Tunus’ta başlayan ve tüm Arap dünyasını büyük bir hızla saran demokrasi yanlısı ayaklanmaların üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Ayaklanmalar kimi ülkelerde eski diktatörlükleri yıktı, kimi ülkelerse kazananı belli olmayan iç savaşlara sürüklendi. American Üniversitesi’nden Lübnan asıllı Profesör Edmund Ghareeb’e göre bölgedeki istikrarsızlık Türkiye’yi de yakından etkiliyor.
Bölgedeki demokratik değişim talebi beklenen hızda gelişmedi, beklenen sonucu da vermedi. Tunus’ta iktidar partisi muhalefetin ve kamuoyunun baskısıyla istifaya zorlanırken, Libya’da Kaddafi rejimi sonrası kurulan yeni devlet, ülkede denetimi hala sağlayamadı. Mısır’da seçimle işbaşına gelen hükümet askeri darbeyle devrildi, halk bölündü. Yemen’de 30 yıllık devlet başkanının ülkeyi terk etmesine rağmen istikrar gelmedi. 2 buçuk yıldır iç savaşın devam ettiği Suriye’yse kan gölüne döndü, ülke birçok bölgesel ve ideolojik gücün savaş alanı haline geldi. Beklentileri karşılanmayan yalnızca bölge halkı olmadı, aynı zamanda bölgede model ülke olması umulan, bu ülkelere demokratik geçiş sürecinde liderlik yapmayı amaçlayan Türkiye de arzuladığı sonucu bulamadı.
Profesör Ghareeb bu konuda şöyle bir değerlendirme yapıyor:
“Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Türk hükümeti bölgede olup bitenlerin Arap dünyasını kendisine daha da yakınlaştıracağını sanıyordu. Ankara bölgede önemli bir rol, belki de liderlik rolü üstlenmeyi istedi. Türk liderler ve bir nebze de medya, Türkiye’nin demokratik, laik, Müslüman ve ılımlı bir İslamcı parti tarafından yönetilen bir ülke olarak çevresine örnek olabileceğini düşündü. Türkiye’nin dostları da, özellikle Amerika bu beklenti içindeydi. Ilımlı bir Müslüman güç olarak Türkiye’nin bölgede liderlik rolü üstlenmesi umuluyordu. Bunu Beyaz Saray’dan gelen açıklamalarda gördük. Başbakan Erdoğan Başkan Obama’nın en yakın müttefiklerinden biri oldu. Türkiye’nin liderlik rolüyle yalnızca Arap dünyasıyla kendi ilişkilerini değil, aynı zamanda Batı’yla, Amerika’yla Arap dünyası arasındaki ilişkileri de güçlendirmesi umuluyordu.”
Washington’daki American Üniversitesi profesörlerinden, Ortadoğu tarihi ve siyaseti araştırmacısı Edmund Ghareeb, Türkiye’yi de yakından gözlemleyen bir uzman. Profesör görüşlerini şöyle açıklıyor:
“Son gelişmeler herkesin umduğu gibi olmadı. Türk hükümeti bölgedeki İslamcı hareketlere ve hükümetlere, örneğin Tunus’ta Ennahda hareketine yakın durdu. Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammet Mursi’nin devrilmesini eleştirdi. Bunun üzerine Mısır, Ankara büyükelçisini geri çağırdı. İlişkilerde büyük gerginlik yaşandı. Bu da Türkiye’nin bölgedeki konumunu, belki de iç politikasını etkileyecek.”
Profesör Edmund Ghareeb’e göre Türkiye, Arap ülkelerinde hala popüler. Arap halkları, kültürel ve tarihi anlamda Türkiye’ye yakınlık hissediyor. Bununla birlikte Lübnanlı profesöre göre, Türkiye bölge ülkelerinde yaşanan sosyal ve siyasi değişimden muaf değil:
“Türkiye gelişmelerden muaf mı? Birçok açıdan değil. Bazı Türkler kendilerini Avrupalı, bazıları Ortadoğulu olarak görüyor. Geçmişte bir Türk gazeteci arkadaşım bana Türkiye’nin en büyük sorununun, ‘siyahlar ve beyazlar’ arasında yaşandığını söylemiş ve beni çok şaşırtmıştı. Arkadaşım, kendisini Avrupalı ve laik hissedenlerle Ortadoğulu ve Müslüman hissedenler arasında büyük bir uçurum olduğunu söyledi. Bu açıdan bakarsak, Türkiye hem etnik ve dini yapısından, hem de laik yapısından dolayı diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı sayılmaz. Son birkaç aydır Türkiye’deki laik ve liberal kesimle Adalet ve Kalkınma Partisi yandaşları arasında bir gerginlik var. Bunun bir örneğini Gezi Parkı olaylarında gördük. Birkaç yüz kişi hükümetin ağaçları kesmesini, parkta eski Osmanlı kışlasının yapılmasını ve belki de bir cami yapılmasını protesto etti. Ama polis hızla müdahale etti ve aşırı güç kullanarak göstericileri dağıttı. Bunlar önemli izler bıraktı.”
American Üniversitesi profesörü Edmund Ghareeb, Arap Baharı olaylarının Türkiye’de Kürt sorunu üzerinde doğrudan etkisi olacağını savunsa da Türk hükümetinin bunu erken fark ettiğine dikkati çekiyor: “Son bir iki yılda çözüm yönünde çabalar olsa da Türkiye’de Kürt sorununun hala devam ettiğini görüyoruz. Soruna çözüm çabaları aslında eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal zamanında başlamıştı. Ancak bölgedeki yeni gelişmeler ışığında mevcut Türk hükümeti sorunu çözme yönünde daha kararlı adımlar attı. Belki hükümet nezdinde küçük partilerin Meclis’e girmesini daha kolaylaştırıcı girişimler var. Onun dışında Kürtçe’nin özel okullarda okutulması, bazı il ve ilçelere eski Kürtçe adlarının iade edilmesi gibi çabalar var. Bu çabalar Türkiye’deki Kürtler tarafından memnunlukla karşılansa da yine de yeterli bulunmuyor. Hala iki önemli talepleri var: Biri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, diğeri de bir kısmı gazeteci olan binlerce KCK üyesinin cezaevinden çıkarılması yönünde. Bu da gerginliğin sürmesine neden oluyor.”
Edmund Ghareeb, komşu Suriye’de iki buçuk yıldır yaşanan iç savaşın da Türkiye’nin iç siyasetini yakından etkilediğini söylüyor:
“Türkiye Suriye sınırındaki çatışmalardan da etkileniyor. Suriyeli Kürtler bölgeye sonradan gelen el Nusra, Irak el Kaidesi gibi radikal gruplara karşı savaşıyor. PKK’ya yakın olan PYD’nin sınır bölgesindeki toprakları kontrol altına aldığı haberlerinin ardından Türkiye, sınır bölgesinde güvenliği arttırdı. Suriye’deki olaylar Türkiye’deki gelişmeleri de etkiliyor. Ayrıca bölgede mezhepçilik artıyor. Suriye’deki ve Hatay’daki Aleviler’le tam benzeşmeseler de Türkiye Aleviler’i, devlet tarafından ayrı bir din olarak tanınmamaktan rahatsız. Bunlar Türkiye’nin iç politikasına yansıyor. O yüzden bölgedeki gelişmelerden hiç kimse muaf değil.”
Radikal İslamcı güçlerin sınırı rahatlıkla geçip Suriye’ye girebildiğine dikkati çeken uzman Edmund Ghareeb’e göre en büyük tehlike bu güçlerin gerektiğinde sınırı yine geçerek Türkiye’ye girme olasılığı.