Selim Çoraklı

Tarih: 28.07.2016 09:34

Darbe Ahlaksızlığı!

Facebook Twitter Linked-in

 

Baştan şunu belirteyim:

“Darbecilik, darbe girişimi veya halkın tercihleriyle oluşturulan demokratik bir sistemi herhangi bir yöntemle bertaraf etmeye çalışmak en büyük bir ahlaksızlıktır; insanlıktan nasibini almayanların sergiledikleri bir alçaklıktır. Bütün darbeler ve darbeciler en ağır şekilde cezalandırılmalı ve bir daha darbe girişimine teşebbüs edilemeyecek hale getirilmelidir.”

Darbecilik bir ahlak inhirafı olmasına rağmen maalesef bugün dünyanın neresine bakarsak bakalım, özellikle sosyal, siyasi ve hukuki olarak müesseseleri, yani “Yasama-Yürütme-Yargı” erkleri yerine oturmamış toplumlarda darbeler adeta sıradanlaşmıştır. Ülkemizde her ne kadar Anayasa´sında “Demokratik, sosyal bir hukuk devletidir” yazsa da, müesseseler tam anlamıyla yerine oturmadığı için son 50-60 yılda birçok kez kesintiye uğramış ve ilerlemeyi hedefleyen ülkemizin yolu bir kısım darbe heveslisi “Haramiler” tarafından kesilmiştir.

1960, 1971, 1980 ve 1997, 2003, 2007 ve nihayet 15 Temmuz 2016 tarihlerinde bu eşkıyalar tarafından gerçekleştirilen darbelerin/darbe girişimlerinin ülke gündemine gelişlerinin bazı ortak özellikler taşıdığı görülmektedir. Bunların başında da (dış güçleri saymazsak) azınlık özel sektör dediğimiz ve ülke kaynaklarını sömüren sermaye grupları gelmektedir. Zikredilen gruplar türü ne olursa olsun kendi menfaatlerini, ülke ve millet menfaatinden üstün gördükleri için, menfaatlerinin sarsıldığı dönemlerde ellerindeki güçleri (Medya, sermaye, ordu vs.) kullanarak darbe yapmışlardır.

Darbelerin ortak özelliği, egemenliğin halktan alınıp belli zümre veya güçlerin eline teslim edilmesidir. Egemen güçlerin, egemenliklerinin ellerinden gideceği yönündeki endişeleri de, her zaman yeni darbelere zemin teşkil etmiş ve yapılan hareketlerin temel sebeplerinden biri olmuştur.

Darbeler, özgürlüğün, özgürlük de darbelerin baş düşmanıdır. Nerede istibdat var ise orada mutlaka istikrarsızlık ve darbe vardır. Darbe, toplumun doğal akışının, zor kullanılarak, dış müdahale ile kesilmesi veya yön değiştirilmesidir. Yapılan müdahale ne kadar iyi niyetli olursa olsun, fıtrata yapılan müdahale her zaman daha büyük rahatsızlıklara neden olmuştur. Dünya ve özellikle de ülkemiz tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Rahmetli Üstat Necip Fazıl ülkemizde kotarılmak istenen darbe mantığını anlatırken şu muazzam tespiti yapar: “Bizde, ihtilal değil de, ihtilal taklidi hareketler, Tanzimat´tan sonra başlar, hep (Türkün askerlik mayasını tenzih ederiz!) ordudan gelir, ordunun silah ve hazır teşkilat Manivelasından faydalanarak yapılır ve hiçbiri halka mal edilemez; Noel ağacının balmumundan suni yemişleri gibi kalır. Türkiye inkılâpları üzerinde toplu hüküm şudur ki, Türkiye´de belli başlı bir fikir ve gaye uğrunda ve ihtilal çapında hiçbir ciddi hareket olmamıştır. Tanzimat´tan beri yapılan inkılâplar da halk vicdanına girilmeksizin ve cemiyet rahmine aşılanmaksızın zabıta marifetiyle evlere dağıtılan Batı prosedesi emr ü fermanlardan ileriye geçmemiştir.”

