Tarih: 19.09.2013 06:58

Türklerin Hayali

Facebook Twitter Linked-in

F. Stephen Larrabee *


Tunus, Mısır ve Libya’da yaşanan dramatik isyanlar, Orta Doğu’nun siyasi düzenini temelden sarsan bir şekilde, geniş boyutlarda bir Arap uyanışının katalizörü görevi üstlendi. Söz konusu uyanış, Arap bölgesinde 1970’li yılların sonundan beri zaten yaşanıyordu. Şu anda sürecin nihai sonuçlarını öngörmek için oldukça erken olsa da, bölge üzerindeki birçok önemli izdüşüm şimdiden ortaya çıkmaya başladı.

Öncelikle, isyanlar İran açısından iki ucu sivri bir kılıç misali… İran rejimi, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’daki Batı-yanlısı Arap liderlerinin ve rejimlerin alaşağı edilmesinden veya zayıflamasından yarar sağlayabilir; ancak İran’ın başlangıçta Tunus ve Mısır’daki demokratik ayaklanmaları desteklemesi, iyi başlayıp kötü biten bir durum oldu. İranlı yetkililer, kendi halkları benzeri demokratik hakları talep etmeye başladıkları anda vites değiştirdi; İran’ın orta ve uzun vadede demokratik ve siyasi değişime yönelik daha güçlü baskılarla karşılaşabileceğini öngörmeliydiler.

İkinci olarak, bu ayaklanmalar, İsrail’i daha izole bir halde bırakma tehdidini içinde barındırıyordu. Mübarek gidince, İsrail en önemli bölgesel ortağını kaybetti. Benzer şekilde, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerinde ciddi bir bozulma olduğu göz önünde bulundurulursa, Mübarek’in gidişi, bu ülkeyi bölgedeki en açık müttefiklerinden ikisinden yoksun bıraktı. Mısır’ın geçici askeri rejimi 1979 barış anlaşmasını kabul etse de, daha demokratik nitelikteki yeni bir hükümet, farklı bir tavır benimseyebilir.

Üçüncü olarak demokratik değişim önündeki baskılar, Türkiye’nin bölgesel etkisini önemli ölçüde güçlendirdi. ABD ve Avrupa Birliği ilk başta tüm yumurtaları aynı sepete koymamaya çabalasa da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Tahrir Meydanı’nda demokrasi yönündeki gösterilerin yanında yer alınca Türkiye’nin Mısır ve bölgenin geri kalanındaki demokratik muhalefet nezdindeki prestijini güçlendirmiş oldu.

Birçok Arap’ın gözünde, Türkiye’nin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin benimsediği ılımlı İslam modeli, Orta Doğu için olası bir model olarak kabul ediliyor. Birçok Türk ise, benzer şekilde düşünmeye başladılar. Kısa süre önce yapılan bir söyleşide, Erdoğan, Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri için bir “ilham kaynağı” olabileceğini söyledi; çünkü Türkiye, İslam ve demokrasinin bir arada uyum içinde var olabileceğini göstermişti.

İlk bakışta, sekülarizm ve demokrasi vurgusu bulunan Türk modelinin, yolsuzluklara karışmış, baskıcı, yetkin olmayan ve etkisiz hükümetlerin külfetini çeken bir bölgede, apaçık bir cazibe merkezi olması anlaşılır bir durum. Ancak, Türkiye’nin tarihsel deneyimi ve siyasi dönüşümü, birçok önemli açıdan Arap ülkelerinden farklı. Sonuç olarak, Türkiye modeli, kolay kolay Arap dünyasına tercüme edilemez.

Türk-modeli İslam, Orta Doğu’daki diğer ülkelerdekinden çok daha ılımlı ve çoğulcu nitelikte. Ve, en azından Osmanlı döneminin sonlarından beri, Türkiye, İslam ile Batılılaşmayı harmanlamaya çalıştı. Bu durum, Türkiye’yi Orta Doğu’daki diğer birçok Müslüman ülkeden ayrı kılıyor.

AKP’nin ılımlı İslam modelinin yükselişi, birçok içsel etmene –özellikle de yıllardır süregelen demokratikleşme ve sosyoekonomik dönüşümün kümülatif etkilerine- yanıt olarak doğmuştu asıl itibariyle… Bu süreç, Anadolu’da yeni bir girişimci sınıfın doğmasına yol açtı. Bu sınıf ekonomik olarak liberal, ancak sosyal ve politik olarak muhafazakardı. AKP’nin başlıca seçmen kitlelerinden biri olan bu sınıfın Orta Doğu’da herhangi bir karşılığı bulunmuyor.

Dahası, Türk modeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün liderliğine çok şey borçlu. Kendisi, kararlı bir Batılılaştırma öncüsü ve siyasi vizyona sahip bir kişi olarak, çokuluslu Osmanlı imparatorluğunu, Türk milliyetçiliğine dayalı modern bir devlete dönüştürdü.

Ancak, Atatürk, Türkiye’yi dönüştürürken, her şeye tamamen en baştan başlamadı. Batılılaştırma ve modernleştirme süreci, Tanzimat döneminde Osmanlılar tarafından 19.yüzyıl sonunda başlatılmıştı. Kemalistler Osmanlı geçmişiyle radikal bir kopuş hedeflerken, Batılılaştırma çabaları ile Osmanlı’nın son döneminde yürütülen reformlar arasında birçok önemli devamlılık unsuru söz konusuydu. Her iki dönem de elitist ve devlet-güdümlü idi.

Ancak, bu önemli ön koşullar, Arap dünyasında yer almıyor. Bölgedeki birçok ülkede, demokratik bir siyasi düzeni temellendirmek üzere güçlü ve bağımsız nitelikte siyasi kuruluşlar ve gelenekler bulunmuyor. Bu ülkelerde ayrıca canlı bir sivil toplum da yok.

Son kertede, Arap ülkeleri, Türkiye’nin ılımlı İslam geleneği veya İslam ve Batılılaştırmayı başarılı bir şekilde harmanlayan tarihi gibi faydalar sağlamış değil. Sonuç olarak, eski güç yapılarının birçok Orta Doğu ülkesinde çökmesine, büyük olasılıkla, önemli ölçüde siyasi kargaşa ve şiddet eşlik edecek.

* F. Stephen Larrabee, Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski üyesi olup, RAND Corporation’ın Avrupa Güvenliği Kürsüsü’nde onursal başkandır.

Kaynak: http://www.project-syndicate.org/commentary/larrabee7/English




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —