UNUTMAYALIM
*BAKÜ MEKTUBU*
Eminim ki, üniversitedeki sınıf arkadaşlarımızın hepsininn hafızasında derin bir bilim adamı ve insancıl bir hocamız olarak kalmıştır. Sesini hiç yükseltmeden anlattığı dersleri eski Türk yazılı anıtlarıyla ilgiliydi. Kendisi taşlar-kayalar üzerine kazılarak günümüze kadar varmış eski yazılarımızı öz Türkçede bizlere okuyarak çağdaş dilimize çevirdikçe, biz ise sadece harf şekillerinin anlamını değil sözlerin manalarını da aklımızda tutmaya çalıştıkça hem güçlük çekiyor hem de kafamız iyice karışıyordu. Fakat tüm güçlüklere rağmen hocamız bize en eski yazımızı da onların anlamlarını da sevdirmeyi başarmıştı. Mezuniyetimizden sonra bilim hayatına adım attığım günden iştigal ettiğim alan itibariyle de hocamın çalışmalarına daim yakınlık duydum, yine ve yeniden okudum, altına imzasını koyduğu eser sayısı arttıkça bilim dünyasının daha saygın bir ismi haline geldiğine tanık oldum. Ve yeni kitapları yayınlandıkça bilim adamı kişiliğinin yanısıra herkesin saygı duyduğu genden gelen asaletini korudu. Sanki eski Türk yazıtlarını kendine bilim alanı olarak belirlemesi de Allah´tan ona gelmiş bir emirdi; bilim adamı kişiliğiyle asaletini bir birinden hiç ayırmadı, hiç koparmadı. Nitekim yıllar sonra Yazmalar Enstıtümüzün kütüphanesinde çalışmaya geldiğinde karşılaşırken de bilim adamı kişiliğinden de asaletinden de zerre kadar sapma olmadığına bir daha emin olmuştum. Duyduğuma göre Kars Kafkas Üniversitesi´nde görev yapıyordu. Enstitümüzün merdivenlerinde karşılaşınca hem eski talebesi olarak ve hem de kuşkusuz, babamla arkadaşlığından dolayı beni tanımış, aynı zarafetiyle hal hatır sormuş, başarılar diledikten sonra kütüphanemize gitmişti. Gerçek bilim insanında bulunması elzem olan niteliklerin tamamını taşıyan üstadımız ve hocamız, Prof. Dr. Ali İsa Şükürlü´den bahsettiğimi herkesten önce üniversitedeki sınıf arkadaşlarımın anlayacağından adımı gibi eminim. “Asalet kandan gelir” derler, aslında hocamdaki bu asaleti Eylül 1990´da babası Cebrail Bey´in Azerbaycan gazetelerinin birine verdiği geniş mülakattan görmüştüm. O mülakattan Nuri Paşa´nın Kafkas İslam Ordusu 1918 yazında Azerbaycan´ı kurtarmak için geldiğinde 1898 doğumlu genç Cebrail´in de askere alınarak Türk usuli eğitim ve talim gördüğünü okumuştum.
Gazete muhabirinin “Komutanlarınıza nasıl hitap ederdiniz?” sorusunu yanıtlarken doksan iki yaşlı Cebrail Bey ayağa kalkıp ceketinin önünü ilikleyerek tazim etmiş, yetmiş iki sene önce verdikleri Türk selamının taklidini yapmıştı. “Komutanlarımıza ‘Paşam Hazretleri´ diye hitap ederdik. Türk komutanlarımız bugün gelsin, koşa koşa askere giderim” diye heyecanını hiç saklama ihtiyacı hissetmemişti. Dedelerinin Safevi İmparatorluğu´nun başkenti Erdebil´den üçyüz sene önce Kür nehrinin sağ kıyısına gelip yerleştiklerini, oraya gitmesi halinde mahallelerini rahatlıkla bulabileceğini ifade etmişti.
İşte kökeni Erdebil´e bağlı bir Türk sülalesinin evladı olan Ali İsa Şükürlü 10 Nisan 1932 yılında Sabirabad ilinin Ulacalı köyünde dünyaya geldi. Şu bilgi notunu da ekleyelim ki, Erzurum dağlarından menşeyini alan Kür ve Aras nehirleri Türkiye hudutları içerisinde yön değiştirerek Aras nehri Nahçıvan´dan geçmek suretiyle İran sınırı boyunca Azerbaycan´ı ikiye bölüyor, Behramtepe bölgesinde ise sola doğru kıvrılarak Kuzey Azerbaycan´ın Muğan bölgesine yöneliyor. Kür nehri ise Ardahan bölgesinden Gürcüstan´a giriyor, Tiflis´in içinden geçerek Azerbaycan hudutları içinde Muğan bölgesine doğru ilerliyor. Sabirabad ilinde iki nehir birleşerek “Kür” ismi altında kırsal bölgeleri suyla buluşturarak en son Hazar Denizi´ne dökülüyor. İşte Aras ve Kür nehirlerinin birleştiği yerin ismi Sukavuşan olup Sabirabad iline bağlı olduğu gibi Prof. Dr. Şükürlü´nün doğduğu Ulacalı köyü de Sabirabad´a bağlı olup Kür nehrinin sağ kıyısının tam üstündedir.
İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini köy okulunda tamamladıktan sonra o dönem kazanılması beliirli kontenjan üzerinden mümkün olan Bakü Devlet Ünversitesi Filoloji Fakültesi sınavlarına girdi, puanları tutmayınca vatani görevini yerine getirmek için askere gitti. 1955 yılında kazandığı Filoloji Fakültesi´nden 1960 yılında mezun oldu. İşte daha önce de defalarca bahse konu ettiğimiz 1950-1960 üniversiteliler kuşağının, yani o altın kuşağın son temsilcilerindendi. Dönemin kuralına uygun biçimde devletin gönderdiği bir okulda iki sene çalışması gerekirdi. O görevini de yerine getirince Azerbaycan´ın talebi üzerine Leningrad Üniversitesi´nde ayrılmış doktora öğrenciliğine kontenjandan gönderildi. Adeta üniversiteden nispeten geç mezun olmasının kayıp yıllar sayılmaması için Allahın gönderdiği ödül gibi bir kontenjandı. Keza tez danışmanı da öyle. Çarlık Rusya´sında altın çağını yaşayarak zirveye yükselmiş, Türkolojiyi o zirvede tutan bilim insanlarından biri olan Ord. Prof. Dr. Andrey Kononov´un doktora öğrencisi oldu. Tabii, burada Sovyet Türkolojisinin mihek taşlarından olan Andrey Kononov´la ilgili birkaç cümle yazmadan geçmek kendisine de bilime de haksızlık olacaktır diye düşünüyoruz. 1906 Sankt Petersburg doğumlu Andrey Kononov, 1917 sosyalist devriminden sonra ismi Leningrad olarak değiştirilen Kent Üniversitesi´nin Türkoloji bölümünden 1930´da mezun oldu. Ünlü Türkolog ve Şark dilleri bilimcileri olan Bartold, Bertels, Dmitriyev, Malov, Samoyloviç´ten dersler aldı. 1930´ların ortalarından bilim alanındaki kariyerini SSCB Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü ile Leningrad Devlet Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi arasında kurdu. 1940´ların sonlarında Türk dilinin ve Özbek dilinin gramerleri üzerine kitaplar yazdı. Siyasi-askeri bakımdan SSCB ile Türkiye´nin farklı kamplarda bulunmalarına rağmen Türkiye´nin bilim kurumları ve insanlarıyla yakın ilişki içerisinde oldu. Türkiye Türkolojisinin kurucusu Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu´nun daveti üzerine birkaç kez İstanbul Üniversitesi´nde düzenlenen uluslararası toplantılara katılarak konuşmalar yaptı. Rusçaya çevirerek yayına hazırladığı kitaplar arasında Ebü´l Gazi Han Hive´linin “Oğuzname” eseri ün kazanmıştır.
Ne ilginçtir ki, 1973 yılında Ord. Prof. Dr. Andrey Kononov, Sovyet Türkologları Cemiyeti´ni kurarken Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu da aynı yıl Uluslararası Türkoloji Kongre´sinin ilk toplantısını İstanbul´da düzenlemişti. Andrey Kononov hayatının sonuna kadar (30 Ekim 1986) Türkoloji Cemiyeti´nin başkanı olduğu gibi Prof. Dr. Caferoğlu´nun girişimleriyle düzenlenmeye başlanan Uluslararası Türkoloji Kongreleri de plan ve takvimine uygun biçimde halen yapılmaya devam ediyor. Ali İsa Şükürlü´nün o dönemde Ord. Prof. Dr. Andrey Kononov gibi karizmatik bir bilim adamının doktora öğrencisi olması Azerbaycan´da az daha bir efsaneye dünüşmüş, Şükürlü eski Türk yazılı anıtlarını gramer özellikleri üzerine yazdığı doktora tezini 1967´de savunarak Bakü´ye dönmüştü. Bakü Devlet Eğitim Üniversitesi´nde öğretim görevlisi olan babam Mustafa Mustayev´le önce mesai arkadaşlığı, sonra ise dostluk ilişkileri olmuştu. O dönemde Moskova´da veya Sankt Petersburg´da eğitim görerek, tez savunarak Azerbaycan´a dönen bilim insanlarını avantajlı kılan hususlardan bir tanesi de Rusçayı çok iyi kullanmaları, makale ve kitaplarını doğrudan Rusça yazarak Sovyeter Birliği´nin prestijli bilim dergilerine ve yayınevlerine o dilde sunabilmeleriydi. Bundan dolayıdır ki, Ali İsa Şükürlü Bakü´de görev yapmasına rağmen Moskova´nın, Sankt Petersburg´un bilim ve yayın kurumlarıyla ilişkisini hiç koparmadı. Toplantılara davetler alarak konuşmalar yaptı, hakemli dergilerde yazıları yayınlandı, yayınevleri kitaplarını bastı. Ki bunun sayesinde Türkoloji alanında Rus dilli yayınları yakından izleyen Batı´nın bilim merkezleri Ali İsa Şükürlü´nün çalışmalarından haberdar oldu. Ve bunun sayesinde hocası Ord. Prof. Dr. Andfrey Kononov´un kurduğu Sovyet Türkologları Cemiyet´nin yayın organı olan ve Bakü´de yayınlanan “Sovyet Türkolojisi” isimli bilim dergisinin faal müelliflerinden biri oldu. Sovyet Türkolojisi o zamanlar Doç. Dr. titri taşıyan Ali İsa Şükürlü gibi bilim insanlarının araştırmalarıyla zenginleştiği gibi Azerbaycan Türkolojisi, daha önceki yazılarımızın birinde hayatını ve çalışmalarını kaleme aldığımız Prof. Dr. Ferhad Zeynalov ve aynı zamanda, Prof. Dr. Vagıf Aslanov, Doç. Dr. Aydın Mammadov vd. bilim adamlarımızın özverili çalışmaları sayesinde önemli mesafe katetmeyi başardı. Bir bilim insanı olarak Türkoloji menşeyinden gelmesinin yanısıra 1970´lerin ortalarından Ali İsa Şükürlü güncel basında ana dilimizin yapısının güçlendirilmesi için güncel basında yazılar yazdı, tartışmlar açtı, yürüyen tartışmalarda kendi görüşlerini ortaya koydu, üniversitedeki derslerinde zaten hep gündemde tuttuğu ana dili, Türklük, Türkçülük konularında konferanslar verdi. 1980´lerin ortalarından itibaren Azerbaycan Devlet Televizyonunda yaptığı “Ana dilimiz” programı bağımsızlık bilincimizin güçlenmesinde önemli role sahip oldu. Her hafta programın sonunda seyircilere veda ederken telaffuz ettiği “Hoşça kalın” ibaresinin o dönemde sansüre takılmaması seyirciyi memnun ettiği gibi galiba Ali İsa Hoca için de son derece zevkli vedalaşma oluyordu. Çünkü “Hoşça kalın” ibaresiyle seyirciye veda etmek o dönemlerde artık Azerbaycan´da da izlenmeye başlayan TRT kanalının üslubunun aynısydı. Bir Türkolog, bir Türkçü insan için bundan büyük hangi mutluluk olabilirdi?
1987 yılında savunduğu “Azerbaycan Türkçesinde Zarf” konulu tezle Prof. Dr. ünvanı alan hocam Ali İsa Şükürlü istiklal ve bağımsızlık mücaledemizin saygın fikir ve düşünce önderlerinden biri olarak haliyle meydan ve kürsülerdeki yerini aldı. Zaten istiklal ve bağımsızlık idealine öncelikle doğduğu evde sahip olmuştu, babası 1918-1920 Milli devletimizin ordusunun askeriydi. O nedenle meydan ve kürsülerdeki konuşmalarına kendisi için gurur kaynağı babasını örnek göstererek başladı, işgalci ordunun Azerbaycan´a geldiği sırada trenin geçeceği dar köprüyü havaya uçurmamasının verdiği pişmanlığı babası Cebrail Bey, Ali İsa hocama anlatmıştı, hocam ise babasından dinlediklerini toplumumuzla paylaşırken bağımsızlık ve istiklal mücadelemizde “Bir daha pişmanlık yaşamamamız gerektiğini” her fırsatta vurguladı. 18 Ekim 1991´de bağımsızlık ilan ettik, bir süre sonra Türkiye´den gelen üniversite öğretim görevliliği önerisini geri çeviremeden Kars´ta kısa süre çalıştı. Yeniden ülkemize döndüğünde toprak bütünlüğümüzü savunma uğruna verdiğimiz mücadelenin son evresinde bulmuştu kendini. Yine yazdı, yine konuştu, istiklalimizi savunmak için yapabileceği her şeyi yaptı. ‘Eski Türk yazılı anıtlarının dili´ kitabını genişleterek yeniden yayınladı, bir aydın sorumluluğuyla güncel basında toplumsal meselelerimize ilişkin yazıları çıktı, babasından gelen çizgiye sadık kalarak muhalefet partisi sıralarında siyaset yapmaya çalıştı, bunun anlamsızlığını görüp yeniden bilimsel çalışmalarının başına donduğu sırada aniden ortaya çıkan hastalık kendisini alıp götürdü. Tarih 22 Mayıs 2007´yi gösteriyordu.
Eski Türk yazıtlarının araştırlması alanında Türkiye´de en çok alıntı yaptığı ve tartışmalara girdiği Prof. Dr. Talat Tekin 2014´de hayata gözlerini yumdu. Orkun Anıtları´nın dil özelliklerini inceleyen bilim insanımız (Türkiye´de ve Azerbaycan´da) kaldı mı?
Bilmiyorum.
Sadece hocam Prof. Dr. Ali İsa Şükürlü´nün aziz hatırası önünde eğilmek geçiyor içimden. . .