• BIST 100

    10173,40%1,17
  • DOLAR

    32,27% 0,07
  • EURO

    34,90% -0,11
  • GRAM ALTIN

    2448,04% 0,09
  • Ç. ALTIN

    3912,88% 0,00

Emperyal Çöküş, Yok Olan Orta Sınıf

Emperyal Çöküş, Yok Olan Orta Sınıf

Çöken bir imparatorluğu ayakta tutmanın külfeti (özellikle de askeri harcamalarda yol açtığı devasa artış) orta sınıf ve çalışan kesimden vergi mükellefleri üzerinde orantısız etkiler doğurdu. Askeri ve finansal elitlerin ekonomiyi v

Prof. James Petras

ABD hükümeti (Beyaz Saray ve Kongre), CIA verilerine göre, Afganistan’da tahminen “50-75 kadar El Kaideli tiple savaşmak için”, her ay 10 milyar dolar, her yıl da 120 milyar dolar para harcıyor. Obama’nın yönetimde olduğu son 30 ay içinde, Washington Afganistan’da 300 milyar dolar para harcadı. Her “El Kaideli tip” için hacanan 4 milyar dolar da cabası. Eğer bunu Beyaz Saray tarafından “El Kaide teröristlerinin yuvalandığı” iddia edilen üslerin ve ülkelerin sayısıyla çarparsak, ABD’nin bütçe açığının mevcut mali yıl sırasında 1,6 trilyon dolar gibi astronomik bir meblağa niçin yülselmiş olduğunu anlayacağız.

Obama’nın başkanlığı sırasında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hayat pahalılığı ödemesi donduruldu; bu da %8’in üzerinde net bir azalıma neden oldu. Söz konusu oran, tam da, Pakistan sınırlarındaki dağlarda 5 düzine El Kaide teröristini avlamak için harcanan meblağa eşdeğerdi.

Pentagon ve Beyaz Saray’ın Afganistan dağlarında bir avuç teröristi ele geçirmek için ayda 10 milyar dolar para harcadığına inanmak oldukça tuhaf... Peki, Afganistan’daki savaşın anlamı ne? Bu soruya sıklıkla verilen bir yanıt var: Savaş, gerçekten de, kitle temelinde örgütlenen İslami-milliyetçi-gerilla hareketi Taliban’a karşı... Bununla birlikte, Taliban hiçbir zaman ne ABD topraklarında ne de denizaşırı bölgelerinde herhangi bir terörist saldırıya girişmedi. Taliban’ın mücadelesinin amacı belliydi: yabancı birlikleri Afganistan’dan dışarı atmak. Dolayısıyla, Taliban, herhangi bir “uluslararası terörist ağ”ın parçası değil. Eğer ABD’nin Afganistan’da verdiği savaş, terörizmi sonlandıramayacaksa, on yıldan uzun süredir bu kadar fazla insan gücü ve para harcamanın ne anlamı var?

Akla birçok varsayım geliyor:

1. Afganistan’daki jeopolitika: ABD, Çin sınırında ve etrafında ileri karakol üsleri kuruyor.

2. ABD’nin Afganistan’daki üsleri, ayrılıkçı / silahlı etnik çatışmaları tetiklemek ve İran, Çin, Rusya ve Orta Asya cumhuriyetlerine karşı “böl-yönet” taktikleri uygulamak için bir sıçrama tahtası işlevi görüyor.

3. Washington’un 2001 yılında Afgan savaşını başlatması ve ardından kolay şartlarda yaşanan fetih, Pentagon’u, düşük maliyetli ve kolay bir askeri zaferin an meselesi olduğuna inandırdı. Bu da, ABD’nin yenilmez bir güç olduğuna, dünyanın her bir yanında kendi kurallarını empoze edebildiğine dair imajı güçlendirebilirdi. Hem de, SSCB’nin felaketle sonuçlanan deneyiminin aksine...

4. Afgan savaşında elde edlien erken başarı, benzeri savaşlar başlatmanın bir ön adımı olarak görüldü. Öncelikle Irak’a, ardından İran, Suriye ve daha ötesine... Tüm bunlar ise, üçlü bir amaca hizmet edecekti: İsrail’in bölgesel gücünün artırılması, stratejik petrol kaynaklarının denetimi ve ABD’nin askeri üslerinin Güney ve Orta Asya’dan, Basra Körfezi üzerinden geçerek Akdeniz’e dek genişletilmesi.

Bush ve Obama yönetimindeki millitaristler ve Siyonistlerin formüle ettiği stratejik politikalar ise; Sovyet-sonrası Amerikan imparatorluğunun odak noktasına yerleştirmek üzere, istikrarlı uydu devletler kurmak için para, silah, güç ve rüşvetin yeterli olacağını öngörmüşlerdi. Afganistan, bu tür savaşların ilk adımı olarak kolay bir lokma olarak görülmüştü. Her zaferin ülke içindeki ve Avrupalılar nezdindeki muhalefetin altını oyacağı bekleniyordu. Neo-konların iddiasına göre, emperyal savaşın ilk maliyetleri, fethedilen ülkelerden elde edilen refah ile (özellikle de petrol üreten ülkeleri mevzu bahis ise) ödenecekti.

ABD’nin Taliban hükümetini hızlı bir şekilde yenmesi ise, askeri strateji uzmanları nezdinde, “geri kalmış” ve yeterli derecede silahlandırılmamış İslamcı kişilerin, ABD’nin gücüyle başa çıkamayacağını teyit etmiş oldu.

Yanlış Varsayımlar, Başarısız Stratejiler: Trilyon Dolarlık Felaket

Sivil strateji uzmanları ve onların askeri muadillerinin formüle ettiği her varsayım yanlış çıktı. El Kaide, marjinal düzeyde bir düşmandı ve halen de öyle olmayı sürdürüyor. Emperyal bir işgalciye karşı uzun süreli savaş yürütebilecek, büyük zayiat verdirecek, yerel düzeydeki herhangi bir rejimin altını oyabilecek ve kitlelerin desteğini ardına alabilecek yegane güç ise, Taliban ve onunla bağlantılı ulusal direniş hareketleridir. İsrail’in etki alanındaki Amerikan düşünce kuruluşları, uzmanlar ve İslamcı düşmanları etkisiz, acemi ve alçak olarak tarif eden danışmanlar ise, Afgan direnişini tamamen yanlış okudular. Gözleri ideolojik antipatiyle tamamen kör olan bu üst düzey danışmanlar ve Beyaz Saray-Pentagon yetkilileri, İslamcı – ulusalcı liderlerin taktik, stratejik, siyasi ve askeri dirayetini kavrayamadılar; komşu ülke Pakistan ve ötesinde onlara kitlelerin verdiği desteği göremediler.

Obama’nın İslam düşmanı ve İsrail-yanlısı uzmanlara büyük bir bağımlılık içindeki Beyaz Sarayı ise, Amerikan birliklerini daha da izole edip, birlik sayılarını üçe katlayarak Afgan topluluğunu daha da yabancılaştırdı; yabancı işgaline otantik bir alternatif olarak Taliban’ın elini kuvvetlendirdi.

Başarılı ve birbiri ardı sıra yapılan savaşların ardındaki yeni-muhafazakar boruhattı rüyalarına gelince, bunlar da, İsrail’in düşmanlarını yok etmek ve Basra Körfezi’ni bir Musevi gölü haline getirmek odaklıydı. Dolayısıyla, Irak, Afganistan ve Pakistan’da uzun süre devam eden savaşlar, aslında, İran’ın bölgesel etkisini güçlendirdi; tüm Pakistan halkını ABD’ye karşı kışkırttı ve Orta Doğu boyunca ABD’ye karşı kitle hareketlerini tetikledi.

Birbiri ardı sıra yaşanan emperyal bozgunlar ise, müşterilerden sel gibi petrol akacağı yerde, ABD hazinesinde kitlesel düzeyde bir “iç kanama”yla sonuçlandı. Bu konuda yapılan son akademik çalışmaya göre, Irak, Afganistan ve Pakistan’daki savaşların askeri maliyeti; 3,2 trilyon doları geçti ve ayda 10 milyar doların üzerinde bir artış kaydediyor. Taliban ise, bir yandan Afganistan üzerindeki “psikolojik hakimiyetini sıkılaştırıyor.” Son raporlara göre, Kabil’in merkezinde Intercontinental gibi en iyi korunan 5 yıldızlı bir otel bile, militanların uzun süren bir saldırısı ve ele geçirme girişimi karşısında kırılgan konumda; çünkü Taliban her yerde; hatta Afgan güvenlik güçlerinin arasına bile karışmış durumda. Birçok kentte, köyde ve kırsalda “gölge” hükümetler kuruyorlar.

Emperyal Çöküş, Boş Hazine ve Bozgun

İmparatorluğun parçalanması, ABD hazinesini de boşalttı. Kongre ve Beyaz Saray borçlanma tavan değerlerini artırmak konusunda mücadele verirken, savaşın maliyeti, Amerika’daki orta sınıf ve işçi sınıfı için istikrarlı yaşam standartları tutturma olasılığını ortadan kaldırıyor ve en zengin %1’lik dilim ile Amerikan halkının geri kalanı arasında artan eşitsizlikleri güçlendiriyor. Emperyal savaşlar, ABD hazinesinin yağmalanması üzerine temelleniyor. Emperyal devlet, olağanüstü vergi muafiyetleri yoluyla, refahı bir grup süper-zengin kişinin elinde yoğunlaştırırken, orta sınıf ve işçi sınıfının durumu giderek kötüleşiyor; geriye sadece düşük ücretli işler kalıyor.

1974 yılında Amerikan halkının en zengin %1’lik kesimi, ulusal toplam gelirin %8’ine karşılık gelirken; 2008 yılı itibariyle ulusal gelirin %18’ini kazanmaya başladılar. Bu %18’lik dilimin büyük bölümü ise, en zengin %1’lik kesimin süper-zengin olan %1’lik bir bölümünün ellerinde toplanmış durumda. Yani, Amerikan toplumunun %0,01’lik kısmından söz ediyoruz. Süper zenginler hazineyi talan edip işgücünü sömürürken, orta gelirli sınıfa hitap eden iş kollları ise azalıyor: 1993’ten 2006’ya dek, orta gelirli sınıfa hitap eden istihdamda %7’nin üzerinde bir düşüş kaydedildi. Dünya çapında eşitsizlikler artarken, ABD, başlıca kapitalist ülkeler arasında en fazla eşitsizliğin görüldüğü ülke olarak gösteriliyor.

Çöken bir imparatorluğu ayakta tutmanın külfeti (özellikle de askeri harcamalarda yol açtığı devasa artış) orta sınıf ve çalışan kesimden vergi mükellefleri üzerinde orantısız etkiler doğurdu. Askeri ve finansal elitlerin ekonomiyi ve hazineyi adeta talan etmesi ise, yaşam standartlarındaki fahiş oranlarda olan azalışı harekete geçirdi. Gayrisafi milli hasılanın iki katından fazla arttığı 1970-2009 yılları arasında, Amerikalı orta sınıf kesimin geliri, reel anlamda durgunlaşmıştı. Özellikle 1990’lardan beri ise, sabit emeklilik maliyetleri, eğitim ve sağlık, ve gelirler sert bir biçimde düşüyor.

2011’in ikinci yarısında daha büyük sarsıntıların yaşanması bekleniyor: Obama yönetimindeki Beyaz Saray; Pakistan, Libya ve Yemen’e emperyal müdahaleleri yaygınlaştırdıkça, askeri harcamalarını artırdıkça, bir polis-devleti haline geldikçe, Obama’nın da bir yandan aşırı sağcı Cumhuriyetçilerle bütçe konusunda anlaşmaya varması gerekecek. Bu da, hükümetin MEDICARE ve MEDICAID gibi sağlık programlarını ortadan kaldırması anlamına gelecek. Uzun süren savaşlar, artık bütçeyi de bir kopma noktasına sürükledi; kamu borcu ise, yeniden bir resesyona doğru giden ekonominin yeniden canlanma kapasitesini baltalıyor.

Siyasi yapılanmanın tamamı, tuhaf biçimde, şu gerçeklikten bihaber: Afganistan’da 50-75 kadar El Kaide teröristinin izini sürmek üzere yapılan yüz milyarlarca dolarlık harcama, ABD’de orta gelire hitap eden iş kollarının da tamamen yok olma sürecini hızlandırmış bulunuyor.

Siyasi spektrumun geneli, Sağ ve Aşırı Sağ kutuplara doğru kesin bir kayış yaşadı. Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasındaki tartışma ise; ülkenin bir önceki sosyal programlarından kalanlar ile, dört trilyonluk bir “kamçı vuruşu”na gerek olup olmadığı...

Demokratlar ve Aşırı sağ, süper-zengin %0,01’lik bir kesimden (yani kriz sırasında refahları aşırı düzeyde artan mali ve gayrimenkul “imparatorları”) mali kaynak toplarken, bir yandan da birçok savaş açarak aslında birleşik bir görüntü sergiliyorlar.

Sonuç:

Ancak Obama rejiminin önde gelenleri arasında derin ve sessiz bir rahatsızlık hakim. En üst düzey yetkililer arasında “en iyi ve en parlak olanları”, tufana kapılmadan önce gemiden atlama telaşında: Ekonomi gurusu Larry Summers, Rahm Emmanuel, Stuart Levey, Peter Orzag, Bob Gates, Tim Geithner ve felaket savaşlardan, ekonomik yıkımlardan, refahın tek bir elde toplanmasından ve yaşam standartlarımızın düşmesinden sorumlu olan daha niceleri... Tüm bunlar, ya görevden çekildiler; ya da “emekliliklerini ilan ettiler”. Ekonominin ve sosyal programlarımızın düştüğü durumun tüm sorumluluğunu ise, Başkan Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden’e bıraktılar. Bu denli derin bir kriz karşısında bu kişilerin aileleriyle daha fazla vakit geçirmek bahanesiyle ortadan korkakça kaybolmalarını başka türlü nasıl açıklayabiliriz ki? Bu üst düzey yetkililerin bir anda ortadan kaybolmaları, siyasi sorumluluk almamak ve tarih karşısında hesap vermemek arzusuyla bağlantılı. Amerika’nın orta sınıfını ve işçi kesimini, istikrarlı giden emeklilik ödemelerini, sosyal güvenliği, sağlık hizmetlerini ve dünya üzerinde kendine yaraşır bir yer edinme hakkını ortadan kaldıran bu politikalara alet olmalarından dolayı, gelecekte kendileri hakkında bir yargıda bulunulmasını önlemek istediler bir bakıma...

Kaynak: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25574

 



17.4° / 11.4°

Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor