Tarih: 17.09.2013 20:39

Türkiye`nin Yeni 'Stratejik Derinliği'

Facebook Twitter Linked-in

Can Kasapoğlu *


Bazı kitaplar vardır, kitlelere ilham verir, az ama güçlü elitleri etkiler ve zihniyetlerde ve paradigmalarda değişikliğe sebep olarak dünyayı değiştirir. Bazı kitaplar ise bu değişimleri anlamamızı sağlar.

Son yıllarda Türkiye’de uluslararası ilişkiler literatüründe Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu’nun 'Stratejik Derinlik' adlı kitabı kendisine bu iki kategori arasında bir yer buldu.

Diğer bir deyişle Türkiye’deki stratejik düşüncedeki değişiklikler, Prof. Davutoğlu’nun çalışmasını okumadan anlaşılamazken aynı zamanda jeostratejik kavram olarak bu kitabın kayda değer değişimlere neden olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Türk dış politikasında Davutoğlu doktrini öncesinde Türkiye, iki farklı jeostratejik geleneği benimsemişti. Birinci ekol Türkiye’ye Sovyet yayılmacılığıyla demokratik Batı arasında savunma hattı rolü biçen statik Soğuk Savaş paradigmasıydı.

SSCB’nin dağılmasının ardından Ankara`daki stratejistler 1990’larda kendilerini, son derece kırılgan ya da başarısız devletlerle çevrilmiş bir halde, kötü komşuların tam ortasında buluverdiler. Bunun yanı sıra Suriyeli ve İranlı tiranların yanı sıra Yunanistan, Ermenistan ve diğer düşmanların elinde vekil savaş aracı hâline gelen PKK terörü de yükselişteydi.

Bu bağlamda etrafını çevreleyen Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar, artan tehditlerin ve siyasi-askerî istikrarsızlığın kaynağı olarak algılanıyordu.

Bu koşullar altında ve askerî elitin iç siyasete paternalist müdahalesine paralel olarak 1990’larda jeostratejik gelenek, yoğun bir şekilde askerîleşti ve reel politik paradigmanın hâkimiyetindeydi.

1990’lardaki anlayışın zirve yaptığı dönemde Türkiye, 1998 yılında, ilk Soğuk Savaş sonrası askerî stratejik kavramını oluşturdu. Bu kavram aktif caydırıcılığa dayanıyordu. Temelde ikinci jeostratejik yaklaşım oldukça proaktifti ancak genel strateji açısından halen statüko odaklıydı.

Jeopolitik ekoller genelde reel politik anlayışta, realist ve çıkar odaklı bir yaklaşım ortaya koyarlar. Diğer yandan Stratejik Derinlik, normatif idealizmi benimseyen ve kimlik tartışmalarına odaklanan kendine özgü bir jeopolitik ve jeostratejik yorum içeriyor.

Stratejik Derinlik kitabında Prof. Davutoğlu, Türkiye’nin önceki stratejik ekollerini sert bir dille eleştirirken bu yöndeki çabaların Türkiye’nin jeopolitik konumunu sadece statükonun korunması mahiyetinde bir araç olarak gördüğünü oysa bu konumun dünyaya açılmak için kıymetli bir şey olduğunu öne sürüyor. Ankara’nın geçmişte neredeyse hiçbir şey yapmamaya yönelik bir politika izlediğini iddia eden Stratejik Derinlik, Türkiye’nin jeopolitik potansiyelinin, Ankara’nın bölgesel ve küresel etkinliğini artıracak “dinamik bir yoruma” ihtiyaç duyduğunu iddia ediyor.

Yeni doktrin “coğrafyanın dinamik yorumlanmasına” paralel olarak “jeokültürel entegrasyon” olarak bilinen sıra dışı bir jeopolitik ve jeostratejik yorum ortaya koyuyor. Bu bakış açısı Türkiye’nin askerî reel politiği bırakıp ağırlıklı olarak kültürel ve tarihî bağlara yönelmesiyle gözler önüne seriliyor.

Hiç şüphesiz bu paradigmanın merkezinde meşhur, “komşularla sıfır sorun” politikası yer alıyordu. Açıkça Stratejik Derinlik, karşılıklı ticaret ve etkileşimle, Orta Doğu toplumlarıyla aradaki tarihî kültürel bağlara odaklanarak tarihî Osmanlı topraklarında, ulus devlet sonrasını idealleştiriyor. Hatta bazı akademisyenler bu kavramı “sınırların fiilen anlamını yitirmesi” olarak niteliyorlar.

Kitabında Davutoğlu, Türkiye’nin kimlik tartışmalarını ve jeostratejik tercihlerini açıklarken Laing’in klasik psikiyatri karşıtı çalışması 'The Divided Self'e (Bölünmüş Benlik) atıfta bulunuyor.

Kitap bir ulusun kendi tarihî ve coğrafi tutumlarına “yabancılaşması” durumunda yanlış bir benlik benimseyebileceğini iddia ediyor.

Bu kimlik odaklı romantik jeopolitik yorumun iki önemli sonucu oldu: Birincisi Türkiye İslam dünyasına ve tarihî Osmanlı topraklarına yönelik son derece iddialı stratejiler izlemeye ve yumuşak güç denemelerinde bulunmaya başladı. İkincisi, yeni jeopolitik ekol Türkiye’nin siyasi kimliğini normalleştirirken 1990’ların Türkiye-İsrail ortaklığını yabancılaştırıcı bir unsur olarak algıladı.

Yeni jeopolitik “stratejik derinlik” kavramının başlangıç noktası, ülkeyi jeopolitik oyuncudan başka bir şey olarak görmeyen geçmişteki dar jeostratejik düşünce ekollerine karşı haklı bir tepkiydi.

Ancak doktrinin, imparatorluk perspektifini uygulamaya koymanın yanı sıra İsrail ile askerî ortaklığını feda etmesi için barışçıl bir güvenlik ortamı gerekiyordu.

Hiç şüphesiz, bölgedeki uluslararası ilişkilerin mevcut askerîleşmesi, yumuşak güç kabiliyetini ve tarihi-kültürel yakınlıkları engelliyor. Açıkçası bugünkü Orta Doğu’da her bir aktör, daha sağlam güvenlik garantileri ve güç gösterilerinin çekiciliğine kapılabilir ancak şerefli idealler ve altın çağ nostaljisinin çekici gelmeyeceği kesin.

Özetle Stratejik Derinlik`in iddialılığının ne kadar uygulanabilir olduğuna dair nihai hükmü muhtemelen Suriye`deki kargaşanın gidişatı verecektir.(İsrail`de yayınlanan The Jerusalem Post gazetesi)


* Yazar, Kara Harp Okulunda Yüksek Lisans, Harp Akademilerinde Doktora Yapmış, İsrail BESA Center’da Çalışmıştır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —