UNUTMAYALIM
*BAKÜ MEKTUBU*
O zamanlar ismi `Yazmalar Fonu` olan kurumumuzda göreve başladığımda yaşamlarını eski yazmaların ve kitapların arasında geçirmiş duayen bilim insanlarına gıptayla baktığım gibi belirli anlamda tedirginlik de yaşıyordum ve bu duyguları benim dışımda herkesin yaşadığına inanıyorum.Nedeni bugün belki basit gözüken bu soruda yatıyordu: bir insan kendi hayatını arap alfabesinde kaleme alınmış yazmaların noktalarıyla uğraşmakla,o noktalara bazen senelerce kafa yormakla nasıl geçire bilir? Bu işlerde senelerini vermeyenlerin bu soruya değil yanıt vermesi o soruyu anlaması bile imkansız olup ben de doktora tezimi bitirdikten sonra anladım.Evet,aslında o noktalar göreve başlarken bizden önceki üstatlarımızın edebiyatımıza,tarihimize saygısının yanısıra maneviyatımızı yaşatmanın ve gelecek kuşaklara daha güçlü şekilde devretme hırsının `terli alın ve azaplı surat`taki dışavurumuydu.Ve her biri bilim tarihimizin çok önemli kişilikleri olan hocalarımıza ve üstatlarımıza olan hayranlığımız ve gıptamız kendi yerinde, bu işlerdeki tavizsiz `ciddiyet` koşulunun işin henüz başındayken bizleri tedirgin etmesine rağmen daha sonra o `ciddiyet`in bilimsel kariyerimizin vazgeçilmez koşuluna dönüşmesi bizleri bu alana daha sıkı bağladı.Mensup olduğum kuşağa ait olan mesai arkadaşlarım gibi bizi takip edenlerin de bu durumdan şikayetçi olacaklarına hiç mi hiç inanmıyorum.
Meslektaşlıklarının dışında hemşehrilik ve sıkı arkadaşlık ilişkileri bulunduğundan babam Yazmalar Fonu`nda göreve başlayacağımı ona da söyleyince `İlk gün kendim karşılarım` demiş,müdürümüz ve doktora tezi danışmanım Ord.Prof.Dr.Cihangır Kahramanov`un makamına benden önce adımını atarak, `hemşehrisinin` göreve başlamasından dolayı duayenlerden biri olarak şükranlarını sunmuştu.Ve bugün geriye dönüp baktığımda o insanların ne bilimde ne çalışma arkadaşlığında ne de insanlıkta yerlerinin asla dolmadığını görüyorum...
Prof.Dr.Azizağa Mammadov...
Türkiye ile Azerbaycan`ın ortak bilim tarihi yazıldığında her iki ülke için yazmalar ve edebiyat tarihi alanında en değerli uzmanlardan biri olarak isminin en baş taraflarda olacağından asla kuşku duymayınız.Ve bir de Şah İsmail Hatai konusunu en iyi irdelemiş birkaç uzmandan biri olarak...
Biyografisinden.
15 Mayıs 1918`de babamın da doğum yeri olan Güney`deki Lenkeran kentimizde doğdu.Daha önce de yazdığım üzere babamın sülalesi uzun süre bölgeyi yönetmiş Talış hanlarından olup sovyet rejiminin gelmesiyle bölgeden bir kısmı Azerbaycan`ın farklı köşelerine,bir kısmı Rusya`nın ücra bölgelerine sürülmüş ve günümüzde sülalenin birkaç ferdini biraraya getirmek bile çok zor gözüküyor.Anlattıkça göz yaşları yanaklarını ıslatan babamın o hallerini hiç unutamam.İlk eğitimini doğduğu kentte alan Azizağa Mammadov lise eğitimini Bakü`de tamamladıktan sonra önce Ticaret Yüksek okulunda tahsil almış,daha sonra kaydını yaptırdığı Azerbaycan Devlet Eğitim Üniversitesi`nden 1841 yılında mezun olmuştur.1938-1941 yılları arasında Azerbaycan Tarihi müzesinde görev yaptıktan sonra,muhtemelen dönemin kuralına uygun olarak köy öğretmenliğine gönderilmiştir.1946`da Bakü`ye dönen Azizağa Mammadov,Bilimler Akademisi`ne bağlı Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü`nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlamış ve hayatını tamamen bilime adamıştır.Ve kırk yıllık biliim kariyerinin esas konusunu da Şah İsmail Hatayi olarak belirlemiştir.1949 yılında savunduğu doktora tezinin konusunu Şah İsmail Hatayi teşkil ettiği gibi 1970`de savunduğu profesörlük tezinin konusu da yine aynı şahsiyet olmuştur.Yani,bu o demek ki,Azizağa Mammadov,Şah İsmall Hatayi konusundan bilimsel kariyeri boyunca asla uzak kalmamıştır.1946-1957 yılları arasında görev yaptığı ve kıdemli araştırmacı pozisyonuna kadar yükseldiği Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü`nden 1957 yılında o zamanki ismyle Yazmalar Fonu`na transfer olarak hayata gözlerini yumduğu 23 Şubat 1986 tarihine kadar yirmi dokuz sene boyunca oradan hiç ayrılmamıştır.Şahsıma da iki sene kendisiyle birlikte çalışmak kısmet olduğu gibi Mayıs 1988`de doğumunun yetmişinci yılı dolayısıyla düzenlenen anma toplantısına da katılmışlığım vardır.Evet,1986`da `Enstitü` statüsü almış kurumumuzda oluşmuş bu geleneği günümüzde sürdürmeği yönetimimiz de biz bilim emekçileri de borç ve görev addediyoruz.
Şah İsmail Hatayi konusu dünya bilimini ağırlıklı olarak devlet-mezhep ilişkileri açısından ilgilendirmiştir.Türkçe mükemmel yazan bir kalem sahibi olmasına rağmen Hatayi ismi geçtiğimiz yüzyılın başlarına kadar genel olarak gölgede kalmıştır.Oysa Azerbaycan için Şah İsmail Hatayi`nin önemi onun devlet adamlığından önce gelen şair kişiliğiydi.Bir nebze sosyalist sistemin de teşvik etmesiyle Azizağa Mammadov,ilk günden Hatayi`yi şair kimliği üzerinden incelemeyi uygun bulmuştur.Doğru tespitti.Ve onun araştırmalarının başka bir özelliği bu çalışmalarını Hatayinin ölümünden on bir sene sonra(1535) kaleme alınmış şiirlerinin ilk yazma nushasını temel alarak sürdürmesiydi.Şah İsmal Hatayi`nin bir kalem ustası olarak topluma tanıtılması için her şeyden önce,çok iyi bir yazma uzmanı olmak gerekirdi.Azizağa Mammadov ilkokula başladığında Azerbaycan`da arap alfabesi kullanılmaktaydı,onun için Mammadov`un yazma okumasında bir sorun yoktu.İkinci koşul ve talep arap ve fars dillerinin çok iyi blinmesiydi.Ki gerek çocukluk yıllarını geçirdiği bölgede halkın konuştuğu dilin özellikleri ve gerekse okulda ve üniversitede kendini geliştirtiği için bu alanda da herhangi sıkıntı sözkonusu olamazdı.Rus dilli Şarkiyat bilimciliğnin dünyaca ünlü temsilcilerinin eserlerini orjnalinden okumak da dönemin bilim insanlarının mezyetlerinden sayılmaktaydı.
Bunların hepsnin üzerne bir de arşivlerin, yazmaların ve eski ktapların tozunu yutma kabliyetini eklediğmizde tamamının Prof.Dr.Azizağa Mammadov`un bilim adamı kişiliğinde bir yere toplandığını görüyorduk.Prof.Dr.Mammadov`un, Şah İsmail Hatayi şiirleri üzerine yaptığı çalışmalar birkaç aşamalıydı.Böyle ki bir yandan Hatayi Divanı`nı arap alfabesinde iki ciltte transkrpsiyon halinde yayına hazırlayan bu bilim emekçisi,öte yandan aynı Divan`ı bu kez o dönemde kullandığımız kiril alfabesine aktararak yayınlatıyor,üçüncü bir taraftan ise Divan`ın sanatsal özelliklerini inceleyen makale ve kitapların üzerinde alın teri döküyordu.İlginçtir ki,1950`lerin başlarından itibaren Şah İsmail Hatayi`nin şiirleri üzerine inceleme yazıları kaleme alan Prof. Dr. Azizağa Mammadov,şairin Divan`ını gerek arap alfabesinde ve gerekse kiril alfabesinde 1960`ların ortalarından yayınlatmaya başlamış,Hatayi eserlerinin kıyaslamalı metinlerinn yayına hazırlanmasıyla o çalışmalar daha da derinlik kazanmış ve yine ne ilginçtir k,o kitaplar Mammadov`un hayata gözlerini yummasından sonra da yayınlanmaya devam etmektedir.İşte bilim tarihinde izini koyup gitmiş şahsiyetlerin sırasında Prof.Dr.Mammadov`un kendi konuları ve anlatım tarzıyla yer edinmesinin esas nedeni de bu olsa gerek.Bu bağlamda kendisiyle uzun yıllar mesai arkadaşı olmuş Ord.Prof.Dr.Muhsin Nakisoylu`nun değerlendirmesini çok anlamlı ve yerinde bulduğumu fade etmeliyim:”Azizağa Mammadov`u şanslı bilim insanları sırasına ait etmemiz mümkün,çünkü V.F.Minorski,S.N.Ergün,Abdulbaki Gölpınarlı,Yusuf Vezir Çemenzeminli,Selman Mümtaz,Hamid Araslı,Turhan Genceyi,Mirza Abbaslı v.d.ünlü bilim insanları ve yazarların Şah İsmail Hatayi`nin eserlerini yayına hazırlama alanında başlattıkları çalışmaları sonuçlandırmak kendisine kısmet olmuştur”. Prof.Dr.Azizağa Mammadov`un vefatından sonra yayınlanmış kitaplarından br tanesi doğrudan şahsımın çalışma alanıyla ilgili olduğundan onun 2008 yılında ışık yüzü görmüş `Eski baskı kitapları kataloğu.Birinci cilt.Türk dilli kitaplar` isimli çalışmasının bu işlerle uğraşan her bir bilim insanı için ne kadar önem arzettiğini bizzat kendi tecrübemden bilmekteyim.Bu bakımdan Prof.Dr.Azizağa Mammadov`u Türk dilli yazmalar şubesinin elemanları olarak biz de kendimize bir üstat ve hoca saymaktayız.
Dünya edebiyat bilimciliğinde ismi Şah İsmail Hatayi ile özdeşleşen Prof.Dr.Azizağa Mammadov`un çalışmalarının sadece zikrettiğimiz alanla sınırlı kalması asla sözkonusu değildir.Şah İsmail Hatayi Divan`ı üzerinde farklı açılardan yaptığı çalışmaların yanısıra biz Prof.Dr.Mammadov`un edebiyat tarihimizin diğer önemli şahsiyetlerinin eserlerini yayına hazırladığını biliyoruz.Onun iştgal alanı klasik edebiyat olup o dönemin edebiyat dergilerinde ve haftalık yayınlanan `Edebiyat ve incesanat` gazetemizde son derece kıymetli makalelerinin ışık yüzü gördüğü bilinmektedir.Örneğin 15-16.yüzyılın önemli kalem ustalarından biri olmuş Habibi`nin kitabını ilk kez Prof.Dr.Azizağa Mammadov yayına hazırladığı gibi 15.yüzyıl Azerbaycan şairi Hideyat`i de okurlar ilk kez Prof.Dr.Mammadov`un özverili çalışmaları sayesinde tanımıştır.Bu bakımdan Prof.Dr.Azizağa Mammadov`u `Bilimin klasik edebyat alanındaki en profesyonel ve en yorulmaz emekçisi” adlandırırsak,asla hata yapmayız.Onun 40-50 sene önce kaleme aldığı makalelerinde bazen arap alfabesinin yanlış okunmuş bir kelimesi yüzünden kaybolmuş derin anlamların yeniden yerine gelmesinin o kadar çok örneği bulunuyor ki,bilimin yozlaştığı ve bilim insanlarına verilen değerin asgariye indiği zamanımızda bu soruyu sormada geçemiyoruz:bu insanlar hangi okullardan çıktılar,hangi ortamlarda çalıştılar ki,edebiyatın,bilimin bu kadar derinliklerne başvurmaktan çekinmedler ve bunun sayesinde bu kadar silinmez izler bıraka bildiler? Acaba bilim tarihi Prof.Dr.Azizağa Mammadov gibi emekçilerin sayesinde mi altın dönemini yaşadı? Bunu iddia etsek,fazla abartıya yol vermeyiz ki?
Yanıtını da tereddütsüz kendim veriyorum: kocaman bir hayır.Bu insanların sayesinde bilim tarihi gerçekten altın dönemini yaşamıştır ve günümüzde `Bilim insanı` titri taşıyanların önemli kısmı aslında onların bir gölgesi,bir imitasyonundan başka bir şey değildir.
İşte ondan dolayırdır ki,bu insanlarla mesai arkadaşlığı içinde bulunmamız bizi her daim fazlasıyla mutlu ve gururlu kılıyor.İşte ondan dolayı aziz hatırası önünde sonsuz saygıyla eğlme sırası Prof.Dr.Azizağa Mammadov`a gelmiştir.
Borcumun bir kısmından çıkıyorum...