Doç. Dr. Aybeniz Rahimova


`Mezarı bulunamayan milli bir bilgin`

`Huluflu`nun mahkemesi yirmi dakika sürmüş,mahkemenin verdiği kurşuna dizilme kararı 13 Ekim 1937`de sabaha karşı infaz edilmişti`


 

UNUTMAYALIM

 
 
 
Türk dünyasının bilim adamları dizisi - Otuz beşinci yazı

 

*BAKÜ MEKTUBU*

 

1920`lerin ortalarından başlayarak baskısını hissettiren sosyalist rejim,ne ilginçtir ki,bir yandan yeni devletin ruhuna və kuruluş felsefesine uygun olan eserler talep ediyor,öte yandan milli kökenlerimizin senetleri olan ağız edebiyatı ve klasik edebiyat örneklerimizin derlenerek yayınlanmasını,arşiv ve fonlara kaydını teşvik ediyordu.Bakü Üniversitesi nezdinde Şakiyat fakültesinin kurulması  sosyalist rejimin talebi miydi yoksa Azerbaycan`ın `Şark`ın kapısı` olması dolayısıyla sovyet devleti kendi Şark planlarını hayata geçirmek için o fakülteyi kurmuş ve Çarlık Rusya`sı döneminden gelen ünlü Şark bilimcileri fakülteninin kuruluş çalışmalarına katılmıştı? Birinci Türkoloji Kurultay`ın 1926`da Bakü`de yapılmasının ve Kurultay`da Türk dilli halkların latin alfabesine geçmesine ilişkin alınan kararın  sebebi neydi? Hüseyinzade Ali Bey ve Fuad Köprülü`nün o kurultaya katılmaları kuşkusuz,Moskova`nın onayı alındıktan sonra gerçekleşmişti.Peki henüz Çarlık Rusya`sı dönemi olan 1908`de Bakü`yü `Pantürkist` baskısı altında terketmek zorunda kalan Hüseynzade`nin toplantı için olsa bile Bakü`ye gelebilmesine sosyalist rejim hangi gizli amaçla onay vermişti?Amaç, Azerbaycan`da ve Türkiye`de alfabe değişikliğini gerçekleştrmektiyse,neden Azerbaycan`da doğrudan kiril alfabesine değil de latin alfabesine geçildi,kiril alfabesine geçmek için 1939 yılı beklendi?Karmaşık manzaradır.Çünkü sosyalist rejimin kendi baskısını hissettirmeye başlattığı 1920`lerin ortalarından bilim insanlarımızı önce milli kökenlerimizi araştırmaya teşvik ettiler,10 sene geçtikten sonra ise bir zamanlar teşvik gibi görülen durumlar tamamen alyehte deliller olarak kullanılmaya başlandı.İşte sosyalist rejimin gerçek niyeti de galiba önce teşvik edilen konuların sonra suç sayılması ve o suçlamalarla gerçekleşen  infazların seri haline getirilmesi sırasında anlaşılmıştı.Ve sovyet rejiminin 1956`da sözüm ona `yumuşama süreci`ne girmesinden sonra 1937`de kurşuna dizilenlerin,Sibirya`ya sürülenlerin hakları kendilerine iade edilerek ölümden sonra beraat etmelerine o korkunun toplumda yarattığı infial,maalesef günümüzde de ortadan kalmamıştır,travma etkisini her alanda sürdürmektedir.

Stalin rejiminin milli aydınlarımıza karşı uyguladığı soykırım politikasının bir kurbanını daha Türk okuruna tanıtacağız.

 

/resimler/2020-10/15/1645284693563.jpg

 

Veli Huluflu.... 26 Mayıs 1894`de, tarihten bu yana milli direnişin simgelerinden biri olan Şemkir kazasının Huluflu köyünde doğdu.Aslında Huluflu`yu da sovyetlerin imha politikasının kurbanlarından biri saya biliriz,zira nehir üzerinde yapılan barajın altında kalarak yok olmuştur.Çarlık Rusya`sı dönemindeki çocuklar gibi Veli Huluflu da eğitime din ağırlıklı okulda başlayarak daha sonra Gence Öğretmen Enstitü`sünde yüksek eğitimini tamamlamış ve 1920 yılına kadar aynı kentte öğretmenlik yapmıştır.1922-1927 yılları arasında Bakü Devlet Üniversitesi Şark Bilimleri fakültesinde eğitim gören Veli Huluflu aynı zamanda Yeni alfabeye geçiş komitesinde görev almış ve bazı yayınevleriyle işbirliği içinde bulunmuştur.1929-1936 yılları arasında bilim-araştırma kurumlarında üstdüzey yöneticilik yapan Veli Huluflu yeni kurulan SSCB Bilimler Akademisi Azerbaycan bölümünün kuruluş çalışmalarına da katılmıştır.Huluflu`nun o dönemdeki çalışmalarının içeriğini latin alfabesine geçiş,halk edebiyatının derlenerek yayına hazırlanması ve incelenmesi teşkil etmiştir.Belli olduğu üzere 1926`da Bakü`de gerçekleştirilen Birinci Türkoloji Kongresi`nden sonra Azerbaycan o zamana kadar kullandığı arap alfabesine geçmiştir.Bu sürecin doğrudan içinde bulunan ve  henüz 1925`te yayınlattığı `Yeni Türk alfabesiyle imla kuralları` isimli kitabıyla ertesi sene gerçekleşen Birinci Türkoloji Kongresi`nin alacağı kararların uygulanmasına adeta bir sene öncesinden başlamıştır.

Ertesi sene de yayınlanan kitap yeni alfabenin hızla uygulanması için kiymetli bir kaynak niteliği taşımış ve bilim adamının 1929`da basılan İmla sözlüğü isimli kitabıyla süreç daha güçlü biçimde desteklenmiştir.Yeni alfabe ve imla kuralları üzerindeki çalışmalarına paralel olarak ağız edebiyatımızın derlenip yayına hazırlanmasını ön plana çıkaran Huluflu,Azerbaycan`ın ve Kafkasya`nın köylerini atla dolaşarak adeta her kapıyı çalmış ve ağız edebiyatının toplum içersinde mevcut olan farklı türlerdeki tüm örneklerini kayıt altına almaya çalışmıştır.Teknolojinin imkanları henüz gelişmediği için Veli Huluflu da ağız edebiyatı örneklerini toplumdaki yaşlı insanları konuşturmak suretiyle eliyle yazıya aktarmak zorunda kalmıştır.Ünlü ozan Hüseyin Bozalkanlı`yla buluşarak Köroğlu destanının birkaç kolunu yazıya aktaran Veli Huluflu,Azerbaycan`da destanı kitap halinde bastıran ilk bilim adamı olmuştur.1927-1929 yıllarında iki kez basılan kitap sadece Azerbaycan`da değil eski SSCB`nin halk edebiyatı uzmanları tarafından da büyük ilgiyle karsalanmış ve bu çalışmalarından dolayı Veli Huluflu`ya 1931`de profesör titri verilmiştir.Azerbaycan`ı Tetkik ve Propaganda Cemiyeti tarafından halk edebiyatımızı derleme çalışmaları için 1925-1926  yıllarında bölgelerimize giden Veli Huluflu,Azerbaycan halk edebiyatından materyaller dizisi altında yayınladığı kitaplar  serisind e bizzat kendisinin derlediği şiirlerin yer aldığı El ozanları isimli kitabı yayına hazırlamıştır.Kitapta Hasta Kasım,Ozan  Ali Asker,Ozan Hüseyin Şemkirli v.d. müelliflerin farklı  türlerdeki şiirlerinin yanısıra biyografilerine de yer verilmiştir.Bunun yanısıra Veli Huluflu ilk kez bulmacaları da derleyerek kitap haline getirmiş,ön söz yazarak yayınlamıştır.

 

/resimler/2020-10/15/1646041256982.jpg

 

Huluflu`nun ozanlardan derleyerek kağda döktüğü Köroğlu destanında özellikle Köroğlu`nun Tokat seferi,Bağdat seferi,Derbent seferi boyları büyük ilgi görmüştür.Kimi araştırmacılar Veli Huluflu`nun 1933-1934 yıllarında Köroğlu destanının on dört koldan ibaret geniş bir varyasyonunu yayına hazırladığını da belirtmekteler.İlginçtir ki,1930`ların Stalin SSCB`sinin hiçbir sınır tanımayan ithamları döneminde Azerbaycan`ın milli aydınları çalışmalarını hiç aksatmadıkları gibi aynı mealdeki çalışmalar Türkiye`de de hızlanmış ve peşpeşe kitaplar yayınlanmıştır.Bununla ilgili sayısız örnekler göstermemiz mümkün fakat sadece Dedem Korkud kitabı`nın 1938`de Orhan Şaik Gökyay tarafından İstanbul`da,1939`da ise Hamid Araslı tarafından Bakü`de yayınlatıldığını hatırlarsak,sınırların adeta kapalı olduğu ve milli aydınlar üzerindeki baskıların ayyuka çıktığı dönemlerde bile Azerbaycan`da bu yöndeki çalışmaların asla sekteye uğramadığını görmemiz bakımından yeterli oluyor. Kırk üç yıllık hayatının on beş yılını milli edebiyatımızın derlenmesine,incelenmesi ve yayınlanmasına sarfederek 10 kitabı bize kazandıran profesör Veli Huluflu`nun çalışmaları da Türkiye ile Azerbaycan`ın en ağır şartlarda bile birbirinden kopmadığını,bilinç altında bu ayniyet duygularının  yaşadığını göstermektedir.Bu çalışmaların amaç ve nitelikleri arasında hiçbir fark olmamasına rağmen bilim insanlarının yaşadıkları ortam Türkiye`ye çok şey kazandırmış,Azerbaycan`a ise ağır darbe indirmiştir.Somut şekilde ifade etsek,Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk`ün 1930`larda bizzat önayak olarak teşvik ettiği milli içerikli çalışmalar Stalin`in başında durduğu SSCB sınırları içinde bulunan Azerbaycan`da suç sayılmıştır.Bunun bir örneği de profesör Veli Huluflu`nun hayatı olup milli ağırlıklı çalışmalarından dolayı suçlanarak kurşuna dizilen aydınlarımızdan biri de kendisi olmuştur.Huluflu`nun gözaltına alınarak infaz edilme sürecinin evraklarına baktığımızd adehşetli bir manzarayla karşılaşıyoruz.

Şöyle ki,28 Ocak 1937`de sırf milli yönlü çalışmalarından dolayı gözaltına alınma kararını veren savcı ermeni olup,kararı imzalayan bir üst mercinin başındaki kişi de yine farklı millettendi.Yani ermeni bir savcı bir Türk milliyetçisini sırf eserlerinden dolayı gözaltına aldırmış,soruşturmasını kendisi yürütmüş,dosyayı mahkemeye sevketmiştir.Olağanüstü durumlar mahkemesinin üç üyesi de farklı milletten olup 12 Ekim 1937`de toplanmış,Huluflu`nun mahkemesi sadece yirmi dakika sürmüş, saat 18.20`de verilen kurşuna dizilme kararı 13 Ekim sabaha karşı infaz edilmiştir.Huluflu`nun kendisini savunması için tek kelime bile konuşmasına  izin verilmediği soruşturma ve mahkeme sürecinde ona atfedilen ithamların başında `Derlediği halk edebiyatı örnekleri vasıtasıyla eski rejimin özlemini yaşamak ve bunu kimi simgeler vasıtasıyla topluma empoze ederek yeni rejime itiatsızlık yaratmak` şeklindeki  absürt suçlamalara yer verilmiştir.

 

/resimler/2020-10/15/1646284088433.jpg

 

Yani, amac milli düşünceli insanları tasfiye etmek olunca ve zaten hakkın-hukukun olmadığı yerde istediğiniz ithamı dosyayı koymanız da serbest oluyor. İşin daha acı yanı,28 Mayıs 1918`de ilan ettiğimiz devletimizin milli marşının sözlerini yazan(günümüzde de o marş yürürlüktedir) ve Türk milliyetçilerinin sembol şiiri Çırpınırdın Kara deniz`in müellifi Ahmet Cevat da Veli Huluflu ile aynı gün ve saatlerde kurşuna dizilmiştir.1937 yılı dehşetlerinin başka bir ortak yanı ise kurşuna dizilerek infaz edilen adamların ailelerine de rahatlık verilmemesiydi.Nitekim,Ahmet Cevat`ın hanımı Şükriye gibi Veli Huluflu`nun eşi Fatma hanım da aynı kaderi yaşamıştır.9 Temmuz 1837`de polis Huluflu ailesinin evine baskın düzenlemiş, soruşturma dosyasına eklenecek hiçbir şey bulunmamasına rağmen eşyaların tamamına el konulduğu gibi aile dışarıya atılarak ev ailenin elinden alınmıştır.Başta ermeni üye olmakla diğer üyelerin de de farklı milletlerden olduğu mahkeme 29 iyul 1938`de aleyhinde tek delil olmadan Fatma Huluflu`ya sekiz sene hapis cezası vererek evlatları Cengiz ve Sunguz`u perişan duruma salmıştır.Tüm zulümlere rağmen hayatta kalmayı başaran Fatma Huluflu, Komünist Parti Genel sekreteri Nikita Hruşşov`un 1956`da uygulamaya koyduğu göreceli yumuşama politikasıyla SSCB Yüksek mahkemesine dilekçe vererek kocasının dosyasına yeniden bakılması talebinde bulunmuş ve mahkeme Veli Huluflu`yu beraat ettirmiştir.Fatma hanımın Azerbaycan Başsavcılığına verdiği şikayet dilekçesi üzerine Azerbaycan mahkemesi 1938 yılı kararını  iptal ederek onun da  beraatine karar vermiştir...

Fakat bu kararlara rağmen Veli Huluflu`nun mezarı bulunamamıştır.

O zaman öncelikle şunu sormamız gerekir: mezarı bulumayan bir bilim adamına  verilen beraatin değeri var mı?

 

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım

David Stepanyan: Ermenistan-Türkiye sınırı er ya da geç açılacak... Husumet sayfasının çoktan kapanması gerekirdi

Hiçbir sıkıntı bizi yarı yolda bırakamaz

Bakan Fidan'dan dikkat çeken açıklamalar: Esad ile görüşmeye hazırız

Elhan Mehdiyev: Azerbaycan, Rusya'nın pozisyonuna karşı çıkmayı düşünmüyor

Coni niye Kıbrıs’ta?

Kanlı 12 Eylül darbesinin üzerinden 44 yıl geçti