.

Türkiye, etnik milliyetçilik terör bağlantılı baskı altına alınmak istenmiştir. Türkiye, yurt içinde ve dışında bölücü teröre karşı başarılı olmuştur.

Emperyalizm teröre arka çıktığını PKK ve  bağlantılarına arka çıkarak göstermiştir.

PKK-HDP müteaddit defalar yangın çıkarma eylemi yapabileceğini açıklamıştır. Temmuz 2021 yangın eylemleri planlama ve teknik bilgi birikimi itibariye iklim bilgisi, eylem alanı kayıtları, gibi konularda geniş akademik bilgi ve arşiv gerektirir. Böylesi bir destek hatıra ABD´ni getirmektedir.

Basına yansıyan bilgilere göre, Karabağ savaşında PKK´da Ermeni güçlerine savaşa katılarak destek vermiştir. Ortadoğu´daki PKK güçlerinin arasında, Fransa bağlantılı Ermeni militanlarının da yer aldığı bilgileri vardır. Türkiye Ermenilerini tenzih ederiz. Ancak PKK-Ermeni terör dayanışması bilinen bir husustur. (5)

                          &            

Bünyenizde binlerce sağlıklı hücrenin olması birkaç hasta hücrenin sizin yatağa düşürülmenize ve hatta ölümüze engel olamayabilir. Hasta hücre daha azgın, daha saldırıcı, daha amansız olabilmektedir.

Alana dair birikimsizlikle, o derece ileri gidilmesine sebep olunmuş ki, teröristlerin silahları ile teslim olmaları halinde, arazi ve bölge şartlarını bilen, eğitimli bu kadrolardan, oluşturulacak milis güçlerinin, bölgesel yönetimlerin emrinde, bölge güvenliğini sağlamak üzere, örgütlenebilecekleri hususu bile, gündeme getirilmiş, teklifi yapılmış ve savunulmuştur.

Bütün bunlar, bir zincirin halkaları gibidirler, devamlılık gerektiren takip isterler. Zaman zaman yanan sönen ocakla hem ısınıp hem aydınlanıp  ve hem de yemeklerinizi hazırlamaya kalkarsanız, değişen siyasi iktidarlarla, ilgili personele uygulanan rutin tayin ve atamalarla, her el değişimde, güvenlik zafiyeti yaşamak zorunda bırakılmış, arşivlerle sürdürülemez.

Bunun içindir ki, araştırma, eğitme ve yayınlamada, devamlılık arz eden bir alan ve bu alana uygun yapılanma gerektirir. Bu alan, geniş kapsamlı Türkoloji ve  üreticisi, anadili farklılığına bakmaksızın, tüm halk kesimlerinden Türkolog, hitap ettiği kesim, anadili farklılığına bakmaksızın, her branştan eğitimden geçirilecek olan ülke insanıdır.

 

                      &               

Bütün bu gelişmelere paralel olarak,

Bir kısım güya Türk aydını, Atatürk´ten sonra, Türkün gerçek tanımından, zaman zaman kısmen de olsa sapmış, saptırılmıştır. Bu sonuca, bazen iç siyasi mülahazalar, bazen de, uluslararası ilişkilerin, dış politikanın engelli yokuşları yol açabilmiştir. Bize göre, her dönemde ve her yönüyle meselenin gerçek sorumlusu, organize olmamış, olamamış Türkoloji´dir, Türkolog´dur.

Atatürk, ülkenin anadili Türkçe olmayan halkını da, etnik kimlik olarak  Türkün, Türklüğün kapsamında algılıyor, Türklüğü bir bileğe, Türk kültürlü halkları da,  anadili Türkçe olanlarla birlikte, bileğin parmaklarına benzetiyordu.

O, Lazlık, Çerkezlik, Kürtlük davası ardında koşanları, yabancı propagandanın telkiniyle, ortak millî ruha aykırı tutum içinde buluyor, kültürel ihtilafların çözümünde, halk kültürü ile aydının tanışmasının çözüm olabileceğine inanıyordu.

Atatürk, Yurt dışında yaşamakta olan Türklerin, Anadolu Türkleri ile aynı bütünün parçaları olarak, akraba olduklarını açıklıyor, akrabalarla ilgilenilmesi gerektiğini, bugün olmasa da, bugünden o güne hazırlıklı olunması icap ettiğine işaret ediyordu.

Bütün bunlara rağmen;

Yakın dönem itibariyle; “millet”, “halk”, “akraba halklar”, “soydaş toplumlar” gibi kavramlarda öylesine fahiş hatalar yapılabildi ki, devlet kurumlarına verilen, “soydaş” ve “akraba” isimlendirmelerinde bile, açıklık getirilememiştir. Maalesef dönemin Türkologlarından da benzeri hallerde olduğu gibi, bu durumlarda da herhangi açıklama gelmemiştir.

Tanımını yaptığımız anlamda Türkolog, milletinin derdini, kendine dert edinmiş kimsedir. Millet sevdalısı olmak için, ana dili ve itikat farkı, engel değildir.

Başka bir ülkenin, millî davasına taşeronluk eden bir siyasi partinin, oy aldığı bölgede, yakın zamana kadar, millet aşkı ile yanıp tutuştuğunu söyleyenler, o seçim bölgesinden, genel ve yerel seçilerde en fazla oyu alabiliyorlardı. Anılan boşanan, boşaltılan siyasi ortamı, onlar siyaseten koruyamamış olmalılar. Yaşanılanların ayıbı onlara yeter. Bu milletin siyasi hayatını yazanlar, bu noktayı atlamayacaklardır.

Bunlardan, “Türkolog´um ve milliyetçiğim” de diyebilen bazı zevzekler, “Devlet, bölgedeki mevzileri, çok daha evvel terk etti. Biz de tutunamazdık” tarzında tutarsız ve seviyesiz açıklamalar da yapabilmişlerdir.

Onlar, Anadolu´nun batısından, doğu kesimine gidebilmeği göze alamazlarken, Avrupa´nın muhtelif yerlerinden, bölge sempozyumlarına takma isimle gelebilenler dahi olmuştur.

Bunlar, bu soylu milletin millî Türkolog´u olamazlar. Bayrak taşıyıcısı, hiç olamazlar. Bize Göre, millî Türkolog´un siyasi oryantalistten farkı da buradadır.

Tanımını yaptığımız anlamda Türkolog, milletinin derdini, dert edinmiş kimsedir. Millet sevdalısı olabilmek için, ana dil ve itikat farkı engel değildir.

Başka bir milletin millî davasına, taşeronluk da  edebilen bir siyasi partinin oy aldığı bölgede, yakın zamana kadar, millet aşkı ile yanıp tutuştuğunu söyleyenler, o seçim bölgesinden genel ve yerel  seçimlerde en fazla oyu alıyorlardı. Onlar boşanan, boşaltılan siyasî ortamı, siyaseten koruyamamış olmalılar. Bunların ayıbı onlara ve nesillerine yeter. Bu milletin siyasî hayatını yazanlar, eminim bu noktayı atlamayacaklardır.

Bunlardan savunma yapanlar, “Türkolog´um ve milliyetçiğim” diyebilen birkısım zevzekler; “Devlet o mevzileri terk etti, biz de tutunamadık” tarzındaki savunmaları ile, sütlerine, sümüklerine, kendilerine uygun açıklamalar yapmış oluyorlardı.

Bunlar, bu soylu milletin, millî Türkolog´u olamazlar. Bunlara karavana dahi temizlettirilemez, yemek artıkları arasında kemirmek için kemik ararlar.

Bunlar, “20-22 yaşlarında, vurulmuş tertemiz anlından, vatan toprağını kanları ile sulayanlar, Türkçe, Zazaca, Kürtçe  söylenen ağıtlarla destan yazan analara kurban olsunlar” diyemiyoruz, bunlardan kurban da olmaz. Zira bunlar: yürekleri ve beyinleri eksik organlılardır.

Ne mutlu, ana dili farklılığına rağmen, aşireti mensupları arasında terörü bulaşanların da olmasına rağmen, millî Türk ruhundan taviz vermeyenlere, bunların arasında, sazıyla, sözüyle, kalemiyle, tetik çeken parmağıyla, millî ruhu taşıyabilenlere, o ruhu, o bölgelerde temsil edebilenlere.

Bunların, ben size “ölmeği emrediyorum” diyen komutan ve bu emre gözlerini kırpmadan uyan, Çanakkale şehitleri kadar ulu bir ruhları vardır. Bunlar, çağımızın Bedrin Aslanlarıdır.  Zübeyde ana olabilmek için, mutlaka, Selanik´te gelin olma şartı yoktur.

Bölgeyi ve halkını, bölücü teröristleri gerekçe göstererek, mücadele alanı dışında göstermeği, anlamamız ve onaylamamız mümkün olamaz.

                       &                                              

Meselenin özünde yatan, bize göre değişen siyasi iktidarlara rağmen, devletin, konunun takipçisi olan, donanımlı bir kurumunun olmayışı vardı. Birçok kuruluşun bünyesindeki ilgili ünite, konu ile ilgili olarak, sınırlı, gelip geçici varlık gösterebiliyordu. Bunların personelleri, çok kere farklı ihtisas alanlarından ve farklı görevlerden, birkaçyıllığına gelmişlerdi. Mesele, gelip geçici talimatlarla, kurumlar arası ortak toplantılarla, halledilebilecek türden değildi.

Mesele, bir müfredattan geçmiş olmak, alanın hizmetini, asli görev olarak yaşayabilme meselesi idi. Devamlılık, yetki, sorumluluk ve evsaf istiyordu. Alan; sıradan bir memuriyetten farklı, millî beka anlayışı ile tanımlanabilirdi. Bunun içindir ki, Türkoloji/Türklük biliminin çapını genişletip, ona derinlik kazandırıp, yetki ve sorumlulukla donatılması gerekir.

Değişen siyasi iktidarlarla kesintiye uğrayan, iktidarların, endişe ve ikbal kaykusunu yaşayan, ilgili bürokratları ile çözümlenebilecek türden değildi.

Bunun içindir ki, tanımı yapılan bu içerikten, her asli eğitim alanları, branşları ne olursa olsun, eğitimli kimse, eğitimlerinin olmazsa olması olarak, Türkoloji´den nasiplenebilmelidir.

Birada değinildiği gibi, konunun Türkolog´a devredilmesinden daha evvel, yani Türklük ilmi mensuplarını sorumlu ve yetkili kılmadan evvel, Türk´ün tanımında anlaşmaya varılabilmeli, Türklüğün, birlikte yaşanmakta olan halkın, adı olduğu  noktasında buluşulabilmelidir.

Böylesi bir Türkoloji kadrosu, Kürdolojiye, Lazolojiye mahal bıkamayacaktır. Zira, bu yapılanma, ülkenin Anadili Kürtçe ve Lazca olan aydınını da,tespiti yapılmış sorunlarıyla birlikte kapsayacaktır.

Böylesi bir Türkolog´un kapısını, yabancı misyoner, siyasi oryantalist çalamayacaktır.

Birlikte yaşayan haklardan oluşmuş Türkolog kadrosu, bu halkların, kültürel kimlik sorunlarının çözümünü üstlendikleri için, emperyalizmin, proje dikte etmesine mahal de kalmamış olacaktır.

Türkolog anlayışımızı ve neden faturayı Türkolog´a yönlendirdiğimizi toparlayarak hemen tekrar açıklayacağız.

Bize göre Türkoloji, yani Türklük bilimi, Türklüğü inşa eden, millî temelleri üzerinde, her türlü tehdide karşı güçlendiren, koruyan, kollayan, yenileyebilen bir bilim dalıdır. Araştırıp bulmakla yetinmez, millet hayatına uyarlamayı da inceleyip, sonuçlarının yaşam biçimine sokulması için de savaş verir.

Zira, etnik milliyetçilik, ana rahmine düştüğünden itibaren, hatta çok daha evvelinden, siyasi oryantalizmin eseridir. Siyasî oryantalizmi, Türklük millî zemininde markaja alabilecek yegâne alan, geniş anlamda, içeriği gerektiği gibi doldurulmuş, donatılmı, ve uygulama alanı bulabilmiş olan milli Türkoloji´dir.

Bunun bilincinde olan siyasî oryantalizm, etnik kesimlere, millî kimlik kazandırma adına, Kürdoloji gibi yapıları inşa etmede gecikmemiştir.

Türkoloji´ye rağmen, Kürdoloji inşa etmek, Türkoloji´nin yetersiz bulunması, beklenileni vermemiş olması anlamına gelir. Bunu, içine sindirebilmiş sosyal bilimci, kendisine uygun bir isim bulmak zorundadır. O kimse, bize göre millî Türklük bilimci kimliği taşıyamaz.

Bu noktada etnisite muhakkak dil zemininde çimlenip boy atmamaktadır. Dini, inanç etnolojisi de bize göre aynı terazide tartılabilmelidir. Almanya´nın Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti, Aleviliği din olarak kabul edip, Aleviliği İslamiyet´in dışında, müstakil bir din olarak tescil etmiş, Onun yetkilerini, Hristiyanlık, Musevilik ve İslamiyet gibi dinler düzeyine çıkarmıştır. (6)

Bu sonuç, Türkoloji´nin kapsamına, dinî İslami bilimlerin gerektiği gibi alınmayışı ile izah edilebilir.

Daha açık bir ifade şekli ile, bunun anlamı, Sünni-Hanefi Layık Türkiye Cumhuriyeti, Şii-Caferi İran İslam Cumhuriyeti, Vahabi İslam Körfez ülkeleri, Aleviliğe, İslamiyet içerisinde  yer bulamadılar, öğrenip, öğretemedikleri Aleviliğin sahiplenilmesi Hıristiyan Almanya´ya kaldı, demektir.

Bu gelişme, birçok boyutunun yansıra,  sunumumuzla ayrıca yakından ilgidir. Alevi İslam, batı Türklüğü kültürel kimliği için, ayrıca ehemmiyete haizdir. Zira, batı Türklüğünün mitolojik kök hücreleri, inançla göç kavramından hareketle, halkın yaşayan, yaşamakta olan inanç kültürü ile açıklanır. Bu izahta, en büyük dayanaklardan birisi, Alevi-İslam halk inançları kültürüdür. Konunun bu boyutu, birkaç yıllığına atanmış din ataşeleri ile, doğaldır ki, kotarılamaz. Mesele İlahiyat fakültelerine Dinler tarihi dersini de koymuş olma meselesi de değildir. Sayıları otuza varan İlahiyat Fakültelerimize rağmen ne Fetö ve ne de İzmir´deki Amerikalı Papaz Bronson fark edilebilip markaja alınamamıştır.

Bu noktada, “Feto´yu vermezsen Bronson´u alamazsın” tarzındaki beyanatın anlamı yoktur. Bu tür tutumlar, İç kamuoyunda, vitrinlere oynama anlamına gelir. Zira, devletlerin üst düzey bürokratlarını, ilgili ihtisas kuruluşları, ikmal ve ihata ederler. Bu noktada, “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” kısır döngüsü devreye girer.

Nihayet, Temmuz 2021 tarihi itibariyle Almanya´da, Müslüman cemaate,  Almanca eğitim verecek olan, İslam Koleji açılmıştır. (7) Yanılmıyorsak badema, Türkiye´den Almanya´ya İslamiyet´i öğretecek din görevlisi gönderilemeyecektir.

İslami, rutin bilgilerle donatılmış olmak ile, bu bilgilerin korunma ve savunma alanlarında, anlamlandırılmaları farklı şeylerdir.

“Avrupa´daki işçi sayınızın, birkaç Avrupa ülkesinin toplam nüfusundan fazla olduğunu” beyan etmek, Avrupa´daki,  Birbirlerinin camilerine dahi gitmedikleri, gidemedikleri ihtilaflı İslam cemaatlerinin, Almanya´da devletten ödenek alabilmek için, gerekli sayısal  yapılanmaları bulunmadığından, ülkenin bütçelerinden, kanunî hakları olan ödeneği dahi alamadıkları”, gerçeğini perdeleye yetmez.

Yapılan, Türkiye karşıtı işçi eylemleri göstermektedir ki, Avrupa´daki, Anadolu´nun Türkiye Cumhuriyeti kimlikli vatandaşının, büyük bir bölümü, adeta Türkiye Cumhuriyeti ile savaş halindedir.

Mesele, dünyanın her yerinde olmak, çok sayıda olmak, nutuklarla hamaset yapma meselesi değildir. Mesele, İzmir´deki Amerikalı Misyoner Bronson´u, markaja alabilecek, Türk din adamının; evsafı, donanımı, konumlaştırılması meselesidir.

Sunumun, ileri sahalarında yer verileceği üzere, Türkiye´de yaşamakta olan, halk kesimlerinin beherine, ortak Türk adına rağmen, Türklük dışında, farklı karşı kimlikler aramak fikri, emperyalizmin, siyasi oryantalizm mahsulü fikirlerini uygulamaya sokmaktır.

Türk adı, sadece ve muhakkak anadili Türkçe olan halkın adı değildir. Türk adı, yukarıda da  farklı vesilelerle belirtildiği gibi, anadili Türkçe olmayanlarla birlikte, bir milletin adıdır. Bunun içindir ki, “Ne Mutlu Türk Irkından Olana” veya “Türk Kavminden Olana” değil, Türküm diyene, diyebilene, denilmiştir. Halkların isimleri olur, aynı zamanda bu isimlerin ortak paydası konumunda, milletlerin de ismi olur. Türklük,anadili farklılığına bakmaksızın, ortak değerleri yaratmış, paylaşmış, yaşamına yansıtmış bir milletin adıdır.

Balkanlardan, Kafkasya´dan,  Ortadoğu´dan göçe zorlanan Türk kültürlü halklara, yeni vatanları olarak, Türki´ye gösterilmiş,

O halklar, farklı anadillerine rağmen, Türkiye´ye gelmeyi tercih etmişler.

 Ve o halklara  anadili farklılıklarına bakmaksızın, Türki´ye kucağını açarken, vatandaşlığa kabullerinde de, anadili farklılığına bakılmamıştır, bu hal, engel teşkil etmemiştir.

Zira onlar; Balkanların, Kafkasya´nın Ortadoğu´nun Türk kültürlü halkları idiler. Göçe zorlandıkları coğrafyadaki Türk kültüründe, onların da kültür genleri vardı. Özetle, Türklük, bir yaşam biçimi bir kültürün adıdır.

Bu evsafı, geçmişi, muhtevayı Orta Afrikalı göçmede veya  Peştun´da, bulamazsınız.

Bu noktada, “Ne Mutlu Türküm diyene” özlü sözü, “Ne mutlu Lazım diyene”, “Ne mutlu Çerkez´im diyene”, sözlerine kapı aralamaz. Şüphesiz, Çerkezlik de, Kürtlük de Zazalık da ayrı ayrı saygındırlar. Türkiye´de Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu haklarından akrabalık bağı olmayan aile yoktur. “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyen yavrular, bu şanlı şerefli millete mensubiyetle mutluluklarını anlatmış, millî şuurlarını pekiştirmiş olurlar.

Türk kültürü, bütün büyük kültürler gibi, büyüklüğünü milleti oluşturan halk kesimlerinin kültüründen ve bu kültürlerle yetişmiş fertlerinden alır.

Türklüğü oluşturan halkların kültürleri, bütün özellikleri ile yaşama hakkına sahiptirler. Bu halkların halk kültürlerindeki farklılıklar, aynılıklar kadar millidir. Zira, yukarıda da açıklandığı gibi, Anadolu Türk kültürü, Anadolu´nun, anadili Türkçe olmayan halklarının kültüründen de, genler alarak oluşmuştur.

Türk halk kültürü Türk ellerinde farklılıklar da gösterebiliyor ise, bu farklılıklar, zaman ve coğrafya faktörlerinden olabildiği gibi, Türklüğün değişik Türk ellerindeki akraba topluluklarının, farklı oluşundan da ileri gelmiş olabilmektedir.

Bu noktada, “Her şehirde bir  Arap mahallesi oluşturacağız” tarzındaki söylem, millî değildir. Arap dostu bir tavır almak da değildir. Cahilce yapılmış boş bir sözdür. Bilinçli bir şekilde, millî devlete karşı tutum sergilemeye kalkışarak, siyasî oryantalizme alkış tutmak, emperyalizme destek vermek, demektir. Gafletle söylenmemiş ise, ihanet içerdiğine hükmedilebilir.

Televizyon kanallarında, katıldıkları açık oturumlarda, Mavi Vatan fikrini oluşturan, geliştiren, savunan komutanlar, bu tutumları ile, başarılı bir biçimde Türkoloji yapmışlardır. Türkoloji´nin bu alanında varlık gösterişlerdir. Bu noktada, askeri stratejistler, geniş manada Türkolog´durlar. Benzeri örnekleri, diplomatlarımız ve bir kısım basın mensuplarımız için de verebiliriz.

Bizim, “Her Türk evladı, çalışma alanı ve statüsü ne olursa olsun, Türkoloji´nin millî renginden renk alabilmelidir.” Değişimizle anlatmak istediğimiz husus, bu husustur. Her meslekten, her seviyedeki ülke insanı, entelijans şuuru yaşayabilmeli, bu şuur eğitimde, müfredat kapsamında yer alabilip devamlılık arz edebilmelidir.

Türk millî kültür hayatına, ASAM´la birlikte giren strateji merkezi anlayışı, Yüksek eğitimimin müfredatına da büyük ölçüde Prof. Dr. Ümit Özdağ´ın ilgili yayınları ile girmiştir. (8)

Korona salgınında, her tıp mensubu tüm insanlara şifa vermek ister. Şifa dağıtımında, Türk doktorunun millî forma ile hizmet yarışında yer almasını ondan beklemek milletinin hakkıdır.

Bu noktada; Türkün ve Türklüğün tanımının yapılması gerekecektir. Türklerin de şüphesiz kavimleri olmuştur. Bir ırkın aranması söz konusu olunca, muhakkak ki Türklerin de mensubu bulundukları bir ırktan söz edilebilecektir. Ancak, Türklük her dönemde ve var olduğu her coğrafyada, bir kültürün adı, bir kültür adı olmuştur. “Türkiye Cumhuriyeti´nin temeli kültür üzerine inşa edilmiştir.” denilirken, söz konusu kültür, sadece ve muhakkak, bir ırkın veya kavmin değil bir milletin, cumhuriyeti kuran halkın eserinden söz edilmiş olunur.

Türkiye Cumhuriyeti´nde Türklük, birlikte yaşanılmakta olan halklarla bir bütünü teşkil eder. Bu tanım dünya Türklüğünün geneline de teşmil edilebilir. Yani Kırgızistan veya Türkmenistan Türklüğü o ülkelerdeki, ülkenin diğer insanlarıyla birlikte anılmış tanımlanmış olur.Türk elleri, Türk kültür coğrafyasını oluştururlarken, bu coğrafyanın birlikte yaşanılan halkları inkâr edilmiş olmaz. Türk kültürlü halklar tanımı, bu ortak kültürü tanımlamış olur. Bu tanım, Göktürk döneminden Türk budundan beri Türk kültürlü olmak demek, budunu oluşturan halkın kültüründen olmak, demektir.

Türklüğü bu evsafta algılar iseniz, içeriğini bu muhtevada oluşturursanız. Türkolog kadronuz da,birlikte yaşanılan halklarla beraber oluşur. Türkoloji´nin alanına, tüm bu halkların kültürel hayatları da girmiş olur. Türkolog ile Kürdolog arasında ihtilaf doğmaz ve  bu ihtilaflı hale uygun ortam oluşmamış olur. Çelişki, birlikte yaşayan halklar arasında değil, birlikte yaşayan hakların ittifakı ile, emperyalizm arasında olur. Bu yapılanmada, birlikte yaşayan halkların  arasında var olan kültür farklılıkları, dil dahil yaşama hakkına sahiptir. Aynı zamanda, yukarıda da zikredildiği gibi, bu halkların kültürlerindeki ortaklıklar da farklılıklar da saygındır. Tüm halk kesimlerince, bu halkların varlıkları kabul görür.

Türkoloji verileri ile donanımlı insan algılayışından ne anladığımıza gelince; siyasi oryantalizm, emperyalizmin güdümünde faaliyet gösteren, birçok batı entelijans servisinin, espiyonaj operasyonlarında fiilen görev almaktadır. Bunların, faaliyet alanlarının belirleyici özelliği, faaliyet göstermek istedikleri toplumların, kültürlerinden yola çıkmış olmalarıdır.

Birlikte yaşayan halkların, anadil farklılıklarına gelince, resmi millî dil bir tanedir. Ortak eğitimin müfredatında,  Türkçe olan bu dil esas alınır. Millet olmanın, milletçe bir bütün olmanın, bütünlüğü koruyabilmede, bu anlayış bize göre esas alınmalıdır.

 Halkların, ana dillerindeki farklılıklara gelince, o diller, bir tek fert tarafından da kullanılmakta olsa da hatta kullanıcısı kalmamış dahi olsa da, bize göre millî ortak kültürün, serveti olarak kabul görür, incelenir, araştırılır, öğrenme ve öğretmeye açık olur ve fakat o, resmi ikinci millî dil değildir. Zira çift resmî dillilik, toplumlarda, çok dilliliğin kapısını aralar, çok kimliklilik, toplumsal çözülme sürecinde, emperyalizme vasat oluşturur. Biteviye parçalanmaya yol açar. Milletin dil servetine sahip çıkmak ile, halk kesimi sayısınca, resmi dil üretilmesine kapı aralamak, farklı şeylerdir.

Türk yurdu Anadolu´nun, dip tarihi araştırmaları adına, Ön Asya´nın ölü dillerinin dahi araştırmaları yapılabilirken, bölgede yaşamakta olan bir halkın anadiline ilgisiz kalma anlayışını, anlamak mümkün değildir.

Veya Göbekli Tepe´yi Anadolu Türk arkeolojisi, tarihi adına sahiplenebilirken, bölge halkının anadilinin, Anadolu Türk kültüründe yerinin olmadığını düşünebilmenin bize göre mantığı yoktur.

Bu noktada TRT Kürdi´ konusuna ayrıca dönülecektir.

&     

Anadolu halkı, anadili Kürtçe olan kesiminden yaklaşık 100 milletvekili çıkarmıştır. Bu halkın  Kürt etnik kimliği ile tanınması, partililerin diğer etkinlikleri ile bir arada düşünülünce, böylece meşrulaşmıştır. Bu siyasi yapılanmanın silahlı örgütü, Türk güvenlik kuvvetleri ile, savaş halindedir. Bu halkın Suriye, Irak ve İran´da da siyaset ve terör yöntemleri ile, aralarında koordineli etkinlik gösteren, potansiyellerinin bulunduğu da bilinmektedir.

Aktüel soru olan, HDP kapatılsın mı konusuna gelince, bize göre PKK-HDP´nin  hedeflerinin nihai safhada aynı olduğu, ve o safhaya gelinceye kadar, işbirliği içinde oldukları kesinlik kazandıktan sonra, akla gelen cevap, “kapatılmalı” olur. Ancak, HDP´nin suç işlemesi karşısında, TBMM´nin diğer siyasi partileri, HDP eylemleri karşıtı, hangi mücadelelerde bulunmuşlardır?

Ülkenizde, Kanunun sakıncalı gördüğü bir hareket var ise, onu tesirsiz hale getirmek için, alanı ile ilgili harekete geçmek, millidir, vatandaşlık görevidir. Bu bir nevi markaja alma hareketidir. Kanun, güvenlik güçleri, ilgili kurum ve kuruluşlar, bu arada siyasi örgütler de genelin yansıra özelde de tepkilerini göstermelidirler.

Bu noktada, cevap aranılan soru, Birinci Açılım Dönemi´nde, Türkiye Cumhuriyeti etnik milliyetçilik karşısında, nasıl bir hasılanın alınmasını bekliyordu ve nasıl bir sonuçla karşılaşılmıştır? Sorusu olmalı.

Açılım süreci ile ;

-TRT Kürdî yayına başlamış,

-Türkiye´nin 5 üniversitesinde, Kürtçe ve Kürtçenin lehçeleri kapsamında mütalaa edilen, Zazaca ve Soranice, lisansüstü ilmî  tez çalışmaları yapılmış, yapılmaktadır.

-Mem u Zin ve benzeri, Kürt Kültürünün kaynak eserleri, Kültür Bakanlığınca yayınlanmış,

-Diyanet İşleri Başkanlığı, Kürtçe Kur´an-ı Kerim´in mealini neşretmiştir,

-Tarihî Kürt fikir insanlarının sempozyumları yapılabilmiş, şehirlere, onların büst ve heykelleri konulmuştur.

-Türk Dil Kurumu tarafından, Türkçe-Kürtçe ve Kürtçe-Türkçe sözlük yapılabilmiştir.

-Kürt Kültürü konusunda, bölge üniversitelerinde, zaman zaman Kürtçe de ilmî iletişim dili olarak kullanılmak suretiyle  2 uluslararası sempozyum yapılmıştır.

Bu listedeki tespitleri artırmak mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlüğü Türklüğün dışında tutmamıştır.  Mesele, “Anadili Kürtçe olan halka şunlar, şunlar verildi” meselesi değildir. Veren ve verilen farklı taraflar değildir. Bize göre, milletin imkanları, milletin haklının hizmetine verilmiştir. Olması gereken olmaktadır.

Mesele, teröriste, “Bak ne haklar verildi, sakin ol, dağdan in, terörü bırak, daha neler, neler verilecek”, anlamına gelebilecek, mesajlar verilmesi gafletinde de bulunmamaktır.

 veya

Mesele, teröristin propagandasında, “Bu imkanları savaşarak aldık, savaşı sürdürürsek daha neler alabiliriz”, söylemini  yaptırmamaktadır.

Zira, dil konusu münasebeti ile belirttik, biz, ülkenin ölü dillerine dahi, millî mirasın bir parçasıdır, anlayışından hareketle, sahip çıkılmasından yanayız.

Kur´an-ı Kerim mealinin, Türk kültür dünyasının her kesimine, ilgili lehçeleri ile ulaştıran Türkiye Cumhuriyeti, neden, bu hizmeti anadili Kürtçe olan vatandaşından esirgemiş olsun.

Keza, Şeref Han´ın Kürt Tarihi isimli eseri, Mem-u Zin, Bölge dilleri ile yazılmış divanlar ve mevlit kitapları, bu ülkenin kültür hazinelerindendir. Görüşümüz odur ki, millî kültür serveti adına sahip çıkılmalıdır.

Bu konuda, Anadolu halklarının ortak tarih kültürüne, Türk milleti adına sahip çıkılması adına, çok daha eski tarihlerde girişimlerin olduğu, bu girişimlerin; bazen bağnazlık sonucu ve bazen de Türkiye´deki hasmın beşinci kol faaliyetleri marifeti ile engellendiği bilinmektedir.

Türk Dil Kurumu tarafından, Türkçe-Kürtçe ve Kürtçe-Türkçe sözlük yapılması için Türk Dil Kurumu 3 çeyrek asır mı beklemeli idi?

Bu noktada, yine Türkoloji´nin ve Türkolog´un önemi ortaya çıkmaktadır. Bunların Türk kültürüne kazandırılmaları, anadili farklılıklarına bakılmaksızın, ülke Türklük bilimcileri tarafından yapılması gerektiğine inanıyoruz.

Millete ait kültürel değerlere, milletin ortak kültürü adına sahip çıkılamaz ise, emperyalizm o verileri, siyasi çıkarlarına uygun hale sokarak, işleme koyar, halk kesimlerini, savaşa sokabilmektedir.

Etnik milliyetçilik karakterli partileşme, TBMM´de 100 kadar milletvekili ile etnik milliyetçiliğe siyasi karargâhtık yaparken, etnik kimlikli terör örgütü, PKK türevleriyle birlikte, siyasi yapılanmanın askeri kanadı görevini üstlenmiştir. Bu siyasi yapılanma, bir kısım AB ülkeleri, ABD ve RF´nundan askerî ve diplomatik destek görebilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti´ni yöneten Büyük Millet Meclisi; siyaset üretirken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına yansıtılmak üzere, siyasi partiler arası arayışa geçmiştir. Bu tutum ile, Etnik partileşmenin, potansiyeline dair bilgi verilen anılan patinin, yok sayılamayacağına dair kanaatini açıklamış olmaktadır.

Türkoloji´nin önemi burada da kendisini göstermektedir. Ülkelerde siyasi iktidarlara ve muhalefetlere rağmen, bağımsız düşünen, fikir üretebilip görüş bildirebilen kuruluşlara ihtiyaç vardır. Türkoloji merkezleri, bize göre objektif, ilmî ve süreklilik imkânı olabilen kuruluşlardır.

TRT Kürdî konusuna geçilmeden evvel, bu televizyon yayını ile doğrudan ilgili olan, iki önemli hususa kısaca değinmek istiyoruz.

Bunlardan ilki,

“Kürdün etnik kimlik olarak tanımı”  ve diğeri de,

“Bu tanımın geçirdiği aşamalar” dır.

Bu iki hususun, Konunun ele alınmakta olduğu günümüzde önemlerine inanıyoruz.

Bize göre Kürt dili, bugünkü tekâmül ettirilmiş şekli ile, İranî bir dildir. Büyük ölçüde vernikler bir dil iken, yani hudut toplumlarında görülen, sınır ülkelerinin dillerinden kelime ve kurallar alabilen bir dil, lisan iken, İranî özelliği zaman içerisinde daha barizleşebilmiştir. Bu konuyu sınır dili olma özelliğini, bir dönem en ayrıntılı çalışan Prof. Mehlika Aktok Kaşkarlı, Kürt kültürel kimliğini çalışan Prof. Dr. Haluk Çay olmuştur.

Anadili Kürtçe olan halkın etnik kimlik kavgası, Türkiye´de Marksist hareketlerin başlaması ile, o vasat yani komünist algılayış içerisinde, beslenip, şekillenip güç kazanırken, daha ziyade ABD tarafından, Marksist-Leninist bir formatla kimliklendirilmiş hareket içinde güçlendirilmiştir. Sovyetler Birliğinin dağılması ile, Komünizm bitince, yönünü değiştirip, ABD yanlı bir yapılanma olarak, doğup büyüdüğü yüzünü, ABD´ye çevirmek suretiyle, maskesini çıkarmış olmuştur.

Bu arada, yarım asırdan beri Kürt siyasi ve kültürel hayatı ile yakından ilgilenen bir araştırmacı olarak, şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye´de hiçbir vatandaşa, “Kürt müsün, neden Kürt´sün, Kürt olmaktan vaz geç” denilmemiştir.

Zira, Kürt Teavün Partisi, Kürt Terakki ve Teavün Partisi haline dönüştürülmeden evvel, Anadolu´nun, diğer ret-i ilhak cemiyetlerinden farklı değildi. İstanbul Türk Ocakları tarafından onlara, bina sıkıntısı çektiği yıllarda, kendi binalarında, geçici yer de tahsis edilmiştir.

Kürtlüğün etnik kimlik olarak Türklükle bağlantısının araştırıp dile getirilmesi, Kürtçü kemikleşmeğe karşı tepki olarak doğup gelişmiştir. Yani ana dili Kürtçe olan, Kürtçülükten kimlik merkezli olarak yola çıkan kesine karşı, argüman üretmek içerikli bir hareket özelliği taşır.

Bu dönemde;

“Kürt yoktur, kürdün ana dili de kültürü de yoktur” görüşünde olanlar,

“Kürt vardır, Türklüğün kavim ve kültür olarak bir tezahür halidir” görüşünde olanlar ve nihayet,

“Kürt halkı dili ile halk kültürü ile vardır, Kürtler ana dillerindeki farklılıklara rağmen, halk kültürleri ile, Türk kültürlü halklardandılar. Genel Türk halk kültürü ile, ortaklılıkları da farklılıkları da vardır.” görüşünde olanlar vardı ve vardır. Ben, bu üçüncü gruba mensup bir araştırmacılardanım.

Türkiye Cumhuriyeti´nin, Kürt konusunda yaptığı en büyük yanlış, siyasî iradenin, Kürtçe konuşmaya, her seviye ve her ortamda yasak getirilmiş olmasıdır.

Bu kararın alındığı kurulda, Türkolog yoktur, Dil bilimci yoktur, şahsi kanaatimize göre, millete çok pahalıya mal olmuş, bilgi birikimsiz, bilinçsiz, hatalı bir karardır.               

         &          

Birkaç minik açıklama da TRT Kürdi konusunda yapmak istiyoruz. Kürt halk kültürü ile kendimizce, bu derece yakından ilgilenen bir kimse olarak, bu kültürün, bu derece zengin olduğunu, şahsen TRT Kürdi´nin yayınları ile öğrenebildik.

Bu arada, TRT Kürdî´nin, giderek Kürt kültürel kimliğinin, inşa merkezlerinden birisi olacağına, muhakkak gözü ile bakıyorum. Bu hal, bu şartlarda kaçınılmazdır. Her kültür kanalı, yayın dili ve argümanları ile, kendi coğrafyasını oluşturur. TRT Kürdi sadece Türkiye içerişinde değil, Ortadoğu´nun anadili Kürtçe olan, tüm halkı ile, bu konuda verdiği başarılı mesajlarla, iletişim kurmaya başlamıştır. Bu gelişme Kürt siyasi yapılanmasına paralel, Kürt kültür coğrafyasını inşa etmek anlamına gelmektedir.

Kürt konusuna, Kürtçe merkezli bakılması halinde, yakın gelecekte olmasa da, Kürt etnik kimliğinin derinleşmesi, Türkiye´yi; ABD, veya RF. Veya Arap İslam Alemi, hat da İsrail ile değil, bize göre; İran´la karşı karşıya getirebilecek türden bir konudur.

Geleceğin Türkiye İran ihtilafı; Türk-Fars veya Sünni-Şii Caferi İslam´a mensup olma gibi konulardan değil, anadili Kürtçe olan halkın sahiplenilmesinden olabilecektir.

Batı emperyalizminin göstergeleri, değerlendirmede esas alınacak olur ise, Vaat edilmiş Toprakların, bakiyesi olanAnadolu topraklarında, nükleer teknolojisi olan İran´la, Türkiye karşı karşıya getirilmiş olacaktır.

Türkiye´de bir toplum oluşturmaya başlayan Hazaralar, Mezhep olarak, İslam´ın Şii-Caferi bölümüne dahildirler. İçlerindeki az sayıda Türk aşiretleri, Moğol kimlik sürecinden geçmişlerdir. İran kültürüne daha yakın olmalarına rağmen, İran´da kabul görmüş kesimi, İran toplumu ile bile, uyum sağlayamamıştır.

Biz bu konuda, Kürt kültür araştırmacı ve uygulayıcısını kınamıyoruz. Başarı ile sunumu yapılan Kürt halk kültürüne hayranlık duyurmaktadır. Şahsen Kürtçe dil bilgimiz eğitimini de almış olmamıza rağmen, kullanılma imkânı bulamadığı için, büyük ölçüde kayba uğramasına rağmen, seyrederken ve dinlerken zevk alıyoruz. Benim alanın araştırmacı bir vatandaş olarak sitemim, siyasi iktidara da değildir. Ben öncelikle Türkçe ana dilli Türkolog´u kınıyorum.

Kürtçe Türkçe ve Türkçe  Kürtçe sözlük yapımı için Türk Dil Kurumu bu kadar gecikmemeliydi.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur´an-ı Kerim mealini tüm Türk kültürlü halkların dilleri ile hazırlarken, Kürtçe de döneminde hazırlayabilmeliydi.

Türkiye Türkolog´u, Kürtçe yayın, Kürtçü yayın ve Kürtçe Kürtçü yayının, çok farklı şeyler olduğunu anlamada, büyük ölçüde adeta bağnazlık göstermiştir.

Kararlar siyasi iktidarlarca verilirken, iktidarların argümanları bürokratlarca üretildikçe, olağanüstü hallerde bağımsız fikir üretmenin çok daha zor olduğu düşünülünce, tanımı yapılan türden Türkoloji´nin önemi daha net ortaya çıkmaktadır.

Bu konudaki açıklamalarımıza son vermeden evvel, yakın geçmişin bağımsız Türkolog arayışına Terör, Ermeni meselesi ve etnik kimlik içerikli, açık kaynakları esas alarak, konuya dair toplu bilgiye ulaşılabilmesi adına kısaca değinmek istiyoruz.

12 Eylül´ün hemen ardından Ülkenin bilim çevreleri ve Millî Güvenlik Kurulu gibi resmi çevreler sosyo-kültürel kimlik merkezli sorunların çözümünde antant kalmışlardı. Hasım, bu tür faaliyetlerde millî menfaatleri için yaklaşık bir tanımla siyasi oryantalizmi kullanıyordu. Bu  maksatla da Atatürk Kültür, Dil  ve Tarih Yüksek Kurumu yeniden düzenlendi. YÖK de birtakım görevler üstlenmişti. Üniversitelerde mastır ve doktora tezleri, ulusal ve uluslararası sempozyumlara ilmin saygınlık ve tarafsızlık ilkesi ihlal edilmeden bu konulara ayar verildi. Prof. Türkdoğanlar, Prof. Kodamanlar, Prof. Erözler, Prof. Kırzıoğulları, Prof. Yazganlar Prof. Görgünaylar, Prof. Gülensoylar, Prof. Kınacıoğlu, Prof. Taneriler ve daha birçok bilim insanı alanlarında çalışmalara başladı ve başlattılar. (9) Çok geçmeden bu düşünce şebekesi AB ve benzeri kuruluşların diplomatik müdahalesi bir gecede bitirildi. Üretime başlamış  çiftliklerde kuluçka makinalarında binlerce civciv ölüverdi. Akamete uğratılmasa idi millî Türkoloji siyasi oryantalizmi markaja alabilecekti.

Diyarbakır Annesine “annem” diyemeyen, kaçırılan evlatlara vicdanı sızlamayana aşk olsun. 

 

 

 

 

 

1. Bu çalışmamız  ASAM kültür faaliyetleri kapsamında on-line konferans olarak sunulmuştur: 

 

2. Yaşar Kalafat, Türk Kültür Coğrafyasında Halk Kültüründen Milli Stratejiye I. Berikan yayınevi Ankara 2011

 

3. William Eagleton, Mehabad Kürt Cumhuriyeti 1946 (Çev. Mehmet Emin Bozarslan), Koral Yayınları, İstanbul 1976

 

4. General Mc. Artnur, Hatıralarım, 1935

 

5. Şükrü Kaya Seferoğlu, Millî Mücadele Yıllarında Kürt “Türk” Ermeni İlişkileri, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1990

 

6. https://www.amerikaninsesi.com › kuzey-ren-vestfalya-... https://www.amerikaninsesi.com › kuzey-ren-vestfalya-...

 

7. “Almanya´da Alman İslam Koleji Açıldı”,Turque Diplomatique, Temmuz 2021 S. 2021, S.147, s.10

 

8. Ümit Özdağ,     Türkiye´ye Karşı Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş, Kripto ;İstihbarat Teorisi, Kripto, 14. Bask. Çankaya Ankara; Stratejik Göç Mühendisliği, 2. Bask. Çankaya- Ankara, 2020,Muzaffer Özdağ, Stratejik Düşüncenin Sivil ve Askeri Hayatta Kullanılması, Anakara, Kasım 2020; Türkiye´ye Karşı Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş, Kripto, Mayıs 2019

 

9. Muzaffer Özdağ, Türkiye´ye Karşı Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş, Kripto, Ankara, 2019, s. 177-198

 

 

 

 

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı