Tarih: 30.12.2013 14:24

ABD Basınında Uzman Gözüyle Soruşturma Krizi

Facebook Twitter Linked-in

İstanbul Atatürk Havalimanı`nda Başbakan Erdoğan`ı karşılayan kalabalık...

 

Foreign Policy dergisinde Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz imzalı “İran’dan Türk altınına hücum” başlıklı yazıda, Türkiye’deki “İslamcı hükümet iktidarı süresince en büyük yolsuzluk skandalıyla sarsılıyor” deniyor.

Soruşturmanın merkezinde, Halkbank ve İran başlatılan tartışmalı altın ticaretinin yattığına işaret eden yazıda şöyle deniyor: “Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Washington ve İsrail’den, Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’e kadar uzanan büyük bir komplonun mağduru olduğunu savunuyor. Bazı Türk medya organları, bu skandalın ortaya çıktığı sırada Türkiye’de olan Amerika Maliye Bakanı’nın terör ve mali istihbarattan sorumlu yardımcısı David Cohen’e işaret etti. Erdoğan, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’yi bile sınırdışı edebileceklerini ima etti. Ancak soruşturmada adı geçen bu sağlam bağlantılı kişiler hakkındaki suçlamalar sabitleşirse, bu durumda AKP’nin kendinden başka kimseyi suçlamaması gerekir. İran ve Türkiye arasındaki altın karşılığı doğal gaz ticareti, ABD Kongresi Temmuz ayında bu uygulamaya bir son vermeden öncesine kadar hukuki sayılabilir. Ama bu ticaret, aynı zamanda Türk siyasi elitini İran’ın geniş yeraltı dünyasına maruz bırakmışa benziyor. Today’s Zaman gazetesine göre İran’la Türkiye arasındaki şüpheli ticaretin işlem hacmi 119 milyar doların üzerinde. Bu rakam, altın karşılığı doğal gaz ticaretinin bilinen işlem hacminin dokuz katı. Türkiye ve İran arasındaki altın ticareti mevcut yolsuzluk soruşturmasının küçük bir parçasını oluştursa bile, soruşturmanın devamı, Ankara ve Tahran arasındaki kafa ütüleyici sorular hakkında bir kapı aralayabilir. Belki soruşturmanın sonunda hem Türk hükümetinin, meydan okurcasına yasadışı nükleer programını devam ettiren İran’ın neden altın stoklamasına izin verdiğini, hem de Obama yönetiminin bunu önlemek için daha fazla adım atma imkanı olup olmadığını öğrenmiş oluruz.'

‘Devrimler kendi çocuklarını yer’

New Yorker dergisinde Dexter Filkins’in imzasını taşıyan yazıda “Devrimler her zaman kendi çocuklarını yer” sözü hatırlatılıyor ve bunun son örneğinin de Türkiye’de yaşanacağa benzediği belirtiliyor. AKP’nin iktidardaki 11 yılında Türkiye’de devlette ve toplumda büyük değişiklikler yaptığını söyleyen Filkins, sorunun son yıllarda Erdoğan’ın kendi başarısıyla Türkiye’nin başarısını bir tutmaya başlamasıyla ortaya çıktığını belirtiyor. Dindarlıkları kadar ticari zekayla da tanınan Gülenciler’i güler yüzlülükleri ve düzgün görünüşleri nedeniyle Hristiyan misyonerlere benzeten Filkins, grubun Türkiye’de polise ve adalet sisteme sızdığını, Ergenekon ve Balyoz davalarında başrol oynadığını yazıyor.

Derin devletle mücadele için başlayan Ergenekon ve Balyoz davalarının süreç içerisinde sahte kanıtlar kullanılarak Erdoğan’ın siyasi rakiplerini sindirme projesine dönüştüğü belirtilen yazıda, Türkiye’nin en çok gazeteciyi hapseden ülke olduğu da hatırlatılıyor. Filkins Erdoğan’ın otoriterleşen tavrına karşı başlayan Gezi Parkı protestolarının Gülen için olmasa bile Erdoğan için bir dönüm noktası olduğunu ve bu iki tarafın çatışmasının ne zaman ve nasıl sonlanacağının henüz belirsiz olduğunu belirtiyor.

‘Erdoğan siyasi kurumlara zarar verdi’

Washington Post gazetesinin Monkey Cage (Maymun Kafesi) adlı bloguna yazan Texas Üniversitesi siyaset bilimcilerinden Brent Sasley, son rüşvet-yolsuzluk soruşturmasının ardından “iki İslamcı başbakan” diye tanımladığı Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan arasında karşılaştırma yapıyor. “İdeolojik ve inatçı” diye tanımladığı Erbakan’ın kısa süren başbakanlığı döneminde, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere kurumsallaşmış laik siyasi yapıların tepkisini çektiğine dikkati çeken Sasley, “pragmatik ve esnek” diye tanımladığı Erdoğan’ınsa kurumsal kısıtlamaların çevresinden dolanarak bu kurumları değiştirme yoluna gittiğini yazıyor ve şöyle devam ediyor:

“Kendilerini yıkılmaz gören ve siyaset üretirken kurumsal kısıtlamalardan özgür olan liderler, iktidarı kendi istekleriyle terk etmez. Buna demokratik seçimle işbaşına gelen liderler de dahildir. Kendilerine karşı çıkanlardan korunmak ve mevkilerini korumak amacıyla siyasi kurumları zayıflatırlar. Türkiye’deki siyasi kurumlara verilen tahribat Erdoğan’ın ayakta kalıp kalmamasından daha önemlidir. Bu da güçlü bir Türkiye’ye bağımlı olan Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarları açısından önemli bir tehdit oluşturuyor.”

Yolsuzluk seçmen tavrını nasıl etkiler?

Washington Post gazetesinin aynı blogunda yazı yazan New York Üniversitesi siyaset bilimi profesörü Joshua Tucker da, Türkiye’deki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının önümüzdeki iki yıl içinde üç seçime hazırlanan Türk seçmeninin tavrını nasıl etkileyeceği sorusuna odaklanıyor. Başbakan Erdoğan’ın soruşturmada adı geçen bakanların istifasını kabul etme nedeninin bu seçimler olabileceğine dikkati çeken uzman geçmişte yaptığı, dünyanın en az yolsuzluk yapılan ülkelerinden İsveç’le en çok yolsuzluk yapılan ülkelerinden Moldova arasında yaptığı karşılaştırmalı araştırmasına dikkati çekiyor. Tucker, İsveçli seçmenin ekonomik durum gözetilmeksizin her türlü yolsuzluğu cezalandırma, Moldovalı seçmeninse yolsuzluğu ancak ekonomik durum kötüleştiğinde cezalandırma eğiliminin ortaya çıktığına dikkati çekiyor. Ekonomik durumun iyi olması durumunda Moldovalı seçmenin yolsuzluğu önemsemediğinin de altını çizen uzman, rüşvet ve soruşturma krizinin ortasında kalan Türkiye için şu yorumda bulunuyor:

“Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2013 endeksine göre Türkiye 177 ülke arasında en çok yolsuzluk yapılan 55’inci ülke. Üçüncü İsveç’le 102’inci Moldova’nın neredeyse tam ortasında. Son birkaç aydır Türkiye’nin ekonomik büyümesinin önemli ölçüde azaldığı dikkate alınırsa, Erdoğan’ın durumu da yolsuzluğun az olduğu bir İskandinav ülkesindeki gibi nazik olabilir. Bu da kendisine yeterince kaygı verecek bir neden sayılabilir.”

‘Erdoğan seçimleri kazanabilir, ama ekonomi gerileyebilir’

Bloomberg Businessweek’te Carol Matlack imzalı bir yazı, Londra’daki Teneo Intelligence adlı düşünce kuruluşundan uzman Wolfgango Piccoli’nin görüşlerine yer veriyor. “Başbakan Erdoğan Türkiye’nin para birimi ve borsalarının değer kaybettiği ve büyüyen yolsuzluk skandalı karşısında yabancı yatırımcıların çekildiği bir ortamda, erken seçim ilan etmek zorunda kalabilir” diyen yazıda seçimi yine Erdoğan’ın kazanacağı tahmini öne çıkıyor. Uzman Piccoli, bu durumu Türkiye’de muhalefetin “tamamen umutsuz” olmasına bağlıyor. Piccoli, “AKP genel seçimleri kazansa bile, bu yarım zafer sayılır. İnsanlar bunun düşüşün başlangıcı olup olmadığını düşünmeye başlayacak” diyor.

Aynı yazıda söz alan Standard Bank uzmanı Timothy Ash de, Başbakan Erdoğan’ın asıl planının Mart ayındaki yerel seçimlerden sonra, ilk olarak cumhurbaşkanlığı seçimine gidip ardından genel seçim yapmak olduğunu hatırlatıyor. Ancak Ash, Türkiye’deki skandalın büyümesi durumunda Erdoğan’ın seçimi erkene almaya zorlanacağı düşüncesinde. Türkiye’nin gayrısafi yurtiçi hasılasının üç kat arttığı, hazine bonolarının yüzde 10’a yakın kazanç getirdiği günlerin geride kaldığını belirten Ash, Merkez Bankası’nın çabalarına faiz oranlarının yakın bir zamanda hızla tırmanabileceğine dikkati çekiyor.

Bloomberg Businessweek’e konuşan bir diğer uzman da New York’taki Marketfield Portföy Yönetimi’nin müdürü Michael Shaoul. Shaoul, Erdoğan hükümetinin yıllar boyunca çalışarak inşa ettiği ekonomik yeterliliğin tehlikeye düştüğü uyarısında bulunuyor.

‘Fethullah Gülen Batı’ya Erdoğan’dan daha yakın’

Kanada’da bulunan Küresel Araştırmalar Merkezi’nın Global Resarch adlı sitesinde Türkiye’deki krizi değerlendiren Justus Leicht ve Stefan Steinberg yolsuzluk soruşturması başladıktan sonra oğulları tutuklanan 3 bakanın yanı sıra istifa etmeyen Egemen Bağış’ın görevden alındığını, bunun dışında altı bakanın da değiştirildiğini hatırlatıyor. Yazarlar, Erdoğan’ın soruşturmadan önce “karanlık dış güçleri,” suçladığını sonra da ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’ye işaret ettiğini belirtiyor.

Gülen Hareketi’nin Ergenekon davasında da önemli bir rol oynadığını yazan Leicht ve Steinberg, hareketin sağcı, aşırı milliyetçi ve anti-komünist olduğunu ve AKP’yi oluşturan kişilerle sınıfsal olarak aynı temeli, yani Anadolu’nun yükselen burjuvazisini temsil ettiğini belirtiyor.

Türkiye’nin İran’la yaptığı altın ticaretine de dikkat çeken yazarlara göre Gülen Hareketi ve AKP’yi ayıran asıl konu Erdoğan’ın Batı ile ilişkilerinin gerildiği bir dönemde Fethullah Gülen’in Batı politikalarına bağlılığını ortaya koyması oldu.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —