UNUTMAYALIM - Türk dünyasının bilim adamları dizisi - On Altıncı yazı
BAKÜ MEKTUBU
Bir bilim olarak biz Türkler felsefeye Müslümanlığı kabul etmemizden yaklaşık iki asır sonra yakından ilgi göstermişizdir. Özellikle Emeviler döneminin devlet yönetiminde ve hukuk alanında tamamen yanlış uygulamaları Orta Asya Türkü Farabi”nin protestosuyla karşılaşmış, Türk-İslam dünyasına örnek olan Farabi”nin sayesinde bilim, felsefe, hukuk yeniden yükselişe geçerek altın çağını yaşamıştır. Azerbaycan Türklerinin yetiştirdiği filozof ise İbn Sina”nın öğrencisi Ebu Hasan Behmenyar”dır. Takip eden asırlarda felsefe ağırlıklı olarak şairlerimizin (bunların başında Nizami Gencevi gelmektedir) eserleri üzerinden topluma sunuldu. Orta çağ felsefemiz etik ve eseteik değerleri ön plana çıkardığı gibi süreç içinde felsefe bilimciliğinde bizim geri kaldığımız söylenemez. Empreyal devletini kaybeden biz Kuzey Azerbaycan Türkleri ufak ve güçsüz hanlıklara parçalanınca bilime önem vermeye mecal da bulamadık. Ta ki 19.yüzyılın ortalarında ilk komedilerimizi yazmak suretiyle edebiyatımızın da fikir-düşünce dünyamızın da iklimini kökenden değiştirerek “Şark”ın Moliere”i” ünvanını kazanan ünlü yazarımız Mirza Fethali Ahundzade”nin edebi eserlerinin devamında felsefi eserler kaleme almasına kadar. ”Kemal üd Devle mektupları” ve “Celal üd Devlet mektupları” insanı ve onun kendi hürriyeti uğruna mücadelesini öne alan felsefe ekolümüzün temelini attı. Cemalettin Efgani”nin ağırlığını koymaya çalıştığı, 20. yüzyılın başlarından itibaren ise Ahmet Ağaoğlu”nun kendi düşünceleriyle ortaya çıktığı bölgemizde edebi felsefi tartışmalarda zafer Ahundzade”nin oldu. Nisan 1920”de devlet bağımsızlığımızın bolşevik Rusya tarafından sona erdirilmesiyle Marksist-Leninist felsefenin umuduna kaldık.Başka bir umut yeri de o felsefeye bize öğretmekle görevli bilim adamlarının ve hocaların milli duyguları ve vicdanlaıydı. Yani, “Marksizimin propagandasını yaparken imkanların el verdiği ölçüde milli kalablmek,onu muhafaza etmenin yanısıra yine imkanlar ölçüsünde topluma aşılamak”
Tabiatıyla bunu yapmak hiç mi hiç kolay olmayıp örneğin sosyalist dönemin felsefe alanındaki ilk filozofu Ord. Prof. Dr. Haydar Hüseyinov bunu yapmak isterken rejimle ters düşünce atardamarlarını keserek 1950”de intihar etmek zorunda bırakılmıştı. Yani propagandasını yapman gereken bir rejimle doğrudan ters düşmek istiyorsan, gücünün yettiği derecede “milli” olman yetmiyordu, bunu dışa vurmadan saklamayı da becermeliydin. İşte bunu yapabilen felsefe bilimcilerimzin başında Ord. Prof. Dr. Haydar Hüseyinov”un intihar ettiği yıl bilim adamı olmaya karar veren Feridun Köçerli gelmekteydi. Yani, “rejimin felsefesi”ni talebelerine öğretirken “milliliği”nden ödün vermemiş bir bilim adamı.Felsefe alanında Ord. Prof. Dr. titrini almış ikinci bilgin ve hoca.Uzun süre Bilimler Akademisine bağlı Felsefe ve Hukuk Araştırmaları Enstitüsü”nü başında durmasıyla kurumu tamamen Marksizmin kucağına yuvarlanmaktan korumuş çok başarılı bir yönetici. Mayasındaki köylü ruhunu hiçbir zaman kaybetmemiş mütevazi bir kişilik. 100 yaşına gelirken tanıyan herkesin saygı ve sevgiyle andığı bir bilge…
Feridun Köçerli, Azerbaycan”ın devlet bağımsızlığını kaybettiği 1920 yılının 28 Aralık tarihinde ülkemizin Batı sınırındaki Gedebey ilinin İsalı köyünde doğdu. Daha önce de not etmiştik: Geçtiğimiz asrın ilk çeyreğnde doğan ve biyografisine “Bilim insanı” yazılmış şahsiyetlerin kaderinde yüksek eğitim aldıktan sonra adeta köye vefa borçlarına ödemek adına mutlaka bir süreliğine geriye dönmek, okdukları okulda görev yapmak adeta bir yazgı olarak vardır. Aynı kaderi delikanlılık çağlarında Feridun da yaşadı. Yüksek okul eğtimi sonrasında köyüne dönerek eğitim seferberliğine katıldı. Sonra İkinci dünya savaşı yılları başladı,görev sorumluluğu üç-dört misli arttı. Savaşın bittiği yılın yazında üniversite sınavlarına katılarak o yıl ilk kez açılan Felsefe kontejanından öğrenci kaydını yaptırdı. Beş yıllık lisans eğitiminin ardından Moskova Üniversitesi”ne doktora öğrenciliğine gönderildi. Vatana Felsefe doktoru olarak döndüğünde Bakü Devlet Üniversitesi”nde öğretim görevlisi oldu. Daha sonra Bilimler Akademisinde Felsefe birimini kurma vazifesini kendi üzerine aldı. 1960”larda bir bilim adamı olarak peşpeşe gelen başarılarıyla ismini sadece Azerbaycan”da değil Sovyetler Birliği sath-ı mailinde de duyurdu.
1966”da profesörlük tezini savunan Feridun Köçerli, Bilimler Akademisi yönetimince yapılan seçimlerde Ord. Prof. Dr. titrine layık görülmesinin yanısıra yeni kurulan Felsefe ve Hukuk Araştırmaları Enstitüsü müdürlüğüne atandı. Yıllar sonra geriye bakıp analiz ettiğimizde Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”nin ne kadar önemli görevler üstlendiğini daha derinden idrak ede biliyoruz. Zaman o zamandı ki, tek partili sistemin temelini oluşturan “felsefe ve hukuk” kavramlarının içini materyalist felsefenin kurallarına uygun biçimde doldurman gerekirdi.Bundan kaçamazdınız. Fakat bunu yaparken kendi milli kimliğinizden vazgeçmemeniz gerekirdi (Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli bağlamında söylüyoruz.) Buna da eyvallah, zaten Feridun Hoca kendisi de başında bulunduğu bilim araştırma kurumu da hiçbir zaman “millilik” kavramını asla küçümsemedi, katiyen arka plana itmedi. Bunlara ek olarak Marksist-Leninist felsefeyi sade köylüye ve işçiye “sınıf” kavramı temelinde öyle bir üslupta anlatman gerekirdi ki, hem köylü ve işçi kendi haklarını anlamakla kalmayıp o hakları savuna bilsin ve hem de sistemin “enternasyonalist” ilkeleri benimsendikçe “millilik” prensipi tamamen tedavülden çıkmasın. İşte Ord. Prof. Dr. Köçerli bu dengelerin tamamını çok iyi gözeterek kitaplar yazmanın yanısıra bilim toplantılarındaki derin konuşmalarının yanına fabrikalardaki, tarım çiftlklerindeki anlatılarını maharetle monte edebiliyordu. Şimdi sunacağım bir örnek Ord. Prof. Dr. Köçerli”nin Azerbaycan edebiyatı klasiklerinin felsefesini anlatırken en isabetli alıntılara baş vurduğunu ortaya koyuyor. Ünlü yazarımız Celil Mehmetkuluzade”nin dine bakışını analiz ederken Ord. Prof. Dr. Köçerli, Sovyet Azerbaycanı”nda telaffuzu yasak olan kavramlardan örnekler veriyordu.
Ord. Prof. Dr. Köçerli, 20.yüzyılın başlarında Bakü ve Tiflis basınında “dil, din, dünya bakışı, toplum, millet” gibi kavramlar etrafında yapılan tartışmalarda dönemin “Devrimci demokrat” diye nitelendirilen yazarlarının eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle hem büyük ölçüde arşivlerde bulunan kiymetli yazıları okurlara tanıtmakla kalmayıp kendisinin de o yazarların savundukların ilkelerin peşinden koştuğunu ima ediyordu. Bunun en iyi örneklerinden birini “Devrimci demokrat” diye nitelendirilen ünlü yazarımız Celil Mehmetkuluzade”nin çıkardığı “Molla Nasrettin” dergisindeki bir makalesinden yaptığı alıntıdan da görmekteyiz. O fikir tartışmalarında Celil Mehmetkuluzade şöyle yazmıştı : ”Kimi zamanlarda kimi insanlar bize hangi nedenden dolayı siyasetten, parlamentodan, hukuktan, hürriyet ve musavattan fazlaca yazmamamızı soruyorlar. Ama bize bunu soran ağalara ricamız budur, bize yanıt versinler bakıp görelim, acaba vebayı durdurmak için kırk üç koyun kesen bir millete, bir cahil üçkağıtçıyı kendine haşa Allah bilen cemaate her zaman parlamentodan, politikadan bahsetmek mümkün mü?” İşte Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”nin felsefe bilimciliğimizde takip ettiği yolun anlamını da Celil Mehmetkuluzade”den alıntıladığı bu sözler ifade ediyor. Burada sadece felsefe sözkonusu olmayıp sovyet döneminde özel önem atfedilmeyen, özel bilim alanı olarak görülmeyen Sosyolojiyi de ciddi biçimde atıfta bulunulmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”nin temsil ettiği ekol şekil olarak Marksizmi-Leninizmi topluma anlatmasına rağmen aslında içerik olarak milletimizin edebi-felsefi mirasının diyalektik devamıydı. Feridun Köçerli Behmenyar”dan başlayıp Nasirettin Tusi”yle sürüp gelen, oradan Mirza Fethali Ahundzade”ye uzanıp Milli devletimizin kuruluşunun fikir altyapısını hazırlayan, Sovyetlerin tem baskılarına rağmen milletimizin kendi varlığında yaşattığı felsefi düşünce damarı üzerinde bilimle uğraşan bir filozofumuzdu. Kuşkusuz, biz Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”nin hayatı boyunca tamamen ideolojik etkinin dışında kaldığı düşüncesini savunmaktan uzaktayız. Ve bu da kuşku götürmeyen bir gerçektir ki, temsil ettiği sistemin taleplerinden ileri gelse bile, milli konularda yapmış olduğu yanlışlar öncelikle bilim insanının bizzat kendisini bağlaması ve sorumlu tutmasından dolayı Feridun Köçerli”nin de bu kuralın dışında kalması imkansızdır.Yani günümüzde “konjötürel” olarak değerlendirile bilecek yanlışlar bilim adamı hiçbir sorumluluktan muaf tuatamaz. Örneğin, milletimizin gurur duyduğu evladı, Türkiye Türkolojisinin kurucusu Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu”yla ilgili Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”nin 1974 yılında “Komünist” gazetesinde yayınlattığı yazıyı ne bilim tarihi ne de milletimiz unutmuştur. Prof. Dr. Caferoğlu”nun bilim insanı kişiliğini bir tarafa bırakarak,kendisini salt ideolojik açıdan eleştirmenin yanlışlığını Ord.Prof.Dr.Köçerli”nin de daha sonralar idrak ettiğini ve kendisiyle baş başa kaldığında Caferoğlu Hocanın ruhu karşısında özür dilediğini umuyoruz. Başında durduğu bilim-araştırma kurumunda yetiştirdiği, tez yöneticiliği ve danışmanlığı yaptığı bilim insanları listesine baktığımızda da onların hiçbir tanesinin salt Marksist felsefe üzerine kafa yorduğunu göremezsiniz. Hepsinin başvurduğu kaynaklar ya milletimizin manevi değerlerini temsil eden örneklerdir ya da işçi, köylü, aydın sınıflarının içinde yapılan alan çalışmalarıyla elde edilmiş sonuçlardır. Bu bakımdan Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”yi Azerbaycan felsefe bilimciliği tarihinin “Orta yolcusu” olarak nitelendirmemiz mümkün. Diyalektiğin kurallarına uygun olarak nesnelliğin ön plana çıktığı bu ekolün hammaddesinin tamamını milletimizin aydınlıkçı, ilerici yaratıcı insanlarının eserleri oluşturduğu için Felsefe bilimciliği tarihimiz hiçbir zaman kökünden kopmadığı gibi aynı zamanda o kökün-kökenin üzerinde gelişmiştir.
Feridun Köçerli tabir caizse, Azerbaycan”ın en farklı uç noktalarında durmuş edebi-felsefi düşünce akımlarının temsilcileri olan Mirza Fethali Ahundzade,Celil Mehmetkuluzade, Ömer Faik Numanzade, Üzeyir Hacıbeyli, Ali Bey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, Neriman Nerimanov v.d. kalem sahiplerinin yapıtlarından ulusal felsefe bilimciliğimiz için “ekmek çıkarmış” bir bilgindir. Bilim alanındaki çalışmalarının sonucu olarak Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli yaklaşık yirmi kitabın ve üç yüzün üzerindeki bilimsel makalenin altına imzasını koymuştur. SSCB sınırları içinde ve dışındaki toplantılarda sayısız konuşmalarını da eklediğimizde ortaya çıkan tabloyu değerlendirmek hepimizin borcu olsa gerek. İşte 100.doğum yılını kutlamaya hazırlandığımız sıralarda Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli isminin sadece öğrencileri ve elemanları tarafından değil bilim camiamızın tamamı tarafından saygıyla anılmasının ana nedeni de budur. Köçerli ve ekolü hiçbir koşulda bilimi ideolojiye esir etmemiş kuşağın temsilcileri olarak günümüzde de yaşıyorlar,bizden sonra da yaşamayı sürdürerek gelecek kuşaklara örnek teşkil edecektir. 1985 yılında müdürlükten ayrıldığı Felsefe ve Hukuk Araştırmaları Enstitüsü”ndeki “Mürşidlik” görevini vefat ettiği 3 Haziran 2005 tarihine kadar sürdürmesi Bilimler Akademisi için olduğu gibi bilim camiamız için de en büyük manevi kazancı teşkil etmiştir.Ve hukukçu ve bilim insanları olarak yetiştirdiği beş evladı da tabiatıyla ülkemizin entellektüel potansiyeline Feridun Hoca”nın bizzat kazandırdığı ferdler olarak kendi alanlarının önemli elemanları olarak çalışmalarını sürdürmekteler. Doğumunun 100.yılını kutlamaya hazırlandığımız bu günlerde Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli”yle ilgili samimi bir yazı kaleme alan köylüsü ve talebesi Doç. Dr. Firuz Mustafa”nın onu “Müdriklik ve mütevazilik anıtı” olarak nitelendirmesine kimsenin diyeceği bir söz olamaz.Kendisiyle ilgili kaleme alınmış “Feridun Köçerli yüceliği” kitabı da seksen beş yıllık hayatına çok şey sığdırmış bir bilim adamının insani niteliklerini yansıtan örneklerle doludur. 100. yılının doğup büyüdüğü köyde en samimi şekilde kutlanacağından emin olabilirsiniz.Çünkü Ord. Prof. Dr. Feridun Köçerli hiçbir zaman köyünden kopmadı; fırsatını bulunca gidip toprakta çalıştı,çayçıda köylülerle çay içerken onlara haklarını anlattı, haklarını svaunmalarını tavsiye etti...
Aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken kiymetli çalışmalarından yararlanmayı hepimiz için görev addediyorum.