Tarihinde gerçekleştirilen darbelere baktığımızda, ekonomik, siyasi, sosyal ve benzeri alanlarda ülkemizin her darbede en az on yıl geriye götürüldüğüne şahit oluyoruz. Bu açıdan günümüz Türkiye´si, darbeler sebebiyle henüz gelişmiş dünyanın 1960´lı yıllarda geldiği noktayı yakalayabilmiştir. Yine tarihimizde ülkemiz ne zaman bir sıçrama göstermeye başlamış, ekonomik, siyasi ve sosyal yönlerden biraz ilerlemeye yüz tutmuşsa, yolu hep darbelerle kesilmiştir. Kırk elli senedir süren bu menfur oyun bugün de aynı şekilde sahnelenmeye çalışılmakta ve ülkemizin önü bir kez daha kesilmeye çalışılmaktadır.

Hâlbuki bırakın ülkemiz tarihini, dünya tarihine bile baktığımızda; hangi ülkede yapılırsa yapılsın darbelerin, insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırdığını, ülkeleri siyasi, ekonomik, kültürel vb. alanlarda geriye götürdüğünü ve bir anlamda icra edildikleri toplumun gelişmesini dondurduğunu görüyoruz. Bu anlamda darbeleri, “toplumun tabii akışının zor kullanılarak, dış müdahale ile kesilmesi veya yön değiştirilmesi” şeklinde tarif etmek doğrudur. Bu yönüyle hangi saik ile yapılırsa yapılsın darbeler ülke düşmanlığından ve hainliğinden öteye gidememiştir.

Ülkemizde siyasal rejim olarak “demokrasi” denilen bir sistem tercih edilmesine rağmen, “ulus devlet” anlayışı çerçevesinde ideolojik yapılanmaya gidilmesi sık sık rejimin darbelerle kesilmesine sebep teşkil etmiştir.

1946 yılında çok partili hayata geçildikten sonra, halkın resmi ideolojinin zihniyetine ve uygulamalarına karşı çıkması üzerine, milletin bu eğilimlerinin cezalandırılması için 1960 darbesi yapılmıştır. Ardından gelen 1971, 1980, 1997, 2003, 2007 ve nihayet 15 Temmuz 2016

darbelerinde/darbe girişimlerinde de aynı karakter ve mantığın geçerli olduğu görülmüştür. 1960 darbesi sonrasında darbeciler adına hareket eden bir yargıcın, “Yüce irade böyle istiyor” sözleri darbe ve darbecilerin temel mantığını açıklamaya yeter.

Tabii sürecinde ilerlerken, sadece içine düştükleri endişeler sebebiyle yapılan ihtilalların yapıldıkları ülkelere zarardan başka bir şey kazandırmadığı da ortadadır. Zira 1960 darbesinde hukuk adı altında birtakım maskara mahkemeler ortaya sürülmüş, satılık hukuk adamlarının sahte kararları neticesinde 27 Mayıs tarihi bir yüz karası olarak tarihimizde yerini almıştır.

1971 ve 1980 darbelerinin ardından tarihimize kara bir gün olarak geçen 28 Şubat´ta gerçekleştirilen darbe ise, bütün dünyanın daha çok hak ve hürriyetlere açık hale geldiği bir dönemde, üstelik din düşmanlığı yapılarak gerçekleştirilmiştir.

Ne kadar hazindir ki 15 Temmuz 2016 tarihinde kotarılmaya çalışılan darbe girişimi ise “Allah ile aldatan” bir ahlaksız bir grubun imzasını taşımaktadır. Yıllardır ABD´deki Neoconların uşaklığını yapan bu ahlaksız yapı şimdiye kadar yapılan darbelerin hiç birinde görülmemiş bir biçimde tanklarla, helikopterlerle ve uçaklarla halkın üzerine ateş açmış; TBMM´yi, MİT´i, Özel Kuvvetleri, Polis Özel Hareket Merkezi´ni, emniyet müdürlüklerini ve ülkenin birçok stratejik kurumunu bombalama ahlaksızlığını sergilemiştir.

Bütün darbelerin arkasında ABD ve Batı´nın olduğu açıktır. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası ABD Başkanı Carter´in “Bizim çocuklar başardı” sözü hala hafızalarımızda canlılığını korumaktadır. Ançak bu kez Devlet Bahçeli´nin, “12 Eylül´de sizin meşru çocuklarınız kazanmıştı; bu kez sizin gayr-i meşru çocuklarınız kaybetti.” sözü bu darbecilerin kaynağını ve karakterini gösterme bakımından çok değerlidir.

Her beş darbenin arkasında belli bir rantiye grubunun olduğu çok açıktır. Bu sebeple darbelerin hukuk, insan hak ve hürriyetleri konusunda açtığı tahribatların yanı sıra toplumun sosyal, ahlâk yapısı ve özellikle de ekonomisi üzerinde yaptığı tahribatlar çok büyük olmuştur. 28 Şubat´tan sonra türeyen vurguncuların, soyguncuların ve hortumcuların çokluğu anlatılanların en müşahhas misali olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü her darbe soyguncusu, vurguncusu ve hortumcusunu da beraberinde getirmiştir.

Darbelerin birbiri ardına gerçekleştirilmesinin en önemli sebeplerinden biri de darbecilerin cezasız kalmalarıdır. Darbecilerin cezalandırılmamalarının en büyük sorumlularından biri elbette siyasi iktidarları ellerinde tutmalarına rağmen bir türlü iktidar olmayı beceremeyenlerden başkası değildir. Gerçekte iktidar oldukları dönemlerde ülkenin tabii seyrini değiştirip darbe yapanlar cezalandırılma yoluna gidilseydi, tarihimize kara leke olarak geçen birçok hadise zuhur etmez ve rejimin içerisinde “Devlete rağmen devlet olan güçler” türemezdi. Böyle yapılmadığı için rejimin tabii seyrini değiştirmek ve yerine farklı bir yönetim biçimi kurmak “Anayasal bir suç” olmasına karşılık, darbelerin failleri hiçbir zaman cezalandırılamadı. Aksine her darbeyi yapan halkımızın değimi ile “Bir elleri yağda, bir elleri balda” bir hayat sürmeye başladı. Bunun en müşahhas misali 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren´in emekli olduktan sonra yaşadığı hayat ile 28 Şubatçı generallerin özellikle bazı bankaların üst yönetimlerinde görev alarak elde ettikleri rantlarıdır.

21. yüzyılda gelinen noktaya baktığımızda seksen senelik süreçte yapılanların bir neticeye gitmediği ve ülke problemlerine bir çözüm getirmediği görülmektedir. Bu da her on-on beş yılda bir nükseden darbeci zihniyetin iflas ettiğini gösteren en müşahhas delildir. Zaten zikredilen bütün ihtilallara baktığımızda yıktıkları çok şeyler olmasına karşılık maalesef, yaptıkları hiçbir müspet hizmet görülmemesi darbelerin çözüm olmadığını ortaya koymuştur.

Gelinen süreçte yapılan ihtilalların neticesine baktığımızda darbelerden memnun olan ve şikâyet edenleri kimliklerine bir göz atmamız, halkımızın nasıl bir manzara ile karşı karşıya kaldığının en iyi göstergesi olur. 

Ülkemiz kırk yıldır önü kesile kesile ekonomiden, siyasete, sosyal hayattan topyekûn kalkınmaya kadar hemen her alanda dünya ülkeleri sıralamasında hep gerilerde kaldı. Onun için ülkemizin gelişmesini ve bir daha da darbe heveslilerinin iktidara el koymasını engellemek için bir an evvel herkes harekete geçmeli ve ülke düşmanlığı olan darbeyi yapanların yargılanacakları bir zemin oluşturulmalıdır. Bu gerçekleştirilemediği takdirde daha çok darbelerle karşılaşmamız ve şimdiye kadar ülkeyi geri götüren 1960, 1971, 1980 ve 1997 gibi nice tarihlerde menfur olaylara bir yenisini daha eklememiz işten bile değildir.

İnşallah bir sonraki yazımda ülkemizde kotarılan/kotarılmak istenen darbelerin tarihini ve arka planlarını aktarmaya çalışacağım.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —