Mustafa SEVER


Küreselleşmenin Odağında Z Kuşağı

Akıl ve bilimle hareket etmek, Türk kültürünün dini ve ahlaki inanç ve ilkelerinin ana damarını oluşturur.


 

 

Prof. Dr. Mustafa SEVER

 

 

X kuşağı, Y kuşağı derken herkesin dilinde bir Z kuşağıdır gidiyor. Belli dönemleri, yaş kategorilerini temel alan bu tür sınıflamalar ne denli doğrudur, tartışılır; ancak bir gerçek var ki o da Türk insanı için 1980´lerde başlayan ve günümüzde de süren değişim, dönüşüm ve başkalaşma sürecinde gençliğin durumudur. Süreç içerisinde yaşanan siyasi, ekonomik, uluslararası ilişkiler, vd. etkisiyle toplumsal ve dolayısıyla kültürel yaşamda birtakım değişimler olmuştur. Bu değişimde gençlik hem etken hem de hedef kitle/edilgen kitledir. Gençliğin etkenliği, değişimin “eyleyeni/öznesi” olduğu anlamında değil, değişimde araç rolünü yerine getirmesindedir.

Basın-Yayın organlarında yaygınlıkla söz edildiği şekilde 1998 sonrasında doğanlar, Z Kuşağı olarak adlandırılır. Z kuşağı, küreselleşme çağı adı verilen ve teknolojideki gelişmeler, iletişimdeki hız ve sınır tanımazlık, tüketimin fetiş hâle gelmesi gibi özelliklerle tanımlanabilen süreci yaşayan nesil olarak da tanımlanabilir. Doğum yılları düşünüldüğünde, Z kuşağının Türkiye´de önemli ekonomik ve siyasî sıkıntıların olduğu, küresel şirketlerin etkinliklerinin iyice belirginleştiği ve arttığı bir dönemde dünyaya geldikleri görülür.

Ortalama olarak 20-25 yaşlarındaki Z kuşağı üyeleri teknolojideki gelişmeler ve iletişim olanakları sayesinde sınırsız bilgiye erişebilmede, ilgi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmede kendilerinden önceki nesillerden hayli şanslıdırlar. Öyle ki kütüphane, müzik, film, yemekten giyim kuşama kadar alış-veriş, oyun, vd. olanaklar dijital araçlar yoluyla ellerinin altında. Taşınabilir dijital araçlarla (tablet, telefon, vb.) sanalağı (interneti), dolayısıyla sosyal medyayı her yerde ve zamanda kullanma becerilerine sahipler.

Yaşanılan süreçte son derece hızlı bir değişim yaşanıyor ve bu kuşak da değişimin hedef kitlesi olarak değişimin etkisini fizikî ve rûhî olarak yaşıyor. Belki bundan dolayı tavırlarında ve davranışlarında daha önceki kuşaklardan oldukça farklı bir anlayış ve yaşayıştalar. Zamanı, mekânı, ihtiyaç ve ihtiyaç ötesi tüketim ürünlerini tüketmede kuralsız, ilkesiz ve sınır tanımazlar. Ellerindeki telefonu adeta Alaattin´in lambası işlevinde kullanmakta mâhir, emeğin, alınterinin, üretmenin uzağında sanal gerçeklikte yaşayan bir kuşak görünümündeler. Düşünme, davranma, çevre duyarlılığı, geleceğe yönelik hayâl kurma, vb. yönlerden oldukça farklı ve çeşitli gruplardan oluşan bu kuşak, küresel dünyayla her an çevrimiçi olabilme özelliğindedir. Bu özellikleriyle kendilerinden önceki kuşağı da değiştirme, daha doğrusu kendilerine uyumlu hâle getirmede baskınlar. Ebeveynleri, yakınları, çevrelerindeki insanlar tarafından saçma, gereksiz, çocukça bulunan pek çok tavır ve davranışları, süreç içinde onlar tarafından da uygulanır olmuştur; çünkü iletişim araçlarının (bilgisayar, tablet, telefon, vd.) nasıl kullanılacağını, sanalağdan nasıl yararlanılacağını bu gençler daha verimli kullanmaktalar. Şüphesiz gençler yeniliğin, canlılığın temsilcileri, ilerlemenin taze gücü olmalarıyla teknolojiden de en verimli şekilde yararlanıyorlar.

Z kuşağını oluşturan gençler, içine doğdukları siyasî, ekonomik ve kültürel ortamın ürünüdürler. Yani, düşünmelerinin, tavır ve davranışlarının temelinde ülkenin somut şartları bulunuyor. Öncelikle bu gençler her yönüyle “güven” duydukları bir toplumsal yaşamı düşlüyorlar. Hangi alanda olursa olsun sahip oldukları bilgiyi, beceriyi ya da yeteneği topluma sunacakları bir yol arıyor, yani bilgilerine, ilgilerine, öğrenimlerine göre yapabilecekleri, maddî ve manevî tatmin olabilecekleri iş bekliyor, eylediklerinin bir karşılığı olmasını düşünüyorlar.

Dedikodudan öteye geçmeyen siyasî ifadeler, ekonomideki kargaşa, hayat pahalılığı, işsizlik, dışarıdan ülkeye gelen mülteci sayısının milyonlarla ifade edilişi, vd. gençlerin geleceğe karamsar bakmalarının, güvensizliklerinin, boşvermişliklerinin temelini oluşturuyor. Gazetelerde, tv´lerde, internette sunulan renkli, sorunsuz, yokluktan yoksulluktan uzak görüntüler, yaşantılar, gençleri bir yandan cezbederken diğer yandan içinde bulundukları gerçeklik de onları umutsuzlaştırıyor. Hayalleriyle gerçeklik arasında gelgitler yaşayan gençlerin rûh hâlleri bozuluyor. Sözgelimi yüz, iki yüz, belki beş yüz kişi alınacak bir iş ilanına kırk, elli bin kişinin başvurduğunu öğrenen gençlerin bu durum karşısında gelecekten ümitli olması, yapılacak sınava ve sonucuna güven duymaları beklenebilir mi? Ya da dört yıl öğrenim gördükten sonra, alanında bir işe girmenin mümkün olma ihtimalinin olmadığını somut olarak gören gençler, daha eğitim-öğrenim aşamasında eğitimden, öğrenimden soğumayacaklar mı? Sorular çoğaltılabilse de yanıtlarda fazla bir çeşitlilik yok ve ne yazık ki aynı türden yanıtlar olacak. Ülkenin siyasetine, ekonomisine, dolayısıyla topluma güvensiz, bu güvensizliğin bir sonucu olarak da amaçlarında belirsizlik söz konusu olan gençlerin bir çıkış aradıkları herkesçe biliniyor ve görülüyor. İşçi, öğrenci ya da değil, pek çok genç yurtdışına, Avrupa ülkelerine ya da Amerika´ya gitmeyi bir çıkış olarak görüyor. Bir ülkenin gençlerinin kendi ülkelerini terk etmek istemeleri, aslında korkunç, korkunç olduğu kadar da acı bir durumdur. Barınmaları, çalışmaları, özel hayatları, huzur ve mutlulukları ne yazık ki bir denge ve uyum içerisinde gerçekleşmiyor, yürümüyorsa, dahası önlerini göremiyorlarsa gençlerin kurtuluşu dışarıda aramaları, oldukça normal olsa gerek. Diğer yandan gençlerin eyledikleri ya da içinde yer aldıkları suçlarda da artış olduğu biliniyor. Ö. Köknel´in (1) belirttiğine göre Türkiye´de suçların yaklaşık yarısı gençler tarafından işleniyor. İşsiz, ailesine yük olduğunu düşünen, isteklerini, düşlerini ertelemek zorunda kalan geçlerin gayr-ı meşru yola sapmaları da kaçınılmaz görünüyor. Ana-babalar, çocuklarının geleceğini garantiye almak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor; ancak ülkenin içinde bulunduğu şartlar ana-babaları da güçsüz bırakıyor. Çaresiz anne ve babalar, çocuklarına iş bulmak, onların geleceğine bir katkı sağlamak yönünde istismarlara uğruyorlar.

Toplumsal yapıyı oluşturan kurumların eşgüdüm içerisinde bir plan dâhilinde çalışmaları gerekir. Yani, Milli Eğitim Bakanlığı´nın Maliye Bakanlığı ile, YÖK´ün Milli Eğitim Bakanlığı ile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile ve diğer bakanlıkların ve kurumların eşgüdüm, denge ve uyum içerisinde çalışması gerekir. Sözgelimi maddî olarak nasıl ki ülkenin neye, ne kadar ihtiyacı var, bu ihtiyacın karşılanmasında ne kadar zamanda ne kadar üretim yapılacak, hangi araçlar, malzemeler kullanılacak? Bu sorular çerçevesinde yapılacak planla herhangi bir ürün nasıl üretilip topluma arz edilirse, aynı yol ve yöntemle ne kadar mühendise, öğretmene, işçiye, doktora, vd. ihtiyaç var ve ne kadar sürede bu ihtiyaçlar karşılanabilir ise, ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısı göz önüne alınarak gerekli planlamalar yapılmalı ve uygulamaya geçilmelidir.

Özelinde gençlerin genelde ise ülke insanının yaşadığı sorunlar, planlama ve eşgüdüm içerisinde yapılmayan çalışmaların sonucudur. Çözülmeyen, çözülemeyen sorunlar süreç içerisinde kronikleşmekte ve başka başka sorunlara da neden olmaktadır. Örneğin, plansız ve öngörüsüz bir anlayışla hemen her şehirde kurulan üniversitelerde aynı türden fakülteler ve bölümlerden aynı tür dallardan mezun edilen gençlerin istihdam edilmesinin zorluğunu somut olarak yaşayan bir toplumda işsizlik ve işsizliğin doğurduğu sorunlar herkesin malumudur.

Elbette durum oldukça karmaşık ve sorunlu; ancak umutsuz olmaya da gerek yok. Gençler bu ülkenin geleceğinin güvencesi olarak her türlü çalışmaya, üretmeye hazırlar. Yeter ki insan, insanın refahı ve huzuru merkeze alınarak planlar yapılsın ve uygulamaya konulsun. Ülkemizin gerek maddî kaynakları gerekse insan kaynakları her türlü zorluğun üstesinden gelecek zenginliktedir. Akıl ve bilimle hareket etmek, Türk kültürünün, dinî ve ahlâkî inanç ve ilkelerinin ana damarını oluşturur. Gençliğin ihtiyacı da büyüklerinin onlara bu damarı hissettirerek akılla ve bilimle yol göstermeleridir.

 

 

 1. https://www.kriminoloji.com/Genclik_Suclari-KOKNEL.htm

 

 

"Vefa"nın sadece bir semt ismi olmadığını kanıtlamak için... Silah almak mı?

Suriye denkleminde son durum

"Suriye, Türk himayesine giriyor"; "İsrail ve Türkiye çıkarları Suriye'de çatışıyor"

"Erdoğan'ın ısrarcılığı, Colani'nin başarılı olup olmayacağı netleşmeden Suriye haritasında değişikliğe neden olabilir"

Esad sonrası Suriye: Rusya'nın Ortadoğu'da kriz stratejisi ve Türkiye'nin yanıtı

Yeni Suriye denklemi nasıl olacak?

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım