Mustafa SEVER


Toplumsal Yapı ve Toplumsal Ölçütler

Toplumsal yaşamda da tıpkı bir insan bedeninde olduğu gibi, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere belirli temel işlevleri yerine getiren yapılar vardır.


 

 

Prof. Dr. Mustafa Sever

 

Toplumsal yapı, toplumun farklı birimlerinin birbirleriyle kurdukları eşgüdümle oluşturdukları yapıdır. İnsanlar bu yapı içerisinde ilişkilerini gerçekleştirir. Yapı ile birey arasında karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Sürekli olarak birbirlerini etkilerler. Daha somut ifade etmek istersek, toplumsal yapı, tıpkı bir insan bedeni gibidir. Organlar arasında bedenin bütün faaliyetlerini düzenleyen, bedeni sağlıklı kılan ilişkiler vardır. Bu ilişkiler çerçevesinde her organ belli işlevleri yerine getirir. Bedende bir organın çalışmaması, bozulması, diğer organların da çalışmasını, sağlığını bozar.

Toplumsal yaşamda da tıpkı bir insan bedeninde olduğu gibi, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere belirli temel işlevleri yerine getiren yapılar vardır. Bu yapılar, yaşanılan toplumda en basitinden en karmaşığına kadar, toplumsal yaşamın düzenini, işleyişini, insanların sağlık, güvenlik, barınma, neslin devamı, bireylerin içinde yaşadığı topluma bir anlam ve amaçla bağlı olması, mal ve hizmetlerin dağıtımı ve paylaşılması gibi çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan oluşumlardır.

İnsan-toplum ilişkisinde, geleneksel olarak geçmişten yaşanan sürece taşınan ve bireylerce aynı değer ve işlevde görülen, toplumun ortak aklı olarak da adlandırılan toplumsal normlar vardır. Bireyin içine doğduğu toplumda, en başta da ailede, toplumsal bir varlık hâline gelirken görenek yoluyla öğrenip içselleştirdiği kurallardır bunlar. Bu kurallar, toplumsal davranış biçimleridir. Kişinin de toplumun da düzenini sağlayan bu kurallar, uyulduğu, yerine getirildiği oranda işlevselleşir ve toplumda dengeyi ve kurumsallaşmayı oluşturur.

Kurumlaşmanın, kurumsallaşmanın temelini oluşturan kurallardan biri de “liyakat”tır. Liyakatın ikiz kardeşi ise adâlettir. Bu ilkeler birbirine sıkı sıkıya bağlı ve ayrılmaz ilkelerdir.

Liyakat, geçmişte de yaşanılan süreçte de pek çok insanın üzerinde birleştiği her türlü işte, yönetimde geçerli kılınması istenilen bir ilkedir; ancak uygulanması yönünde toplumlarda farklılıklar söz konusudur. Kurumsal yapıda her iş, belli amaçların, hedeflerin gerçekleştirilmesi, toplumsal getirisi için yapılır. Bu süreçte amaç ile aracın, hedefe ulaşmada kullanılacak yöntem ile yöntemi uygulayacak insanın uyumu, uygunluğu söz konusudur.

Bir işi, görevi yapmaya yeterli olma, ehil olma, elverişli olma; bir göreve, yetkiye layık olma, bir şeyi hak etme gibi anlamlara gelen liyakat, âdilce uygulanması gereken bir ilke olduğunca başarının, verimliliğin de anahtarıdır. Liyakat ve adâletin zıddı ise, kayırmacılıktır.

Devlet kurumları ya da özel kurumlar açısından teoride işin, yetkinin, makamın ehline verilmesi esastır; ancak kayırmacılık olunca işin, yetkinin ya da makamın sâdık olana verildiği, bilginin, görgünün, yeteneğin, ehil olmanın göz ardı edildiği görülür. Bu tercihte etnisitenin, ideolojinin, dinin ya da çıkar işbirliğinin etkileri söz konusudur; ki bu durumda adâlet söz konusu değildir. Adâlet göz ardı edilince iş, yetki, statü tespiti için yapılan sınavların sonuçları da kişiyi ve kamuyu rahatsız edicidir. Oysa sağlıklı, âdil, nesnel, ilgili işin ya da görevin niteliğine uygun kişi/kişileri belirlemek için yapılan bir sınav/yarışma, kişileri de kamuyu da mutlu edecektir. Böyle olmadığında ise, başta devlete, kurumlara güven yok olacak, toplumsal yaşamda da bir düzensizlik, bozulma başlayacaktır.

Toplumda bu denli liyakata vurgu yapılmasının nedeni, aslında kayırmacılığın, bizden olanlar ve olmayanlar şeklindeki ayrımcılığın hemen her kurumsal yapıda somut biçimde görünüyor oluşudur. Pek çok ülkede toplumsal huzursuzlukların, güvensizliğin ve istikrarsızlığın nedenleri arasında en başta kayırmacılığın gelmesidir. Yasalar önünde her insanın hak ve ödevleri, sorumlulukları vardır ve insanlar eşit haklara sahiptir. Bu hakların kullanılmasında ve sorumlulukların yerine getirilip getirilmemesinde insanlar ayrıcalıklı olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırılıyor, kimileri ötekileştiriliyorsa toplumsal huzurdan, barıştan söz edilemez.

Türk kültüründe dinî-ahlâkî bir ilke olarak işin, görevin, yetkinin ehline verilmesine vurgu yapılır. Sözgelimi Kur´ân-ı Kerim´de “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emrediyorDoğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor.” (Nisâ/58) buyrulurken görevin, işin ya da yetkinin bir “emanet” olduğuna da işaret edilir. Ancak, liyakattan ve adâletten uzak işe, göreve, yetkiye sahip olanlar, buradaki “emanet” sözünü, “Emanete hıyanet edilmez” düsturunu unutarak oturduğu makamın (dolayısıyla görev ve yetkinin) ilelebet sahibi olduğunu sanarak hareket eder.

Yaşanılan süreçte bu hususun binlerce örneği mevcuttur; ancak kimse yaptığının yanlışlığını maalesef kabul etmez. Oysa iş, görev, yetki, makam verilirken veren kurum ya da yetkili, adâletle hükmettiğini ve işi ehline emanet ettiğini bilir ve uygularsa, ancak o zaman emanete hıyanet etmemiş olacaktır. Türk irfân ve medeniyetinin yazılı kaynaklarından Kutadgu Bilig´te (1374.beyit) Vezir Ay Toldı, hükümdar Kün Togdı´ya “Törü tüz yorıtğıl bodunka köni/Künüñ edgü bolğay könilik küni//Millete töreyi/yasayı doğru uygula ki adâlet gününde (kıyamet gününde) mutlu olasın” derken adâlete ve yasaların doğru uygulanmasına vurgu yapmaktadır.

Adâletle yasaların uygulanması liyakatı da sağlayacaktır. Yönetenler ile yönetilenlerin, her insanın aynı haklara sahip olduğunu, ancak her insanın yaratılışından getirdiği yetenek, bilgi, beceri açısından farklı olduğunu idrak ederek kişinin ehil olduğu ya da yapabileceği işe, göreve, yetkiye, makama sahip olması gerektiği konusunda ortak bir anlayışa varmaları gerekir. Yani, yönetenlerle yönetilenler arasında ortak bir ahlâkî anlayışın oluşturulması sağlanmalıdır. Bu anlayış toplumsal yaşama hâkim kılınmaz, liyakat ilkesi göz ardı edilirse toplumsal yaşamda kişiler maddi, manevî ihtiyaçlarını sağlayamaz; ihtiyaçlarını karşılayamayan bireylerin oluşturduğu toplumda anarşi hâkim olur.

İletişim çağı olarak adlandırılan yaşanılan süreçte kişilerin eğitimi, ortak aklın inşası, ortak değerlerin içselleştirilmesi zor olmasa gerek. Öncelikle iyi niyetle sorunların tespiti, sonrasında da bu sorunların çözümüne yönelik araştırmaların yapılması, gerekli kurumsal yapıların oluşturulması gerekir. En başta da toplumda her insanın yasalarla güven altına alınmış hakları olduğu idrak edilmeli ve adâletli şekilde bu haklarını kullanabilmesi sağlanmalıdır; ki o zaman liyakat da sağlanmış olacaktır.

 

 

 

 

"Vefa"nın sadece bir semt ismi olmadığını kanıtlamak için... Silah almak mı?

Suriye denkleminde son durum

"Suriye, Türk himayesine giriyor"; "İsrail ve Türkiye çıkarları Suriye'de çatışıyor"

"Erdoğan'ın ısrarcılığı, Colani'nin başarılı olup olmayacağı netleşmeden Suriye haritasında değişikliğe neden olabilir"

Esad sonrası Suriye: Rusya'nın Ortadoğu'da kriz stratejisi ve Türkiye'nin yanıtı

Yeni Suriye denklemi nasıl olacak?

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

Suriye jeopolitiğinin değişen doğası

UYAN TÜRK, UYAN MÜSLÜMAN!

İçinde ümidi ve ümitsizliği barındıran bir süreç: 5 Kasım