Prof. Dr. Mustafa Sever
Ziya Gökalp (1876-1924), Osmanlı Devleti’nin en sıkıntılı dönemlerinde yaşayan bir Türk aydınıdır. Edebî, siyasî, tarihî, dinî-ahlâkî, vd. yazılarında, içinde yaşanılan sürecin de etkisiyle Türk milletinin yaşadığı sorunların nedenlerine ve bu sorunlara önerdiği çözümlere yer verir. Türk milletinin ekonomik, siyasî, teknik geri kalmışlığına, Batı karşısındaki yenilgilerine çareler arar. Bir düşünce ve eylem adamı olarak devletinin, milletinin ilerlemesi, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi yönünde çaba gösterir. Çabalarında, çalışmalarında duygusallıktan uzak, nesnel ve bilimsel davranmaya özen gösterir. Türk milleti üzerine yaptığı çalışmalarda temel anlayışını, yöntemini şöyle açıklar: “Bir kavm (Le Peuple)i ilmî surette tedkîk için her şeyden evvel göz önünde tutulması iktiza eden[gereken] şart, o kavmin istikbalde [gelecekte]nasıl olması lâzım geldiğini değil, mazide[geçmişte] ve hali hazırda nasıl olduğunu aramaktır. Bir kavimde, ya içtimaî hayatın uğradığı tekâmül vakfelerini[duraklarını] izâle[giderme], yahut maksadı ile ittihaz olunacak[kabullenilecek] tedbirler “İlim” mahiyetinde olmayıp “san’at” mahiyetindedir. İlim, yaptığı tedkîkleri amelî bir netice endişesiyle icra etmez. Çünkü amelî bir gaye takib eden içtimaî bir san'at, ıslahat ihtiyaçlarının müstaceliyeti[aciliyeti] dolayısıyle âlelâcale hükümler vermek mecburiyetindedir. İlim, hakikati amelî ihtiyaçlara feda etmiyeceğinden, bu gibi isticalkâr [aceleci]âmillerden [etkilerden] tevakki ederek [korunarak]hür ve sabur [sabırlı]bir surette çalışmakla mükelleftir[yükümlüdür].” (1977: 3).
Bu ilkeler çerçevesinde Türk milletinin hemen her konudaki sorunlarını konu edinerek çözümler üreten Ziya Gökalp, yaşadığı dönemde farklı aydın toplulukları tarafından devletin kurtuluşuna çare olarak sunulan Batıcılık, İslâmcılık, Türkçülük düşünceleri üzerinde “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak” adlı kitabında özellikle “Üç Cereyan” başlıklı yazısında durmuştur. Yazımızda bu makale temel alınarak diğer yazılarından da yararlanılarak Ziya Gökalp’ın muâsırlaşma/çağdaşlaşma konusundaki düşünceleri irdelenecektir.
Ziya Gökalp Türklüğün, İslâmlığın ve çağdaşlaşmanın hakiki ihtiyaçlardan doğmuş olduğunu belirterek bunları farklı grupların savunmasına, ileri sürmesine bakmayarak bir arada ve birbirini bütünler şekilde düşünür. Gerekçe olarak Türklüğün bir milliyet olduğu, İslâmlığın ise beynelmileliyet/milletlerarasılık olduğu için aralarında bir taâruz/çatışma olmadığını söyler. Türk aydınlarının Türklüğü inkâr ederek dini temel almadan bir Osmanlılık tasavvur ettikleri için İslâmlaşmak ihtiyacı duymadıklarını, oysa Türkçülük mefkûresi doğunca İslâmlaşmak ihtiyacı da hissedilmeye başlandığını belirtir. Muâsırlaşmak/çağdaşlaşmak konusunda ise, Tarde’nin[1] milliyetin gazeteden, beynelmileliyetin kitaptan doğduğuna ilişkin tespitine dayanarak asriyyetin/çağdaşlaşmanın da âletten/araçtan meydana geldiğini ileri sürer. Onun âletten/araçtan kastı, bilimdir, tekniktir, teknolojidir.
Ziya Gökalp’a göre, zamanın muâsır/çağdaş milleti, âlet imâl eden ve o âletleri kullanabilendir. Bu açıdan onun çağdaşlaşmadaki örneği ya da modeli, hiç kuşkusuz Batı ülkeleridir. Çünkü Ziya Gökalp’a göre Türkçülük düşüncesinin ana ekseni de çağdaşlaşmadır. O zaman, muâsırlaşmak demek, Avrupalılar gibi teknolojik âletler, otomobiller, uçaklar, vb. üretebilmek ve kullanabilmek demektir ve çağdaşlaşmak, şekil ya da yaşayış olarak Avrupalılara benzemek değildir. Gökalp’ın çağdaşlaşma ölçüsü, Avrupalılardan bilgi ya da sanat eseri alınmadığı, onların taklit edilmediği, bilgi ve sanat konusunda ihtiyaç hissedilmediği zamandır. Ona göre çağdaşlaşma bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacın karşılanması için Avrupa’dan bilimsel ve uygulama araçlarıyla tekniklerin alınması gerekir; ancak birtakım manevi ihtiyaçların giderilmesi hususunda Batı’dan bunların ödünç alınması gerekmez.
Üç düşünce akımının da bir ihtiyacın farklı yönlerden görülmüş safhaları olduğunu belirten Ziya Gökalp, bu üç düşüncenini bir bütün hâline getirilmesinin ve bu üç düşüncenin birleşimiyle muâsır/çağdaş bir İslâm Türklüğü yaratılmasının gerekliliğini ileri sürer. Ziya Gökalp’ın “ihtiyaç” olarak belirttiği şey, sürekli topraklarını kaybeden, ekonomik ve siyasî olarak Batılı devletlerin adeta oyuncağı hâline gelmiş devletin ve dolayısıyla türlü sıkıntılarla boğuşan Türk milletinin dirilişini, ayağa kalkmasını, eski görkemine ulaşmasını sağlama ihtiyacı ya da gerekliliğidir. Bu ihtiyacı ya da gerekliliği sağlayacak güç, üç düşüncenin bütünleşmiş hâli olan “çağdaş İslâm Türklüğü” ideolojisidir. Böyle bir ideolojinin tesis edilmesini gerekli görürken Batılı ülkelerdeki bilimsel yöntemlere, tekniğe, teknolojiye dayalı bir uygarlığın geliştiğinin de farkında olan Ziya Gökalp, bir yandan Japonya’nın diğer yandan Türkiye’nin Avrupa milletleri arasına girmeleri, milletler arasında ümmet düşüncesinin yerine lâ-dini/seküler bir özellik katacak olduğundan, milletlerin dine dayalı birlikleri yerine, yani ümmet düşüncesinde birleştiği düşünülen milletlerin yerine, bilime dayalı gerçek, sağlam birliklerin geçtiğini belirtir.
Burada Ziya Gökalp’ın bu üç düşünceyi bir bütün hâline getirmek, dolayısıyla bu üç düşüncenin taraftarlarının da birliğini sağlamak gibi bir düşünceyle çok temkinli davrandığı söylenebilir. Çünkü, o da fark etmiştir ki artık ümmet düşüncesinin bir geçerliliği söz konusu değildir. Osmanlı Devleti içerisindeki her etnik yapı kendi milli devletini kurma yolunda ilerlemekte ve İslamcılık ya da aynı dine mensup olma da geçerli bir düşünce olmaktan çıkmaktadır. Ziya Gökalp, “Türk milleti Ural-Altay ailesine, İslâm ümmetine, Avrupa milletleri arasında bir toplumdur.” (1976:10) dese de Türk milletinin ailesinden kastı dil birliği, köken birliği ile bağlı olduğu Türk boyları, ümmetden kastı ise, İslam dinine bağlı oluştur. Diğer yandan ise, Türkler, yönünü Avrupa’ya, bilime, teknolojiye dönmüş olan bir toplumdur.
Bilim, teknoloji, teknolojik araç ve ürünler, Ziya Gökalp’a göre taklit ya da değişim yoluyla bir milletten diğerine geçer ve bir uygarlık topluluğu başlangıçta yerel bir nitelikte ortaya çıkarak yavaş yavaş ülkeleri, kıtaları ve bütün insanlığı kucaklar. (1976: 33). Batı uygarlığı da bu açıdan değerlendirildiğinde Ziya Gökalp, “Türkçüler, muâsırlaşmak için, gayr-i müslim kavimler hakkında bu medeniyet asrının icap ettiği ihtiramkâr [saygılı] vaziyeti muhafaza edeceklerdir.” (1976: 56) diyerek Batı’nın biliminin, teknolojisinin bütün insanlık için olduğu gibi Türkler için de saygı duyulması ve alınmasının gerekliliğini belirtir.
Ziya Gökalp’e göre, Batı’nın büyük şehirlerinde nüfus yoğunluğunun artmasıyla işbölümü gelişmiş, bunun sonucu olarak da her iş kolunda o işin uzmanları ortaya çıkmış, bu uzmanlık ise, ferdî şahsiyeti oluşturmuştur. Bu süreçte insan rûhunun yapısı değişmiş, yeni rûhta insanlar doğmuştur. Bu yeni rûhtaki insanların oluşturduğu yeni hayat, yaratıcı gücünü her sahada göstererek büyük sanayii meydana getirmiş ve çağdaş uygarlığı ortaya çıkarmıştır (1992: 245). Ziya Gökalp da ülkede işbölümünün gelişmesini, belli iş kollarında uzmanlaşmış ve ferdî şahsiyeti oluşmuş insanların yaratıcı gücüyle çağdaş uygarlık düzeyine ulaşılmasını önerir ve hedefler.
Ziya Gökalp’a göre daha önce Tanzimatçılar da bu gerekliliği idrak ederek Avrupa uygarlığını almak istemişler; ancak onlar üretimi modernleştirmeden önce tüketim tarzlarını, yani giyim-kuşam, beslenme, bina ve mobilya sistemlerini değiştirdikleri için, milli sanatlarımız tamamıyla çökmüştü. Bilimsel bir tavırla, bilimsel yöntemlerle inceleme yapmadan, esaslı bir ideal ve kesin bir program vücuda getirmeden işe başlamak ve her işte yarım tedbirli olarak hareket ettikleri için Avrupa benzeri bir endüstrinin çekirdeği bile vücuda gelmemiş ve dolayısıyla ne gerçek bir üniversite ne de düzgün bir adliye teşkilatı oluşturamamışlardı (1992:247).
Tanzimatçıların bilimsel bir tavırları, esaslı idealleri, hedefleri, gerekli önlemleri olmaması, Ziya Gökalp’ın tespit ve önerilerinin ise hem geleneği hem de çağdaşlaşmayı içermesi oldukça önemlidir. Tanzimatçılar, Doğu uygarlığı ile Batı uygarlığının terkibinden/karışımından bir irfân karışımı yapmak isterken Ziya Gökalp, bir karışım oluşturmak ya da Doğu uygarlığı ile Batı uygarlığını uzlaştırmak çabasında olmayıp Batı’nın biliminin, teknolojisinin, aklının alınmasını ve ülkede, milletin özgün yapısıyla geliştirilmesini önerir. Onun önerileri, Batı’nın yaşama şekli değil, bilimsel tavrının alınması yönündedir. Ona göre önce Avrupa’nın tekniği öğrenilecek, sonra da halk hayatı iyice incelenecek (1992:306); ki yapılan her şey, Batı uygarlığı ile milli kültürün kaynaştırılmasını sağlayabilsin. Ziya Gökalp, milli kültürün de özgünlüğünü, bağımsızlığını koruyabilmesi için bilimsel yöntemlerle meydana getirilmiş uygarlığın benimsenmesinin gerekliliğini belirtir (1992:306).
Ziya Gökalp’a göre ülkede sanayi gelişmeye başlayınca bilim dalları da gelişecek (1976: 27), halk rûhunun ‘Kızıl Elma’ diye aradığı vaat edilmiş vatanına erişildiği zaman ise hakıkî manasıyla harsen/kültürel hür ve medeniyeten bağımsız olunacaktır. (1976: 28).
KAYNAKLAR
Ziya Gökalp 1976, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak (Hazırlayan İbrahim Kutluk), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, içinde “Üç Cereyan”, s. 1-13; “Anane ve Kaide”, s. 20-28; “Hars Zümresi Medeniyet Zümresi”, s. 29-42; “Türklüğün Başına Gelenler”, s. 43-56;
Ziya Gökalp 1977, “Bir Kavmin Tedkîkinde Takib Olunacak Usul”, Makaleler III, (Hazırlayan M. Orhan Durusoy), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, s. 3-16.
Ziya Gökalp 1992, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I (Hazırlayan Rıza Kardaş), MEB Yayınları, Ankara
[1] Jean-Gabriel Tarde (1843-1904), Fransız sosyolog, sosyal psikolog.