Prof. Dr. Mustafa SEVER
Her icadın kişi ve toplum açısından olumlu işlevleri yanında, istismar edildiğinde de olumsuz işlevleri söz konusudur. Bu açıdan televizyon, bir yandan toplumun bütün bireyleri için öğretici, bilgilendirici, örnek oluşturucu bir araç iken diğer yandan haberler, reklamlar, magazin, dizi filmler, vd. yoluyla hemen her şeyin popülerleştirilerek tüketilmesini hedefleyen tüketim kültürünün pazarlama mekânı hâline de gelebilmektedir.
Tüketim kültürünün temel özelliklerinden biri insanları manipüle edici oluşudur. Özellikle insanların iş, okul, vd. dışındaki yaşamlarını hedefleyen kültür endüstrisi, televizyonu insanları yönlendirmede bir araç olarak kullanır. Bu kullanmada pek çok içerikte değişik program yanında dizi filmler ayrı bir öneme sahiptir. Dizi filmler, izleyenleri biryandan eğlendirir, bilgilendirir, rahatlatırken diğer yandan dinî, ahlâkî, ekonomik, siyasî, vb. inanç ya da anlayışa yönlendirir. Milli ve toplumsal değerlerin yozlaşmasına, tüketimde ölçüsüzlüğe, toplumsal yapının bozulmasına, vb. neden olabilecek inançlar, anlayışlar, çok kolay yoldan, dizi filmler yoluyla halkın normali hâline gelebilir.
Çalışmamızda dizi filmlerin toplumsal yaşamdaki olumlu-olumsuz etkileri üzerinde durulacak; dizi filmlerin arka planındaki düşünce ve hedefler araştırılacaktır.
Anahtar sözcükler: televizyon, dizi filmler, toplumsal değerler, tüketim
Abstract
Background of Series Movies
Television, one of today's most important means of communication, is an instrument that has an intense influence on people's perception, understanding, thinking and actions of the environment in which they live. Since its invention, television has been an effective tool for communication and entertainment, for social structures, for people's socialization, for learning and being informed as individuals, for evaluating their time, for getting away from everyday mess, for relaxation.
Every invention has positive functions for the person and society, and negative functions when it is abused. From this point of view, television can also become the marketplace for a culture of consumption, which aims to popularize and consume almost everything through news, advertisements, magazines, series, etc.
One of the fundamental features of a culture of consumption is that it is manipulative. In particular, the cultural industry, which targets people's lives outside of work, school, etc., uses television as a tool to guide people. In this use, the series films have a distinct significance in addition to the various programmes in many contents. The series, on the one hand, entertains, informs, relieves the viewer, while on the other hand, leads to religious, moral, economic, political, etc. beliefs or understanding. Beliefs and perceptions that can lead to the corruption of national and social values, to excessive consumption, to the degradation of the social structure, etc., can easily be normalized by the public through a series of films.
Our work will focus on the positive-negative impact of the series on social life, and explore the thoughts and goals backgrounds the series.
Keywords: television, series, social values, consumption
Giriş
Kültür endüstrisi, kültür ürünlerinin üretiminin, dağıtımının ve tüketiminin egemen ideoloji tarafından rasyonel şekilde düzenlenmiş hâlidir. Bu düzenlenmiş hâlde birey, başta kültürü üreten ve tüketen özne konumundadır; ancak tükettikçe varlığını sürdürebildiği için zamanla nesne konumuna dönüşür. Çünkü kültür endüstrisinin işlerliğini sürdüren güç, kâr güdüsüdür ve kârı en üst noktaya çıkarmak için kültür endüstrisi, kültür ürünlerini planlar, hesaplar, uygular ve kitlelere sunar. Bu sunuşta/uygulamada insânî olan ne varsa, alınan-satılan bir metâ hâline getirilir.
Adorno, kültür endüstrisi için kitlelerin birincil değil, ikincil, hesaplanmış, mekanizmanın eklentileri olduklarını (2011: 110) belirtir. Başta Adorno olmak üzere Frankfurt Okulu olarak adlandırılan eleştirel kuramcılar (Horkheimer, Löwenthal, Marcuse, Benjamin, vd.) boş zamanın, televizyonun, radyonun, gazetelerin, dergilerin endüstrileştiğini, kâr arzusuyla kültürel olan hemen her şeyin alınıp satılabilirliği temelinde kültürel alanın endüstriye dönüştüğünü ileri sürerler. Kültürel alanın endüstrileşmesi, Dellaloğlu’na göre (2005: 25) endüstri toplumu içinde yer alan insanın bir endüstri ürünü gibi görülmesine, dolayısıyla insanın herhangi bir nesne haline gelmesine, yani şeyleşmesine neden olur. Bu “şeyleşme”de genel olarak televizyonun, özel olarak da televizyon dizilerinin seyircide hangi düşünce ve davranış değişiklikleri oluşturacağı ya da oluşturması gerektiği, senaristinden yönetmenine kadar kültür endüstrisi eyleyenlerince planlanır ve uygulanır.
Televizyon yaşanılan süreçte en etkin iletişim, bilgilenme ve eğlence aracı olduğu gibi, küresel ölçekte de insanların düşünme ve davranışlarında köklü değişimlere neden olan bir araçtır; çünkü çok çeşitli yollarla televizyon güncel olanın, popüler olanın, olması istenenin sergilendiği alandır. Williams’a göre (2003: 10) televizyon, kendinden önceki tüm eğlence ve haberleşme yollarını, geleneksel kurumları ve toplumsal ilişki biçimlerini, gerçeklikle ilgili temel algılamaları, kişilerin birbirleriyle ve dünya ile ilişkilerini değiştirmiştir. Bu bağlamda televizyon dizileri kültür endüstrisinin uygulama alanıdır; dolayısıyla televizyon dizileri eğlendirme, boş zamanı değerlendirme gibi işlevleriyle tüketim kültürünün de gelişmesini, yaygınlaşmasını sağlar. Çünkü televizyon dizilerinde hemen her şey insanların “eğlenmesi, haz alması gözetilerek sunulur” (Postman, 2017: 112). Böylelikle insanlar gerçeklikten olabildiğince uzaklaştırılır; “[d]üşünmek televizyonda etkili olmaz” (Postman, 2017: 116). Çünkü televizyonda, özellikle de televizyon dizilerinde görsellik önemlidir. Bu görsellikte, “izleyiciye bir aşinalık, yani zihnî bir gayret sarf etmekten, her yeni bölüm üzerinde kafa yormaktan kurtulma ve yenilik karışımı sağlamakta, kişinin ailesinin üyeleri kadar alışılmış hâle gelen, yinelenen karakterler her hafta yeni, farklı durum ve şartlarla ortaya çıkmaktadır.” (Esslin, 1991: 39).
Dizi filmlerin görünürde eğlendirme, bilgilendirme işlevlerinin arka planında kültür endüstrisinin, dolayısıyla tüketim kültürünün temel hedefleri bulunmaktadır. Her şeyden önce dizi filmlerin kâr elde etme amacı söz konusudur. Kâr amacının arkasından kültürel homojenleşme, yani insanların tek tipleştirilmesi, düşünmeden, tartışmadan, eleştirmeden uzaklaşan, “tüketiyorum, öyleyse varım” diyebilen, bencil, duyarsız, amacına/hedefine ulaşmada her yolu kullanmakta sakınca görmeyen, yaptıklarından, eylediklerinden utanmayan bir insan tipi inşa etme ve bu insan tipini inşa etmeyi sağlayacak bir ahlâk anlayışı geliştirmek gelmektedir; ki esas tehlikeli olan da budur.
Çalışmamızda bu çerçevede dizi filmlerin asıl amaçlarının ne olduğu, bu amaçlar yönünde yapılanların toplumsal yapıda nasıl bir yozlaşmaya, bozulmaya neden olduğu üzerinde durulacaktır.
Dizi filmlerin arka planındaki amaçlar
Dizi filmler, genel olarak haftanın belli bir gününde, 45-60 dakikalık bölümler hâlinde yayımlanan, yanılsamacı (benzetmeci) üslupla olay ve durumları işleyen filmlerdir. Aksiyon, komedi, dram, bilim kurgu, vd. içerikte olabilen dizi filmler, gerçeklikteki olay ve durumları yansıtabildiği gibi, canlandırma (animasyon) şeklinde de olabilir.
Televizyon şirketlerinin sonbahar ve yaz dönemine uygun içerikte hazırladığı ya da hazırlattığı dizi filmler, insanların gündelik iş yaşamından evlerine döndükleri ve boş zaman, dinlenme zamanı olarak adlandırılan akşam kuşağında yayımlanır. Amaç, insanlar dinlenirlerken aynı zamanda eğlenmelerini sağlamaktır. Ancak bu, amacın görünen yanı olup temeldeki hedef ise, insanları içinde yaşanılan gerçeklikten, düşünmekten, güncel sorunlardan uzaklaştırmadır. Durum, izleyenler için kolay olandır; ki bu bir kaçış olup belli bir zaman da olsa içinde bulunulan durumdan uzaklaşmadır. W. Benjamin’e göre (2002: 94) bu bir fanazmagoridir; yani insanın kültür endüstrisinin yönlendirmesiyle hoş zaman geçirmek üzere içerisine daldığı hayâl dünyası, kendine ve çevresine yabancılaşmasıdır. Bu, dizi filmin sanallığında özdeşleştiği kişi olarak yaşadığını sanmadır. Kişi, ürünün/dizi filmin ihtiyaç mı değil mi olduğunu, yaşamındaki işlevsel değerini düşünmez. Bir ürünü satın almanın ve tüketmenin verdiği haz gibi, dizi film de izleyenin fantazmagoriye girmesini kolaylaştırır; kişi kendine ve başkalarına yabancılaşmasının tadını çıkararak, kendini böyle bir dünyanın yönlendirmesine bırakmış olur.
Kültür endüstrisi eyleyenleri, izleyici kitleyi iyi bildikleri için onlara dizi filmler yoluyla “gündelik yaşamı cennet gibi sunar. (…) Eğlence, kendisini eğlencenin içinde unutmak isteyen[lerin] teslimiyeti[ni] daha da artırır.” (Adorno-Horkheimer, 2014: 190). Çünkü, “[k]ültür endüstrisinin ideolojisi sayesinde bilincin yerini uyum sağlama alır.” (Adorno, 2011: 117). Bu uyumun sağlanmasında dizi filmlerdeki sanal yaşamın çok kolay, dolayısıyla dizi filmde sergilenen sorunların çözümünün de kolay olması etkilidir. Dizi film, sergilediği olaylar, karakterler, konuşmalar arcılığıyla insanlara ekonomik sıkıntının, hukukî sorumluluğun olmadığı, gerektiğinde yasal olmayan yollara girilebildiği, karşıtların üstesinden kolayca gelindiği, vd. bir dünya sunar.
Filmin başında dizideki olay ve kişilerin gerçekle ilişkisinin olmadığı ve filmde ürün yerleştirme denilen reklamların olacağı belirtilir; ki bu filmin kurgu ürünü ve kâra yönelik olduğunun belirtilmesidir. Filmin, özellikle seyircinin ilgisini, merakını canlı tutacak yerlerinde reklama yer verilir. Diğer yandan kullanılan her türlü araç ve eşyalar, ideal ölçü ve özellikteki kızlar ve erkekler, oyuncuların tavırları, davranışları, giyim kuşamları, kullandıkları eşyalar ve kullandıkları dil, vd. hemen hepsi bir plan, hesap, hedef ve yaşama biçiminin (inançlar ve ahlâk anlayışı) propagandasının araçlarıdır. Dizi film, kapitalist ekonominin işleyişinde görsel-işitsel bir işlev görür. Çünkü, “[d]izinin [her] bölümü[nün], biçimi ve muhtevası tamamen kitle üretim teknolojisi ve ekonomisinin koşullarıyla belirlenen sınaî bir üretimdir.” (Esslin, 1991: 41).
Dizi filmler halkın eğlenmesi, rahatlaması, gerçeklikten uzaklaşması içindir. Yukarıda da belirtildiği üzere televizyon çağımızın en etkili iletişim ve bilgilenme aracı olduğu gibi en yaygın ve etkili eğlence aracıdır. 1970’li yıllarda TRT marifetiyle, 1990’lı yıllardan günümüze kadar ise, özel TV’lerin kurulmasıyla televizyon, dolayısıyla dizi filmler halkın gündelik yaşamının birçok alanında (tüketim kültürünün, egemen ideolojinin, kimi cemaatlerin dinî, ideolojik görüşlerinin propagandasının, vd. yapıldığı alanlar) olduğu gibi eğlence anlamında da etkili olmuş ve olagelmektedir. Yani, genel olarak halk için televizyon, pek çok açıdan bir bilgilenme, yaşananlardan haberdar olma aracı olması yanında, boş zaman olarak değerlendirilen akşam saatlerinde eğlence sunan bir araçtır. Boş zaman olarak değerlendirilen saatler, özellikle televizyon ve televizyonda sunulan her tür program için en kârlı zaman dilimini oluşturur; ki bu zaman dilimi, kültür endüstrisi eyleyenlerince planlanıp hedef kitle özelliklerine göre şekillendirilir. Adorno’nun deyişiyle “kültürle eğlence kaynaş[tırılır]” (2011: 77).
Kültür endüstrisinin özneleri, yaşanılan süreçte artık küresel ölçekte, uluslararası bir çerçevede başta televizyon olmak üzere bütün iletişim araçlarını, Kellner’in (2013: 173) ifadesiyle insanların boş zaman etkinliklerinin odağına yerleş[tir]mekte, toplumsallaşma (sosyalizasyon) mercileri olarak etkide bulunmakta ve politik gerçekliği dolayımlamaktadır[lar]. Boş zaman olarak akşam saatleri, insanların gündelik sorunlarını unuttuğu, sunulan eğlenceyi edilgen bir tavırla kabul ettiği bir zaman dilimidir. Diğer yandan insanların kendilerini en rahat ve özgür duyumsadıkları, izledikleri karakterlerle özdeşlik kurdukları, ancak aldatılmaya da en açık oldukları bir zaman dilimidir bu zaman. Çünkü, kimi dizilerde abartılı biçimde gerçeklikten uzak olaylar, kişiler, ilişkiler sunulur. Dizi filmlerde gerçeklik, üretilen gerçekliğe dönüşür; yani kurgulanır. Kurguda gerçek olaylar, kişiler, ilişkiler, vd. yeniden düzenlenip amaca uygun hâle getirilir; ki buradaki olumsuzluk ya da Esslin’in (1991: 68) ifadesiyle tehlike, televizyonun ürettiği sahte şuurda yatmaktadır. Bu ise gerçek dünyaya karşı gerçekçilikten uzak, yanılsamalı ve hatta zararlı tavırlarla, belki de en çok dizi filmlerde sunulmaktadır. Dizi filmde, gerçeklik ne ölçüde benzetmeci üslupla sergilenebilirse, insanlar için de dizi filmde sunulanların dışarıdaki dünyanın kesintisiz bir uzantısı olduğu yanılsamasını yaratmak, o denli kolay olur (Horkheimer-Adorno, 2014: 169).
Kültürün, kültür ürünlerinin bir metâ olarak pazarlanabileceği, alınıp satılabileceği, endüstri gibi işletilebileceği anlayışı, Adorno ve Horkheimer tarafından kültür endüstrisi olarak adlandırılır. Bu açıdan televizyon ve dolayısıyla dizi filmler, Maigret’in (2014: 88) verdiği bilgilere göre, izleyicilere sürekli bir baştan çıkarma uygularlar; çünkü onları rahatlatır, hafifletir, düş kurdurur ve umut ettirirler. İzleyicilerin kolayca özdeşlik kurmaları için onlara ideal tipte karakterler ve yaşama biçimi sunarlar. Kolay ve mutlu bir sonu, kurtuluşu düşlettirirler. Televizyon bir duman ekranı, sersemletici bir buhar oluşturur; ki o, modernliğin kara güneşidir, eleştirel akıl ve gerçek kültüre saygı yoksunluğunu insanları aldatarak genelleştirir.
Yukarıda da vurgulandığı gibi, dizi filmler kâr elde etmek içindir. Dizi filmlerdeki kâr sağlama hedefi en çok reklamlar yoluyla gerçekleştirilir. Seyircilerin tüm merak ve dikkatleriyle filmi izledikleri anlarda girilen reklamlar, izleyenleri derinden etkiler; reklamı yapılan ürüne karşı seyredenlerde bir aşinalık, yakınlık hissi yaratılır. Reklamlarla, “gömülü pazarlama” olarak da adlandırılan ürün yerleştirme gibi yöntemlerle, bölüm sonunda sıralanan diziye katkı sağlayan firma adlarıyla izleyenlerde marka bağımlılığı yaratılmaya çalışılır; izleyenlerin belli markalara yönelmeleri, bu ürünlere ihtiyaçları dışında gereğinden fazla para ödemeleri sağlanır. Çünkü dizi filmin yayımı sırasındaki tüm etkinliklerde (reklam, ürün yerleştirme, oyuncuların rolleri gereği giyim-kuşam, tavır, davranış ve konuşma) insanların bilinçaltlarına yönelik (subliminal) mesajlar iletilir.
Bilinçaltı, Cüceloğlu’na göre (2006: 209) insanın farkında olmadığı arzu, istek, dürtü, duygu ve düşüncelerin depolandığı büyük hazneyi adlandırır. Darıcı (2014: 148) insanların gördüklerinin, işittiklerinin, kokladıklarının, hissettiklerinin, tat aldıklarının burada depolandığını ve depolamayı olduğu gibi, o anki verilere dokunmadan kaydederek yaptığını belirtir. Bilinçaltına yönelik mesajlar, ki subliminal mesajlar olarak da adlandırılır. İnsanın bilinçaltına yönelik duyu organlarının algısı dışındaki her türlü görüntü, ses, tat, koku, dokunmadır ve ancak duyu organlarına algı dışı uyaranlar yoluyla aktarılır. Reklamlarda, ürün yerleştirmede, özellikle bölüm sonunda katkı sağlayan kuruluşlar başlığı altında sıralanan şirketlerin adlarında, logolarında ya da dizi filmin bütününde, izleyenlerin bilinçli olarak farkında olmadıkları görüntüden, sesten, renkten, davranıştan, konuşmadan, vd. etkilenmeleridir. Bu etkiler, çeşitli etkenlerle insanların bilinçli hâllerinde ortaya çıkar ve onların tüketime yönelmelerinde, belli tavır ve davranışları, konuşma biçimlerini, belli bir ahlâkî anlayışı, vd. içselleştirmelerinde etkilidir. Bu etki altında insanlar, davranışlarında, konuşmalarında, ahlâkî anlayışlarında yapaylığa, sığlığa düşerek adeta nesnelere tutsak hâle gelirler. Kültür endüstrisinin tüm uygulamaları, “kar güdüsünü zihinsel yapıların üstüne tertemiz aktar[ma] biçiminde işler.(Behrens, 2011: 117). Böylelikle kültür endüstrisi ürünleri, Horkheimer’e ve Adorno’ya göre (2014: 170) insanlar ekonomik olarak ne durumda olurlarsa olsunlar, canlı bir biçimde tüketileceklerdir. Tüketim kültürünün işleyişinde, görsel ve işitsel bir bütün olarak (kurgu, reklam, ürün yerleştirme, vd) dizi filmler, insanları tahakküm altına alır. Kültür endüstrisinin, dahası kapitalist toplumun efendileri olan burjuvazinin temel amacı, “kitlelerin bilincini yönlendirmek ve böylelikle mevcut toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumları idame ettirmektir.” (Berger, 2014: 55).
Dizi filmde gösterilen her türden eşya, dizi oyuncularının giysileri, kullandıkları eşyalar, kültür endüstrisi eyleyenlerince popüler hâle getirilir ve hemen piyasada yerlerini alırlar. Özellikle dizilerin Eylül’de yayına konmasının nedeni, her yaştan ve statüden izleyicinin ( işçi, memur, esnaf, öğrenci, ev kadını, vd.) iş, uğraş zamanının bu ay itibariyle başlamış olmasındandır. Bu süreçte televizyonun evlerde neredeyse tek eğlence oluşu, dizilerde yer verilen her şeyin (olay, durum, kişi, eşya, vd.) daha dikkatli izlenmesine neden olur. Bu durumu iyi bilen kültür endüstri eyleyenleri (yapım, yönetim, pazarlama ekipleri) bir yandan dizinin sürerliğini sağlamaya, diğer yandan da tüketimi artırmaya çalışırlar. Çünkü genel olarak televizyon, özel olarak da dizi filmler, hedef kitle olarak belirledikleri insanları, içinde bulundukları gerçeklikten uzaklaştırarak onların bilinçaltındaki özlemlerini, acılarını, tutkularını, vd. uyandırmak yönünde kurgusal bir dünya ve özdeşlik kurabilecekleri insan tipleri sunarlar. Bunu yaparken dizi filmlerde toplumun beğenisine uygun, ideal beden ölçülerinde kızları ve erkekleri sergilerler. Dizi filmlerdeki kızlar, erkekler giydikleriyle, yiyip içtikleriyle, tavır, davranış ve konuşmalarıyla izleyicinin bilinçaltına belli bir insan tipi görüntüsü gönderirler; ki bu da dizi izleyicilerinin diyet programlarına, spor etkinliklerine (pilates, fitness, yoga, vd.) moda ve giyime yönelmelerinde etkilidir. İzleyicilerin yaş, öğrenim, meslek, toplumsal statü, vd. özelliklerine ve beğeni düzeylerine göre oluşturulan senaryolara uygun çekilen dizi filmler, onları tüketim sürecine eklemlemek içindir. Tüm bu çabalar, dizinin belli bir izlenme oranına (rating), daha açık ifadeyle belli bir kâr oranına ulaşması içindir.
Farklı televizyon kanallarındaki dizi filmler, izlenme oranı açısından birbirleriyle yarıştıklarından benzer senaryolar, dolayısıyla benzer olaylar, aynı özellikteki kahramanlar, vd. açısından adeta birbirini taklit ederler. Bu da hemen hemen pek çok dizi filmin aynı olması demektir. Tek tipleşen dizi filmlerin izleyici üzerindeki etkisi de izleyicilerin de tek tip düşünme ve davranmasını doğurur. Sözü edilen bireylerde tüketim arzusu, sahip olduğu ile yetinmeme, çevresindekilerle yarışma, marka bağımlılığı, bencillik gibi duygu ve davranışların gelişmesi oldukça yoğundur. Çünkü, tek tipleşen bireyler, Özsoy’un (2011: 126) bilgileriyle söylersek, topluluk içinde yalnızlaşmış, dizi filmin kurmaca öykü ve kahramanlarına ihtiyaç duyan insanlardır; ki bunu bilen kültür endüstrisi özneleri, dizi filmlerde kurguladıkları kahramanları, özellikle rol model olabilecek özelliklerde seçerler. Dikkat edilirse, dizi kahramanlarına reklamlarda yer verilmesi de bu seçimin bir sonucudur. Dahası dizi oyuncularına, film içinde çeşitli ürünler kullandırılarak izleyenlerde o ürüne karşı bir aşinalık, hatta tüketme isteği geliştirilir.
Yaşanılan süreçte televizyonda yayımlanan pek çok programla doğrudan, dizi filmlerde ise, daha yumuşak bir üslupla, kurgusal bir yaşam ve kurgusal kahramanlar yoluyla gelir düzeyi ve kültür açısından farklı kesimler; düşünme, tavır, davranış ve tüketim alışkanlıkları açısından tek tipleştirilmekte, dahası melezleştirilmekte, dolayısıyla kültürel açıdan toplumsal yaşamda sınırların ortadan kalktığı bir kargaşa yaşanmaktadır. Bu kargaşada, özellikle çocuk ve gençlerde, ev kadınlarında dizilerdeki oyuncular gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, onların dizide/oyunda sahip oldukları araç, eşya ya da olanaklara sahip olma, bir amaç, tutku hatta bağımlılık hâline gelmektedir. Bu da toplumun birçok kesiminin yaşanılan olayları ve durumları sanal algılamalarına neden olur. Bu sanallıkta dizi filmler, toplumun farklı ekonomik ve kültürel yapıdaki insanlarını ekonomik ve dolayısıyla siyasi sistemin öngördüğü biçimde tek tipleştirir; yani yeme-içmede, giyimde, tavır, davranış ve konuşmada aynı özellikleri gösterirler. Farklı televizyon kanallarındaki dizi filmler, izlenme oranı açısından birbirleriyle yarıştıklarından başta senaryo olmak üzere birbirini taklit ederler. Bu da hemen hemen pek çok dizi filmin aynı olması demektir. Tek tipleşen dizi filmlerin izleyici üzerindeki etkisi de izleyicilerin tek tip düşünme ve davranmasını doğurur.
Dizi filmlerde sunulan, süreç içindeki egemen ideolojinin yaşam biçimidir (ahlâki anlayış, değerler, davranışlar, vb.). Dizi filmlerin arka planında inceden inceye “inanç, tavır, davranış ve ifade”den oluşan ve bütünlük içinde sunulan propaganda vardır. Amaç, izleyicilerin ahlâkî anlayışlarını, dolayısıyla değer yargılarını, tavır ve davranışlarını biçimlemektir. Bu ideolojik bir harekettir ve bu ideoloji, ideoloji sözcüğünün “köken anlamından uzaklaştırılarak ‘aklı bulandıran önyargılar’, ‘bilinci etkileyen ve yönlendiren dış etkiler’ ve ‘bilinci bağımlılaştıran etmenler’” (Kula, 2013: 27) şekline dönüştürülmüştür.
Dizi filmlerde, içinde yaşanılan gerçekliğin yanılsamalı/benzetmeli şekli sunulur; dolayısıyla senaryo gereği yaşanan olay ve durumlar, karakterler, ilişkiler çerçevesinde “toplumsal değerler” yansıtılır. Bu değerlerin geçerli olduğu bir yaşamın olağanlaşmasının, yaygın hâle gelmesinin propagandası yapılır. Belirli toplum (cemaat), cinsiyet, ideolojik ve etnik grupları temsil eden stereotiplere[1] yer vererek bunların normalleşmesini sağlayabilir.
Kültür endüstrisinde temel hedef, üretimi ve tüketimi elinde tutan, yani pazarlayan güçlerin istekleri doğrultusunda insanların edilgenleşmesini sağlamaktır. Adorno, bu edilgenleşme ortamını şöyle betimler: “Herkes kendiliğinden, önceden birtakım göstergelere göre belirlenmiş ‘level’ına [düzeyine] uygun davranmalı ve belli başlı tüketici tipleri için üretilmiş kitlesel üretim kategorilerinden kendine denk düşenine yönelmelidir.” (2011: 51). Yani, hedeflenen tavır, davranış ve ahlâk çerçevesinde üretilen dizilerde insanların bilinç ve bilinçaltını etkilemek amacı söz konusudur. İzleyicinin sahip olduğu geleneksel değerlere karşı, insanları kendilerine ve çevrelerine yabancılaştıran yeni değerler sunulmaktadır. Sözgelimi dizi filmlerde sunulan gündelik insan ilişkileri, tavır, davranış, konuşma özellikleri, geleneksel özelliklere adeta alternatif şeklindedir. Yaşlı-genç, kadın-erkek, çocuk-ebeveyn, vd. konuşmalarında, ilişkilerinde, tavır ve davranışlarında küresel, kapitalist, tüketici yaşamın propagandası yapılmaktadır. Dizi filmlerde birbirini aldatan insanlar, yasak ilişkiler, evlilik dışı hamilelik, yasal olmayan kazanç yolları, kolay zenginleşme, şiddetin sıradan davranış şekline dönüştürülmesi, vd. adeta yeni ahlâk, yeni değer, yeni yaşama biçimi olarak sunulmaktadır. Öyle bir duruma gelinmiştir ki normal ile normal olmayanın ne olduğu, toplumun ortak bir yargısı olmaktan çok kişiye özel bir yargı şekline dönüşmüştür.
Sonuç
Kültür endüstrisinin bir aracı olan televizyon dizilerinin arka planındaki temel ideolojiye dikkat çekmek amacındaki çalışmamızda, güncel olan bir sorunu, küreselleşmenin eyleyenlerince tek tip hâle getirilmek ve düşünmekten, daha doğrusu eleştirel düşünmekten uzaklaştırılmak istenen, edilgenleştirilen insanı değerlendirmeye çalıştık. Televizyon dizilerinde kullanılan dil, sergilenen insan ilişkileri, tavır ve davranışlar, yeme-içme, giyim, kullanılan araçlar, vb. yoluyla televizyon dizilerinin nasıl bir ideolojik propaganda ve kâr elde etme aracına dönüştürüldüğü incelenmesi, araştırılması gereken bir konu olup ilgili kurum ve kuruluşların gerekli önlemleri almaları, gerekli girişimleri yapmaları beklenen bir durumdur.
Yaşanılan süreçte kültür endüstrisi açısından bakıldığında her türlü kültürel ürün, ticârî mal gibi pazarlanmakta, ekonomiyi şekillendiren egemen ideolojinin ahlâkına ve gelecek tasarımına göre kültürel ürünler yapılandırılıp hedef kitlelere albenili ürünler olarak sunulmaktadır. İnsanlar, kendilerine çeşitli araçlar ve yollarla sürekli bir tüketme arzusu propagandası yapılarak endüstrinin işlerliği için tüketim toplumunun bir parçası hâline getirilmektedir. Neye ya da nelere ihtiyacı olduğunu idrak etmekten, zamanı nasıl kullanacağını düşünmekten, yani planlılıktan uzaklaştırılan kitleler, günlük yaşayan, yarını önemsemeyen hâle getirilmektedir.
TV dizileri, hedef kitlelerini istismar ederek dillerine, tavır ve davranışlarına, yeme-içme, giyim-kuşam ve tüketim alışkanlıklarına müdahale etmektedir. Bu müdahale aynı zamanda toplum yapısına, toplumsal işleyişe yapılmış bir saldırıdır. Çünkü, insanlar dizilerdeki kurgu ürünü yaşamları bilinçli olmasa da bilinçaltlarında gerçekmişçesine biriktirmekte, gayr-ı ihtiyârî, dizilerdeki insanlar gibi konuşmakta, davranmakta, dolayısıyla gerçek durumundan uzaklaşmakta, kendine ve çevresine yabancılaşmaktadır.
KAYNAKLAR
ADORNO, Theodor W. 2011, Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi, İletişim Yayınları (6.b), İstanbul
BENJAMİN, Walter 2002, Pasajlar (çev. A. Cemal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
BERGER, Arthur Asa 2014, Kültür Eleştirisi-Kültürel Kavramlara Giriş (çev. Ö. Emir), Pinhan Yayıncılık, İstanbul
CÜCELOĞLU, Doğan 2006, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi (15. b), İstanbul
DARICI, Sefer 2014, Subliminal İşgal, Destek Yayınları (7. b), İstanbul
DELLALOĞLU, Besim F. 2005, “Bir Giriş-Adorno Yüz Yaşında”, Cogito Dergisi (3.b), sayı 36, s. 13-36.
ESSLİN, Martin 1991, TV Beyaz Camın Arkası (çev. M. Çiftkaya), Pınar Yayınları, İstanbul
HORKHEIMER, M.-ADORNO, T. W. 2014, Aydınlanmanın Diyalektiği-Felsefi Fragmanlar (Çev. N. Ülner-E. Ö. Karadoğan), Kabalcı Yayıncılık, İstanbul
KELLNER, Douglas 2013/2, “Kültür Endüstrisi”, (çev. M. Açıkgöz), Felsefelogos Dergisi, sayı 49, s. 171-179.
KULA, Onur 2013, Marx, Benjamin, Adorno-Sanat ve Edebiyat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
ÖZSOY, Aydan 2011, Televizyon ve İzleyici, Ütopya Yayınevi, Ankara
POSTMAN, Neil 2017, Televizyon: Öldüren Eğlence (çev. O.Akınhay), Ayrıntı Yayınları (7.b), İstanbul
WİLLİAMS, Raymond 2003, Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim, Dost Yayınları, Ankara
[1] Stereotip: Karakter, tavır ve davranış özellikleriyle kalıplaşmış tiptir.