Azerbaycan iktidarı, bu işlere -yani gazeteci, yazar, yorumcu, akademisyen, aktivist tutuklamalarına- neden farklı kurumlarını da alet ediyor, bunu anlamak mümkün değil.
Yani polisin gözaltına aldığı gazetecilerin savcılığa, oradan mahkemeye sevk edilmesine neden ihtiyaç duyuluyor?
Hiçbir tereddüde mahal koymaksızın "Falancalar polis tarafından tutuklanmış ve 10 dakika sonra yine polis tarafından 8 yıl cezaya çarptırılmıştır" şeklinde bir açıklama yapılırsa, bunun hangi mahsuru olabilir ki?
Yoksa bu insanların aleyhinde hem poliste hem savcılıkta, bu da yetmiyormuş gibi mahkemede ifade vermek için tanıklar ayarlayacak, gerçeklikle asla bağdaşmayan bir sürü senaryo üreteceksiniz; tanıklar sadece kendilerini değil, mahkeme savcı ve hakimlerini de zor durumda bırakacak, vs. Neden en hızlı, en masrafsız ve baş ağrıtmayan "Polis yakaladı ve şu kadar ceza verdi?" formülü yasal hale getirilmiyor?
Kasım 2011'de TRT spikeri Odatv mahkemesinin 134 sayfalık iddianamesini okumaya başladıktan kısa süre sonra Prof. Dr. Yalçın Küçük, "Hanımefendi o kadar güzel okuyorsunuz ki, kendimi beri baştan suçlu hissediyorum" diye laf atmıştı.
İddianamenin okunup bitirilmesinin ardından ise oturduğu sanık sandalyesinden söz talep ederek, "Bu iddianameyi Türkiye Cumhuriyeti'nin herhangi bir savcısı değil, bir polis çırağı yazmıştır. Lütfen benim önüme Türkiye Cumhuriyeti savcısının yazdığı bir iddianameyle gelin" demişti. Evet, FETÖ polis, savcı ve hakimlerinin tertiplediği bir mahkemede gördüklerimin birkaç saniyelik fragmanını hatırlattım…
Temmuz 2023'ten bu yana akademisyenler, gazeteci-yazar, yorumcu, aktivist tutuklamalarına ilişkin yazdığım yazıların sayısını bile hatırlayamaz duruma geldim.
Bari bu yazıyı tutuklama haberi almadan bitirmek için dua ederken, siyaset bilimcisi Azer Kasımlı'nın tutuklandığı haberi geldi.
Yanlış yorumlamayın lütfen, polisin "gözaltına alması" ile tutuklanma işlemi arasında neredeyse yüzde 98 bir örtüşme söz konusu.
Azer Kasımlı, yaklaşık 2 hafta önce yurtdışına çıkmak için gittiği havaalanından geri çevrildiğinde "Savcılıkça kendisine yurtdışına çıkış yasağı konulduğunu" öğrenmiş ve cezaevi valizini hazırlamıştı.
Partisine mensup milletvekillerine siyaset yasağı konulduğunda veya kurduğu partiler kapatıldığında rahmetli Necmettin Erbakan, "Makine durmadan çalışıyor" derdi.
Rahmetlinin kastettiği makine, Azerbaycan'ın tutuklama makinesinin hızına ulaşmayı hayal bile edemezdi…
Ellerinin sakat olmasından dolayı bilgisayar klavyelerini ayak parmaklarıyla döven ve iktidarı o şekilde eleştirdiği için yaklaşık 1 yıldır hapiste bulunan Famil Halilov, salıverilir verilmez, çalışan makine bu kez hukuk savunucusu Rıfat Seferov'u içeri attı.
Evet, gerçekten bu tutuklama makinesinin dişlerinin boş kalmaması gerekirmiş, yoksa hemen stop eder ve böylece iktidarın infaz mekanizmasının çarkı dururmuş.
Bir ülkenin geldiği noktaya bakar mısınız Allah aşkına: Rıfat Seferov'un tutuklandığının ertesi günü bir gazetede, "Rıfat Seferov'un babası Eldar'a ait olduğu iddia edilen ve genç yaştaki akrabasına ahlaksız ilişki teklif eden birisinin ses kaydı" yayımlanıyor.
Şimdi daha sıkı durunuz lütfen: Bir dönemin sağlık bakanı o gazetenin yayın yönetmenine "neandertal" demişti.
Ardından o bakanı "darbe girişimi" suçlamasıyla 14 yıl hapiste yatırdılar. Çıkarken cezaevi kapısı önünde ABD'ye sonsuz şükranlar sunan o eski bakan bir süre sonra Aliyev iktidarını desteklediğini açıkladı (yani 14 yıl haklı yere cezaevinde tutulduğunu bizzat kendisi itiraf etti).
"Neandertal" dediği gazeteci ise o bakandan çok daha önce iktidarın emrine girmişti.
Manzaranın güzelliğine bakar mısınız: Biri ötekine "neandertal" diyor, öbürü sağlık bakanıyken "darbe girişimiyle" suçlanarak 14 yıl içeride tutuluyor, şimdi ikisi de iktidarın emrindeyken "neandertal" lakaplı gazeteci bir videoyu "Rıfat Seferov'un babasına ait olabileceği" iddiasıyla yayımlıyor.
Böyle bir ortamda namuslu-şerefli gazeteci, yazar, akademisyen, yorumcu, aktivist tutuklanmayıp da 14 yıl hapiste tutulmuş eski bakan veya o eski bakanın "neandertal" lakabı taktığı gazeteci mi tutuklanacak?
İşte bu "ahval ve şeriat içinde" gazetecilerin yeni grubu -Berlin'den yayın yapan Meydan TV'nin Bakü ofisi çalışanlarının polis tarafından tutuklanarak hapishaneye sevkedilmesi asla şaşırtıcı olmadı.
O çalışanların içinde gazeteci profesyonelliğinin yanı sıra ahlak ve maneviyatını da herkese örnek olarak tavsiye ettiğim aziz dostum Natık Cevatlı'nın da bulunmasının tek izahı var:
Mevcut iktidar kaleminin şerefine sahip çıkmış hiçbir gazeteci-yazarı dışarıda bırakmayacağına dair yemin etti.
Rıfat Seferov'un hapse atılmasına başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin tepkisi sert olunca, polisler o tepkiye Meydan TV Bakü bürosu elemanlarını cezaevi aracına bindirerek yanıt verdi.
Tepkiler dinmeyince, polisler bu kez siyaset bilimcisi ve yorumcu Azer Kasımlı'yı tutukladılar.
Tutuklamalar zincirinin durması değil, kaleminin şerefini koruyan ve vicdanının sesini dinleyen en son gazeteci, yazar, akademisyen, yorumcu ve aktivistin cezaevi duvarlarını boylamasına kadar sürme olasılığı çok yüksek.
Zira Devlet Başkanı İlham Aliyev'in Aralık 2008'de Amerikan Kongresi'ne bağlı RFE/RL'nin Azerbaycan'daki frekanslarını iptal ettirip bağımsız medyayı her geçen gün daha fazla sıkıştırmasıyla startı verilen sürecin ilk 15 yılında Batılı ülkeler gazetecilerin tutuklanmasına büyük ölçüde kayıtsız kalırken, şimdiki aşamada Bakü ile ilişkiler aşırı gerildi.
Geçen ocak ayında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nde Azerbaycan delegasyonunun üyeliği 1 yıllığına dondurulurken, Bakü polisi buna gazetecilerin, yorumcuların, aktivistlerin yeni gruplarını cezaevine göndermekle yanıt verirken, 11-24 Kasım tarihlerinde Bakü'de yapılmış COP 29 BM İklim Zirvesi'ne Batılı liderlerin yanı sıra, Rusya, Çin, Hindistan devlet başkanlarının da gelmemesi iktidarın öfkesini ayyuka çıkardı.
Herkes BM Zirvesi'nin bitişinden sonra yapılacak yeni muamelelerden endişeliyken, gazeteci, yazar, yorumcu hapisleri serisine peşpeşe yeni dalgalar eklendi.
Karşılıklı biçimde "Ya Herro ya Merro" restleri şeklinde nitelendirilebilecek bu durumda Azerbaycan polisinin kendi vatandaşları olan bağımsız düşünceli gazetecileri, siyaset yorumcularını ve aktivistleri daha önce olduğu gibi "evinde 2-3 bin euro bulundu", "tehdit ve şantaj yoluyla para isteme", "dolandırıcılık" vs. suçlamalarla hapishanelere göndermesi, Batı'nın giderek artan baskılarına ve yaptırım tehditlerine karşı yanıt mı?
Yanıtsa, o zaman Batı'nın bu baskılardan, Azerbaycan polisinin ise kendi ülkesinin gazetecilerini, akademisyenlerini, siyasi aktivistlerini cezaevine göndermek suretiyle verdiği yanıtlardan hangi koşullarda vazgeçebileceği mümkün?
Çalıştırılan bu mekanizma gerçekten hayret doğurmuyor mu: Sen benim üyesi olduğum örgütteki çalışmalarımı donduruyorsun, ben kendi vatandaşlarımı tutuklamak suretiyle yanıt veriyorum; ardından sen yaptırım listesinden bahsediyorsun, ben yine vatandaşlarımı tutuklayarak yanıt veriyorum; ardından uluslararası toplantıyı boykot ediyorsun, ben yine vatandaşlarımı hapse göndererek yanıt veriyorum. Bir televizyon dizisi bile bu kadar disiplinli bir süje ve kompozisyon etrafında yürütülemez, be arkadaş…
İş gazeteci, yazarlar, akademisyenler, siyasi aktivistlerle bitseydi, şükür namazı kılınırdı.
Azerbaycan'ın son 30 yılının tam 5 kuşağına mensup ve parlak istikbali olması gereken birçok genç kafasını azıcık kaldırıp hak ve özgürlük isteyince, aklın almayacağı buhtan, iftira, düzmece iddialarla cezaevine atıldı.
Gözünüzün önüne getiriniz lütfen: Harvard ve Massachusetts yüksek lisans mezunu, petrol ve yeşil enerji alanında önemli projeleri bulunan Ramin İsayev, çalıştığı ve milyarlarca para kazandırdığını iddia ettiği bir şirketten emeğinin karşılığını isteyince, hiçbir somut değil, muğlak suçlamalarla suçlanıp cezaevine atılmış, banka hesapları bloke edildi.
Ramin İsayev'in yaşadığı olaylar Türk basınında gündeme getirilince mahkemenin kapalı yapılması kararlaştırılsa da gelen haberler, Ramin İsayev'in atılmış tüm iftiraları belgelerle çürüttüğünü gösteriyor.
Şu hale bakar mısınız: Ramin İsayev'e atılmış iftiraların tamamının finansla ilgili olmasına rağmen, sanki devlet sırları söz konusuymuş gibi mahkeme kapalı yürütülüyor.
Bunun esas nedeni, 2002 yılında baba Haydar Aliyev'in üst düzey göreve atadığı Ramin İsayev'in üzerine atılmaya çalışan suçlardan Devlet Başkanı İlham Aliyev'in haberdar olmamasını sağlamaktır.
Yeşil enerji uzmanı Ramin İsayev'e savcı 12 buçuk yıl ağır hapis cezası talep etti.
Azerbaycan'daki bu tip mahkeme süreçlerinin sonucu da bellidir: Hakim, istenen cezada 6 aylık veya azami 1 senelik bir indirim yaptıktan sonra Ramin İsayev cezaevine gönderilecek, ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi süreci başlayacak, yaklaşık 5 yıl sonra AİHM, Azerbaycan'ı cezalandıracak, Azerbaycan bu cezayı umursamayacak ve İsayev yaklaşık 10 yıl sonra salıverilecek…
Yani, iktidarın Batı'yla pazarlık sürecinde ismin listeye düşmediyse "Yandı gülüm keten helva…"
Bir de devlet başkanının senede 2 kere imzaladığı af listesi var. Şimdilik oralara girmeyip cezaevi ring aracına gazetecilerin acele etmesini sağlayalım.
Hadi hayırlı tıraşlar…