Gazeteci Mehmet A. Kancı, İsrail-İran geriliminde İsrail’in ABD ve G7 ülkelerinden aldığı destekle yarattığı "konforlu mağduriyet" alanını AA Analiz için kaleme aldı.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve G7 grubundaki ortaklarının İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası diplomatik ve hukuk düzeninin sonunu tam olarak ne zaman getirdiklerini merak edenler muhtemelen 13 Nisan gecesi İran’ın düzenlediği füze saldırısı sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve güvenlik kabinesinin bir sığınakta verdikleri fotoğrafı önlerine koyarak değerlendirmede bulunacaklardır.
İsrail komuta kademesi ultra güvenlikli sığınaklarında çoğu yarı yolda düşen ya da rampasından dahi kalkamayan, kalksalar dahi ABD-İngiltere-Almanya-Fransa 4'lüsü tarafından imha edilen füzelerden korunurken, Gazze Şeridi’nin güneyinde, kendilerini güneşten ya da yağmurdan dahi koruyacak damdan mahrum 2 milyon insan füzelere, top mermilerine hedef olmaya devam ediyordu. Gazze halkı söz konusu olduğunda ABD ve G7 ülkelerinin her türlü hakkaniyetli değerlendirme kriterini yitirme süreci 7 Ekim sonrasında başlamadı. Netanyahu hükümetinin Aralık 2022'de başa geçmesinden itibaren, siyonist politikaların radikal takipçisi hükümet üyelerinin şiddeti tırmandıran söylem ve eylemleri de başladı. Kudüs’te Müslümanların kutsal mekanlarına yönelik taciz ve saldırılar artarken, İsrail hükümeti işgal altındaki toprakları işgalci siyonist vatandaşlarına paylaştırma ve inşaat yapma eylemlerine de hız verdi. Gerek İsrail gerekse ABD, 2023 yılı boyunca işgalci teröristlerin Batı Şeria’daki eylemlerine ve Mescid-i Aksa’ya yönelik siyonist işgallerine seyirci kalmayı tercih etti. Bu esnada Gazze halkına yönelik kuşatma da aralıksız devam ediyordu. Nitekim 7 Ekim günü Hamas’ın hem Kudüs’teki kutsal mekanlara yönelik tacizlere hem de Gazze halkının kuşatılmışlığına yanıt olarak başlattığı savunma savaşının sebepleri de yine ABD ve G7 tarafından görmezden gelindi.
İsrail'e yakılan tüm yeşil ışıkların düğmesi G7'nin elinde
Bu 7 ülkenin yaşananlara dair empati ve illiyet bağı kurmaktan yoksun, Filistin halkının toplu göçü ve katledilmesine yeşil ışık yakan bakış açıları, çatışmanın bölgesel nitelik kazanmasına yönelik İsrail politikalarını da cesaretlendirdi. 7 Ekim sonrasında yalnızca Gazze’yi değil, Lübnan topraklarını ve Suriye’yi de sistematik şekilde aralıksız olarak hedef alan İsrail’i engellemeye yönelik çabalar, aynı ülkeler tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) çeşitli bahanelerle engellendi. 1 Nisan 2024 günü İsrail’in Şam’da bir diplomatik misyon binasını hedef alarak, İran Devrim Muhafızları mensubu Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi ile yardımcısı Tuğgeneral Muhammed Hadi Hacı Rahimi'nin aralarında bulunduğu bir grup subay ve diplomatı öldürmesi de uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde gereken karşılığı görmedi. Şam’daki saldırıya seyirci kalmayı tercih eden ülkelerin, İran’ın 13 Nisan’daki füze ve kamikaze dron saldırısının ardından, başkentlerindeki İran Büyükelçilerini Dışişleri Bakanlıklarına çağırmak için sıraya girmeleri, Batı dünyasının kahir ekseriyetinin Orta Doğu’ya iki yüzlü bakışlarının kayda değer bir göstergeydi.
İsrail gibi korunmayı talep eden Zelenskiy'e de haddini bildirdiler
Dahası İran saldırısında ABD-İngiltere-Fransa-Almanya 4'lüsünün İsrail’i korumak için harcadıkları çabayı gören Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin aldığı karşılık, İsrail mevzu bahis olduğunda uygulanan çifte standardın unutulmayacak bir örneğiydi. Rusya’nın füze saldırılarından korunmak için benzer bir savunma şemsiyesinin Ukrayna için de devreye sokulmasını isteyen Zelenskiy’e, Beyaz Saray’dan başlayarak çeşitli kademelerde haddi bildirildi. Bu gelişmeler silsilesinde gelinen en vahim nokta ise Netanyahu ve güvenlik kabinesinin sığınaktaki toplantı fotoğrafları kullanılarak Filistin halkından daha da mağdur ilan edilmesiydi. Güvenlik Konseyi’nde Filistin yanlısı her girişimi bloke etmeyi kendisine görev edinen ABD-İngiltere ikilisi, 17 Nisan itibarıyla İsrail’in doğrudan İran’ı hedef alacağı bir misilleme saldırısını engelleyemeyeceklerini de dünyaya ilan ettiler. Filistin halkını kaderiyle baş başa bırakanlar, 1991 yılında Kuveyt’teki Irak işgalini sona erdirmek bahanesiyle çıktıkları yolculukta olduğu gibi, Orta Doğu’yu yeni bir ateş çemberi ile kuşatacak eyleme yeşil ışık yaktılar. İsrail’in 20 yıldır arzu ettiği şekilde doğrudan İran’ın nükleer tesislerini hedef alması durumunda bu saldırısının karşılıksız kalacağını hayal etmek de olaylar bu safhaya ulaşırsa ABD’nin bu çatışmaya doğrudan dahil olmayacağını düşünmek de saflık olur. Küresel ekonomi üzerindeki hakimiyetini yitirmenin eşiğine yaklaşan ABD-İngiltere ikilisinin 1946 yılında olduğu gibi küresel rakipleriyle İran üzerinden bir hesaplaşmaya giriştiği ve bu hesaplaşmayı kolaylaştırması için de İsrail’in mağduriyetini uluslararası topluma pazarladığını söyleyebiliriz.