9724,50%-0,42
35,19% 0,30
36,73% 0,92
2968,28% 1,32
4806,92% 0,71
Joachim Hagopian *
Gerek ABD’de gerekse dünya çapında psikopatlar, iktidar dehlizlerini yönetiyorlar. Mevcut ekonomik, siyasi, askeri ve yasal sistem, psikopatları besliyor; psikopatça davranışları ödüllendiriyor ve bilinçli/bütünlüklü gerçekleştirilenleri de cezalandırıyor. Psikopatlar, doğal olarak, gerek kendi iddialı güç yönelimleri gerekse vicdan, suçluluk duygusu veya diğerlerine yönelik herhangi bir empatiye sahip olmaksızın rahatlıkla hareket edenleri güçlendiren ve bu tür kişilerin varlığını gerektiren hiyerarşik sistem sayesinde güç piramidinin zirvesine doğru doğal olarak çekiliyorlar ve burada birleşiyorlar.
Psikopatlar güce aşıktırlar ve risk almayı severler; manipülasyon ustasıdırlar; kendilerine yarayan bir oportünizmleri vardır ve kendileriyle böbürlenmeyi severler; dalavere ve aldatmaca alanında doktora derecesine sahiptirler. Psikopatlar, istedikleri şeyi elde etmek için diğerleriyle oynamak konusunda oldukça yetenekli, çok cesur ve baştan çıkarıcı kişilerdir. İnsanların zihinlerini okumada, gayelerini ve değerlerini anlamada oldukça yeteneklidirler; zayıflıklarını ve kör noktalarını görmede onlardan iyisi yoktur; başkalarının karşısında hem sempati hem de suçluluk duyguları yaratmada çok hünerlidirler.
Diğerlerini duymak istediği şeyleri içten içe çok iyi bilen psikopatlar, başkalarının kalplerini kazanmada da çok marifetlidirler; onları özel ve istenen kişiler olarak hissettirirler. İlk izlenim olarak pozitif ve kalıcı izlenim doğurmada çok yetenekli olup, kendilerini şefkatli ve düşünceli olarak takdim ederler – ancak bu sadece yapay ve ikiyüzlü bir düzeydedir. Doğuştan kıvrak zekaları, sosyal karizmaları ve cazibeleri, dışa dönük enerjileri, zirve yapan özgüvenleri, diğerlerinin kalbini kazanmada, onları mağlup etmede ve denetlemede en güçlü cephanelik olarak kullandıkları silahlarıdır – özellikle de kendileri için özlem duydukları güç ve konuma sahip olan kişileri kazanmak konusunda...
Psikopatların, insanların beyinlerini yakalamak, bunların içine her türlü bilgi ve yaratıcı fikirleri ve hatta başkalarına dair sırları tıkıştırmak, ancak bir yandan da “bilginin güç olduğunun” canlı bir kanıtı olarak bunları fırsatçı bir şekilde kendi lehlerine kullanmak, kendi fikir ve bilgileriymiş gibi onları teşhir etmek ve patronlardan ve iktidardaki kişilerden hak etmedikleri takdir ve mükafatları hünerlice kapmak konusunda acayip bir yetenekleri bulunmaktadır. Onlar yetenekli aktörlerdir; özel sosyal durumları ve yanlarındaki kişilere göre bukalemun gibi renk değiştirirler. Her ne kadar duygularını herhangi bir derinlik veya yoğunlukla hissetme kapasiteleri olmasa da, birer aktör ve manipülatör olarak uygun olan ve kendilerine yarayacak olan yerlerde timsah gözyaşları dökmek konusunda üstlerine yoktur.
Beyinde duyguları düzenleyen nokta –amigdal- psikopatlarda daha az aktiftir. Dolayısıyla, onlardan farklı olarak bizlerin deneyimlediği gibi korku, üzüntü, pişmanlık veya tiksinti gibi duyguları hissetmezler. Ancak kendi işlerine yarayan durumlarda psikopatlar korkmuş, üzülmüş, öfkeli veya şaşırmış gibi davranabilirler; ve burada kilit kelime, “gibi davranmak”tır çünkü gerçek duyguları göstermek gerektiğinde ellerinden ancak bu gelir. İnsanları kendilerine karşı suçlu veya sempatik davranmaları için manipüle etmeye kararlı olduklarında “duygu kozu”nu harekete geçirmede herhangi bir sorun yaşamazlar. Psikopatların ifade ettikleri tek özgün duygu; manipülasyonları engellendiğinde veya şiddetle reddedildiğinde hissettikleri öfkedir. Sık sık korkutma taktikleri uygularlar ve özellikle belli bir kişisel hakaret veya güveni suiistimal ya da otoritelerine karşı saygı noksanlığı olarak algıladıkları bir duruma karşı düşüncesizce ve hatta şiddetli bir şekilde davranırlar. Ancak genellikle duygusal nutuklarının amacı; manipüle etmek ve diğerleri üzerinde güç ve denetim kazanmaktır.
Psikopatlar, kendilerine aşırı güvenirler, gözüpektirler, dışa dönüktürler ve yapay bir şekilde arkadaş canlısıdırlar. Kendilerine güvenli tavırlarının ardında, tumturaklı bir kibir, başına buyruk bir dışmerkezlilik ve Makyavel-tarzı bir görkem vardır. Cesur mizaçları, mücadeleye dönük bir rekabeti, her ne pahasına olsun doymak bilmeyen bir kazanma arzusunu ve ganimet sağlayan kısa erimli ve sinsi bir iftiharı arzular. Ayrıca, ifadesiz yüzleriyle mükemmel birer düşmana dönüşebilirler; bir yandan da kartlarını taktik amaçlı elde bulundururlar. Ancak, kararlı bir adımı stratejik olarak ne zaman atacaklarını, karşısındakine stratejik bir darbeyi indirmek üzere avcı misali bir harekette ne zaman bulunacaklarını ve saldırgan saldırılarına ne zaman start vereceklerini de içten içe bilirler. Daha fazla güç elde etmek üzere kana susamış şekilde bekleyen, uzun ömürlü yırtıcı hayvanları andırırlar.
Psikopatlar, algı yönetimi ve kendini zorla kabul ettirme sanatında bir numaradırlar; iktidar pozisyonunda olan kişileri etkilerken, bir yandan da hainlik ve güvenilmezlik eşliğinde başarı merdivenlerinden merhametsizce tırmanırlar ve bu süreçte yeteneklerini tam randımanla kullanırlar. Karakteristik olarak sahip oldukları vicdan ve empati yoksunluklarına ek olarak, belki de onların imza yerine geçen markaları, hiçbir zaman sona ermeyen patolojik yalanlarını bir anda yok etme konusundaki iradeleridir.
Hiç şaşırtıcı olmasa gerek, psikopatlar, rekabet ve kazanca, cesarete değer veren, risk almayı aşılayan, başarı ve materyalizmi, heves ve gücü, toplumsal düzeyde ünlü kişilerden kendine paye çıkaran, stil ve görünümü öz ve derinliğe, nezakete tercih eden, oyun oynamaya dönük yapaylığı dürüstlük ve ahlaki bütünlükten önceliklendiren kültürler içinde yetişmişlerdir. Kısacası, özellikle rekabete ve insanların ve doğanın sömürülmesine dayalı Batılı kültürlerde gelişirler.
Psikopatlar, diğer kişileri, kendi bencil hedeflerini gerçekleştirmede onlara yardımcı olsun diye nasıl kullanacaklarını ve manipüle edeceklerini düşünürler. Yapay dostluklar, geçici ittifaklar ve hatta ortaklıklar (hatta evlilikler), psikopatların diğer insanları araçsal bir değer çerçevesinde algılamaları, kendi hedeflerini gerçekleştirmede onları birer zıplama tahtası olarak görmeleri sonucu ortaya çıkar. Psikopatlar diğerlerinden hedefleri doğrultusunda yararlandıklarına inandıkları anda, artık o kişilerin gerçek değerleri kalmaz ve hızla gözden düşerler. Sadakat, psikopatlar için yabancı ve soyut bir kavramdır.
Psikopatlar, zorlu bir durumdan çıkmak üzere yalan söylemeyi çok iyi bilirler. Bu onlar için o denli doğal gelir ki zaman içerisinde uzmanı olup çıkarlar. Mantık yürütme ve tartışmalara dahil olmada yetenekli olan bu kişiler, laf salatası yaparak derhal bir bahane bulurlar. Birçoğu, en sonunda siyasetçiye dönüşen avukatlar gibi doğuştan gelen yeteneklerini kullanırlar. Aslında ABD’deki birçok siyasetçi, özünde avukattır.
Her türlü sorumluluk ve suçluluktan kendilerini kurtarmak konusunda ne kadar etkin hareket ederlerse, aynı zamanda diğerlerine parmaklarını doğrultup onları otobüsün altına atmak konusunda da bir o kadar yeteneklidirler. Seçilmek ve koltuklarını korumak isteyen psikopat siyasetçiler, ikna yetenekleri konusunda son derece ikna edici olmalıdırlar. Ve elbette kendi kafalarına göre pürüzsüzce yalanlar uydurma konusunda becerileri ve yeteneklerini kullanarak, manipüle etme ve ikna etme yetenekleri, en büyük kozlarıdır. Zırvalamak ve sahte bahaneler oyunu oynamanın uzmanıdırlar.
Bir diğer güç unsuru ise; zorlu durumlarda sükunetlerini koruma kapasiteleridir. Onların dışındaki kişiler, normal olarak stresli ve tehlikeli durumlar karşısında korku ve endişe içerisinde tepki gösterirlerken, onlar terlememeyi ve görece olarak sükunetle hareket etmeyi başarırlar. Bu yetenek, elbette ki onları –öz denetim ve baskı yaratan durumların yaşandığı- mesleklerinde avantajlı bir duruma getirir. Dolayısıyla, siyasetin, ordunun ve ekonominin hızlı devinimine iyi ayak uydururlar.
Psikopatların prototip betimlenmesinden görüleceği gibi, siyasetin yüksek voltajlı ortamı, kıran kırana mücadelenin yaşandığı kurumsal dünyanın ve askeri ortamın güçlü silah taktiklerinin, psikopat özelliklere sahip kişiler için ideal ve uygun çaba alanları olduğu anlaşılmaktadır.
Geçtiğimiz sene Büyük Britanya’da ulusal işgücü içinde psikopat özelliklere sahip kişileri değerlendirmek üzere psikopatlıkla ilgili yapılan bir araştırmada şu ortaya çıktı: CEO’lar, siyasetçiler, medya kodamanları, avukatlar, doktorlar, askeri generaller, polis memurları ve din adamları en yüksek puanı aldılar. Genellikle, gücü elinde bulunduranları diğerlerinin üzerinde görece dokunulmazlık eşliğinde iktidar pozisyonuna getiren hiyerarşik bir altyapının karakterize ettiği herhangi bir iş ortamı, psikopat kişiliğe sahip insanları kendine çeken en verimli ortamdır.
Ahlaki olarak iflas etmiş oligarşik sistem, kartlarını doğru oynayan gürbüz psikopatları iktidar basamaklarında sürekli olarak üstlere çıkarmak üzere tasarlanmıştır. Bu kişiler, stratejik bir zamanda doğru insanlara doğru sözler söylemeyi içten içe çok iyi bilirler ve tüm bunları hesaplı bir plan dahilinde gerçekleştirirler. Bu; iktidarın en üst basamaklarına yükselme sürecinde soğukkanlı bir şekilde yürütülen bir komplodur.
Bir gölgenin ötesine geçmeyen kukla oligark efendileri karşısında sadece politika yapım sürecinden sorumlu kahyalar olarak, psikopatlardan oluşan elitist bir kulübün tam teşekküllü üyeleri olarak, münhasır psikopat kulüplerinin aslında en hakiki rol modelleri ve gerçek sahipleridir. Her hangi bir vicdana, utanma hissine, suçluluğa ve hatta tereddüde sahip olmaksızın, giderek yeryüzünün mülkleri üzerinde mutlak güç ve denetim sağlarlar; bu da bu dünyadaki milyarlarca insan açısından ölçüsüz bir acı ve cefaya sebep olur. Yol açtıkları tüm hırsızlık, ölüm ve yıkım karşısında, eğer oligarklar psikopat değillerse, bu durumda “insani özelliklerini yitirmiş” demektirler.
Bir politikacı, bir kamu görevine seçilmek / yeniden seçilmek için başka herhangi bir çabadan veya uğraştan daha fazla zaman, enerji ve para harcar. Bu pragmatik süreçte, kendilerini en yüksek rütbeye pazarlayan salaklar olarak tanıtılmaları, ne aşırı basite indirgemeci ne de bir abartı olarak nitelendirilebilir.
Bir zihinsel bozukluk olarak psikopatiyi inceleyen önde gelen uzmanlardan biri olan Robert Hare, psikopatlara ilişkin bir kontrol listesi oluşturmuş ve genel nüfusun sadece %1’ini oluşturan psikopatların, hem güç hem de prestij için oldukça fazla bir gereksinim hissettiklerini gözlemlemiştir. Bu unsurlar; her iddialı politikacının olmazsa olmazlarıdır. Dahası, psikopatlar, strese verdikleri tepki, endişe ve depresyon ölçümlerinde oldukça düşük; rekabetçilik, ilk tanışmada olumlu izlenim yaratma ve korkusuzluk gibi ölçütlerde ise yüksek puan alırlar. Siyasetçi kelimesinin yerine “psikopat” kelimesini geçirin, eşanlamlı ve birbirinin yerini alan iki kelimeyle karşılaşmış olursunuz; çünkü aslında her ikisi de birbirinin aynısıdır.
Bu hipotezi sınamak ve teyit etmek için, psikopat kelimesine ilişkin olarak daha önce yapılan tüm tanımlamalara geri dönün ve yerlerine ya siyasetçi, ya general ya da CEO kelimelerini geçirin. Şunu fark edeceksiniz ki kelimenin tüm anlamlarıyla mevcut sistem, çok fazla sayıda psikopat özellik taşıyan şekilde bir şekilde liderlik şekli üretmektedir. Bu özel meslekler psikopatları kendine çekerken, psikopat özellikler ve eğilimlerin aslında bir devamlılık arz ettiğini, spesifik bir siyasetçi veya generalin bazı özellik ve eğilimlerine sahip olabildiğini, ancak psikopat kişilik bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu veya psikopatiye dair resmi bir teşhisle nitelendirilebilecek türden ciddi semptomlar taşımayabileceğini de belirtmekte yarar var.
Harvard’lı meşhur klinik psikolog ve Yanıbaşınızdaki Psikopat kitabının yazarı Dr. Martha Stout’a (ki kendisi sosyopat ve psikopat kelimelerini birbirinin yerine geçecek şekilde kullanır) siyasetçilerin psikopat olmaya daha yatkın olup olmadıkları sorulduğunda kendisi şöyle bir yanıt vermişti:
“Evet, politikacılar toplum içinde sosyopat olmaya diğer insanlardan daha yatkındır. Bu iddiaya karşı çıkan bir uzman bulmanız zor. İnsanların küçük bir çoğunluğunun vicdanı yoktur ve bu durum bizim toplumumuzun hazmetmesi biraz zor olan bir durumdur. Ancak yine de birçok önemli şeyi, acımasız siyasi davranışları açıklar.”
Amerika’da en üst noktalara varan en güçlü liderlerin –Başkan Barrack Obama, ABD’nin yaşayan en ünlü generali ve CIA’in eski direktörü David Petraeus- üstünkörü incelenmesi bile, Amerika’da en yanlış giden şeylerin psikopatlara özgü bir tipik örneğini sunarlar. Onların eylemlerine, kabahatlerine ve herkesçe bilinen durumlarına ilişkin psikopat özellikler ve eğilimler, bundan sonraki aşamada incelenecek.
Barrack Hüseyin Obama, Makyavel’e özgü bir şekilde, birinci dereceden patolojik bir yalancıdır. On yıl önce İllinois’da esamesi okunmayan toy bir senatör olarak görece az tanınmışlığından yeryüzünün en güçlü ulusunun en güçlü lideri noktasına hızla yükselişi sırasında Amerikan halkına söylediği ve tutmadığı vaatler, kentsel psikopat efsanelere uygun bir tablo sergilemektedir.
Psikopat Bush ve Cheney’den ve onların acımasız ve düşmanca ortaya koydukları psikopatça gündemden sıtkı sıyrılan ve morali bozulan çok fazla sayıda Amerikalının kalbini fetheden, onlara umut aşılayan bir adam figürünü hepimiz hatırlıyoruz. Umut aşılayan söylemleriyle seçim kampanyası yürüten Obama, ulusal sahneye, taze bir soluk gibi gelmişti ve böyle bir değişime ihtiyaç duyan umutsuz kitlelere ilaç olmuştu. Beyaz umut atına binen ilk Afrika kökenli Amerikan başkanıydı; FDR ve Lincoln’den beri Amerika ilk kez popülist bir şampiyon bulmuştu.
Obama, elbette, ahlaki olarak çökmüş ve işlevini büyük ölçüde yitirmiş, siyasi gündemi sadece partizan politikalar oynamak olan ve Amerikan tarihinin en topal ve etkisiz Kongresi’nde birbirinin ayağını kaydırmaya uğraşan aynı oligark çıkarları simgeleyen iki tane birbirinden yolsuz ve kokuşmuş partiye sahip bir siyasi sistemin içindeki kişilerden sadece biri. Dolayısıyla, Amerika’nın rüyaları ve umutları ışığında Beyaz Saray’a beyaz atını süren oğlanı içeren fantezimiz, en başından beri başarısızlığa mahkum bir senaryoydu aslında.
Her şey bir yana, Barrack Obama, tarihsel açıdan yücelik kazanmanın kaderinde olduğunu hisseden bir adamdı ve böylelikle yeryüzünün en güçlü adamı haline gelmesi için çok fazla bir şey yapmasına gerek yoktu. İktidar hırsı işe yaramıştı ve kukla köle efendilerinin önündeki yarı siyahi paravan kişi, aslında en başından beri bastırılamaz/söndürülemez biriydi. Kendisine dair psikopat teyit listesindeki bu temel kriter, son koz olarak net bir şekilde yerine getirilmişti.
Patolojik bir yalancı olarak Obama’ya geri dönersek, Amerikalılar, kendisinin en önemli vaadini tutacağını ummuşlardı: Bush-Cheney’nin ayrılmaz parçası haline gelmiş olan ve aşırı gizli tutulan savaş suçu gündeminin aksine dürüst olacaktı. Bu neo-konların karşısında hepimiz biliyoruz ki, onların saldırgan faşist rejimine karşı durmalıyız. Ancak, Obama, küçük insanların karşısındaki büyük siyahi umut ve şampiyon oluverdi.
Dolayısıyla, bizim güvenimizi sarsması, aslında kişisel açıdan alındı. Onu seçen Amerikan halkına karşı açık ve dürüst olma vaadi ve aşırı bir derecede saydamlığını koruyacağına dair iddiaları karşısında, onun farklı biri olacağını düşünmüştük, o vaade inanmıştık. Bu; pembe bir yalan olmanın ötesinde, onun en büyük yalanıydı. ABD tarihinden sır küpü, saldırganca tepkisel ve patolojik düzeyde yalan söyleyen Başkanı olarak, bu, onun en sinsi ve en karanlık günahıydı. Tarihte ondan önce gelen diğer tüm Başkanlardan farklı olarak, Bilgi Edinme Özgürlüğü çerçevesinde sunulan talepleri en fazla engelleyen kişi oldu. Ayrıca, genel anlamda hakikate karşı savaş açtı ve özellikle dürüst gazeteciler ve muhbirlerle mücadele etti; onların büyük kısmını casusluk suçlamalarıyla tacir etti, haklarında soruşturma açtı ve hapse attırdı. Bu konuda kendisinden önceki ABD yönetimlerinin hiçbirinin eline su dökemez.
Kongre’den Yargıtay’a dek tüm kamu görevlilerinde olduğu gibi, Obama, Amerikan anayasasına uygun davranacağına yemin etti. Bununla birlikte, bu konuda hepsi son derece kötü bir performans sergilediler; Amerikan halkının mahremiyet, arama ve el koyma ve doğru bir şekilde korunma hakları sürekli ihlal edildi. Bu, onun en korkunç ikinci yalanıydı. Obama, yönetimi çerçevesinde, öncüllerinden kendisine devredilen faşist meşaleyi devam ettirmekle kalmadı, aynı zamanda Amerika’nın boğazına tiranlık ve baskı rejimini de dayadı. Amerika artık kaybettiği ve elinden çalınan özgürlükler ve hızla ölen haklarından fırsat buldukça zar zor nefes alabiliyor. Orwell’in oligarşik-askerileşmiş polis devleti konusundaki kabusu gerçekleşti bir anlamda...
Obama’nın cehennemin dibi boylamayı hak eden bir diğer yalanı ise; kendisinin temkinli, düşünceli, sakin ve mantıklı bir yönetim sergileyeceği; dünyanın gözü önünde Amerika’ya iyiniyetli duruşunu yeniden kazandıracağı ve en sonunda da savaş gündemine ve İmparatorluk saldırganlığına tamamen son vereceği konusunda verdiği sözlerdi. Ancak, bunun yerine, Bay Psikopat Sakin Kişi, öncülünün megaloman savaş politikalarını hızlandırmaktan öteye geçemedi.
Ulusumuzu Afganistan’da yine maliyetli bir isyan-karşıtı savaş mağlubiyeti içerisine soktu ve bu süreç tarihte Amerika’nın yaşadığı tüm savaşlardan daha uzun sürdü. Bir başka egemen ulus olan Ukrayna’nın demokratik yollardan seçilmiş başkanını koltuğundan eden bir darbeye yol açmak suretiyle yeni bir soğuk savaş başlatarak dünyayı kutuplaştırdı. Dünyada daha fazla rejim değişikliğine yol açmak üzere hedefteki ulusların istikrarını bozmak gibi emperyalist ve yeni muhafazakarcı bir politika izlemeye devam etti. Obama, dünyanın ek süpergücünün tacizlerine boyun eğmeyi reddeden bağımsız ülkeler arasında mekik dokudu adeta.
Ve Obama, bir zamanlar müttefik olduğu kişileri (örneğin Usama bin Ladin, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Hüsnü Mübarek ve Vladimir Putin bunlardan sadece bir kaçı) kullanma ve ardından da onları yeterince kullandıktan sonra teker teker sırt çevirme gibi psikopatça politikayı sürdürdü. Vaat edildiği gibi savaşı sona erdirmek yerine, Obama, Özel Operasyonları yaygınlaştırma yoluna gitti; en az 134 ulusta dünya çapında kirli küçük sır savaşlarında mücadele eden ve parası vergi mükelleflerinin cebinden çıkan sınırsız operasyon gerçekleştirdi.
Ve konu ne zamanki bizim sözde el Kaide düşmanımıza gelirse, Suriye’deki bir diğer felaket getiren ve kaybetmeye mahkum mücadele içerisinde El Kaide’nin paralı askerlerinden oluşan ayak takımının finanse edilip desteklenmesi için zor kazanılmış vergi dolarlarını yanlış amaçlar doğrultusunda kullanmak suretiyle Amerikan halkına bir kez daha ihanet etti. Obama, şahsen en çok sevdiği modern savaş markasını hep doğru şekilde kullanıyor; dünya çapında sadece masum sivilleri öldürmekle kalmayıp onları yakın gelecekte Amerikan topraklarındaki Amerikalıları öldürmek için kullanmakla tehdit eden bahanesi de cabası... İşte, Makyavel’in betimlediği, kibirli, bencil, gücünü suiistimal ederek kendini Tanrı sanan ve kendi vatandaşına ihanet eden kişinin gücü bu şekilde büyüdü.
Öte yandan, kendisinin topal ördek yönetimi sırasında gözümüzün önünde artmaya devam eden ve hiç de gizli olmayan, skandal niteliğindeki örtbas çabaları da var. Obama ve onun suç ortaklarının (o dönemde Dışişleri Bakanı olan Hillary Clinton ve o dönemde CIA direktörü olan General Petraeus) Libya büyükelçisi Christopher Stevens’in yanı sıra üç Amerikalının öldürülmesinden sorumlu olduğu Bingazi trajedisini anımsayalım. Gerçeği örtbas etmek üzere ortaya attıkları yalanlar daha sonra ortaya çıkmıştı; keza görgü tanığı olan CIA’in Özel Operasyonlar personeline gelen ölüm tehditleri karşısındaki yardım çağrıları onların şefleri tarafından dikkate alınmamıştı. Amerikalılar ölürken, Obama iki aydan az süre sonra yeniden seçilmesini güvence altına almak için bir bağış toplama yemeği düzenliyordu. Tüm bunları da bir gıdım uyku uyumadan yapıyordu. Bu da, psikopat doğasının bir diğer belirgin işaretiydi.
Ardından Obama-karşıtı muhafazakar sağ grupları, Hıristiyan aşırıcılık yanlılarını, Çay Partisi üyelerini hedef alan IRS skandalı patlak verdi. Bundan sonra yapılan örtbas harekatı kapsamında ise, Obama yönetimi hiçbir sorumluluk almadı. Obama2nın Adalet Bakanlığı bu bozgunu örtbas ederken, Alkol, Tütün, Ateşli Silahlar ve Patlayıcılar Bürosu ise, bu esnada Meksika uyuşturucu karteline kasten silah satmaktaydı. Bu kartel ise, söz konusu silahları kısa süre sonra Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele Birimi’nden bir memur ve Amerikan Sınır görevlilerini öldürmek için kullanmıştı.
Bir skandal diğerini kovalarken, Obama ise, bir diğer Pandora’nın kutusundan dışarı dökülen son meseleyle uğraşmaktaydı: ülke çapındaki Gazilerin Yönetimi hastaneleri, Amerikalı gazilere yönelik muamelelerle bağlantılı olarak tedavi görmek için beklerken ölenleri örtbas etmek için bir dizi tahrifat yapıyordu. Ortaya çıkana göre; Phoenix VA hastanesi, zamanında asla verilmemiş randevuları beklerken hayatını kaybeden en az kırk gazinin durumundan sorumluydu ve aslında bu aysbergin sadece görünen bir yüzüydü; keza gazilere yönelik sağlık sistemi, çirkin gerçekliğin kamuoyuna ifşa olmasını engellemeye çalışan kurumlardan sadece biriydi. Sistemde sürekli çatlaklar açılıyor ve kötü yönetilen sağlık sisteminin kurbanları haline gelen yüzlerce gaziye dair gerçekler bir sel gibi etrafa akıyordu.
Genç erkek ve kadın askerleri bir dizi İmparatorluk savaşına katılmaya ve ölmeye gönderen felaketin yaralarını sarmaya çalışan Amerika, şimdilerdeyse ciddi zarar görmüş ve sayıları giderek artan gazileri düzgün bir şekilde tedavi edemediğini ortaya çıkaran ve bu haliyle Frankenstein’in canavarını andıran bir başka felaketin denetimsiz bir salgın gibi etrafa saçılmasıyla cebelleşmek durumundaydı. Ülkeye geri dönen savaş gazilerinin tedavi görmek için en az bir yıl kuyrukta beklediği bir sistem sonucunda, sadece intihardan günde 22 gazinin öldüğü bir tablo ile karşı karşıyayız. Gaziler, yoğun terapi ve uzun vadeli destek gruplarını içeren gerçek bir tedavi yerine aşırı ilaç kullanımıyla tedavi edilmek suretiyle ciddi PTSD (Travma sonrası stres bozukluğu) belirtileri altında Büyük İlaç Şirketleri’ne yarayacak şekilde bir ortama sokulmuşlardı. Gazilerle ilgili olarak atanmış olan senatör, ülkeye cesurca hizmet eden bu kişilerin bakımını her daim üstlenmek için gereken neyse yapılacağını söyleyip bu doğrultuda cesurca vaatlerde bulunmuştu. Bu da, düşünmeden konuşan bir başkanın ağzından çıkan taahhütleri mali olarak destekleyemediği, sonuçta da tutulamayan bir başka vaade benziyor.
Aslında sorun Başkan Obama veya Gaziler İdaresi direktörü General Skinseki’nin de ötesine geçiyor. Burada sorun; tek seferde dünya çapında milyonlarca insanı öldüren, sınırları aşırı genişlemiş, yolsuzluklara karışmış, kötücül bir döngü içerisine girmiş bir Amerikan imparatorluğuyla alakalı. Ölmekte olan ve gücü tükenen bir süpergücün jeopolitik satranç oyununda iktidarı elde tutma çabaları bunlar – tıpkı bin yıl önce Roma İmparatorluğu’nun yaptığı gibi. Obama, tıpkı despot bir savaş suçlusu terörist gibi davranıyor; bunun temelinde yatan sebep ise onu ortaya çıkaran şeytani psikopat sistemdir. Ve bir psikopat başkanı suçlamak, altında yatan sistemik sebebi yok saymak demektir. Küresel oligarşinin güç yapısı değişene dek, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yegane gezegenimizin soyulması, öldürülmesi, yok edilmesi, trajik bir sona erişene dek devam edecek.
Psikopat kurumsal dünyada tek tek münferit analizler yapamayacak kadar çok sayıda CEO bulunuyor. Şunu belirtmek yeterli: tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali, Amerika’yı milyonlarca kişinin aldatıldığı ve evlerini yitirdiği derin bir resesyona düşüren 2009’daki skandal mortgage-emlak kredisi balonunun ardından beyaz yakalı bir Wall Street bankacısı bile hapse girmedi. Amerikan halkı ise, bunun ardından, Amerika’nın en büyük şirketlerini ve bankalarını düştükleri durumdan kurtarmak için Obama ve çevresi tarafından finansal destek vermek zorunda bırakıldı. Bu hakarete ek olarak, CEO’lar, yaşam mücadelesi veren ve neredeyse ortadan kalkmakta olan orta sınıfın kendinden ödün veren tutumlarının üzerinden devasa miktarlarda, milyonlarca dolarlık primler kazanmaya devam ettiler. Sözü edilen Obama-usulü kurtarma paketleri o kadar gizli saklı ve sinsiydi ki, başlarının üzerinde bir ev, sofralarında da yemekleri olması için mücadele veren çok fazla sayıda Amerikalının karşısında soğuk kanlı ve psikopatça tutumunu sürdürdü.
Kısa bir süre önce yapılan bir araştırmaya göre, mali hizmetler endüstrisindeki Wall Street tüccarlarının %10’u, finansal psikopatlar olarak tanımlanabilirler; keza “yıkıcı özellikleri pratik olarak görünmez olduğu için mükemmel birer “göreve namzet kişi, CEO, yönetici, meslektaş” görüntüsü çiziyorlar. Bu kişiler, hızla gelişen rekabetçi endüstrilerde başarılı oluyorlar; şirket sistemlerinden tam yarar sağlamada uzman bir görüntü sergiliyorlar; diğerlerinin iletişim zayıflıklarını kendi lehlerine kullanıyorlar.
Kendilerini daha iyi göstermek ve iş arkadaşlarının patronlarının gözünden düşmesini sağlamak üzere kişilerarası çatışmaları körüklemeye meyilliler. Tüm psikopatlar gibi kurumsal psikopatların da empati özellikleri yok; başka kişilerin ne düşündükleri veya ne hissettikleriyle ilgilenmiyorlar. Çok karizmatik ve cazip bir görüntü çizerken; diğerlerinin gözünde zeki ve ehil bir imajları var. Yalan söylemek, gerçekleri saptırmak, manipülasyonda bulunmak ve yüksek riskler almak konusunda ciddi bir kapasiteleri ve yönelimleri söz konusu.
Bir West Point mezunu ve eski bir Ordu görevlisi olarak, askerde görevli çok fazla sayıda askeri psikopatla muhatap oldum. Siyasi ve kurumsal muadilleriyle paylaştıkları ortak özellikleri; “her halükarda kazanmak”, diğerleri üzerinde güç ve denetim sağlama konusunda doyumsuz bir açlık hissetmek, dış görüntülerine sürekli dikkat etmek, üstlerinin önünde iyi görünmek, üst düzey yetkililerden iltimas koparmak için insanların kıçını öpmeye varan “kendini zorla kabul ettirme” çabaları içine girmektir. Her ne kadar West Point askeri öğrencilerinin onları yalan söylemek, hile yapmak veya hırsızlıkta bulunmak ya da böyle davrananlara hoşgörülü davranmak konusunda kendilerine yasak getiren namus kuralları olsa da, şunu ilk elden gözlemledim ki çok sayıda askeri yetkili, bir üst merciler tarafından cezasız bırakılacaklarını bildikleri için düzenli olarak yalan söylerdi.
Ben ise, bu insanlık-dışı ve adil olmayan, seri bir şekilde düşünmeyen robotlar üreten, bir yandan da Vietnam’dan Irak’a, Afganistan’a dek maliyetli, uzatılmış ve meşru olmayan emperyal savaşlarda kaybeden zehirli psikopat liderler üreten sisteme inanmayan bir West Point asisi idim. Bu onurlu kurumun 170 yıl sonra artık yasalara uygun olarak faaliyet göstermediğini ortaya atan ve buna karşı ilk mücadele bayrağını açan askeri öğrenci bizzat ben oldum.
Bu çerçevede, West Point sistemini mahkeme önüne de getirdim. 1972 yılında verilen ve örnek niteliği taşıyan dava, yargı sürecine ilişkin anayasal hak meselesini, daha önceleri içine girmenin mümkün olmadığı gri granit duvarların arasına soktu. Emir-komuta zinciri içinde komplolar düzenleyen ve beni Akademi’den atmak için sahte bir dizi suçlamayla beni kusurlu gibi göstermeye çalışan, bir yandan da Tanrı gibi davranan West Point’teki psikopatlarla mücadele ettiğim için, psikopatça askeri zihniyetin ardındaki etmenleri çok iyi bilirim.
Şahsen bu konudaki başarımdan gurur duyan biri olarak, onların yalanlarına karşı koydum; adaletsizlikle savaştım ve West Point’in psikopatlarını mağlup etmeye çabaladım.
İlk oda arkadaşlarımdan birisi, Irak ve Afganistan Savaşları’nın 2003-2007 yılları arasında en uzun süre görevde kalmış kumandanı olan General John Abizaid idi. Utanç duyulan Ebu Garip hapishane skandalı, Abizaid’in kumandanlığı altında gerçekleşti. Bu skandal henüz patlak vermişti ki, NFL’nin eski yıldızı Pat Tillman’ın bir anda ölümü ve bunun daha sonra örtbas edilmesi de, benim eski oda arkadaşımın bilgisi dahilinde gerçekleşti. Tillman’ın kendi askerleri tarafından öldürülüşünü ne zaman öğrendiği meselesi kendisine Kongre tarafından bir soru olarak yönetildiğinde, Abizaid, “trajedi patlak verdikten birkaç hafta sonra öğrendiği” yönünde bir karşılık vermişti. Ancak, General Stanley McChrystal, kaza sonucu ölümün hemen ardından Katar’daki Merkezi Kumandanlık ana karargâhında General Abizaid’e bu konu hakkında bilgi vermişti. Ancak, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in birkaç yıl sonra yanı başında oturan West Point mezunu asker, bu durumu ilk kez ne zaman öğrendiği konusunda yalan söylemişti. Ve daha sonra ortaya çıkmıştı ki Abizaid, Irak’ta olduğunu iddia ettiği zamanlarda aslında orda değildi; keza McChrystal, Abizaid’e bilgilendirmede bulunduğunda kendisi Katar’da bir basın konferansındaydı. Birçok Amerikalı generalin aksine, şunu biliyorum ki bir zamanlar oda arkadaşım olan John Abizaid, kelimenin tam anlamıyla psikopat olarak tanımlanamaz. Son kertede kendisi, skandallardan ve savaşlardan bitkin düşmüştü; ancak yine de kendi kıçını kurtarmak için Kongre’de yalan söylemişti. CYA, iktidarın tüm aşamalarında, zirveden en aşağıya dek, standart bir normdur.
Geleceğim savaş kumandanı Abizaid ile aynı odayı paylaşırken, diğer oda arkadaşım da ileride General Karl Eikenberry olacaktı. Kendisinin emekliye ayrıldığı günün ertesi günü Obama, Afganistan büyükelçisi olarak yemin etmişti. İki oda arkadaşım da şu anda Dış İlişkiler Konseyi CFR’nin aktif üyeleri konumundalar.
West Point’ten mezun olan ve üst rütbelere gelen diğer saygın kişiler arasında, meşhur General David Petraeus, geçtiğimiz aya dek onun kadar meşhur olan Ulusal Güvenlik İdaresi direktörü General Keith Alexander ve Pentagon’un Genelkurmay Başkanı olarak en üst düzeyde yer alan General Martin Dempsey’dir. Onlarla, yani Amerika’nın en güçlü askeri kişileriyle tamamen aynı eğitimi ve liderlik öğretilerini alan biri olarak, bu ikiyüzlülüğün, yolsuzluğun ve psikopatların beynini yıkayıp onları Amerikan İmparatorluğu’nun gelecekteki liderleri haline gelmeleri için ortaya atan (ve aslında insanlığı kıyamet gününe var gücüyle yakınlaştırmaya çabalayan) bu bozuk sistemin gerisindeki hakikati gözler önüne sermek konusunda kararlıyım.
“Yan hasar kisvesi altında binlerce insanı –ki aralarında alt-insan olarak görülen masum sivil aileler, kadınlar, çocuklar da var- hedef almak ve öldürmek, onlarda uykusuz geceler veya bir suçluluk duygusu yaratmıyor; keza bu kişiler kalpleri nasır tutmuş, soğuk kanlı, psikopat generallerdir. Savaşın mezalimi ve insanlığa karşı işlenen suçlar, savaşın her daim yürütüldüğü biçeme karşılık geliyor. Risk almak, mücadele etmek için adrenalin peşinde koşmak, mutlak ve nihai yaşam ve ölüm gücünden ve milyonlarca diğer insanı “ulusal güvenlik” ve “imparatorluğun korunması” kisvesi altında yönetimi altına almanın getirdiği neşe ve zindelik, savaş çığırtkanlığı ve terörle daimi savaş konusunda psikopatların kariyerlerini besleyen bir unsur.
Bu büyük ölçekte ellerindeki tüm imkanlarla dünya çapında rejimleri sürekli değiştirmek için öngördükleri istikrar bozucu bir gündem dahilinde bizi sürekli savaşlara sürükleyenler sadece teröristler değil, aynı zamanda Amerikalı psikopatlardır da. Bu da kaçınılmaz olarak insanoğlu açısından durdurak bilmeyen bir lanet içerisinde sürekli bir savaş anlamına gelmektedir. Sınırlarını aşırı zorlamış olan Amerikan İmparatorluğu gibi bir saldırgana direnmeye çabalayan diğer ulusları ve halkları şeytanlaştıran o eski ve tanıdık propaganda savaşının eşlik ettiği en sonuncu savaş borazanlığı ve savaş tehditleri savrulması, hepimizi yıkıma götüreceği belli olan psikopatça jübiledir.
Bu kısa tanıtımda sunulandan daha ayrıntılı bilgiye ihtiyacınız olursa, West Point konusundaki kitabımın koca bir bölümü, General David Petraeus’un zehirli liderliğine dair anlatımlara adanmıştır. Askeri psikopatlar arasında Hepimize-İhanet-Eden-Petraeus’tan daha yetenekli ve örnekleyici başka bir West Point’li yoktur. Akademi’deki son üç yılımda kendisiyle birlikte aynı okula, aynı Birinci Alay’a gitmiştim. Aslında, benim mahkemedeki davamın kaybedeni olan General Knowlton, General Petraeus’un kayınpederiydi. Psikopatlar, diğerlerini kendi kazançları için kullanmalarıyla tanınırlar.
Benim iki yüksek profilli “yıldız adam” oda arkadaşım gibi Petraeus da akademik olarak West Point’teki sınıfının en iyi %5’lik diliminde yer alıyordu ve Ivy Leage kurumlarından doktora derecesi almıştı (benim oda arkadaşlarım Harvard’dan mezun olurken, Petraeus ise Princeton’dan doktora derecesine sahipti).
Petraeus’un tez konusu, Vietnam Savaşı’ndan elde edilen derslere dair bilimsel bir incelemeydi; ancak Irak ve Afganistan savaşlarında kumandan iken bu bilgileri uygulamaya dökememişti. Yazdıklarından net bir şekilde anlaşılan şu ki; Amerikan işgalci uluslarının yerli sakinleri üzerindeki zarar ve ıstırabı emperyalist bir etnik-merkeziyetçilikle gözardı etmişti. Ayrıca, isyanla mücadeleye dönük olarak oluşturduğu markanın “kalplerini ve zihinlerini kazanmak istediği” halklar üzerinde nasıl bir etki doğurduğuna dair en ufak bir acıma veya anlayış hissetmiyordu.
Savaş halinde isyanla mücadele konusunda, kelimenin tam anlamıyla, Amerikan ordusunun el kitabını yazmış biri olarak (ki COIN el kitabı adı verilir), üst üste binlerce insanı öldüren o savaş suçu saldırganlığı (son on yıldır süregiden işgal sırasında ABD, bir buçuk milyon Iraklıyı öldürdü), hem Bush hem de Obama yönetimleri sırasında diğer neo-kon patronlarıyla kıyaslandığında daha fazla kalp ve beynin fethedilmesini sağlayamadı. Irak’ta paçasını kurtarmak için umutsuz bir şekilde hakikatı tahrif eden Washington DC ve dalkavuk basın, Irak Savaşı’ndan kurtulan altın çocuklarını 2008 yılında yarattığı ve Irak’a gereken güvenliği getiren (ancak böyle bir şey sağladığı bile aslında kuşkulu) ani gerilimden dolayı taçlandırdı. Amerika’nın başlattığı her türlü savaşta, bir mağlubiyet karşısında bir savaş kahramanını kutsamak imkansızdır; dolayısıyla gerçeğin uygun bir şekilde saptırılarak bir savaş kahramanı yaratılması, Petraeus’un, Bush’tan sonraki Cumhuriyetçi başbakan olacağı yönündeki ağızlara sakız olan iddiayla özdeşleştirdi.
General Petraeus, 2004-2005 yılları arasında Iraklı ölüm tugayı komandolarını Ebu Garip’e benzeyen yüzlerce gizli hapishanede tuttukları birçok Iraklı vatandaşa yönelik işkence ve cinayet konularında eğitmekle sorumluydu. Geçtiğimiz yıl Guardian tarafından yayımlanan bir soruşturmada, Petraeus’un yasalara aykırı şekilde hapis tutma, işkence etme ve öldürme suretiyle uluslararası hukuku ihlal etmedeki doğrudan rolünü gözler önüne seren bir soruşturma belgesi yayımladı. Bununla birlikte, General Petraeus’a göre savaş sırasında isyanla ancak bu şekilde mücadele edilebilirdi. Ve yarattığı tüm hasar ve yıkım karşısında, toplanabilecek en fazla istihbarat da, ancak bu tür savaş suçu niteliğindeki vahşet yöntemleri yoluyla toplanabilirdi. Bu hikaye bir yıl önce patlak verdiğinde, Petraeus’un sözcüsü, Petraeus’un gerek Iraklı liderleri gerekse patronları olan Bush, Cheney ve Rumsfeld’i, gizli operasyonlardan tamamen haberdar kıldığını belirtmişti. Petraeus’un yanıtı, her türlü hatalı davranışa sürüklendiğinde suçu başkalarına atmak üzere çelimsiz bir girişimde bulunmak suretiyle paçasını kurtarmasıyla ünlü psikopat eğilimleri bir kez daha gözler önüne seriyor.
Aralık 2009’da General Petraeus, Yemen kıyılarının ötesindeki nükleer bir denizaltından Tomahawk kruvazör füze saldırısında bulunulmasını emretmişti ve bunun sonucunda küçük bir köyde kırk bir kişi öldürülmüştü – üçü hariç hepsi kadın ve çocuktu. Psikopat akranı Obama, füzenin Yemen’den geldiği konusunda sahte bir iddiada bulunması için Yemen’in kukla devlet başkanına baskıda bulunduktan sonra (ki füzenin Amerikan füzesi olduğu da daha sonra gözler önüne serildi), Petraeus, zayiat arasında “sadece bir kadın ve iki çocuk” olduğunu, geri kalan herkesin El Kaide militanı olduğunu iddia ederek yalan söylemişti.
Bu; kendisinin edindiği West Point dürüstlük kuralları açısından çok fazlaydı. Ancak, psikopatlar, kendi güçlü kariyerlerini kurtarmak üzere yalan söylemede ve suçun kendi üstlerinde kalmasını önlemede sınırsız bir yeteneğe sahiptirler. Amerikan füzesi hakkındaki hakikati ortaya çıkaran Yemenli muhabir, Yemen cumhurbaşkanı tarafından tam da hapisten çıkarılmak üzereyken, her hangi bir vicdan kırıntısına sahip olmayan kindar psikopat Obama, Yemenli kuklasıyla yeniden temasa geçmiş; gazetecinin sadece gerçekleri söylemesinden dolayı sahte delillerde daha uzun süre hapiste kalmasını sağlamıştı. Üç yıl süren sahte hapis sürecinin ardından gazeteci nihayetinde geçtiğimiz Temmuz ayında serbest bırakıldı.
Psikopatları beceriksizlikleri ve başarısızlıklarından dolayı sorumlu tutmak yerine, bir psikopatça sistem dahilindeki bir psikopat olan Obama, ancak bir başka psikopat olan Petraeus’u CIA direktörlüğüne yükseltebilirdi. Mağlup savaş kumandanı, hem başarısız askeri misyonunu ve gereğinden fazla değer verilmiş olan kariyerini 36 yılın ardından bir kenara bırakmak, hem de başka bir West Point mezunu olan Paula Broadwell ile birlikte evlilik dışı bir ilişkiye dahil olmak gibi bir şansa adeta atlamıştı. Broadwell, hem metres hem de yaşamöyküsünü kaleme alan kişi olmuştur.
Diğer askeri liderlerle kıyaslandığında Petraeus, Blackwater ve DynCorp gibi ismi türlü yolsuzluklara bulaşmış olan özel sivil savunma taşeronlarının bir gecede yaygınlaşması ile birlikte Orta Doğu’daki savaşlarda Amerikan ordusuna taşeronluk yapmaktan sorumluydu. Aslında, bu savaşların yarısında, Amerika, askeri personelden daha çok sayıda sivil Amerikalıyı cepheye sürdü. CIA direktörü olarak Petraeus, CIA birliklerinin taşeronlaşma sürecinin aynısını burada uygulamaya çalışmıştı. Ancak, CIA’in müebbetliklerinin gücünü gözardı eden kibri, en sonunda ona zinadan daha büyük bir zarar verdi.
Psikopat general, diktatör bir patron olmasıyla tanınıyordu: ona bağlı ordular üzerinde, sınırsız ve krallara yaraşır bir denetim sağlamıştı. On yıllar boyunca etrafı dalkavuklarla çevrili olduğu için risk almak konusunda büyük heyecan duyan bir kişiydi ve bu durum her şeye gücünün yeteceğini ve dokunulmaz olduğunu düşünmesine sebep olan, aşırı böbürlenmeci bir hissiyatı tetikledi. Hoşnutsuz CIA çalışanları onun meselesini FBI’ye yönlendirdi ve Obama’nın 2012 yılında yeniden seçilmesinin hemen ardından CIA direktörü, Bingazi soruşturmasından zamanında sıvışmak üzere bir anda istifa etmeye karar verdi.
Obama, baş kumandan olarak, Çarşamba günü mezuniyet konuşmasını yapmak üzere ABD Askeri Akademisi’ne ziyarette bulunacak; Amerikan İmparatorluğu’nun psikopat öldürme makinesinin yürüttüğü insanlığa karşı suç ve küresel imhayı anımsatacak. Oligarşik sistemin, psikopatlarla giderek güçlenen liderlik olgusu, hem sarsıcı hem de trajiktir. Ancak, dünya vatandaşları olarak eğri oturup doğru konuşmamız ve statüko güç yapısının hırsıza erişimi ve imha oyununu ancak psikopat olan oyuncularla sınırlandırdığını fark etmemiz gerekiyor.
Ahlaki olarak bozulmuş ve kokuşmuş olan bu sistemdeki dürüst ve vicdanlı bireyler olarak, diğer insanlara karşı empati ve acıma hissi, en iç noktamızda bastırıp bekletilmektedir ve bilişsel uyumsuzluktan dolayı her gün acı çekmek zorundadır. Ve bu şekilde, bu sinsi oyunda onlar da kendi bölümlerini oynamaktan pek keyif almamaktadırlar. Ya bu oyundan kendilerini muaf tutacaklar, ya da psikopat kulübünün bireyleri olarak daha az ilkeli üyeleri tarafından filtrelenecekler. Orduda geçirdiğim tüm dönem boyunca, tam da bu sebepten dolayı bir mücadele içerisinde oldum.
Güç piramidinin en tepesindeki psikopatlar, içlerindeki o özel mabede ancak kendileri gibi düşünen psikopatların girmesine izin vereceklerdir. Yeryüzüne en büyük güç ve denetimi aşılayan bu kişilerin söz konusu ahlaki ihanetine son verilmesi gerekiyor. Kendi şeytanca tutumlarını kendi başlarına değiştiremeyecek kadar patolojik bir hastalık sürecinde oldukları için, bu psikopatları insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı sorumlu tutmak üzere gerekli cesareti bulmak zorunda olanlar ise, aslında, bizim gibi ortak bir ahlaki pusulaya göre hareket eden kişilerdir. Bu da, ancak, toplam nüfusun sadece %1’inin, bu yeryüzünde –elimizde kalan her şeyi yitirmeden önce- olumlu bir değişim yaratmada doğru olan şeyleri yapmaya ant içmiş bizim gibi %99’luk kesim karşısında sayıca güçsüz kalmalarının doğurduğu avantajla sağlanabilir.
Joachim Hagopian, hem orduda hem de zihinsel sağlık alanlarında çalışmış bir kişi olarak, ayrıca West Point’ten mezun olup eski bir Ordu mensubu olarak, askeriyedeki psikopatları klinik bir çerçevede incelemek anlamında önemli bir niteliğe sahiptir. Kendisinin askeri deneyimini temel alan eseri, liderlik ve ulusal güvenlik meselelerini incelemektedir. Esere erişmek için, bkz: http://www.redredsea.net/westpointhagopian/. Ordudan ayrıldıktan sonra Joachim psikoloji alanında mastır derecesi aldı ve yirmi beş yıldan uzun bir süre boyunca zihinsel sağlık alanında çalışan lisanslı bir terapist oldu. Kendisi şu anda sadece yazılarına odaklanmaktadır.
Kaynak: http://www.globalresearch.ca/masters-of-manipulation-psychopaths-rule-the-world/5383706