Suriye'nin yakın siyasal tarihine bakıldığında istikrarsızlıkların ve çalkantıların hâkim olduğu görülür. Osmanlı'nın dağılmasından sonra Batılı güçlerin hakimiyetine giren Suriye'de çok sayıda darbe ve siyasal sistem değişikliklerinden sonra ancak 8 Mart 1963'te Baas rejimini benimseyen Arap Sosyalist Partisi'nin yönetimi ele geçirmesiyle bugüne kadar gelen sistem tesis edilebilmiştir. 61 yıllık kısa tarihinde sadece iki devlet başkanı Hafız ve Beşar Esad yönetiminde Baasçı felsefe nedeniyle hiç de iyi bir sınav veremeyen Suriye'de şimdilerde yeni bir sistem kurulması bekleniyor.
BAAS FELSEFESİ NEDİR?
Arapçada anlamı diriliş olan Baas kelimesi felsefi olarak Arap dünyasının tek bir devlet altında birleştirilmesini savunan ideolojik yaklaşımı ifade eder ve Arap milliyetçiliği olarak da anılır. Kökenlerini Marksizm'den alan Baas ideolojisine göre Baasçılık, doğal kaynakların devlet mülkiyetinde olmasını, toprakların köylülere dağıtılmasını ve planlı ekonomiyi savunmuştur. Ancak her ne kadar Arapların tek bir çatı altında toplanmasını benimsese de özgürlüklerini engellediği gerekçesiyle Arap olsun veya olmasın kendileri dışındakilerini reddetme eğiliminde olmuştur. Bu çarpık baas ideolojisi nedeniyle hem Suriye içerisinde ulusal birlik sağlanamamış hem de başta Türkiye olmak üzere komşularıyla samimi ilişkiler tesis edilememiştir. O zaman baas sistemiyle ülkeyi yönetmek üzere 8 Mart 1963'te Hafız Esad'ı Suriye'nin başına kim getirdi?
KULLAN VE AT
Baas rejimiyle yönetilen iki ülke vardı. Biri Irak diğeri ise Suriye. Şimdi ikisi de yok. Ne tesadüftür ki Saddam Hüseyin de 1968'de bir darbeyle Irak'ın başına getirildi, Hafız Esad da 1963 yılındaki bir darbeyle Suriye'nin başına getirildi. Kullanım süreleri dolduğunda ikisi de ortadan kaldırıldı. Buradaki temel emperyalist mantık ayrışmayı sağlayacak ve sosyal karşılığı olmayan kurgusal çarpık ideolojilere dayalı yönetimler üzerinden Ortadoğu'da istikrarsızlığın hâkim kılınmasıdır. Çözüm ise Türkiye gibi halkın egemenliğine dayalı demokratik ulus devletlerin olmasıdır. Halkın egemenliğine dayanan yönetimlerin olması emperyalist sömürgeci güçlere karşı tek panzehirdir. Fikri kökenlerini Marksizm'den almasına rağmen Saddam Hüseyin'in devrilmesinde ve Suriye iç savaşında başta Rusya ve Çin olmak üzere ideolojik yakınlığı olan ülkelerin tavırlarına bakılacak olursa aslında ideoloji değil, küresel sisteme çıkarların hâkim olduğu rahatlıkla görülebilir. Siyasal gücü dışarıya bağlı olan ülkelerin bundan sonraki akıbetleri de bunlardan farklı olmayacaktır.
SURİYE DENKLEMİNDE YENİ RİSKLER
Suriye'de muhaliflerin 27 Kasım tarihinde başlattıkları operasyonla kısa sürede Şam'a kadar ilerlemeleri yeni sürecin de başlangıcı gibi görülebilir. Ancak önümüzdeki dönem Suriye için ciddi riskleri de barındırmaktadır. Yakın vadede Suriye'de Fırat Nehri'nin batısında Esad rejiminin gideceği ve İran'ın güç kaybedeceği görünüyor. Ondan sonra Suriye halkının egemenliğine dayanan yeni bir siyasal sistemin kurulup kurulamayacağı Suriye'nin stratejik kaderini belirleyecektir. Bu kadar atomize olmuş, birlik ve bütünlüğünü yitirmiş çok sayıdaki toplumsal guruplardan egemenliğin halka dayandığı yeni bir yönetim çıkacak mı yoksa mevcut durum eski Yugoslavya örneğinde olduğu gibi hassas ve kırılgan bir yapıya mı evrilecek bekleyip göreceğiz ama bu süreçte Fırat'ın batısındaki PKK yapılanmasının güç kazanmasına karşı da dikkatli olunmalıdır.