UNUTMAYALIM
*BAKÜ MEKTUBU*
Doç. Dr. Aybeniz Rahimova
1954 yılının ortalarında Oğuz coğrafyasının 20.yüzyıldaki en mühim kalem sahiplerinden biri olan Tebriz`li Muhammed Hüseyin Şehriyar`ın Haydarbaba`ya selam şiiri Ankara`da Mehmet Emin Resulzade`ye ulaşınca Şark`ın ilk Cumhuriyetinin kurucusu `Edebi bir hadise` isimli yazıyla Haydarbaba`ya selam`ı Türkiye`ye ve dünyaya tanıtıyor.Muhtemelen Haydarbaba`ya selam aynı dönemde Bakü`ye de ulaştı ve yazarının bir kısım diğer şiirleriyle birlikte yayına hazırlanması, yayınevi planına dahil edilmesi ve basılması belirli bir süreyi aldı ve Şehriyar`ın Kuzey Azerbaycan`da ilk kitabı 1958`de ışık yüzü gördü.Yayına hazırlayan şahıs Sibirya`ya sürgünden sovyet diktatör Josef Stalin`in 5 Mart 1953`de vefatından sonra dönebilmiş Gulam Hüseyin Begdeli idi.Eski bir Türk kavmi Beydili mensuplarından olup Güney Azerbaycan bağımsızlık harekatının önemli şahsiyetlerinden biriydi.Fars Pehlevi rejiminin 1946`da kanlı bir müdahaleyle Milli hükümeti devirmesinden sonra Bakü`ye yüz tutmuş,sovyet istihbaratının düzmece iddianamesiyle 1947`de tutuklanarak cezasının infazı için Sibirya`ya gönderilmiş ve yedi sene sonra haksızlığı kanıtlanarak geriye dönebilmiş yüksek bir entellekt ve güçlü bir irade sahibi bir kişilik.Zaten bu dizideki kimi yazılarımıza konu ettiğimiz ve 1945-1946 Güney Azerbaycan Milli Devletinin kurulması için mücadele vermiş kişiliklerin ortak özelliğinin `ülküye,mefkureye,bağımsızlığa sadakat` olduğunu birkaç kez not ettiğimizi okurlarımız hatırlayacaklardır.
Ve 1950`lerin ortalarında Kuzey Azerbaycan`da milliyetçilik dalgasının yeniden yükselmesinde 28 Mayıs 1918 felsefesinin yanısıra 1945-1946 ruhunun da tetikleyici rolü olduğunu kabul etmemiz gerektiğine vurgu yapmıştık.Kim ne derse desin,bağımsızlık,adalet,insan hakları konuları önce edebiyatın gündeminde yer bularak kalem sahiplerinin uzun soluklu mücadelesinden sonra devletlerin de gündemi haline geliyor ve ülkeler bu şekilde gelişe biliyorlar.İşte bu alanın araştırmacılarının milli ve özgürlükçü karaktere sahip olmalarının milletlerin kaderinde müstesna yeri bulunmaktadır.Prof.Dr.Gulam Hüseyin Begdeli o kişiliklerden biridir.
5 Mart 1919`da Güney Azerbaycan`daki milliyetçi akımların önemli merkezlerinden biri olan Zencan vilayetinin Duraklı köyünde dünyaya göz açmıştır.Lise eğitiminden sonra Tahran askeri okulundan mezun olarak Pehlevi rejimi ordusunda subay olarak hizmette bulunmuştur.Halk Partisi`ne üyeliğinden dolayı ordudan atılınca Güney Azerbaycan`ın istiklali uğruna verilen mücadeleye katılmış ve Azerbaycan Milli devletinde önemli görevler üstlenmiştir. Çoğu devlet yöneticisi gibi 1946`da Bakü`nün yolunu tutmak zorunda kalmış ve buradaki Komünist Partisi Yüksek okulunda yeniden eğitim aldığı sıralarda tutuklanmıştır. 1947`de sovyet istihbaratının düzmece raporuyla mahkeme tarafından yirmi beş sene hapis cezasına çarptırılarak cezanın infazı için Sibirya`ya sevkedilen Begdeli`nin Bakü`ye geri dönüşü sovyet diktatör ölümüyle gerçekleşe bilmiştir. Daha önceki yazılarımızda da dikkat çektiğimiz üzere 1945-1946 yıllarında Güney Azerbaycan`da mevcut olmuş milli devletimizin Tahran rejiminin kanlı saldırısıyla sonunun getirilmesiyle Bakü`ye gelenlerin bir kısmı 1950`lerin ortalarından itibaren milliyetçilik şüurunun yeniden canlanması sürecine mühim katkılarda bulunmuşlar.
`Yeniden Bütün Azerbaycan` mefkuresini de tetikleyen bu sürecin simgesel şahsiyeti,kuşkusuz Muhammed Hüseyin Şehriyar`dı.Bu bakımdan sürgünden dönmüş Gulam Hüseyin Begdeli`nin bilim,düşünce ve yazı hayatına Şehriyar`ın kitabını yayına hazırlamak suretiyle adım atması kendisi için de Allah`ın bir lütufu sayılabilirdi.Şunun için söylüyoruz:bağımsızlığımızın simgesi Muhammed Emin Resulzade,Şehriyar`ı Türkiye`ye tanıtıyor ve Şehriyar `Bütün Azerbaycan` ülkümüzün ve mefkuremizin sembolü oluyor. Gulam Hüseyin Begdeli ise Şehriyar`ı bizlere tanıtarak adeta sürgün hayatından sonra kaderin sunduğu bir yazgıyı gerçekleştirmiş oluyordu. Begdeli`nin güçlü iradesi belki eski subaylığından geliyordu;yedi seneyi bulan Sibirya sürgününün ardından hızla bilim alanına giriş yapması onun manevi dünyasının zenginliğinin dışavurumuydu. Parti okulunda yarım bırakmak zorunda kaldığı eğitimini 1958`de tamamlar tamamlamaz doktora tezi üzerindeki çalışmalarını hızlandırmış ve 13.-14.yüzyılların Güney Azerbaycan kökenli şair-filozofu Maraga`lı Avhadi`nin hayatı ve eserlerine ilişkin tezini savunmuştur.İşte 1946`da Kuzey Azerbaycan`a gelmek zorunda kalmış Güney Azerbaycan kökenli aydınlarımızın Bakü merkezli Oryantalizme ne kadar faydalı olduklarını görmek açısından Gulam Hüseyin Begdeli`nin bilimsel çalışmaları çok önemli örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kuzey Azerbaycan`a gelmiş o kuşağın Farsçayı ana dili gibi blmeleri Fars dilli klasik edebiyatımızın,felsefemizin ve kültürümüzün araştırılmasında çok mühim bir özellik niteliği taşımıştır.Şehriyar`ın Azerbaycan Türkçesindeki şiirlerinin Bakü`de ilk kez Gulam Hüseyin Begdeli tarafından yayına hazırlanmasından sonra 1960`lı yıllardaki yeni yayınların tamamının isnat noktası 1958 baskısı olmuştur.Bilimler Akademisi`nin Edebiyat Araştırmaları Enstitüsü`nde profesörlük tezi üzerindeki çalışmalarını hızlandıran Gulam Hüseyin Begdeli,`Nizami`nin `Husrev ile Şirin` manzum romanı ve bu temanın Ortadoğu edebiyatlarında kullanılması` konusundakı çalışmasını başarıyla savunmuştur.`Husrev ile Şirin` manzum romanının süjesi Farsça yazmış 12.yüzyıl Azerbaycan şairi Nizami Gencevi tarafından ilk kez büyük ustalıkla kullanılmıış ve Gencevi`den sonra Orta Asya`dan Hindistan`a,oradan ise Ortadoğu`ya kadar olan geniş bir coğrafyadaki edebiyatın üzerinde birçok bakımdan büyük etkiye sahip olmuştur.İşte bu kadar geniş kapsamlı bir konuyu bilimsel açıdan incelemek hem derin bir mütalaa altyapısı ve hem de mukayeseli analiz kabiliyeti talep etmekte olup Prof.Dr.Begdeli`nin bu işin üstesinden ustalıkla geldiğini söylemek durumundayız. Nitekim Prof.Dr.Begdeli`nin bu çalışması sadece Nizami Gencevi ve `Husrev ve Şirin` manzum romanıyla ilgili değil kıyaslamalı edebi temaların büyük çoğunluğunun incelenmesine ışık tutmuştur.1970`lere gelindiğinde ise 1946 kuşağının Güney Azerbaycan`la ilişkilerinin edebiyat ve bilim üzerinde sıkılaştığını görüyorduk.Şöyle ki, Muhammed Hüseyin Şehriyar`ın kurduğu duygusal bir edebiyat köprüsü Moskova ve Tahran istihbaratlarının kontrolünde yürümesine rağmen satır aralarındaki mesajlarla dolu `mektuplaşma fenomeni`ni devreye sokarak `Aras`ın iki yakasının biraraya gelmesi` ülküsünü canlı tutmaya hizmet etmişti. İşte 1978 yılı sonlarında islam devriminin Tebriz`den alevlendiği sıralarda Muhammed Hüseyin Şehriyar`ın alacağı pozisyon Bakü`de de merakla izlendiği gibi 1946 kuşağı aydınları Pehlevi rejiminin devrilmesi durumunda yeniden Güney Azerbaycan`a dönmenin heyecanını yaşamışlardı.Sovyetler döneminde bilimsel çalışmaların merkez üssü konumundaki Bilimler Akademisi`nin son derece değerli araştırmacılarının yanısıra çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışan 1946 kuşağının bir kısım temsilcisi islam devriminin ilk etkilerini bile beklemeden Aras nehrinin öbür kıyısına koşmayı kendilerine kutsal bir görev olarak gördüler. Fars Pehlevi rejiminin ana dilinde eğitimi,gazete-dergi yayınlarını tamamen yasakladığı yarım asır sonra Bakü`den giden aydınlar tıp profesörü Cevat Heyet`in Tahran`da çıkarmaya başladığı `Varlık` dergisi etrafında kenetlenerek işe kaldıkları yerden devam ettiler.Galiba Bakü`yü terk etme kararı alan bu bilim insanları sadece `Pehlevi rejimi gitsin` hesaplarıyla yola çıktıkları için yeni gelen Humeyni rejiminin de bugünkü sayıları otuz beş milyonu bulan Güney Azerbaycan`a milli anlamda hiçbir şey vermeyeceğini öngörememişlerdi.Nitekim kısa bir süre sonra Pehlevei rejimindekinden daha fazla baskı ülkeyi sarınca Güney Azerbaycan`lı bir hayli kalem sahibi,bilim insanı ve sanatçı ülkeyi terketmek zorunda kaldılar.
İşin acı tarafı bu kez Bakü`ye gelebilmenin yolu da pek açık olmadığı için,Muhammed Hüseyin Şehriyar`ın işaret ettiği `Tarih boyu bir facia doğmuş bir milletin` evlatları Batı`ya yüz tutmak zorunda kaldılar.Peki başta Prof.Dr.Gulam Hüseyin Begdeli olmakla hemen,zaman kaybetmeden Tebriz`i görme özlemiyle Aras nehrinin öbür kıyısının yolunu tutan aydınlar bu durumu nasıl karşıladılar?Bakü`de saygın bilim insanları konumundayken herşeyi vatan özlemini giderme duygusuna değişmek mi daha iyi olmuştu yoksa otuz beş yıllık özlemi bir nebze de olsun dindirme duygusu mu? Bunu tam bilemedeğimiz gibi okuduğumuz farklı farklı yorumlar ve yaklaşımlar soruyu içinden daha da çıkılamaz hale getiriyor.Bildiğimiz gerçek ise bu bilim insanlarının başkent Tahran başta olmak üzere Güney Azerbaycan kentlerinin üniversitelerinde çalışmalarını sürdürmeleriydi.Tahran`a yerleşen Prof.Dr.Gulam Hüseyin Begdeli,bir yandan ülkede Azerbaycan Türkçesinde ışık yüzü gören tek yayın organı konumundaki `Varlık` dergisiyle yakın işbirliği içersinde bulunurken öbür yandan ise henüz Bakü`deyken planladığı çalışmalarına yeniden dönerek Fars dilli klasik Azerbaycan edebiyatı üzerindeki incelemelerini kapsamını derinleştirmişti.İşte 1980`lerin başlarından itibaren onların yazılarını bilim araştırma dergilermizde ve haftalık gazetelerimizde okumak hem bizim manevi dünyamızı zenginleştirdi ve hem de 1950`lerin ortalarında Muhammed Emin Resulzade`yle başlayıp Prof.Dr.Gulam Hüseyin Begdeli ve arkadaşları tarafından daha da sağlamlaştırılan `Bütün Azerbaycan` ülküsü geçtiğimiz Kasım ayında Hüdaferin köprümüzün üzerine üç renkli bayrağımızın dikilmesiyle bir daha sarsıylamaycak hale geldi.
İşte bundan dolayı 16 Ağustos 1998`de Tahran yakınlarındaki Kereç kentinde 79 yaşında hayatını kaybeden Prof.Dr.Gulam Hüseyin Begdeli`nin aziz hatırasına fatiha okumamız kendisinin en helal hakkıdır.
Bilim insanları olarak bizim de hakımız helaldir.