Doç. Dr. Aybeniz Rahimova


Belgesiz konuşmayan, yazmayan bilgin

Babamla konuşurken, “Lenin”le ters düşen Zeki Velidi Togan onun yüzüne tükürerek Türkiye”ye gitti” dediğini duymuştum.


 

UNUTMAYALIM

 

Türk dünyasının bilim adamları dizisi - Yirmi dokuzuncu yazı

 

*BAKÜ MEKTUBU*

 

 

Üniversitede  Hocam  olmazdan  önce   de evimize sık sık gelirdi, babamın hem  meslektaşı  hem de yakın arkadaşıydı. Bilim adamlıklarının yanısıra ikisi de birer gönül adamıydı. Daha   sonra benim de Hocam olan  Ord.Prof.Dr. Feyzullah  Kasımzade  ikisinin de tez  danışmanı olmuştu, ikisini de  kendi evlatlarından ayırmazdı, ikisi de edebiyat tarihimizin  yorulmaz araştırmacılarıydı,Mirza Feyzullah`ın yolundan yürüyorlardı. İkisi de aynı bölgenin çocuğu  olup   en erken yaslardan başlayarak  hayatları büyük sıkıntılarla  geçen aynı kaderin sahipleriydi. Okumak için Bakü`nün yolunu tuttuktan sonra  ünversite   yıllarında aileden destek beklemek ne gezer,ele gelen üniversite özel takaüdünü  de köydeki aileye göndermek sanki ikisinin de yazgısıydı.Bilimsel ünvanlar kazanarak  aynı üniversitenin kadrolu öğretim görevlileri olduktan sonra da  sıkıntılı günlerini    unutmayacak, babam bizi, Hayrullah amca ise kendi çocuklarını  asla şımartmadan hep emeğe alıştıracak, bilime yönelmemiz için henüz ortaokuldan  telkinlerde bulunacak  ve nihayet Hayrullah Mammadov, oğlu Tevfik”i bilim adamı,babam Mustafa ise beni bilim kadını  olarak    gördükten sonra hem azcık da olsa rahat nefes alacak, bilimde daha ileriye gitmemizi teşvik edeceklerdi.Sık sık Yazmalar Enstitümüze gelerek kütüphanemizde çalışırdı.Konuşurken sesini hiç  yükseltmeyen,az  konuşan  ama deliller olmadan asla  konuşmayan, derin kültüre sahip bir bilim adamı, bir Hocalar hocası.Bu dizide ona yer vermeden bir çok şeyin ne denli eksik kalacağını buraya kadar yazdıklarımın ifade etmesi gerek...

 

/resimler/2020-9/5/1008513296146.jpg

 

Bizim edebiyatımızın ve basınımızın  tartışmalarla en zengin dönemi 19.yüzyılın sonları 20.yüzyılın başlarıdır. Mirza  Fethali  Ahundzade`nin   1840`ların  sonlarında  başlattığı  Rönessans süreci, milli kimliğimizin  şekillenme sürecine  1875”de “Ekinci”  gazetemizle, 1895”de ise  Celil Mehmetkuluzade`nin  Danabaş  köyünün  havadisleri   romanı ve 1899`da  Neriman Nerimanov`un  Nadir Şah   trajedisiyle  dahil olmuştur. Geçtiğimiz yüzyılın başlarında  önce Tiflis`te, sonra Bakü`de, daha sonra ikisinde de ortaya çıkan ana dilimizdeki basınımız  sadece  Çarlık Rusya`sının ücra bir köşesini  değil Osmanlı`dan Kaçar İmparatorluğ`na, Orta Asya`dan Hindistan`a  kadar  geniş bir coğrafyaya ışık  saçmıştı. Hem güncel haberler  ve hem de öncü  kalem sahiplerinin  arasında  yaşanan   derin ve ateşli  fikir tartışmaları   toplumların  ilgisini   kazanmıştı. İşte Hayrullah  Mammadov  tam o gür dönemi  arşiv    kaynaklarından  araştırma    yeteneğiine sahip  parmakla sayılı   bilim adamlarmızdandı. Belgesiz konuşmayıp belgeleri konuşturan bilim insanlarının,arşiv  müdavmlerinin,tezkirecilerin  sondan önceki  kuşağının hayatını  bilimin içinde  geçirmiş derin ve sözüne  güvenilir bir  temsilcisi. Gulam Mammadli, Ord.Prof.Dr. Aziz Mirahmedov, Ord.Prof.Dr.Abbas Zamanov, Ord.Prof.Dr.Kemal Talıbzade, Prof.Dr.İslam Ağayev, Prof.Dr.Mammad Mammadov v.d. gibi.Parantez içinde şu  bilgiyi de ekleyeyim ki,Gulam Mammadli”nin 1954 yılında arap alfabesinde yazıp  tamamladığı Oğuz coğrafyasının son Tezkire”sini ben latin alfabesinde yayına hazırlayarak  2012”de Bakü”de yayınlattım. Türkçe de yayına hazır olan 625  sayfalık bu kitabımın en yakın zamanda ışık yüzü görmesini  beklemekteyim.Yani  hem Hocam olmuş hem de amcam gibi gördüğüm Prof.Dr.Hayrullah  Mammadov  ile  bir nevi  meslektaş  yakınlığımız da bulunmaktaydı.    İftihar ediyorum.1980”lerin ikinci yarısında sovyet döneminin yasaklı         isimleri  artık  zikredilmeye başlandığında  babamla konuşurken  `Lenin`le ters  düşen  Zek Velidi Toğan  onun yüzüne  tükürerek  Türkiye”ye  gitti`    dediğini duymuştum. Veya 1987”den ismini  duymağa başladığımız  28 Mayıs 1918 Milli Cumhuriyetimizin kurucusu  Mehmet Emin Resulzade`nin on dokuz yaşındayken (1903)  ilk  yazısının Tiflis`teki  Şark-ı Rus  gazetesinde yayınlandığını  babamla  paylaşırken ben de kulak misafiri olmuştum. Türkçülüğün temel ideolojisini  ortaya koymuş şahsiyetler   olan   Hüseyinzade  Ali Bey`i o biliyordu,Ağaoğlu Ahmet Bey`i o biliyordu, Gaspıralı İsmail Beyi o biliyordu. Sovyet  rejiminin talep ve baskıları  doğrultusunda  başkaları onların aleyhinde yazıyordu,Hayrullah Mammadov  ise aleyhlerinde ne konuşuyor ne de yazıyordu. En yakın bildiği  meslektşlarıyla  fısıltıyla konuşma fırsatı bulunca olumlu şeyler söylüyordu. Yüksek  sesle  konuşma  günlerinin,her  şeyi objektif biçimde   kaleme alma döneminin geleceğine ise adı gibi emindi.Bundan dolayıdır ki,yasaklı dönemlerde bir punduna getirerek mutlaka arşivlere girmenin yollarını  buldu,fotokopi makinesinin   sovyetlere henüz gelmediği  tarihlerde  arşivlerden  edine bildiği kadar belge edindi,  kullana    bildiklerini  kullandı,kullanamadıklarının ise  gününü bekledi...

Burada  dikkati çekmemiz gereken  başka bir nokta daha  vardır. O da  yetmiş yıllık  demir perde döneminde geniş vizyonlu,karşılaştırmalı   araştırmalar  yapabilen  bilim insanlarımızın yurtdışına  çıkarak  araştırmalarının  kapsamını genişletme imkanına sahip olmamalarıydı. Özellikle bilim  insanlarımızın kardeş  Türkiye Cumhuriyetinin   arşivlerinde, kütüphanelerinde,müzelerinde  çalışma fırsatı  bulamamaları  bizi  çok  geride koymuştur.Prof.Dr.Hayrullah Mammadov da yurtdışında   araştırmalar  yapmasına  izin verilmeyen bilim  insanlarımızdandı. Yani  kendisinin de ifade ettiği üzere 19.yüzyılın sonları, 20.yüzyılın başlarının `kavşak dönemi`ni  araştırırken  Hüseynzade`nin, Ağaoğlu`nun Bakü`deki  birkaç yıllık  faaliyetlerini  enine boyuna  inceleyerek  çalışmaları  o birkaç yılla sınırlamak zorunda kalmıştı. Bir anlığa  gözünüzün  önüne getirin ki,Prof.Dr.Hayrullah Mammadov  o  dönemin  Bakü,Tiflis,Sankt-Petersburg,Kazan,Moskova arşivlerini  didik ederek fikir ve düşünce  tarihimizin ve milletleşme sürecimizin en gür dönemini  incelemelere tabi tuta  bildiği  halde Hüseyinzade`nin  ve Ağaoğlu`nun 1908 sonları -1909 yılı başlarında  Bakü`yü  terketmek zorunda kalmalarından sonra    İstanbul`daki  otuz küsür senelik  yaşamlarını ve çalışmalarını  araştırma fırsatı  bulamamıştı.O fırsatın  bulunması  halinde gerek Hüseyinzade gerekse Ağaoğlu”yla ilgili nasıl  kapsamlı  bilimsel  çalışmaların ortaya  çıkacağını  düşünün Keza o fırsat Ord.Prof.Dr.Aziz Mir Ahmedova`a da verilmedi, Ord.Prof.Dr.Kemal Talıbzade`ye de Prof.Dr.İslam  Ağayev`e de...

 

/resimler/2020-9/5/1009293140701.jpg

 

Hayrullah Mammadov  Ağustos 1934”de Azerbaycan`ın Güneyindeki  Talış dağlarının  sırtında  yerleşen Lerik linin  Hoveri köyünde doğdu.Lerik  ilinin özelliği yerleştiği dağ  sırasının  uzantılarının sınırın ötesindeki Güney Azerbaycan`da  bulunmasıdır. 1828 yılında Rus işgaliyle ikiye parçalanan  coğrafyanın bir kısmı Kaçarların yönetiminde kalmış,öteki kısmı ise Çarlık Rusya`sı yönetimi  altına  geçmştir.  Fakat sınırlara  rağmen aynı coğrafyanın  parçaları ve  aynı ulusun  fertleri arasındaki  ilişki 1930`ların sonlarına kadar hiç kopmamıştır.Yani   sınırlara rağmen Azerbaycan kendi bütünlüğünü  tüm anlamlarda  korumasını bilmiştir.İşte  Hayrullah  Hocamla  babamı iki kardeşten  daha  yakın kılan kaderin bir yazgısı da bu olsa gerek.Lerik`ten aşağıya indiğinizde Hazar kıyısındaki  Lenkeran  kenti  bölgenin başkenti sayılıyor ve dedelerim o bölgenin yönetimini   elinde tutan Talış hanlarıydı.1930`ların başlarında sovyet rejmiinin darmaduman ettiği sülalemin  bölgede herhangi temsilcisi kaldı mı? Hayrullah Hocamın da babamın da içini hep yaktığı o acı benim ruhumu da hiçbir zaman terk etmedi. 1952”de o zaman köy  olan  Lerik lisesinden mezun olduktan sonra Bakü Devlet Üniversitesinin filoloji fakültesine kayıt yaptırarak beş  sene sonra mezun oldu.1957-1960 yılları arasında  devletin   mecburi  atamasıyla  Lerik  lisesinde görev yaptıktan sonra 1960`da Azerbaycan Devlet Eğitim Üniversitesinin doktora sınavlarını kazandı. Doktorasını  başarıyla  savununca  Kasım 1963`te   aynı  üniversitede öğretim görevlisi kadrosuna atandı ve hayatının sonuna   kadar oradan ayrılmadı.1967 yılında Eğitim Üniversitesinin  Azerbaycan edebiyatı tarihi bölümünde   doçentliğe terfi etti.1982”de ikinci    tezini savunarak  Prof.Dr.ünvanı aldı.Üniversitede çalıştığı yılların kimi dönemlerinde idari görevlerde         bulunmasına  rağmen o görevleri bir yönetici olmaktan ziyade aydın bir beyefendi  davranışlarıyla  icra  etti.   İşte bundan dolayıdır ki,  sınıflarından  öğrencileri,konferans salonlarından  dinleyicileri, dergi ve gazetelerden okurları, yayınevleri  vasıtasıyla  bilim  insanları, TV kanalından ise seyircileri onu hep sevdiler,ondan öğrendiler,saygı ve sevgilerini eksik etmediler.Yapısı itibariyle   eşitlikçi  bir insan olan Prof.Dr.Hayrullah Mammadov, araştırdığı  20.yüzyılın başlarındaki siyasi   ve edebi  akımlarla  ilgili   taraf  tutmadı,angaje  olmadı,bilim adamı serinkanlılığını hep korudu,dönemin milliyetçilerine de sosyal demokratlarına da ideolojik  açıdan  değil  bilim adamı  profesyonelliğinin penceresinden yaklaştı.Konuşmalarında hep  `Hüseyinzade,Ağaoğlu da bu milletin de evladıdır,Nerimanov  da. Hepsi halkımızın birer değerleri olup hepsini artıları ve eksileriyle değerlendirmemiz gerekir.Birini tamamen ekarte ederek ötekini  adeta hatasız kul  gibi göklere çıkarmamız bizi    yanlış ve subjektif   noktalara götürür. O  nedenle tarihteki fikir ve düşünce akımlarını  duygusal  değil  pragmatik çerçevede değerlendirmemiz   gerekir` diye telkinlerde bulunur,sunumlarını  hep akıl ve mantık çerçevesinde  yapmaya özen gösteriyordu.Herhangi bir konunun detaylarına ilişkin tartışma açılınca kendine has  üslubuyla ~Boşuna inat ediyorsunuz,alın size falan arşivdeki falanca numaralı   belgeler` diye söze  girer, kimi zaman hafızasında  tuttuğu  delilleri ezbere söyler,kimi zamansa   masanın   üstünde hazır beklettiği  arşiv  belgelerini  serinkanlı biçimde dinleyicilerle paylaşırdı. Bilimsel çalışmaların içinde bulunduğu kırkbeş sene  boyunca Prof.Dr.Hayrullah Mammadov`un kaleme aldığı kitaplardan  birkaçının ismini  yazsam, bir bilim adamı olarak  onun vizyon  genişliğiyle  ilgili   kanıya  da sahip olabileceksiniz: 1) 19.yüzyılın sonu 20.yüzyılın başlarında   Azerbaycan`ın  maarifçi edebiyatı;2) Tercüman: dilde,fikirde, işde birlik;3) İsmail Bey Gaspıralı ve Azerbaycan edebiyatı;4) Sultan Macid Ganizade; 5) Celal Ünsizade ve çocuk edebiyatı;6) N.Narimanov”la ilgili  yeni belgeler;7) Molla Nasrettin”i  zamane kendisi yarattı v.d.

 

/resimler/2020-9/5/1009586891218.jpg

 

Aşağı yukarı  kırkbeş yıllık bir peryodu  kapsayan çalışmalarını   kırkbeş yıllık bilim hayatına sığdıran  mütevazi  bir  bilim adamı.Yapmayı planladığı henüz  çok  iş varken 8 Eylül 2005`de ani vefatı herşeyin yarım kalmasına neden oldu.Çok yakın bir  arkadaşını,bir  hemşehrisini  kaybetmesi babamı haliyle  çok üzdü.Sanki  Hayrullah Hocam babamı bilim alanındaki  çalışmalarında  ve  arkadaşlıklarında   yalnız  bırakıp   gitmişti. Çok kiymetli Hocamı  kaybetmemin üzüntüsü  uzun süre beni de terketmedi.

Ve tabii ki sadece Hocamı değil amca  gibi gördüğüm  bir baba arkadaşını  kaybetmenin  de üzüntüsü...

Kalbimdeki özel yeri hiç  değişmeyecektir...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Vefa"nın sadece bir semt ismi olmadığını kanıtlamak için... Silah almak mı?

Suriye denkleminde son durum

"Suriye, Türk himayesine giriyor"; "İsrail ve Türkiye çıkarları Suriye'de çatışıyor"

"Erdoğan'ın ısrarcılığı, Colani'nin başarılı olup olmayacağı netleşmeden Suriye haritasında değişikliğe neden olabilir"

Esad sonrası Suriye: Rusya'nın Ortadoğu'da kriz stratejisi ve Türkiye'nin yanıtı

Yeni Suriye denklemi nasıl olacak?

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım