“Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür. Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız.”
Recep Tayyip Erdoğan
“Bizim mantığımız Türk mantığıdır, feyzini millet aklından; fikrini de Türk ahlak, kültür ve tarihinin muazzam birikiminden almaktadır.”
Devlet Bahçeli
Son dönemlerde ülkemizin güneyinde baş döndüren olaylar meydana geldi ve gelmeye de devam ediyor. Suriye’de büyük bir devrim yaşandı. Zalim Esad rejimi yerle bir oldu. Gelişen olaylar küresel güçleri bile şaşkına çevirmiş durumda. Büyük bir devlet aklı bölgedeki dengeleri Türkiye lehine değiştiriyor, yeni hamleler yapıyor ve Ortadoğu’da kartlar yeniden dağılıyor.
Olayların merkezinde yer alan Türkiye, Suriye'deki çatışmalar ve krizlerin ardından, bölgedeki durumu etkileyici bir şekilde şekillendiren en önemli faktör olarak kendini gösterdi. Bunu ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Trump bile kabul etmek zorunda kaldı. Zorunda kadı diyorum; çünkü yaptığı açıklamalar tıpkı Nasrettin Hoca’nın eşekten düşünce, “Düşmeseydim de inecektim.” açıklamasına benziyor. Aynı durum bölgedeki aktörler olan Rusya ve İran içinde geçerlidir. Bölgedeki bütün aktörler Türkiye’nin sahadaki operasyonlarına boyun eğmek zorunda kaldılar ve duruma razı olmaktan ve en az zararla meselenin içinden çıkmakla meşgul oluyorlar.
ABD, İsrail ve batılı ülkelerin beslediği PKK/YPG/SDG vs. gibi bölgede “Teröristan” oluşturmak isteyenler ise canlarını kurtarmanın derdine düştü.
Bölgede son bir senedir bugünlerin hazırlığını yapan Türkiye'nin zalim Esad rejiminin devrilmesinin ardından Suriye'deki rolü, askeri açıdan önemli olduğu gibi ekonomik, insani yardım ve politik açıdan da büyük önem taşımaktadır.
Bütün dünya Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını ve oynadığı rolü kabul ederken ülkemizdeki muhalefetin kafalarında hala tereddütler bulunması ise tam anlamıyla onların öngörüsüzlüklerini ve milli meselelerdeki kısırlıklarını ortaya koyuyor. Zalim Esad ülkeden kaçarken muhalefet liderleri hala “Esad’la görüşelim.” Gibi düşünceler serdetmeleri bu kısırlığın en açık göstergesi olmuştur.
Türkiye, yaptığı girişimlerle bölgede bir “Teröristan” kurmak isteyen ABD, İsrail ve batılı güçlerin suratlarına hak ettikleri tokadı vurmuş ve bu bölgede Türkiye istemeden hiçbir şey olamayacağını bir kez daha ispatlamıştır.
Kim neyi görmek istemezse istemesin Türkiye Suriye'deki gelişmelerde askeri bir etki göstermiş ve muhaliflere istedikleri desteği tam anlamıyla eksiksiz vermiştir. Türkiye'nin Suriye’deki olaylarda doğrudan askeri müdahalesi ve Suriye'deki terörist gruplara karşı askeri operasyonlar önemli bir rol oynamış ve zalim Esad rejiminin devrilmesi sağlanmıştır.
Zalim Esad rejiminin devrilmesinin ardından MİT Müsteşarının Şam’a giderek Emevi Camiinde namaz kılması ve devrim Lideri Ahmed Hüseyin eş-Şara’nın şoförlüğünü yaptığı bir araçla Şam’da gezinti yapması Türkiye’nin Suriye’deki olaylarda aldığı rolü açık biçimde gösteren muhteşem bir hadise olmuştur. Her ne kadar çapsız muhalefet liderlerinin, “MİT Müsteşarı devlet memurudur. Emevi Camiinde namaz kılamaz.” gibi banal açıklamaları olsa da bu gelişmeler Türkiye’nin belki de son yüzyılda başardığı en büyük hadiselerden biri olmuştur.
Türkiye, hiçbir ülkenin veya muhalefet liderlerinin açıklamalarına bakmadan şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da askeri alanda Suriye’nin yapılanmasında rol oynamaya devam etmelidir. Artık “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” stratejisinin bitirilme vakti gelmiştir. Bundan sonra bölgede sadece Türk milletinin dediğinin olacağı yeni stratejiler geliştirilmelidir. Türkiye bütün dünyaya, “Kimsenin toprak bütünlüğüne karışmam ama toprağımda gözü olanın güzünü oyarım.” Haykırmalıdır. Bölge insanı tarihi, ekonomik ve askeri alanlarda Türkiye’nin liderliğine hazır beklemektedir.
Türkiye’nin bölgeye yapacağı önemli yardımlardan biri de şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da insani yardımları devam ettirmek ve hatta iki katına çıkarmaktır. Bütün dünya Suriye’deki olaylardan sonra ülkesini terk ederek mülteci konumuna düşen Suriyelilere sırt dönerken Türkiye onlara kucak açmış ve bugün gelişen olaylarda bu kucak açışın semeresini görmektedir.
Türkiye, Suriye'deki mülteci krizine karşı önemli bir mülteci politikası geliştirmiş ve milyonlarca mülteciye dünyaya örnek olacak şekilde ev sahipliği yapmıştır. Batının bütün insanlık dışı davranışlarına rağmen mülteciler hususunda Türkiye bütün dünyaya insanlık dersi vermiş ve insanlık nedir öğretmiştir. Bu hususta Akif’in yüz on bir yıl önce 1913 yazdığı ve Âl-i İmrân suresi 110. Ayetin (Siz iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah’a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz.) tefsiri olan şu beyitleri tam da yerini bulmuştur:
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.”
Türkiye 2011 yılından itibaren, 4 milyondan fazla Suriyeli mülteciyi misafir etmiş, onların barınma, eğitim, sağlık alanlarında destek vermiştir. Bu birçok batılı ülkenin de söylemek ve itiraf etmek zorunda kaldığı bir insanlık zirvesidir.
Türkiye’nin bundan sonra bölgede yapacağı en önemli girişimlerden biri de toprak bütünlüğünü sağlamak için politik girişimlerde bulunmak ve Suriye’nin terörden arındırılmış bir ülke haline gelmesini sağlamaktır.
Kim ne derse desin Türkiye, Suriye'de sergilediği devlet aklı ile büyük bir oyun planlamış, saha da pratiğini yapmış ve hayata geçirmiştir. Bu devlet aklının sergilenmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin rolünü elbette tarih yazacaktır. Bu hususta bir açıklama yapan Sayın Bahçeli’nin sözleri tarihe not düşülmelidir:
“Bizim mantığımız Türk mantığıdır, feyzini millet aklından; fikrini de Türk ahlak, kültür ve tarihinin muazzam birikiminden almaktadır.
Türk ve Türkiye Yüzyılında huzur, kardeşlik ve barış hâkim olacak; Moskova’ya kaçıp sığınan Esad’ın içimize sızan muhalefeti heder olup gidecektir.
Emevi Camiinde kılınan Cuma namazından keyifleri kaçanların, yansıyan fotoğraf karelerinden ürken ve telaşa düşenlerin sonu fitnenin uçurum dibidir.
Türkiye kazandıkça, eli güçlendikçe; askeri, siyasi ve diplomasi başarılarına imza attıkça, varlığını ve iradesini tebliğ ettikçe kayıp histerisi nüksedenler yeni yüzyılda ufkumuzu perdeleme teşebbüslerinde muvaffak olamayacaklar, eninde sonunda tarihin çöplüğünde yerini bulacaklardır.
Bizim yolumuz Türk milletinin yoludur, Türk devrinin yoludur, Türkiye Yüzyılının yoludur.”
Türkiye’nin bu büyük oyunu sayesinde Suriye’de başta ABD, İsrail, Rusya, İran ve batılı ülkeler kaybetmiştir. Türkiye’nin bölgede kurduğu büyük oyunu görmeden, askeri, siyasi, ekonomik ve politik alanlardaki başarısını küçükseyenlerin bu ülkenin insanı olması asla düşünülemez. Türkiye’nin bölgedeki başarısından kimlerin rahatsız olduğuna baktığınızda nasıl bir iş başarıldığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin bunca açık başarısına rağmen hala kafalarında şüphe taşıyanlar, “Bölgede en çok İsrail kazandı.” diyenlerin kimlikleri ne olursa olsun ya İsrail’in etki ajanları ya da onların propagandasın aldanan gafiller olduğu açıktır.
Türkiye krizin başından beri bölge insanının sığınağı olmuş, bütün mazlumlara kucak açmıştır. Bu hususta faydacı politikalardan kaçınan Türkiye, bütün dünyaya da insanlık dersi vermiştir. Türk milletinin misafirperverlik anlayışına güvenerek ülkemize sığınan mülteciler, bugün birer Türk dostu olarak ülkelerine dönmektedirler. Bu hususta Türk milletinin gösterdiği alicenaplık tarihe altın harflerle yazılacak kadar mükemmel olmuştur.
Türkiye’nin desteğiyle gerçekleşen devrimden sonra Suriye'de yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem bütün Suriyelilerle birlikte bölge ülkelerine de ümit olmuştur. Sayın Cumhurbaşkanının, “Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür. Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız. İnsan nasıl kaderinden kaçarak kurtulamazsa Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz. Tarihin, millet olarak bize yüklediği misyonu görmek, kabul etmek ve buna göre davranmak mecburiyetindeyiz. Kendi ülkelerine, başkalarının gözünden bakanlar bunu fark edemeyebilir. Burunlarının dibini dahi görmekten aciz olanlar bunu anlamayabilir. ‘Türkiye’nin Libya’da, Suriye’de, Somali’de ne işi var?’ diye soranlar bu vizyonu ve misyonu idrak edemeyebilir.” şeklindeki açıklaması bu gerçeği bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.
Yaşanan olaylar ışığında şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Türkiye’nin, Suriye'nin yaralarını sarmasına, zulümlerin son bulmasına, ekonomik olarak düzelmelerine katkı sağlaması tarihi bir misyondur. Bu misyonu kavrayamayanların Sayın Cumhurbaşkanının değimi ile “Türkiye’nin Suriye’de, Somali’de ne işi var?” demesi ise ufuksuzluklarının bir göstergesinden başka bir şey değildir.
Netice olarak zalim Esad rejiminin zulüm ve zilletle iç içe geçen karanlık devri kapanmıştır. Tarihte olduğu gibi bugünde mazlumların koruyucusu olan Türk milleti ve devleti Suriye halkının yanındadır. Bu tarihi misyonumuz Türk milleti var olduğu müddetçe hiçbir zaman değişmeyecektir.
Bölgede “Teröristan” kurmak isteyen emperyalistlerin Suriye topraklarından sökülüp atılmasından başka bir seçenek yoktur ve Türk devleti bunu başaracak güçtedir. Bu güçten endişe edenler er veya geç “Türk tokadı” yemeye mahkûmdur.
Türk’ün başarısını görmek istemeyenlere kim olurlarsa olsun sadece acıyorum. Müslüman Türk milletinin zaferine sevinmek aslında bir nasip işidir. Demek ki Dünyanın kabul ettiği Türk başarısını Allah nasip etmeyince görmek olmuyor.
Makalemi Türk’ün zirve başarılarından biri olan ve içinde Suriye’deki Türk başarısına da işaretler bulunan bir marş ile bitirmek istiyorum. Bu marşı Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu 1971 yılında Töre dergisinde yayınladı.
MALAZGİRT MARŞI
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan evvel İklim-i Rum’a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler