• BIST 100

    10056,00%-1,59
  • DOLAR

    32,23% 0,09
  • EURO

    34,79% -0,12
  • GRAM ALTIN

    2423,63% -0,84
  • Ç. ALTIN

    3924,06% -0,49

Gücün Geleceği

Gücün Geleceği

“Çin ve Hindistan’ın gücünün artmasıyla birlikte, davranışları nasıl değişecek?” şeklinde bir soru da beliriyor önümüzde. Ne tuhaf ki, yüzyılın ortasında ABD, Çin ve Hindistan’dan oluşan üçlü bir dünyanın şekilleneceğini ?

Joseph S. Nye *


Dünyanın yönetimi artık 21.yüzyılda önceden kestirilemeyen bir hal aldı; daha şimdiden birçok küresel yönetişim derecesi mevcut. Dünya üzerinde şimdi yüzlerce antlaşma, kurum ve rejim var ve bunlar, telekomünikasyon, sivil havacılık, okyanus dampingi, ticaret ve hatta nükleer silahların yaygınlaşması gibi devletler-arası ilişkileri idare edecek nitelikte…

Ancak, söz konusu kuruluşlar, daha şimdiden kendi kendilerine yetecek durumda değiller. Halen, büyük güçlerin liderliğine gereksinim duyuyorlar. Aynı zamanda, bu yüzyılın büyük güçlerinin, bu rolü layıkıyla üstlenip üstlenmeyeceği de henüz netleşmedi.

“Çin ve Hindistan’ın gücünün artmasıyla birlikte, davranışları nasıl değişecek?” şeklinde bir soru da beliriyor önümüzde. Ne tuhaf ki, yüzyılın ortasında ABD, Çin ve Hindistan’dan oluşan üçlü bir dünyanın şekilleneceğini öngörenler açısından, bu devletlerden üçü de –ki dünyanın en kalabalık devletleridir-, egemenliklerini en çok koruyan, hatta üzerine titreyen ülkeler…

Kimilerine göre, mevcut küresel kuruluşlarımız, Çin’in “sorumlu bir paydaş ülke” haline gelebilmesini sağlayacak şekilde kendisine çıkar alanları bulabilmesi için yeterince açık ve uygun değil. Kimilerine göre, Çin, kendi “marka”sını dayatmaya ve gücü arttıkça da kendi uluslararası kurumsal sistemini yaratmaya çalışacak.

Avrupa Birliği ülkeleri, sınırlı devlet egemenliğiyle böyle bir deneyimi yaşamaya çok daha hevesli görünmüşler; bu bağlamda daha fazla kurumsal yenilikçiliği destekleyen bir profil sergilemişlerdir. Ancak, İkinci Dünya Savaşı gibi bir felaketin izleri halen mevcut iken, Dünya, 1945 yılının ardından Birleşmiş Milletler’in kurumsal sisteminin yaratılması gibi bir “anayasal momentum”a tanıklık edecek.

Bugün, evrensel bir kuruluş olan Birleşmiş Milletler, meşrulaştırma, kriz diplomasisi, barışın korunması ve insani misyonlarda önemli bir rol oynuyor; ancak kurumsal boyutu, birçok işlevi yerine getirmesini önleyen bir dezavantaj yaratıyor. 2009 yılında Kopenhag zirvesinde yaşandığı gibi, Birleşmiş Milletler’in 192 devletin bir araya gelerek toplanması, son derece hantal bir görüntü sergiliyor ve blokların politikalarına ve işlevsel sorunları çözecek kaynaklara diğer türlü sahip olamayacak olan alakasız aktörlerin taktik hareketlerine bağımlı kalıyor.

ABD (eski) Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın da yakın zamanda belirttiği gibi, “Birleşmiş Milletler, tek önemli küresel kuruluş olmayı sürdürüyor; ancak onun sınırlarını da sık sık anımsıyoruz. Birleşmiş Milletler, her türlü sorunla sürekli mücadele edecek nitelikte değil; zaten olmamalı da…”

Buna karşın, uluslararası topluluğun karşılaştığı temel çelişki, aynı anda herkesi sürece dahil edip, hem de çalışmaya - çözüm üretmeye devam edebilmek… Bunun yanıtı, Avrupalıların “değişken geometri” olarak nitelendirdiği şeyde yatıyor. Güç kaynaklarının dağılımıyla birlikte, konudan konuya değişkenlik gösterebilecek birçok “çok-taraflılık” (multilateralism) ve “küçük-taraflılık”lar (minilateralism) bulunmaktadır.

Örneğin, parasal meselelerde, Bretton Woods konferansı sonucu, 1944 yılında IMF kurulmuş ve 186 üyeyi içerecek şekilde genişlemiştir. Ancak, doların küresel üstünlüğü, parasal işbirliğinin 1970’li yıllara kadar temel unsurunu oluşturmuştur. Doların zayıflamasının ve ABD Başkanı Richard Nixon’ın altın konvertibilitesini sona erdirme kararının ardından, 1975 yılında Fransa öncülüğünde, beş ülkenin liderleri Chateau de Rambouillet’de bir araya gelip, “akçeli” meseleleri tartışmışlardır. Grubun üye sayısı, kısa sürede 7’ye yükselmiş; ardından da kapsamını ve üyeliğini geliştirerek, Rusya’yı da aralarına almış; G-8’e dönüşmüştür.

Sonuçta, G-8, yükselen ekonomilerden de beş konuğu arasına davet etme uygulamasına başlamıştır. 2008 yılında patlak veren mali kriz ile birlikte, söz konusu çerçeve, G-20’ye doğru genişlemiş; bu örgüt, daha kapsamlı bir üyeliğe sahip olmakla övünmüştür.

Aynı zamanda, G-7 de, daha sınırlı bir parasal gündem takip etmeyi sürdürünce, Mali İstikrar Kurulu gibi yeni kuruluşlar kurulmuş; ABD ile Çin arasındaki ikili görüşmeler, giderek daha önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Deneyimli bir diplomatın belirttiği gibi, “20 ülkeyle bir döviz kuru anlaşması müzakere etmeye veya Clinton günlerinin en başında olduğu gibi, 20 ülkeyle birlikte Meksika’nın ekonomisini kurtarmaya çalışıyorsanız, işiniz zor demektir. Ülke sayısı 10’un üzerine çıkarsa, meseleleri halletmek, bir yama çalışması yapmaya benzeyecektir.”

Elbette, söz konusu diplomat haklıydı. Herşeyin ötesinde, üç ülke ile üç tane ikili ilişki olur; 10 ülke ile 45 tane ilişki; 100 ülke ile ise yaklaşık 5000 ilişki olur. İşte, bu yüzden de iklim değişikliği gibi meselelerde Birleşmiş Milletler bir rol üstlenmeyi sürdürecek; ancak Büyük Ekonomiler Forumu gibi daha küçük ölçekli gruplarda, daha kapsamlı müzakereler gerçekleşecek. Çünkü, bu tür topluluklarda, bir düzineden az sayıdaki ülke, seragazı emisyonlarının yüzde seksenini üretiyor olacak.

Küresel yönetişime dair işlerin büyük bölümü, resmi ve gayri-resmi ağlara dayanıyor. G-20 gibi ağ örgütleri, belirli gündemler belirlemeye, uzlaşı oluşturmaya, politika eşgüdümünde bulunmaya, bilgi değişiminde bulunup, normlar oluşturmaya alışkın. Diğer deyişle, söz konusu ağ, diğer oyuncularla “tercih edilen” sonuçlara varmada bir güç sağlıyor.

Küresel bir bilgi çağının simgeleyen ulus-ötesi sorunlarla mücadele edebilmek için, uluslararası topluluğun da, bir dizi birbirini tamamlayan ağı ve Birleşmiş Milletler’in küresel çerçevesini tamamlayan kuruluşları geliştirmeyi sürdürmesi gerekiyor. Ancak, eğer büyük ülkeler kendi aralarında bölünürlerse, G-20 gibi ağ örgütler bile, Birleşmiş Milletler ve Bretton Woods’un mali kuruluşlarının üzerinde faaliyet gösterebilecekleri bir gündem belirleyemezler. (Moscow Times)


* Joseph S. Nye Jr., ABD Savunma eski Bakan Yardımcısı’dır. Kendisi, aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörüdür.



18.1° / 10.5°

Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor