Celal Tahir


Muhsin Yazıcıoğlu´nun Ölümü ve Düşündürdükleri

Modern dünyanın ‘konsepti´ keskin çatışmaların devamı, zayıfsa körüklenmesi, hatta çatışma yoksa icadı, üzerine kuruludur. Bu ‘konsepte´ aykırı hareket edenler her türlü usulle bertaraf edilmektedir.


 

Celal Tahir

Muhsin Yazıcıoğlu´nun ölümüyle ilgili şu soru sorulmaktadır; bu olanlar bir komplo mu? Şayet bu bir komplo ise, bu komplonun faili kim ya da kimlerdir? Maksatları nedir?

Bu sorulara cevap bulmadan önce cevaplanması gereken soru, dünyanın modern zamanlarda bir takım senaryolar rehberliğinde nasıl yönlendirilebilir hale geldiğidir. Modern toplumun bellibaşlı özelliklerinden biri, genel olarak toplumların ve bireyin, tarihin daha önceki çağlarında olmadığı gibi ve olmadığı kadar, yönlendirilmeye açık hale gelmesidir. Toplum daha öncesinde olmadığı kadar, şekil vermeye uygun bir kıvama gelmiştir. Çünkü ilkin, tarihe Fransız İhtilali´nin “armağanı” olan ulus-devlet ve ulus-devletin ideolojik zemini, ulusçuluk ikinci olarak, kapitalizmim yani spekülatif ya da kurgulanabilir bir iktisadi sistemin doğması, üçüncüsü ve en önemlisi, modern zamanlarda zihniyet dünyalarını büyük ölçüde belirleyerek yönlendiren ideolojiler, modern dünyayı belirleyen etkenlerdir. Burada Cemil Meriç´in “ideolojiler idraklere giydirilen deli gömlekleridir” tesbitini de hatırlamak gerekiyor. İdeoloji bireyin zihin işleyişini ve bir bütün olarak insanlığın zihniyet dünyasını, belirli kalıplara sokmakta, düşünce ve davranışlarını şekillendirmektedir. Çünkü ideoloji vahiyle irtibatını koparmış beşeri düşünce formudur. Bu yönüyle de ideolojiler, dinlerin yerine ikame edilen, metot ve biçim itibarı ile dinlerin taklidi olan beşeri düşünce sistemleridir.

Ve bu çağda ortaya çıkan özne çoğunlukla, ‘hakiki özne´ olmaktan ziyade, yukarıda kısaca izaha çalıştığımız sebeplerden, iradesi dâhilinde veya iradesi haricinde, bazen de, kısmen iradesi dâhilinde kısmen de iradesi haricinde belirli bir rolü oynayan, bir tür ‘imal edilmiş´ ‘özne´ olduğunu anlamak önemlidir. Bunun haricinde hakiki özne olma ihtimali olanlar bir şekilde bertaraf edilmektedir. Mevcut kutuplaşmaları, senteze ve birliğe dönüştürmeye çalışanlar “oyun dışı” kalmaktadır.

Neden Uğur Mumcu´yu seçtiler?

Mesela; 1 Şubat 1993 tarihli Sabah gazetesinin ‘Sağ-sol çatışması isteniyor´ başlıklı haberinde Cengiz Çandar ve Savaş Süzal´ın, Özal´la yaptığı röportajdan alınan bölümlerde merhum Özal, Mumcu suikastını şöyle değerlendirmektedir: “Neden Uğur Mumcu´yu seçtiler? Arkasından neden Jak Kamhi geldi? Hadiselerin başlangıcından itibaren cereyanına, cenaze öncesi yürüyüşlerde atılan sloganlara bakılınca bu, insana şunu düşündürtüyor: 7-8 senedir sağ-sol ayrımı kalmamıştı. Hatta eski sağcılar ve eski solcular bir araya gelip, meseleleri makul bir biçimde tartışmaya başladılar.

Bu fevkalade iyi bir gelişmedir. Bu bazılarının hoşuna gitmiyor. Şu, şu, şu meseleler niye konuşuluyor; konuşulmamalı diyenler var. Ama toplum konuşuyor bunları... Düşünen, üreten, fikir üreten, tartışan bir toplumda her şey konuşulmalıdır. Netice itibarıyla ben hür düşünceden yanayım. Bunun için bana kızıyorlar, tabuları yıkıyorum diye. Bir azınlık var. Eskisi kadar değil. Ama tesirli. Onu söyleyeyim... Neticede toplumu kavgaya, kargaşaya itmek. Sağ-sol nüansları kaybolmuş bir cemiyeti tekrar sağ-sol kavgasına çekmek amacındalar. Ciddi ve ustaca hazırlanmış bir provokasyon yapıyorlar.”

Özal´ın Kuşkulu Ölümü

Bu sözleri söyleyen Turgut Özal kısa bir süre sonra ölür. Özal´ın ölümü zamanı ve oluşu itibarı ile kuşku uyandırır. Çünkü Özal kutuplara ayrılmış ve bu kutuplar çatışması üzerinden enerjisi heba edilerek bloke edilen Türkiye´nin yerine, çeşitli kutupların bir istikamet doğrultusunda meczolunduğu, hedefleri olan bir Türkiye inşa etme gayretindedir. Özal´da özellikle ilk başlarda geleneksel sağcı çizgiden çok öge vardır. Ama giderek sanki durumu daha net görür ve kendisi de değişir. Ve zamanla Özal, Cumhuriyetin Kurucu Paradigmasını-Kemalizm´i ve Kemalizm´in Solda Sağda, Türkçülükte, İslamcılıkta, Kürt haraketlindeki yansımalarını da – ki bu yansımalar Kemalist alt paradigmalardır- iptal edip, bir tür senteze fiili olarak gidiyordu da, denilebilir. Elbette hemen akabinde bunun fikrî – teorik ve siyasî çatısı da inşa olunacaktı. Bu ciddi bir tehdit olarak görüldü. Ekibi ile beraber, egemen dünya sisteminin isteğiyle tasfiye olunduğu kesin gibidir. Bunun en mühim bu sebebi budur. 1993 yılında yaşanan adı konulmamış darbe sürecinin sebebi de budur. Tasfiye sürecinde Gladyo ve Gladyo´nun Türkiye´deki işbirlikçilerinin rol almış olması kuvvetle muhtemeldir.

Tıpkı 70´li yıllardaki İtalya Başbakanı Aldo Moro´nun Ölümü gibi…

Aldo Moro, öldürülmeden 4 yıl önce 1974´de İtalyan Başbakanı olarak ABD´yi ziyaret eder. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Moro´ya “Ülkendeki tüm siyasi güçleri doğrudan işbirliği için bir araya getirme siyasetini bırakmalısın... Yoksa bunu çok pahalı ödersin” der. Aynı ‘uyarı´, kimliği açığa çıkmayan bir istihbarat yetkilisi tarafından da yapılır. Eşi Eleonora Moro, kocasının şu sözlerini aktarır: “Bana şöyle dediler: Ülkendeki tüm siyasi güçleri işbirliğine yöneltme politikandan vazgeçmelisin... Yoksa ödeyeceğin bedel ağır olur!”

Aldo Moro bunlara rağmen “Tarihsel Uzlaşma” adını verdiği sol ve sağ partileri birleştirme politikasına hız verir. Ülkesindeki terörizmin suç ortaklığını gizli servislere bağlayan, CIA, MOSSOD ve BND´yi terörist faaliyetleri organize etmekle suçlayan Aldo Moro, İtalya´da “tarihsel uzlaşma” sağlamaya çalışırken, 16 Mart 1978 günü Kızıl Tugaylar örgütü tarafından film gibi bir operasyon ile kaçırılır.

O sırada Andreotti Başbakan, Cossiga ise İçişleri Bakanı´dır. Kızıl Tugaylar, Moro´ya karşılık hapisteki 13 teröristin serbest bırakılmasını isterler. Neredeyse her gün Moro´dan ailesine ve polise mektup gönderirler. Andreotti ve Cossiga, ailesinin, yakınlarının hatta Papa´nın ısrarlarına rağmen, Moro´yu kurtarmak için Kızıl Tugaylar´la pazarlık yapmayı reddeder.

İtalyan polisi, 8 hafta boyunca Aldo Moro´nun rehin tutulduğu yeri bulamaz. 55 gün sonra Moro´nun cesedi, Roma´nın göbeğinde, park edilmiş kırmızı bir Renault´un bagajında bulunur.

Çatışma Yoksa İcad Edilecek!

12 Eylül 1980´e gelirken Gün Sazak ve Abdi İpekçi suikastları vardır. Gün Sazak´ı bir Devrimci-Sol militanı, Abdi İpekçi´yi de bir ülkücü öldürür. Bunlar da şöyle bir ortak özellik vardır.

1-) MHP ve CHP arasında bir koalisyon olabilir mi? diye, Türkeş´in ve Ecevit´in bilgisi dâhilinde MHP´den Gün Sazak, CHP´den Vedat Dalokay ´gizlice´ üç görüşme yapar. Sonra bu gerçekleşmez.

2-) Abdi İpekçi´nin de CHP ve AP arasında, Demirel ve Ecevit arasında bir koalisyon bir yakınlaşma olabilir mi şeklinde girişimleri olduğu söylenir? Gün Sazak bakan Abdi İpekçi gazeteci olarak kaçakçılık ve kaçakçılık lobisi ile de uğraşır. Yani Abdi İpekçi Türkiye içerisindeki çatışmaya karşıdır.

Gün Sazak da silah kaçakçılığının önünde engeldir. Ayrıca da bu çatışmayı önlemek için çalışmaktadır. Darbeyi planlayanlar bu ikisini ortadan kaldırmaya karar verirler ve başarırlar.

Bu gibi durumlarda tetikçilerin siyasi eğiliminin bir önemi yoktur. Bu durumlarda hedefe uygun bir kişi daima bulunur.

Muhsin Yazıcıoğlu´nun Ölümü

Tüm bunlar ile Muhsin Yazıcıoğlu´nun helikopter kazası sonucu ile ölümü paralellik arzeder. Muhsin Yazıcıoğlu´nun 18 Mayıs 2009´da tüm azınlıkları içine alan yeni bir açılım yapmaya hazırlandığını söyleyen BBP Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ “Patrik Bartholomeos, Mutafyan ve azınlıkların önde gelenleriyle görüştük. Yahudi, Ermeni her ne olursa olsun bu insanları 18 Mayıs´taki açılıma davet edecektik” der. Özdağ, Muhsin Yazıcıoğlu´nun Hrant Dink´in ölümünün ardından Dink ailesiyle görüşmek istediğini de söyledi. Yazıcıoğlu´nun Dink´in öldürülmesine üzüldüğünü anlatan Özdağ, “Muhsin Yazıcıoğlu, Hrant Dink´in ailesine başsağlığı dilemek için ailesiyle görüşmek istedi. Onlara başsağlığı dileyecekti. Bizim bu olaylarla ilişkimizin olmadığını söyleyecekti” diye konuşur. (03.04.2009 Yeni Şafak)

Muhsin Yazıcıoğlu´nun ölümü, şayet bir suikast ise, sebeplerden biri burada aranmalıdır. O da yukarıda anlattığımız diğer isimler gibi, kutuplara ayrılmış ve bu, kutuplar çatışması üzerinden enerjisi heba edilerek bloke edilen Türkiye´nin yerine, çeşitli kutupların bir istikamet doğrultusunda meczolunduğu hedefleri olan bir Türkiye inşa etme gayretinde olmasıdır. Bu olabilse Türkiye´nin “tarihsel uzlaşması” olacaktır.

Çünkü Muhsin Yazıcıoğlu “herhangi” biri değil, bir dönem çatışan ideolojik gruplardan birinin Türk milliyetçiliğinin ,-ülkücü gençliğin- Reis´idir. Bu noktada BBP´nin aldığı oyun da önemi yoktur. Mesele merhum Muhsin Yazıcıoğlu´nun atmayı düşündüğü bu adımın ortaya çıkaracağı sinerjidir. Neticede ölümü kaza ise, birilerinin işine yaramıştır. Kaza değil suikast ise de, bu bir spekülasyon olmaktan çıkarılıp, delilleri ile olay aydınlatılmalıdır.

Çatışmaların Devamı İçin Merkezin Gaspı

Bu bağlamda Türkiye´de 70-80 arası çatışma ve terörün CHP-MSP koalisyonu bozulduktan sonra artmasına dikkat etmek gerekir. Modern dünyanın ve o yılların ‘konsepti´ keskin çatışmaların devamı, zayıfsa körüklenmesi, hatta çatışma yoksa icadı, üzerine kuruludur. Bu ‘konsepte´ aykırı hareket edenler her türlü usulle bertaraf edilmektedir. Ayrıca Türkiye´de İdris Küçükömer, Yaşar Kutluay, Hikmet Kıvılcımlı, Mümtaz Turhan, Nurettin Topçu, Cemil Meriç, Kemal Tahir, Atilla İlhan gibi aydınlara yeterince itibar edilmemesi bu bağlamda anlam kazanmaktadır.

Türkiye´de tek tek tüm ideolojik politik akımlar sürekli özellikle hassas dönemlerde konspiratif operasyonlar için yeniden düzenlemeye tabi tutulmaktadırlar. Bu belirli bir ideolojik-siyasi kulvardaki akımlara mensup kişi grup örgüt parti ve bireyleri yeniden tanzim etmek veyahut değiştirmekle mümkün olabilir. Kuvvetle muhtemel yabancı güçlerin marifeti, gizli servislerin eliyle maniple edilerek sağda ve solda olsun hakikaten milli olarak nitelenebilecek birtakım kişilerin geçmişten bugüne etkinliklerini azaltılmaktadır. Bu kişilere müdahale edilmekte sürecin dışına çıkarılmaktadırlar. Bazen bu, sözkonusu kişilerin doğrudan ortadan kaldırılması şeklinde olmaktadır; bazen de bu kişiler itibarsızlaştırmaktadır.

Bu operasyonların rahatlıkla gerçekleşebilmesinin bir sebebi de, Türkiye´de fikir sanat edebiyat adamlarının azımsanamayacak bir bölümünün Batı menşeli ideolojilere angaje olmuş olmalarıdır. Ve merkezin bu tip kişiler tarafından bir nevi işgal edilmiş olmasıdır. Daha bağımsız düşünebilen ve daha yerli sayılabilecek kimselerin ise arafta bırakılmışlardır. Yerlilik ve millilik meselesiyle, Türkiye´de bazı fikir sanat edebiyat adamlarının merkezin dışında tutulmasının, böyle bir irtibatı vardır.

Araftakiler ve Merkezin İşgali

Bu etkinliklerin azaltılma süreci çok yönlü hamleler stratejilerle gerçekleştirilmektedir. Olan bir alan tanımlanması, yani merkezin tanımlanması ve belirlenmesidir. Türkiye´de merkez;

Bir: Doğrudan doğruya yabancı güç odaklarına hizmet eden bazı elemanlar,

İki: Kendisi tam olarak ne yaptığını bilmese de kapılmış olduğu ideolojik cereyan gereği belirli yerlere hizmet eden kişiler tarafından, işgal edilecektir/edilmiştir.

Bu Türkiye´de yerli ve milliğin egemen olamamasının başta gelen sebeplerindendir. Aynı zamanda toplumun mütemadiyen kamplara bölünüp çalıştırılmasının da başta gelen sebeplerindendir.

İdeolojiler üzerinden milletler, toplumlar zıt kutuplara kamplara ayrılır/ayrıştırılırlar ve bu kutuplar birbirleriyle çatışırlar/çatıştırılırlar. Bu ideolojik kompartımanlar bir trenin vagonları gibidir. Küresel İngiliz Yahudi egemenliğinin bu treninin, Sosyalist sol vagonu Türkçülük vagonu, Kürtçülük vagonu Liberalizm vagonu ve İslamcılık vagonu mevcuttur. Bu vagonlara binenler küresel egemenliğin treni ile yol almaktadırlar. Yol alabilmelerini ana ve esas sebebi budur.

Bu vagonlara kim ya da kimlerin binebileceği de tayin edilmektedir. Ve bu tayin edilenler o vagona kompartımanına diğer binecek olanları tayin etmektedirler. Bu durumda bunlara lider önder, patron, şeyh, efendi, usta, üstad vb. sıfat ve unvanları verilmektedir. Ve bu kitlelere de benimsetilmekte empoze edilmektedir.

Türkiye´de bütün ideolojik siyasi akımlar da son 100 yıldır yaşanmakta olan, kalitede bir düşüş, aşağı doğru iniş, kuşaklararası kopuş, bu durumda anlaşılır olmaktadır. Ve ayrıca birtakım operasyonlarla tarikatlar ve tarikat şeyhleri bile icat edildikçe, bütün siyasi hareketlerde bir kalite düşüklüğü yaşanacağı açıktır. Tüm bu süreçlerin hayatın doğal ve olağan akışı içinde olabilmesi mümkün değildir. Türkiye´de Sağ ve Sol akımlara özel ve konspiratif müdahaleler olmadan bu durumun ortaya çıkması çok zordur.

 

(celaltahir@gmail.com)

 

 

"Vefa"nın sadece bir semt ismi olmadığını kanıtlamak için... Silah almak mı?

Suriye denkleminde son durum

"Suriye, Türk himayesine giriyor"; "İsrail ve Türkiye çıkarları Suriye'de çatışıyor"

"Erdoğan'ın ısrarcılığı, Colani'nin başarılı olup olmayacağı netleşmeden Suriye haritasında değişikliğe neden olabilir"

Esad sonrası Suriye: Rusya'nın Ortadoğu'da kriz stratejisi ve Türkiye'nin yanıtı

Yeni Suriye denklemi nasıl olacak?

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım