Selim Çoraklı


Şehid Muhsin Reis

Dava adamları kendi hayatlarını tam bir mü´min gibi düzene koyarken, ferdi şuurdan kolektif şuura geçişin metotlarını da geliştirmelidir. İslami şuurlanma edebiyat ve nazari mülahazalar olmaktan çıkıp yaşanan, canlı bir varlık olma niteliğine kavuşmalıdır


 

“Müslüman´ın iki ayrı hayatı olamaz. Maddi hayatını düzenlerken başka, manevi hayatını düzenlerken de başka bir felsefeye göre davranamaz. Sadece din ve ibadet konularına Allah(cc)´a yönelik bir şahsi ve nefsi mesele olarak görmenin; ama siyasi, içtimai ve iktisadi meselelerde “Allah´ı işe karıştırmamak” felsefesiyle hareket etmenin insanı iki ruhlu, ikiyüzlü bir hayat anlayışına götüreceğini söylersek herhalde yalnızca gerçeği belirtmiş oluruz. Müslüman´ın maddi ve manevi hayatı da tam bir uyum ve ahenk olmalıdır.

Dava adamları kendi hayatlarını tam bir mü´min gibi düzene koyarken, ferdi şuurdan kolektif şuura geçişin metotlarını da geliştirmelidir. İslami şuurlanma edebiyat ve nazari mülahazalar olmaktan çıkıp yaşanan, canlı bir varlık olma niteliğine kavuşmalıdır.”

Tam ve hakiki bir Müslüman tarifi yapan yukarıdaki bu sözler çağımızında bir Alperen olarak yaşayıp bundan 9 yıl önce aramızdan ayrılan şehit Muhsin Yazıcıoğlu´na ait.

Yazıcıoğlu sıradan bir siyasetçi değil, milletinin makus talihini yenmeye ahd etmiş ve bu hususta canını bile vermekten çekinmeyen idealist bir hayat yaşamış ve bunun mükafatı olarak da şehadeti kuşanarak gerçek aleme göç etmiştir.

Milletlerin tarihine baktýðýmýzda çok önemli yükselişlerin arkasýnda idealist insanlarý görürüz. Hayatýný milletine ve vatanýna adayan bu idealist insanlar, ortaya koyduklarý mücadeleler ile milletlerine ve ülkelerine büyük faydalar saðlamayý baþarmýþlardýr.

Türk tarihi âdeta bu tür idealistlerin resmigeçit yaptýðý bir törendir.

Türk tarihinin bir sayfasýna baktýðýmýzda karþýmýza Oðuzhan çýkarken, diðer sayfasýnda da Alpaslan bütün ihtiþamýyla görünür.

“Ya ben Ýstanbul´u alýrým ya Ýstanbul beni!” diye haykýran Fatih´in arkasýndan, “Bu dünya iki padiþaha çoktur.” diyen Yavuz Sultan Selim´in sesi duyulur.

“Osman Gazi” derseniz hemen Orhan Gazi ve Yýldýrým Beyazıd akla gelir. “Kanuni Sultan Süleyman” dersiniz Genç Osman “Bende buradayým.” der. “Plevne Kahramaný Gazi Osman Paþa büyük kahramandýr.” diyecek olsanýz, Medine müdafii Fahrettin Paþa bütün kahramanlýðý ile tarih sahnesindeki yerini hatýrlatýr.

Osmanlý Cihan Devleti´nin yýkýlmaya yüz tuttuðu bir dönemde tam 33 yýl ülkeyi en sinsi badirelere karþý kahramanca ve dâhice müdafaa eden Abdülhamit Han Hazretleri´nin idealistliðinden bahsederken hemen aklýmýza Osmanlý´nýn külleri arasýnda bir Kurtuluþ Savaþý veren yiğitler arz-ý endam eder.

Hülasa etmek gerekirse Türk tarihinde ne idealistleri saymak biter ne de kahramanlarý… Çünkü Müslüman Türk´ün tarihi sýradaðlar gibi bir kahramanlar geçididir.

Tarih boyunca tarih yazmaktan çok tarih yapan bir millet olan Müslüman Türkler, yaþadýklarý bütün coðrafyalara medeniyet ve insanlýk götürmüþlerdir. İstiklâl Marþý´mýzýn büyük yazarý Mehmet Akif bir þiirinde bu gerçeði þöyle dile getirir:

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasýl milletmiþiz.

Gelmiþiz cihana insanlýk nedir öðretmiþiz.

Kapkaranlýkken afaki insaniyetin

Nur olup fýþkýrmýþýz tâ sinesinden zulmetin.”

Çağımızda da nice kahramanlar çıkmıştır milletimizin içinden…

Bu kahramanlardan biri de 9 yıl önce “Sonsuzluğun Sahibi´ne” yolculadığımız Muhsin Yazıcıoğlu´dur.

Muhsin Yazıcıoğlu, dost ve düşman herkesin ittifakıyla bu milletin içinden çıkmış, himmeti milleti olmuş son Alperenler´dendir.

İdealist bir dava adamının nasıl olacağını hayatının bütün safhalarında yaşayarak göstermiş olan Yazıcıoğlu, güzel bir hayatın ardından güzel bir ölümle aramızdan ayrılarak ebedi âleme göçmüştür.

Yazıcıoğlu, hayatını davasına adayan ve bu hususta birçoklarının hayallerini ürperten işkencelere göğüs germiştir.

Yazıcıoğlu, ortaya koyduğu mücadelesi ile gönül verdiği dâvâ uğruna, kendi öz nefsine kadar her şeyi feda etmeye hazır olmanın yollarını göstermiştir.

Yazıcıoğlu, kendisini tanıyan herkesin ifade ettiği gibi yaşatma uğruna yaşama sevdasından vazgeçen yiğitlerdendi.

Davasına sevdalıydı. Öfkesi davasına olan sevdasındandı. Davası olmayanın sevdası olmayacağını, sevdası olmayanın da öfkesi olmayacağına inanıyordu. Bunun için tepeden tırnağa davasını soluyordu. Bu uğurda her türlü çileyi yudumladı. Hayatının 7,5 yılını adına “Yusufiye Medresesi” dediği cezaevinde, geçirdi. Çok sevdiği devletinin yetkilileri tarafından akla hayale gelmeyen işkencelere maruz kaldı. Ama o hiçbirinden yılmadan, davasından taviz vermeden aramızdan ayrılmadan bir hafta önce söylediği gibi “dik durmasını” bildi. Hiçbir güç karşısında eğilmedi; hep Hak ve hakikati haykırdı.

İslam onun vazgeçilmez davasıydı. Nizam-ı Âlem davasının yılmaz bir savunucusu olarak davasını her zaman ve mekânda savundu. Ölümü göze alarak yıllarca mücadele ettiği Ülkücü hareketin ‘İslamileştirmesi´ için elinden gelen çabayı gösterdi. Ülkücü harekete liderlik yaptığı dönemlerde “Kanımız aksa da zafer İslam´ın”, “Çağrımız İslam´da dirilişedir”, “Müslümanlar küfre karşı tek yumruk” gibi sloganları gündeme getirerek esas davanın ne olduğuna dikkat çekti. “Dava Adamı” isimli yazısında bunun nasıl olacağını şöyle özetlemişti:

“Büyük davalar yıkılmayacak, yorulmayacak, üşenmeyecek dava adamları ister!.. Bizim tarihimizde amel etmeden ahlâkçılık yapan nazariyatçılar yoktur. Kendi bedenlerinde ve nefislerinde denemedikleri bir hayat tarzının teorisini de yapmamışlardır.” Diyen Yazıcıoğlu ülkemizde yapılan birçok darbeye şahit oldu. Bu darbelerde mağdur oldu; ama asla hiçbir darbeye ve darbeciye ödün vermedi. Bir darbe mağduru olarak siyasi hayatının her döneminde askerî müdahalelere karşı en sert tepkiyi verdi.

Bu ülkenin çocuklarının bir daha darbelerde heba olmaması için her zaman darbelerin karşısında yer aldı. Bir, “Ben 27 Mayıs´a, 12 Mart´a, 12 Eylül´e, 28 Şubat´a, modernine, post modernine, her türlü darbenin karşısındayım.” diyerek tarafını belli etti. 28 Şubat döneminde ilkeli duruşu ve demokrasiye sahip çıkışıyla milletin sevgisini ve takdirini kazandı. 28 Şubat´ta kendisine yapılan telkinlere “Ben sıktığım ele yanlış yapmam” diyerek onurlu bir duruş sergiledi.

12 Eylül 1980 askeri darbeye, 28 Şubat 1997 postmodern darbeye ve 27 Nisan 2007 (e-muhtıra) darbelerine ve darbe girişimlerine karşı göğsünü millet iradesi uğruna siper etti. Ülkede oynanmak istenen her türlü oyunu bozdu. Gençliği kendi pis emellerine alet etmek isteyenlerin önünde en büyük engeldi. 1980 öncesi gençliğin “Derin odaklar” tarafından kullanıldığına şahit olmuştu. Aynı tezgâha gelmemek için gençleri uyardı; onlara ağabeylik yaptı, liderlik etti. Bu sayede binlerce, on binlerce genç teröre, anarşiye, bulaşmaktan kurtuldu.

Muhsin Yazıcıoğlu, 20 Mart 2009 Ordu´nun Güzelyurt ilçesinde yaptığı konuşmasında nasıl bir kişi olduğunu şu sözleriyle açık biçimde ortaya koymuştu:

“Ben ‘Temiz El´ ödülü almış bir kardeşinizim. Bu, yolsuzluğa bulaşmamış el demek. Temiz siyasetçi dürüst ödülü almışım. Ömrüm çile ile geçmiş, cezaevlerinde kalmışım hiç ceza almamışım, hücrelerde kalmışım hiç ceza almamışım. Ben kaderime küsmemişim ben devlete küsmemişim. İnandım, inandımsa yaparım. “Bedeli ne ise katlanırım.” demişim. Bu kadar yıldan sonra 55 yaşına gelmişim. Şimdi bu mücadeleyi daha sürdüreceğiz millet adına iki saniye sonrasına garantisi olmayan bir hayat yaşıyoruz. Böyle bir hayat için fırıldak olmaya değmez. Ben fırıldaklık istemem.”

“Kimin himmeti milleti ise, o kişi tek başına bir millettir.” anlayışı ile milleti için bütün himmetini harcadı. Bir karlı kış gününde milletine gerçekleri anlatma uğruna çıktığı yolculukta,

her şeyden çok sevdiği “Sonsuzluğun Rabbine” ulaştı. Milyonlarca insan arkasından hüsn-ü şahadette bulundu. “İstikamet ve vakar sahibi bir Müslüman” olduğuna şahitlik yaptılar.

1977 yılından beri tanıdığım, sevdiğim, 1993 yılında hakkında “Parçadan Bütüne Yeni Oluşum” isimli ilk kitabı yazan biri olarak Şehit Muhsin Reisin arkasından sesimin çıktığı kadar gür bir şekilde hüsn-ü şahadette bulundum. 2009 yılında ölümünün ardından da “Adam Gibi Adam- Muhsin Yazıcıoğlu” isimli bir kitap yazarak O güzel insanın nasıl bir dava adamı olduğunu gelecek nesillere aktarmaya çalıştım. Şehadetinin arkasından tam bir hafta hakkında bir şeyler yazmak istememe rağmen bunu ancak 2 Nisan 2009 yılında yapabildim. Çünkü, bombalı ve silahlı saldırılarda çok kez ölümün kıyısından dönen, çok yakın arkadaşlarımın ölümünü en lakından müşahede eden biri olmama rağmen Muhsin Reisin ölümü milyonlar gibi beni de çok etkilemişti. Aşağıdaki yazıyı şehadetinin arkasından kaleme almıştım. 9 ölüm yıldönümünde bir kez daha paylaşmak istedim:

***

Ölümünde Hayatın Gibi Güzeldi

Güzel insan!

Güzel dost!

Güzel Müslüman!

Seni son yolculuğuna uğurlarken bir gerçeği yeniden idrak ettim.

“ÖLÜMÜN GÜZELLİĞİNİ”...

“Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber,

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?” diyen şairin dediği tarzda bir güzellik.

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” gerçeği bir kez daha çarptı sinelerimize, gözümüze, gönlümüzü...

Senin güzel yaşadığına şahidim.

Zahirde herkes ağıt yaksa da ölümünün de güzel olduğuna inanıyorum.

“Sonsuzluğun Rabbine” gidiş nasıl çirkin olabilir ki?

Ruhun cesetten kurtulma anı olan “Ölüm” nasıl çirkin olabilir ki?

Hürriyetin ne anlama geldiğini sizin gibi yıllarca zindanlarda (zahiren zindan, gerçekte ise Yusufiye Medresesi) yatanlar daha iyi bilir.

Ruhu, dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, geniş, sevinçli, ıstırapsız baki bir hayata girmenin kapısı olan ölüm ceset hapsindeki ruhun hürriyetine kavuştuğu vuslat anıdır; yıllarca beklenen...

“Uykudan uyanmadır ölüm. “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar” hadisi bu gerçeği bize bütün açıklığıyla tebliğ ediyor zaten.

Hem inanan için ölümün olmadığı en büyük gerçeklerden biri değil mi?

İnanan için ölüm mekân değiştirmedir, Sonsuzluğun Rabbine kavuşmadır, vuslattır.

Önden giden dostları ziyarettir.

Ölümsüz hayatın başlangıcıdır.

Evet, ölüm bir mekân değiştirmedir ve biz ölüm denen olguyla dördüncü ölümümüzü tadıyoruz. Aslında bu ölüm değil doğmadır. Ahirete, en büyük âleme, sonsuz nimete doğmadır.

İnsan madde/beden ve ruhtan terkip edilmiş Eşref-i mahlûktur.

Madde ve beden ölümlüdür.

Beden ölür, çürür, kaybolur.

Ruh ebedidir.

Ruhlar ölmez.

Ruhlar çürümez.

Ruhlar kaybolmaz.

Ölüm bedenler içindir.

Ruhlar için ölüm başka bir âleme doğumdur.

Mevlana ne güzel der:

“Ölüm yok can!

Canlar için ölüm yeniden diriliştir, yeni bir doğumdur.

Can, sen ölümden değil, ölümden sonra ki hayata hazır olmamaktan kork…”

Şahidim ki Sen ölümden sonraki hayata hep hazırlandın.

Ölümden asla korkmadın.

Zaten gözlerine dikkatlice bakanlar ötelere aşık olduğunu rahatça anlardı Senin…

Günlük hayatın, konuşmaların bunu açık biçimde ortaya koyuyordu zaten. Sonsuzluğun Rabbini özlediğini hep ifade ederdin.

“Üç günlük dünya için fırıldak olmaya değmez.” dedin ve hep dik durdun.

Tam bu noktada şairin;

“Öleceğiz; müjdeler olsun, müjdeler olsun!

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!” sözü çarpıyor kulaklarımıza…

Zaten ölümü öldüren Rabbe secde etmekten başka çaremiz mi var?

O Rab ki: “Yüceler yücesidir, mutlak hükümranlık elindedir ve her şeye gücü yeter.”

O Rab ki: “Hangimizin daha güzel davranacağını sınamak için ÖLÜMÜ VE HAYATI yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”

Yunus Emre bu gerçeği ne güzel ifade eder:

“Ölür ise ten ölür.

Canlar ölesi değil.”

Bir başka ifadesi de şöyledir:

“Yunus öldü deyi sala verirler.

Ölen beden imiş, âşıklar ölmez.”

Sen âşıktın, davana, İlay-ı Kelimetullah davasına…

Nizam-ı Âlem davası için çekmediğin çile, görmediğin eza kalmadı.

Öyle bir âşıktın ki, gözün davandan başkasını görmüyordu. Sana vaat edilen nice ikballeri elinin tersiyle ittin ve hep “Davam” dedin. Çünkü sen “Bir elime Güneş´i, bir elime Ay´ı verseniz, davamdan vazgeçmem” diyen Nebi´nin izindeydin.

Buna hayatında şahidim.

Cenazende bütün gücümle buna şahitlik yaptım.

İstikamet ve vakar sahibi olduğunu söylediklerinde de şahitlik ettim.

Yüz binler de şahitlik etti Senin istikamet ve vakar sahibi bir Müslüman olduğuna…

Kimileri ağıt yakıp, “şöyle olmasaydı böyle olmazdı”, “Enkaz zamanında bulunsaydı, kurtulurdu.” Gibi laflar ettiler. Bilmediler ki, “Ecel birdir, değişmez.” Zamanı geldi mi ruhun ceset hapsinden kurtulmasına; buna kimse mani olamaz. Zamanı gelmedi mi; işte o zamanda kimin haddine ki ona ilişsin.

Biliyorum ki, yaşasaydın, sebeplere takılıp kalmazdın. Ölümün de hayat gibi bir nimet olduğuna inanır, tevekkül eder, Rabbimden gelen her şeye razı olurdun. Önden giden dostların cenazelerinde hep böyleydin zaten…

“Her canlı ölümü tadacaktır/tatmaktadır.”

Vakti geldi ve Sen de tattın ölümü…

Ardından milyonlar dua edip, gözyaşı döktü. Sen bütün bu duaları hak ettin. Rabb´imde Seni üç gün buldurmayarak ardından yapılan dualarına dua kattırdı.

Zaten “Duamız olmazsa ne ehemmiyetimiz olur ki?”

Seni unutmayacağız yiğit adam…

Hep dik duruşun gelecek aklımıza…

Ötelere bakan gözlerin,

Sonsuzluğun Rabb´ine gitmek istediğin sözlerin gelecek.

“Adam gibi adam” olmanın gündeme geldiği her yerde de Sen geleceksin aklımıza örnek olarak…

Sonsuzluğun Rabbine gittin.

Sen zaten hep “Sonsuzluğun Rabb´ine” gidişi özlemiyor muydun?

Gittin ve sonsuz âlemde sevdiklerinle buluştun.

Giderken güzel gittin.

Eminim Sen Azrail (as)´e de “Hoş geldin” dedin; şairin dediği gibi:

“O Demde ki, perdeler kalkan perdeler iner.

Azrail´e “Hoş geldin”; diyebilmekte hüner.”

Rabbim inşallah “Gerçek âlem”de seni ve seni sevenleri Alemlere rahmet olarak yaratılan Resul´e (sav) komşu eder.

Katillerin gözü döndü! İsrail’den Şifa Hastanesi’ne katliam gibi baskın: Sivilleri acımadan öldürdüler

Uzman isim Türkiye'nin rolünü anlatarak uyardı! Karadeniz'i bekleyen büyük tehlike

Pakistan'dan Afganistan'a hava saldırısı!

Rusya'da seçim: Dünya Putin'i protesto ediyor

Türkiye ve Irak'tan ortak bildiri

ABD uçağından görünen detay! Filistin topraklarına alçak imza

Rusya’da kritik seçim! Halk sandık başında: Putin yeniden mi geliyor?

Zelenskiy, Ukraynalıların Rusların Avrupa'ya geçişini engellediğini söyledi

İsrail-Hamas savaşında son durum... ABD'nin İsrail taktiği deşifre oldu! Washington Post yazdı: Kongre resmen bypass edilmiş!

Atlantik Konseyi'nden çarpıcı Türkiye analizi: Avrupa'nın güvenliğini sağlama fırsatı var