Doç. Dr. Aybeniz Rahimova
“Şiir Evi`nde yaptığı konuşma dönemin Şuşa Gazetesi`nde yayımlanmıştı. Babamın yazısının bulunduğu Şuşa Gazetesi`ni bugün de arşivimde muhafaza etmekten kıvanç duymaktayım”.
Türkiye`nin köklü fikir ve düşünce kurumlarının başında gelen Avrasya Bir Vakfı`na bağlı Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi`nin www.yenidunyagundemi.com bilim ve araştırma portal için Türk Dünyasının Bilim Adamları serisinden şimdiye kadar kaleme aldığım yetmiş yazıdan sonra yetmiş birincisini yazmanın benim için çok zor olduğunu itiraf ederek başlayayım. Evet, insanın babasıyla ilgili yazı kaleme almasının bu kadar zor olduğuna dair gerçeği yaşayanların sırasına ben de katılmış bulunuyorum. Nobel ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez XX.nci yüzyılın ikinci yarısının en iyi romanı sayılan Yüz Yıllık Yalnızlık`I yazarken bazen günlerce daktilonun etrafında dönüp-dolaşmasına rağmen tek satır bile yazamadığını itiraf eder.Kendimi asla Marquez ile kıyaslamadan ben de aynı durumdayken imdadıma XX.nci yüzyıl Oğuz coğrafyasının en önemli şairlerinden biri olan Tebrizli Muhammet Hüseyin Şehriyar yetişti ve neredeyse 13 aydan buyana bilgisayarın etrafındaki dönüp-dolaşma durumumu da sona erdirdi. İşte burada bir daha dönüp dolaşmamak için babamla ilgili yazıma Şehriyar`ın şiiriyle başlayayım:
Siz kadimden adlı-sanlı hanlarsız
Her biri bin cana deyen canlarsız
Sırr-ı hayatı okuyup anlarsız
Bilirsiz ki dünya kaza vu kaderdir
Kaza vu kader gamın yemek hederdir.
İşte o `Hanlar sülalesi`ni anlattığında babamın göz yaşlarının yanaklarını ıslattığı anlar gözümün önüne gelip beni yine ve yeniden gama boğuyorsa,izninizle birkaç kelime sülaleden diyeceğim.
Sülalenin kökü Safevi İmparatorluğu`nun başkenti Erdebil`e dayanıyor. Talış dağlarının hemen ötesinden bu tarafa bölgeyi yönetmek için geçmiş Lenkeran Hanı Mir Mustafa`nın dördüncü oğlu İsmail Bey, babamın büyük dedesidir. Feodal Türk devletlerini entegre etme girişimleri ve islam dinine mensup mezhepleri biraraya getirme çabalarıyla tanınan Safevilerin son imparatoru Nadir Şah`ın ordusunda üstdüzey komutanlık yapmış Mir Mustafa Han`ın hünerleri üçyüz küsür seneden buyana dillerde destan gibi dolaşmaktadır. Azerbaycan hanlıklarının Aras nehrinin Kuzeyinde kalan kısmının Çarlık Rusyası tarafından işgalini kabullenemeyen babamın büyük dedesi Kacarların yönettiği günümüz İran topraklarına geçerek yaşamını orada solandırırken torunu Mir Kasım bu tarafta kalmayı tercih etmiştir.İşte o Mir Mustafa`nın ismini taşıyan babam Mustafa`nın dedesi Mir Kasım sülalenin elini-ayağını bir yere toparlayıp huzura kavuşturmuşken 1920`lerin sonralarında başlayan yeni baskıların sonucunda Lenkeran`dan Şamahı kentine sürülmüştür.
Şamahı`ya götürüldüğünde 1926 Lenkeran doğumlu babam Mustafa iki yaşındaymış. İlk ve ortaokulu Şamahı`da okumuş,22 Haziran 1941`de nazi Almanyası`nın SSCB`ye hücumuyla başlayan savaşın ilk günlerinden arka cephedeki petrol sanayisinde çalışması için Devlet Savunma Komitesi`nin emrine alınmıştır.Liseyi pekiyi dereceyle bitirdikten sonra yaklaşık üç sene çalıştığı petrol madenlerinden ayrılarak Petro-Kimya Üniversitesi`nin Petrol mühendisliği fakültesinin birinci sınfına kaydını yaptırmıştır.
Eğitimine bir süre devam etmesine rağmen bu alana pek ilgisinin olmadığını anlayınca bu kez dönemin V.İ.Lenin Eğitim Üniversitesi`nin Azerbaycan dili ve edebiyatı fakültesine kaydolmuştur. Hocaları arasında Türk dünyasının Bilim Adamları ortak başlıklı bu yazı dizimizde hayat ve yaratıcılıklarını kaleme almaktan onur duyduğum Ord. Prof. Dr. Feyzullah Kasımzade, Ord. Prof. Dr. Ezel Demircizade,Prof. Dr..Mikail Refili, Prof. Dr. Ali Sultanlı, Prof. Dr. Cafer Handan v.d. önemli şahsiyetler bulunmuştur.
Üstün başarı diplomasıyla mezun olduğu üniversiteye asistan ve doktora öğrencisi olarak alınmasının önerilmesine rağmen maddi durumunun bunu kaldıramayacağını görüp köy öğretmenliğini tercih etmiş ve doğduğu Lenkeran ilinin Kergelan ve Mamusta köylerinde beş sene öğretmenlik yapmıştır. Hocası Ord. Prof. Dr. Feyzullah Kasımzade`nin daveti üzerine 1961 yılında mezun olduğu üniversitenin SSCB Halkları Edebiyatı bölümünde başladığı doktora öğrenciliğini 1964 yılında `Kasım Bey Zakir Şiirinin Sanatsal Özellikleri` konulu tezini savunarak bitirmiştir. O dönemden itibaren Dr.Mustafa Mustafayev sadece Azerbaycan`da değil,eski SSCB sath-ı mailinde de XİX.ncu yüzyıl edebiyatının önemli araştırmacılarından biri olarak kabul görmüştür. Babamın doktora öğrencisi arkadaşı ve bu dizide hakkında yazı kaleme aldığım rahmetli Prof. Dr. Hayrullah Mammadov daha o zaamanlar bir yazısında dikkati şu hususlara çekmişti: ”M.Mustafayev ülkemizde XİX.uncu yüzyıl Azerbaycan edebiyatının ender uzmanlarından biridir. Kaynaklara aşina olması bakımından belki Ord. Prof. Dr. F Kasımzade ve Prof. Dr. Mikail Refili`den sonra gelen tek bilim adamıdır.
Mustafayev üniversitede dersini verdiği sayısız şairin ve yazarın eserlerinden örnekleri ezber biliyor. Edebi-tarihi olgularını ve şiir parçalarını tam yerinde kullanmasının yanısıra derslerinde sergilediği üstün hocalık yeteneği öğrencilerle kolay iletişim kurmasına neden olmasının yanısıra öğrencilerinin kendisine daha sıkı bağlarla bağlanmasını sağlıyor”.Babamdan etkilenerek girdiğim üniversite sınavlarını geçtikten ssonra kaydolduğum Azerbaycan dili ve edebiyatı fakültesindeki öğrenci arkadaşlarımın yanısıra ben de onun evladı olmaktan daha ziyade öğrencilerinden biri olarak bu özelliklerini seyretmekten aldığım tat hep damağımda kaldı. Bilim alanındaki entrikalardan hep uzak durmaya çalışan Mustafa Mustafayev`in çalışmalarında Azerbaycan reelist şiirinin ilk örneklerini kaleme almış Kasım Bey Zakir`in edebiyatımızda gerçekleştirdiği devrimler ön planda olmuştur.
Sadece Azerbaycan`ın değil Kafkasya`nın da kültür merkezi sayılan Şuşa`nın yirmisekiz seneyi bulan ermeni işgalinden kurtarılmasından sonra www.yenidunyagundemi.com bilim-araştırma portalımız için kaleme aldığı Şuşa`lı Kalem Sahipleri dizisindeki ikinci makalemin Kasım Bey Zakir üzerine olması bilim insanları olarak babamla benim kesiştiğim ortak noktalardan biriydi. Hiç unutmuyorum:1984`te daha ermeni işgali altına düşmemiş Şuşa kentimizde Kasım Bey Zakir`in 200.üncü doğum yılı kutlandığında Ord. Prof. Dr. Yaşar Karayev, Prof.Dr. Arif Hacıyev ve bazı şairlerden oluşan delegasyonda Mustafa Mustafayev`in ismi de ön sıralarda olmuş ve Şiir Evi`nde yaptığı konuşma dönemin Şuşa Gazetesi`nde yayımlanmıştı.
Babamın yazısının bulunduğu Şuşa Gazetesi`ni bugün de arşivimde muhafaza etmekten kıvanç duymaktayım. Onun dışında babamın Kasım Bey Zakir`in hayatını ve şiirlerini incelediği ve edebiyat bilimcilerimizin büyük önem verdiği iki kitabı sadece benim değil tanıdığım ve tanımadığım birçok uzmanın masa üstü kitapları arasında bulunduğunu biliyorum. Mustafa Mustafayev,XİX yüzyılın ortalarında Mirza Fethali Ahundzade`nin başlatıığı aydınlanma sürecinin en aktif kalem sahiplerinin ve o süreci devam ettirenlerin çalışmalarına hep büyük önem vererek bilimsel incelemelerinin merkezine almış bir bilim adamıydı.
İşte aydınlanma sürecimizin Mirza Fethali Ahundzade`den sonraki mühim temsilcileri olan Seyyid Azim Şirvani,Celil Mehmetkuluzade,Süleyman Sani Ahundov,Cafer Cabbarlı,reelist edebiyatın XX yüzyılın 30`lu yıllardan başlayan peryodunun önemli kalemleri Samed Vurgun ve Süleyman Rüstem`in edebi portreleri Mustafayev`in kaleminden çıkan yazılarla bilim ve eğitim dünyasına sunulmuş ve ismi zikredilen kalem sahiplerinin daha iyi tanınmasında o yazıların önemli katkısı olmuştur.
Örneğin Samed Vurgun`un yaratıcı özelliklerini incelediği Kudretli Şair isimli makalesinde bir zamanlar bizzat bana dediği “Bana edebiyatı Samed Vurgun sevdirdi” sözünün babamın kişiliğine yansımalarını görmüştüm:O yazısında babam adeta Samed Vurgun`dan borç olarak aldığı edebiyat sevgisinin bir kısmını şaire iade etmeye çalışmıştı.
Sovyet döneminin edebiyat ve bilim alanındaki entrikalarının sıkıntısını babamın da çektiğini çok iyi hatırlıyorum.1971 yılında Mustafa Mustafayev`in profesörlük tezi üniversitede görev yaptığı bölümde tartışılırken tez danışmanı Ord. Prof. Dr. Feyzullah Kasımzaade`nin ve diğer önemli bilim insanların olumlu yazılı görüş ortaya koymalarına rağmen kimi mesai arkadaşları yalan ve iftira nitelikli konuşmalar yapmayı kendilerine reva görünce o cahilliklere tahammül edemeyen babam toplantıyı terkederek sinirli halde eve gelmişti. Ortaokuldaydım ve babamın o asabi durumundan hepimiz çok tedirgin olmuştuk.
Bölüm başkanı ve tez danışmanı Ord. Prof. Dr. Feyzullah Kasımzade babama teskinlik vererek asla yarı yolda durmamasını telkin edince babam çalışmalarını bu kez Gürcüstan`ın başkenti Tiflis`te sürdürmüştü. Babama karşı kurulan komplonun esas nedeni bölüm başkanlığı görevini fiilen yürütmesi ve profesörlük diplomasını da alınca o göreve asaleten atanmasını engellemekti. Gerçekten de çalışmalarını daha büyük şevkle devam eden Mustafa Mustafayev`in 1970`li yılların ikinci yarısından başlayarak 10`un üzerinde inceleme kitabı,200`ün üzerinde bilimsel makalesi yayımlandı. Ve böylece Mustafa Mustafayev XİX.uncu yüzyıl ve XX.nci yüzyılın birinci yarısı Azerbaycan edebiyatının önemli bir araştırmacısı olarak kendi adını edebiyat bilimciliğimizin tarihine kazıdı.Babama karşı yapılmış haksızlığı ise 1990 yılında SSCB Bakanları Kurulu`na bağlı Yüksek Terfi Komisyonu ortadan kaldırdı ve kaleme aldığı eserlerinin önemini gözönünde bulundurarak kendisine Profesör titri verdi.
Meslektaşlarının,mesai arkadaşlarının yüreğine su serpen bu karar annemi ve biz evlatlarını da çok sevndirmişti.Bir süre sonra `Kasım Bey Zakir`in Poetik Dünyası` isimli araştırma kitabı genişletilmiş haliyle yeniden yayımlandığında kendine mahsus şiirlerinden birinin dört dizesiyle bana da imzalamıştı:
Açtıkça bu kitabı her defa sen
Ruhum diyecektir sana ahsen
O zaman beni yana yana yad et(hatırla)
O zaman beni gaibane yad et.
Kitabı babamdan aldığımda hüngür hüngür ağlamamın esas nedeni onun bu fani dünyaya veda edeceğini hisetmem imiş.Bunu hızla idrak da etmeye başladığımda babam bizleri müşküllerimizle başbaşa koyarak şerefiyle yaşadığı bu gezeğenden ayrıldı.
Takvim 15 Mart 2011`i gösteriyordu...
Annemin,ağabeyimin ve kızkardeşlerimin yerine konuşmak istemem ancak benim için esas teselli en son günlerine kadar babamın hiçkimseye muhtaç olmadan üniversiteye gidip derslerini verdikten sonra evine dönmesiydi.Başka bir tesellim benim torunlarım olan İbrahim`i,Namık`ı ve Cihan`ı görmesiydi.Daha sonra dünyaya gelen torunlarım kökü taa Safevi yiğidi Mir Mustafa`ya,oradan benim babam Mustafa`ya uzanan bir serüveni öğrenmek isteyecekler mi?Bunu da bilemememe rağmen şimdiki aşamada Mustafa isimli torunumun (Hatice`nin ikizi) varlığından duyduğum sevinç de bana yetiyor.
Bana her zaman yazma fırsatı vermiş Avrasya Bir Vakfı`na bu yazımı da yayımlamasından dolayı bir daha şükranlarımı sunarken babamın biz evlatlarına yadigarı olan anneme uzundan daha uzun ömürler diliyorum.
Ve babamla ilgili kaleme aldığım bu kısa yazıda en ufak iki torunumun ismini zikretmeden geçemeyeceğim gibi dört yaşlı Faraç`ın ve iki yaşlı Selma`nın dört asrı bulan o Mustafa Han`lar sülalesi geleneğine hep bağlı kalmalarını ve o şanlı-şerefli sülalenin isminin sorumluluğunu dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar taşımalarını Allahtan niyaz ediyorum...