Selim Çoraklı


Kürt Meselesi İslam´la Çözülür


 

Netameli bir konuyu tahlil edeceğimiz için şunu baştan belirtelim:

“Müslüman bir Türk ile Müslüman bir Kürt birbirini sever, birbirinin aleyhinde çalışmaz. İslam kardeşliğini esas alarak aralarında ırki problemler yaşanmaz. Bu anlamda Türk ve Kürt kardeştir. Tarih boyunca Müslüman Türklerle Müslüman Kürtler arasında hemen bilinen hiçbir problem yaşanmamıştır. Müslüman bir Kürt insanını ümmetten ve Türk kardeşinden ayırmak atomu parçalamak kadar zordur. Ancak dinden uzaklaştırılıp dünyevîleştirilmiş bir Kürdün ümmet bağı da koparılmış olur ve her ayrılık rüzgârı esişinde kopmaya hazır hale gelir. 150 -200 senedir var olan problemin adı siyasi Kürtçülüktür.”

Siyasi Kürtçülük meselesi, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu ile başlamamış, aksine Osmanlı döneminde de kanayan bir yara olarak devam etmiştir. Son otuz senedir de âdeta kangren haline gelen bu mesele hakkında bugün herkes hala çözüm arayışları içinde bocalayıp durmaktadır.

Siyasi Kürtçülük meselesinin teşhisi ve gerekli çözümünü bulabilmek için sadece iç dinamikler açısından bakmamak gerekir. Bilindiği üzere bu mesele yüz yıldan fazladır Batılı emperyalist devletlerin çıkar ve ihtiraslarının odağı haline getirilmiştir. Bugün de aynı emperyalist güçler meseleyi kaşıyıp durmakta ve Türklerle Kürtleri birbirine kırdırmak istemektedir.

Geçmişte kurulan hem Kürt Teali Cemiyeti hem de İttihat Terakki gibi kuruluşların savundukları siyasî “Türkçülük-Kürtçülük” fikirleri milletin ayrışmasında çok önemli bir rol oynamıştır.

Türk ve Kürt ırkçıları içimize bir Frenk İlleti (Batı hastalığı) olarak soktukları bu fikirlerle dini bir, tarihi bir, örfü bir, geleneği bir Türk ve Kürtleri karşı karşıya getirmeye çalıştılar ve kısmen de başarılı oldular.

Bugün problemin iki tarafı gibi gösterilmeye çalışılan Türkler ve Kürtler tarih boyunca inançları bir, ahlâkları bir, tarihleri bir, örfleri ve adetleri bir iki kardeş kavim olarak varlıklarını sürdürmüştür. Ne zaman ki ırkî anlamda bir milliyetçilik başlamışsa, bu mesele de kanayarak daha büyük bir yara haline gelmiştir.

Peygamberlerin çoğunun Doğuda ve filozofların çoğunun Batıda gelmesi ezeli kaderin bir işaretidir ki, Doğuyu ayağa kaldıracak din ve kalptir. Akıl ve felsefe değildir. Madem gerçek budur; o halde Doğudaki insanların fıtratına uygun bir fikir yapısı oluşturulmalıdır.

Aslında meselenin çözümü yüzyıllardır hilâlin bereketli topraklarında barış ve kardeşlik içinde yan yana yaşayan Müslüman kavimlerin (Türk, Kürt, Arap, Fars vs.) uyanarak Batılı emperyalist güçler tarafından hiç istemedikleri bir etnik fitne ve çatışmanın içerisine itilmeye çalışıldığını görmekten geçmektedir. Bu uyanış bugün kısmen gerçekleşse de tam anlamıyla tesirini göstermediği için problemde çözüme kavuşamamaktadır.

Bugün problemin teşhisini iyi yapmak gerekir. Teşhisin altında bir şuurlaşamama problemi yatıyorsa bunun ana sebebi de cehalettir. Cehalet ilmi olarak yenilmediği sürece toplumumuzun ve kardeş toplumları sömürülmesi ve istismar edilmesi devam edecektir.

Ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde meydana gelen problemlerin teşhisi için kafa yoranlar arasında en isabetli yorumlar şüphesiz İslam referanslı olanlardır. Ancak ne kadar hazindir ki, bu çalışmalar hem Osmanlı´nın son dönemlerinde hem de

Cumhuriyetin ilk yıllarında bizzat devlet tarafından görülmek istenmemiş ve hatta kösteklenmiştir.

Bugün kim ne derse desin, Doğu ve Güneydoğu´da meydana gelen olayların ana sebebinin, “Cehalet, zaruret (fakirlik) ve ihtilâf (ayrılık)” olduğu açıktır. Bu üç büyük düşmanla nasıl mücadele edileceğin ise meydandadır. Cehaletin giderilmesi ancak ilimle mümkündür. İlmin şahı da şüphesiz İslamiyet´tir. İslam´ın kardeşlik esaslarının tesisi ile ancak Türk ve Kürt hakiki kardeşlik hissedip birlik ve beraberlik içinde yaşayabilir. Bu tarihi olarak tecrübe edilmiş büyük bir gerçektir.

Müspet ilimleri aklın ürünü, dini ilimleri de kalbin ürünü sayılmalı, bu ikisinin birleşmesinden hakikatin tecelli edeceği bilinmelidir. Bunu yüz yıl önce, “Vicdanın ışığı dini ilimlerdir. Aklın nuru medenî ilimlerdir. İkisinin birleşmesiyle hakikat tecelli eder. O iki yön ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe doğar.” diyenleri saygıyla anmak gerekir. Doğu ve Güneydoğu´da neredeyse yüz yıldır süren problemin temelinde bu iki yönün birleştirilmemesi yatar. Emperyalist güçler bunu çok iyi bildikleri için bu fikrin dirilmemesine çalışmış ve bir nebze başarılı da olmuşlardır.

Şu bir gerçektir ki, hem Osmanlı´nın son dönemlerinde hem de Cumhuriyet döneminde Doğu ve Güneydoğu´da yaşayan Müslüman Kürt kardeşlerim değişik oyunlarla cahil bırakıldılar. Doğu ve Güneydoğu yıllarca cezalandırılan memurların sürgün coğrafyası olarak algılandı. Bu topraklara yapılan birçok yatırım ülkemizin selametini istemeyen emperyalist güçler tarafından hep engellendi.

İkinci önemli hadiselerden biri olan fakirliğin, geri kalmışlığın giderilmesi ise gelişmişlikle, ekonomiyle, bölgenin kalkınmasıyla doğru orantılı çözüme kavuşabilir. İbn-i Haldun, bedeviliğin ancak Hadarilikle (şehirleşme/refah seviyesinin yükselmesiyle) mümkün olabileceğini savunmuş ve bu tarih içinde yaşanan hadiselerle ispatlanmıştır.

Cehalet gibi ihtilafın giderilmesi de yine fikir ve gaye birliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Türkler ve Kürtler tarihi bir, geçmişi, bir, inancı bir, örfü bir iki kardeş kavimdir. Bu düşüncenin Türkler ve Kürtler arasında tesis edilmesi ihtilafları ortadan kaldıracak yegâne güçtür.

Osmanlı´nın son dönemlerinde Doğu´da Mısır´daki Ezher Üniversitesi gibi bir üniversitenin kurulmaması büyük bir eksikliktir. Böyle bir üniversitede okutulacak Kürt çocuklarına hem dini hem de dünyevî ilimlerle mücehhez hale getirilmiş olsaydı, bugünkü problemlerin birçoğunun vücut bulması mümkün olmazdı.

Şu da bilinmesi gereken bir gerçektir ki, son on beş yılda Doğu ve Güneydoğu´nun makûs talihinin ancak İslam´la yenileceğinin farkına varıldı ve devlet olarak buna yönelik bazı girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerin en önemlisi bölgede birer kanaat önderi olarak bilinen MELE´lerin devletin koruması altına alınmasıdır.

Bilindiği üzere Devlet, vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayan, maddî ve manevî kişiliğinin gelişmesi için gerekli ortamı hazırlayan bir tüzel kişiliktir. Devletin var oluş sebebi, insana, vatandaşa, insanlığa hizmet etmekten başka bir anlam taşımamalıdır. Vatandaşına emirler yağdıran, nasıl düşünmesi gerektiğine ilişkin telkinlerde bulunan, telkinler kabul görmediğinde tepesine binen, her zaman horlayan devlet anlayışının kabul edilmesi elbette mümkün olmayacaktır.

Hülasa etmek gerekirse bugün her yönüyle hastalıklı bir asırda yaşıyoruz. Fikir cereyanları alabildiğine kargaşa içinde yüzüyor. Böyle bir devirde bütün bu hastalıkların, ihtilafların, cehaletin reçetesinin Kur´an olduğundan asla şüphe etmiyoruz. Bu ümmetin kurtuluşunun ancak Müslümanların birliği ile olabileceğine inanıyoruz.

Unutmayalım: İslam Birliği´nin sağlanması günümüzün en önemli farzlarından biridir.

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı