Dr. Yaşar Kalafat


Bölge Türklüğünde İran Bir Kaldıraç Kolu Mu?

Türkiye´de “akraba topluluklar” ve “soydaş topluluklar” gibi tanımlara dahi yeterince açıklık kazandırılamadığı hatırlanmalıdır.


 

 

Yaşar KALAFAT(*)

 

Millî sınırlar içerisindeki etno-sosyal yapınızı bilmeniz kadar genel Türk kültür coğrafyası ve özellikle birinci kuşak ülkeler itibariyle de bu yapıyı bilmek durumundasınız. Bu zaruri ihtiyaç, sizin millî bekanız için gerekli iken, emperyalizmin oyun kuruculuğu karşısında oyuna gelmemeniz için de aynı derecede önemlidir.

Millî sınırlar içerisinde birlikte yaşanılan halklar hakkında gerekli bilgi edinilemediği için oyun kurucu olunamamış, bu halklardan emperyalizmin safında yer alabilenler Türkiye için bölgesel sorun konumuna getirilmişlerdir.

Bu tespit, bu deneyim, göz ardı edildiği sürece, topyekûn millî gücün etno-sosyal avantajları, dezavantaja dönüşmeye yüz tutmakla kalmaz, domino teorisinin doğal bir sonucu olarak, Türk kültür coğrafyasını ihtilaflı halkların coğrafyasına dönüştürebilir. Bu noktada emperyalizmin uygulaya geldiği yöntemlerin yakından incelenmesi zarureti vardır. Türkiye´de son çeyrek asırda faaliyet göstermekte olan strateji merkezlerinin önemi bize göre artmaktadır. Üniversite çevreleri ile strateji merkezlerinin dayanışması bu noktada fevkalade önem arz etmektedir.(1)     

İran Türklüğü, bilhassa kırsal kesim ve esnaf çevresinde kendisini öncelikli olarak Şiî-Caferî İslâm´a mensup bir Müslüman toplum olarak görür. Bu tespit İran parlamentosu ve üst seviyeli bürokratik kesimdeki Türkler için de geçerlidir.

Bu kesimlerde İran´lığa mensubiyet de gelişmiştir. İran kültür ve medeniyet coğrafyasına mensup olmak, mensubiyeti vatandan hareketle belirleme tercihi, ortak kimliği oluşturan hususlardan birisidir.

Fars olmak ise toplumun millî kimliğinin derinliğine oturtulmuştur. Bu süreç ne zaman başlamıştır, Fars olmak ve İran´lılık ne zaman aynılaştırılmış, İranî olmak ile İranlı olmanın farklılığı, siyasî İran coğrafyası ve Şehname´deki İran coğrafyası bağlantısı gibi hususlar İran´da kimlik konusunun anlaşılmasında önem arz ederler.

İran, terimlerini kendi siyasî hedefi istikametinde oluşturmuş, geliştirmiştir. İran milleti ile Fars olmak kastedilir olmuştur.

İran Türk etnik kesimlerinde, Türk olduklarının farkındalığı; Türkmen, Karapapak, Kaşkayi, Halaç (Uygur-Oğuz), Şahsevenler/Elsevenler (Bir boy olmaktan ziyade bir döneme mahsus siyasî oluşum), Biçar ve Qorveler, Avşarlar, Bıçakcı, Sungur (Ehl-i Hak) gibi Türk kesimlerin kimliğine mensup olmaktan daha sonra gelir. Ortak Türk millî kimliğini paylaşmış olmak, daha ziyade bir kısım aydınlar ve üniversite gençliğinde vardır. İran Türk kesimleri arasında Türk kimliği konusunda duyarlılık aynı değildir. Halaç Türk kesimde Farslılaşma daha yoğun olup, Türkçenin unutulmaya başlandığı şeklinde tespitler vardır.  Güney Azerbaycan´da Türkçe ile ilgili yapılan çalışmalarda daha hassas davranılmaktadır. Kirmanşah ve Hemedan´da bu konuda farklı bir bunalım yaşandığı ifade edilir. Yer yer “Asıl Türkler”, “Biz Türkler” anlayışı ile karşılaşılır. İran-Irak savaşında çok bedel ödeyen Türk kesimlerin kimliğinde geçici de olsa etkilenme olmuştur. Tebriz ve Erdebil arasındaki Türkiye Türkçesine geçiş konusundaki ihtilafı yönetimin tahrik ettiği kanaati yaygındır.

İran Azerbaycan´ı bölgesinde “Azerî” olma değil, “Türk” olma övünç ve mensubiyet ifadesidir. Bu tanımla Azerbaycan´da, İran Türk bölgelerinde ve Türkiye´de onay görmemesine rağmen tarafların resmi söylemlerinde de yer alabilmektedir. İran Türklüğüne dair verilen bir kısım bilgilerin ise yanıltma maksatlı olduğu kanaati yaygındır.

İran Türklüğünde millî kültürel kimliği halk kültürü temsil eder. İran´da Türkçenin beslenme ve varlığını sürdürebilmesinde, yegâne kaynak da İran Türk halk kültürüdür. Bu kültür, göçebe ve yarı göçebe Türk toplumları yerleşik yaşama geçirildiği nispette, resmî Fars kültürü içerisinde erimektedir.

İran Türklüğü dinî kimlik olarak büyük çoğunluğu ile Şiî-Caferî İslâm´a mensup olmakla beraber, Sünni İslâm´a mensup olan kesim ve ayrıca Kızılbaş olarak bilinen Safevî Şia´sına mensup olan kesimler de vardır.

İran sanat tarihi, İran mimarisi, İran arkeolojisi, hatta İran mitolojisi çalışılmadan İran´ı akademik anlamda tanıyabilmek çok zor olur. İran Edebiyatı da bilinebilmelidir. İran Türk Edebiyatının konumu o takdirde daha net görülebilecektir. Bu ilmî disiplinler itibariyle İran´ın Türkiye´yi yeterince tanıdığını söylemek zor değildir.

İran Türk edebiyatının temelini ve iskeletini, sözlü kültür, halk edebiyatı teşkil eder. Bu kural çok kere genel bir özellik iken, kültürel baskı altında tutulan toplumlarda bu süreç uzar ve derinleşir. Saz şairliği, destan geleneği ve diğer halk edebiyatı alanlarında emekleme döneminde olan bu edebiyat giderek roman, hikâye, şiir, türü eserler de vermeye başlamıştır. Varlık Dergisi ve onun etrafında oluşmuş dil ve edebiyat çalışmaları da yapılmaktadır. İran Türkoloji´sinin akademik çalışmalar itibariyle değerlendirilmesi henüz yapılamamıştır.

Bu konuda, İran Türklüğünün Azerbaycan ve Türkiye ile olan sınırlı ve yüzeysel dayanışması bir dönem için geçerli olmuş, İran´dan, diğer ülkelerde yapılan bu alandaki etkinliklere katılma konusunda koyulan katı sınırlamalardan sonra bu sınırlı dayanışma bir hayli düşmüştür.

Son dönemlerde, İran´da vatandaşlıktan çıkan ve çıkarılan Türklerin, Avrupa ülkeleri ve Türkiye´de yayın hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları da görülmektedir.

İran Türklüğü için edebî çalışmaların yayına dönüştürülme imkânı oldukça sınırlıdır. Zaman zaman Farsça, Farsça-Türkçe belirli tirajlı, kısa ömürlü dergi ve gazeteler şahsî imkânlarla çıkarılabilmektedir.

Halk edebiyatı alanında yerel derlemeler yapılmaya başlanmıştır; masal, ninni, atasözü gibi farklı halk edebiyatı türlerinden alınmış örneklerden oluşan antolojilerin sayısı, mevcut şartlar dikkate alındığında, küçümsenmeyecek nispette artmıştır.(2)

Halk edebiyatı alan çalışmalarının akademik bir içerik kazanmaları konusunda küçük çaplı da olsa, olumlu gelişmeler de vardır.

Azerbaycan´da ve Türkiye´de İranlı Türk gençlerin edebiyat alanında aldıkları akademik eğitim; bir akademik plana bağlı, süreklilik arz edebilen, geleceğe yönelik gelişmelerinin takip edilebildiği düzeyde olduğu söylenemez.

İran Türkoloji çalışmalarının faaliyet sınırları belirlenirken, siyasî oryantalizmin yaklaşım ve yöntemleri iyi bilinebilmelidir. Kanaatimizce; bütün kültürler yaşama hakkına sahip olmalı, birlikte yaşayan halkların kültür stratejileri karşılıklı demokratik saygıya dayanabilmelidir.

Uygulamada, emperyalist kültür stratejileri yöntem olarak izlenmek suretiyle, emperyalizmin kültür stratejilerinden güç alınarak, antiemperyalist kültür stratejileri geliştirilemez.

 Bize göre, aynı zamanda, birlikte yaşayan halkların kültür hayatının yaşam bulması hakkı kadar, ortak bölgesel kültürel kimlik de saygındır.

 Birlikte yaşayan halkların kültürel hayatları ne derece güçlü yaşama şansı bulurlar ise, halkların kültürel hayatlarında, o derece yakın tanışma ve dayanışma ortamı doğar. Bölge halkları, kültür kimliklerini yaşatma imkânı bulurlar. Sonuçta aydının halkını ön şartsız tanıma ortamı oluşur. Bu sur, emperyalizmin aşamayacağı en büyük engellerdendir.

Bu antiemperyalist surun patenti millîdir. Gelişebilmesi için, emperyalizmin teknik donanımına, patentine, sermeye desteğine, proje onayına muhtaç değildir.

Bu, sosyal bilimler içerikli millî sanayide; halk ozanı sayısınca proje mühendisi, ağıt söyleyen sayısınca üretim merkezi vardır. Her acıyla bir destan yazılır ve her destanla halk kesimlerinde kenetlenme güç kazanır.

Halklar, halk kültür değerlerini millî vahdetleri istikametinde kullanamadıkları sürece, bu var olma ve korunma silahı, zaman içerisinde halkların ihtilaf ve imhalarına yönlendirilir.

Fars ve Türk kültürel geçmişleri, karşılıklı kültürel etkileşimler sonucu, ortak medeniyet havzası oluşturmuştur.

Emperyalizmin bölge halkları arasına sokacağı ihtilaf tohumlarına karşı, bölge halkları antiemperyalist cephe oluşturarak, bölgesel kültürel mirasa sahip çıkmakla kültürel kimliklerine, giderek ortak millî kimliğe sahip çıkmış olurlar.

Bölge ulus devleri arasında tarihin derinliklerinden gelen bir kültür köprüsü vardır. Bölge dışı emperyalist güçler, bu köprüleri yıkabilmek için, bölge halkları arasındaki mevzii kültür farklarından hareketle ihtilaf unsurları geliştirirler.

Kültür havzalarının, emperyalist çıkarlar karşısında ittifakının önünü kesmek tarzındaki bir uygulama, aralarında ittifak kuramamış halkların antiemperyalist gücünü ve direncini yok eder.

Irak´ta yağmalanan, imha edilen bölgesel kültürel mirasa, şimdilerde Suriye paftası da eklenmek istenmektedir. Böylesi bir tehdit karşısında İran ve Türkiye´nin medeniyet varisleri eşit derecede mesuliyet sahibidirler.

Madalyanın diğer yüzüne gelince; Anadolu Türk aydını, İranlı Türk´ün kültürel geleceğine demokrasi çerçevesinde ilgi gösterirken, bu konuda siyasî sınır ötesi politikası ile ülkesinde birlikte yaşadığı halklara karşı uyguladığı politika arasında, gerçekçi bir tutum takınmak durumundadır. Birlikte yurtiçinde yaşanılan halklara uygulanan strateji ile yurtdışında yaşamakta olan soydaşlarına yönelik takındığı tavır çelişki içermemelidir.

Türkiye´de “akraba topluluklar” ve “soydaş topluluklar” gibi tanımlara dahi yeterince açıklık kazandırılamadığı hatırlanmalıdır.

Bu hususa bağlı olarak, şu noktanın da açıklanması gerekecektir. Türkiye´nin, İran etno-sosyal yapısının bir parçası olan soydaşlarından Türklere yönelik kültür stratejileri, İran´daki Pers ve Türk olmayan Lurlar, Araplar, Gilakiler, Tabariler, Beluciler, Talişler gibi etnik kesimleri yok sayarak uygulamaya geçirmek, gerçekçi bir davranış olmayacaktır, olamaz.

Halkların, halklar arası ittifakı, halkların halklar arası ihtilafı, bu ihtilaf ve ittifakların devletin yanında veya karşısında olması, halklar-emperyalizm bağlantılı denklemin ana unsurlarıdır.

Özetle, geliştirilecek kültür stratejileri, ülkenizin ve ilgili ülkenin dil, din vs. bakımlardan sosyo-kültürel yapısı konusunda yeterli bilgiyi gerektirir. Strateji geliştirmeden evvel, çok zengin ve sürekli yenilebilir bir bilgi bankasının oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Bu nedenle de donanımlı strateji merkezi sayıları artırılmalıdır.

Bu konuda bir diğer önemli husus; İran´a, “daha güçlü bir İran kapısı”nın açılabilmesinin ortak yöntemlerinin önerilmesidir.

İran ülkesinin ikinci büyük çoğunluğunu teşkil eden Türklere, anadilleri ile eğitim ve yayın dili hakkı konusunda kapı aralamakla, bölgedeki gücünü birkaç katına çıkaracak, bölgesel güç olmasını, kendisine yapması önerilen kültür devriminin temelleri üzerine atmış olmasında bulabilecektir.

Türkiye´de Farsça eğitim alabilme, yüksek eğitim müfredatında yer alabilirken; “İran Türk kültürünün, İran eğitim sisteminde hayat bulmasının, İran için tehdit oluşturmadığı” şeklindeki yaklaşım tarzı, geliştirilecek stratejinin merkezinde yer alabilmelidir.

Bir başka husus ise; Türkiye´nin İran Türklüğüne yönelik stratejileri, doğal olarak genel Türk kültür coğrafyası halklarından tamamen bağımsız düşünülemez. Özellikle İran Türklüğü konusunda atılacak adımlar, Azerbaycan ve Türkmenistan kültür stratejileri ile koordineyi ve İran Türklüğüne dair bu iki ülkenin stratejilerinin bilinmesini gerektirir.

İran Türk lehçeleri Türkiye dilbilimcileri tarafından incelenmeye başlanmıştır. Biz, dilbilimi-halkbilimi bağlantılı bir iki noktaya değinmek istiyoruz.

Ortak İran Türkçe sözlüğü ilkin Türkiye´de hazırlanabilmeli. Bu noktada ilk denemeler “Ortak Türk Halk kültürü Sözlüğü” olabilir. Bu neviden sözlükler giderek geliştirilebilir. İran Türk kesimlerinde insan ismi sözlükleri yapılmaya başlanılmıştır.(3) Biz, Türk kültür coğrafyası Avşar halk kültürü sözlüğünü denerken(4) çalışmamızda doğal olarak İran Avşarlarını da kapsamına almaya çalıştık.

Ortak Türk halk kültürü sözlüğü çalışmasına öncelik tanınması şeklindeki görüşümüzün sebebi, Türklüğe mensubiyet romantik dönemini üniversite gençliğinde yaşamakta olmasına rağmen, İran Türkçesi, İran Türk kesimlerinde, halen halk dili olarak varlığını göstermesindendir.

İran Türkoloji uzmanı yetiştirebilme konusunda, ilkin Türkoloji´nin kapsamına giren ilmî disiplinlerin tespiti gerekecektir. Türkiye´de ilgili kesimin büyük çoğunluğu hala Türkoloji´nin alanını Tarih-dil ve edebiyatla sınırlı tutmaktadır.

Bize göre, Türkoloji´nin kapsamına sosyal bilimlerin bütün dalları öncelikli olmak üzere, tüm bilim dalları ilgileri nispetinde dâhil edilebilmelidir. Türkoloji tanımının sadece üniversitelerin belirli fakültelerine mahsus bir sözcük olmadığı noktasında anlaşmaya varılabilmelidir. İlmî Türkoloji´nin yanı sıra, Türklük bilgisi, her seviye ve kesimde bir mensubiyet ifade edebilmelidir.

Sevindirici bir gelişmedir ki, kültürün ve Türklük bilimin ayrı ayrı ve o derece önemli stratejik objeler olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Bu noktada, Türkoloji sadece dar anlamda muayyen ilim dallarının araştırılıp belirli eğitim müfredatlarında yer almakla kalmayıp, diplomasiden toplum sağlığına varıncaya kadar, alanlarının ilgisi nispetinde kapsamlarında yer alabilmelidir. Keza daha evvel Türklüğün bir ırk veya kavim olma anlamından önce, onun bir kültür, bir medeniyet tanımlaması olduğu noktasında anlaşmaya varılmış olması gerekir.

Bu gerçek kavranılmadığı sürece, açık kapı politikasının ülkeye getirisi-götürüsü, Türklük biliminin alanı dışına itilmiş olacaktır. Komşuları ile sıfır sorunu olduğu savunusunun Türk ve Türkoloji tanımı açıklık kazanamamıştır. Sıfır sorun sürekli karşılıksız ödün vermekle değil, bölge dışı oyun kuruculara oyun alanı oluşturmamakla sağlanabilir. Bize göre ülkelere ve dönemlere göre Türkoloji değil, millî politikaların belirleyici özelliğine sahip bir Türkoloji tanımında birleşilebilmelidir. Yatay ve dikey Türkoloji de Türk millet hayatında o takdirde anlam kazanmış olur.

Bu noktada Türklük bilimi, sadece Türkçeyi değil, birlikte yaşanılan halkların dillerini de araştırma alanı kapsamına alacaktır. Keza birlikte yaşayan halklar, Türkoloji kapsamında halkların kültürlerini, birlikte, içerisinden yetiştikleri halklar adına, milletin tüm kesimlerini incelemiş olacaklardır. Kültürel farklılıkları ve aynılıkları ile ortak varisi oldukları kültürlerine sahip çıkabileceklerdir. Birlikte yaşayan halklar kültürlerinin araştırılıp yaşatılabilme imkânlarını, Türkoloji kapsamında arama durumuna girecektir. O noktada Türklüğü oluşturan akraba toplulukları arasında, ihtilaf çıkarma konumunda olan emperyalizm, kültür akrabası halkların ittifakı ile karşılaşmış ve karşılanmış olacaktır.

Türk halk kültürü Anadolu´da sadece uygulanan birtakım dinî pratiklerden oluşmamıştır. Bu uygulamanın sofistik bir boyutu da vardır. Bu boyut Türk elleri halk kültürüne derinlik, mitolojik boyut kazandırır, harç özelliği üstlenir. Bu harcın karışımında, İran Türk kültür coğrafyasında farklılık da arz edebilen katkılar vardır.

Anadolu´da, ana dilleri farklı da olabilen kesimde, kimlik konusunda bu uyum sağlanabilse idi, emperyalizmin silahlandırıp, karşılıklı savaşa ittikleri bölge halklarının namlusu, emperyalizme dönmüş olurdu.

Bu uygulama adeta, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh tüm vatan toprağıdır” anlayışının Türk kültür coğrafyasına yönelik kültür stratejisine yansıtılmasıdır. Bu satıh, bölge halkları adına sürdürülen antiemperyalist stratejilerde tüm bölgeyi anlatır.

Bu stratejik yaklaşımda, millî irade, milletin iradesi, gücünü milletten alır, anlayışının kültür hayatına, kültürel kimlik anlayışına uyarlanmasıdır. Kanaatimizce, kimlik içerikli antiemperyalist bölgesel mücadelede, millî iradeye bölge halklarının ittifakından yana olan, sosyal bilimler alanı öncelikli her branştan aydınlar öncülük yapabilirler.

Millî stratejilere ilmî boyut kazandıran akademik muhtevadır. İran Türklüğünü akademik bir zeminde ele alabilmek, İran Türkoloji´sinin oluşturulması ile mümkündür. Türklük ve Türkoloji konusundaki açıklamalarımız esas alınarak İran Türkoloji´si oluşturup ikmal edilebilir. İran bilgi veri tabanı, İran bilgi bankası gibi hususlarda, gerekli ikmal yapılabilmiş olmalıdır. Böylece İran ile ilgili duyulan bilgi eksikliği ortaya çıkarılmış olacaktır. Giderek, muhtemelen bilgi ikmal kanallarının oluşturulması cihetine gidilecektir.

İran Tük halkbilimi çalışmalarının yayına dönüştürülmeleri imkânı, fevkalade sınırlıdır. Televizyon ve radyo, tiyatro imkânları yoktur, çanak anten kullanımı imkânları da ciddi kontrol altındadır.

TRT Avaz İran Türk halk kültürüne, dünya Türklüğünün kültür coğrafyası kapsamında, Türkiye İran Kültür Anlaşmalarından hareketle yer verebilmelidir. Keza Türkiye´deki akademik yayın hayatı kapılarını İran´daki meslektaşlarına da açabilmeli. Bu sahada internet imkânlarına işlerlik kazandırabilmelidir. TÜRKSOY veya ilgili kuruluşlar tarafından benzeri ülkelerle ilgili olarak yapılabildiği gibi İran Türkoloji´si kitabı yaptırılabilir.

Genel stratejik ilkelerde belirtildiği gibi, bu ve benzeri etkinlikler, ortak bölge kültürünün inkârı, imhası anlamı taşımamalı, bölge dışı ülkelerin, bölgeye yönelik egemenlik alanı oluşturmalarına alet edilememelidir.

 

 

 /resimler/2021-12/6/1146180299834.jpg/resimler/2021-12/6/1152376121587.jpg

 

         

 

 

 

 

*Dr., Halkbilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi.

1.02-04 Mayıs 2019 tarihleri arasında, Nevşehir´de Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi ve İran Araştırmaları Merkezi tarafından düzenlenen İran Araştırmaları Çalıştayı, ilgili akademisyenleri ve kültür stratejistlerini bir araya getirerek bize göre verimli bir çalışma örneği vermiştir.

2.Yaşar Kalafat, “İran Türkoloji´sinde Halkbilimi Çalışmaları ve Genel Türkoloji İçerisindeki Yeri”, IV. Uluslararası Halk Kültürü Sempozyumu (29 Eylül-01 Ekim 2016, Ankara).

3. Abdullahoğlu Ferhat Cavadi, Türkçe İnsan Adları 1-2, Urmiye 2003.

4.Yaşar Kalafat-Âdem Balkaya, “Kelime Derleme Kaynağı Olarak Halk Kültürü Verileri: Avşarlar Örneği”, www.yasarkalafat.info 

 

 

 

 

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım

David Stepanyan: Ermenistan-Türkiye sınırı er ya da geç açılacak... Husumet sayfasının çoktan kapanması gerekirdi

Hiçbir sıkıntı bizi yarı yolda bırakamaz

Bakan Fidan'dan dikkat çeken açıklamalar: Esad ile görüşmeye hazırız

Elhan Mehdiyev: Azerbaycan, Rusya'nın pozisyonuna karşı çıkmayı düşünmüyor

Coni niye Kıbrıs’ta?

Kanlı 12 Eylül darbesinin üzerinden 44 yıl geçti