Prof. Dr. Mustafa SEVER
25 Ekim 1917’de (8 Muharrem 1336) yürürlüğe konulan Hukuk-ı Âile Kararnâmesi[1], Osmanlı Devleti’nde aile hukuku alanında ilk örnektir. Yaklaşık bir buçuk yıl yürürlükte kalan kararnâme, İslam hukuk tarihinde kısa ömrüne rağmen önemli bir etkiye sahip olmuştur. Böylesi bir kararnâmenin yürürlüğe konulmasının nedenlerinden biri, Osmanlı Devleti’nde o zamana kadar aile hukukunun kanunlaştırılmamış olmasıdır. Diğer yandan gayr-ı Müslimler, ihtilafları olduğunda dilerlerse şer’iyye mahkemesine başvurur ve İslam hukukuna tabi olurlardı; isterlerse ihtilaflarını kendi cemaat mahkemelerine götürebilirlerdi. Bu son durumda kendi hukukları uygulanırdı. Aynı tür davalarda davanın taraflarının Müslüman veya gayr-ı Müslim olmasına göre farklı yargı mercilerine gidilmesi yargı ikiliğine yol açmaktaydı. Dönemin hukukçuları ile İttihat ve Terakki yönetimi, gerek cemaat gerekse yabancılar için yargı yetkisine sahip konsolos mahkemelerini kapatarak yargı birliğini sağlamayı düşünmekteydi. Aile hukukunun kanunlaştırılması, hem böyle bir kanunlaştırmaya ihtiyaç bulunduğu, hem de yabancıların konsolosluk ve cemaat mahkemelerinin kaldırılmasına karşı çıkmalarına engel olacağı için istenmekteydi. Bunun için Talat Paşa’nın emriyle İttihat ve Terakki Genel Merkezi üyeleri, bu alanda bir rapor hazırlarlar. Bu üyelerden birisi de Ziya Gökalp’tır. Gökalp’ın raporunda aile ve miras hukukunun kanunlaştırılması yanında şer’iyye mahkemelerinin şeyhülislamlıktan alınıp Adliye Nezareti’ne bağlanması, Evkaf Nezareti bünyesinde bulunan okulların Maarif Nezareti’ne devredilmesi de vardır.
Hukuk-ı Âile Kararnâmesi’nin hazırlanmasının ve yürürlüğe konulmasının nedenleri arasında, Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunda yaşanan kültürel değişim ve feminizm akımının etkileri de söz konusudur. Tanzimat’la birlikte başlayan eğitim hamlesinde kız çocuklarının eğitimi de önemli bir yer tutar. 1858 yılından itibaren İstanbul’da kızlar için çeşitli mektepler açılmış, ll. Meşrutiyet'ten sonra kızların yüksek öğrenim görmeleri için Darülfünun içinde bir bölüm kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm bulma amacıyla, bu dönemde asker, sivil, şair, yazar, ülkenin aydınlarınca Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık gibi düşünce akımları geliştirilmiştir. Bu düşüncelerin mensupları, bu dönemde birçok konuda olduğu gibi, Türk kadınının, Türk ailesinin de birtakım sorunlarının olduğunu kabul ederek kadın haklarıyla ilgilenmişler, bu sorunlara kendi ideolojileri uyarınca çözümler önermişlerdir.
Ziya Gökalp, bu düşünce akımlarından Türkçülük akımına mensuptur. Yaşadığı süreçte toplum sorunlarına çözümler sunma yolunda üstün bir gayret gösterdiği herkesçe bilinen bir gerçektir. Üzerinde önemle durduğu konulardan biri de Türk kadını ve ailesidir. Kadınların hakları, sorunları, toplumsal statüleri konularını incelemiş, irdelemiş ve birtakım önerilerde bulunmuş, özellikle “Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ahlâkî kiriz ve aile bağlarındaki çözülme Gökalp’ın bu soruna olan ilgisini daha da arttırmıştır.”[2]
Gökalp, çeşitli yazılarında kadın ve aile konusunu işlemiştir. Sözgelimi “Kadınla Erkeğin Müsaviliği” başlıklı makalesinde kadınla erkek arasındaki eşitsizliklerin, ayrılıkların uzvî (organik) nedenlerden ileri gelmediğini, toplumsal nedenlerden ileri geldiğini, yani toplumdaki olumsuz değişmelerin kadının statüsünü erkeğin statüsünden geri bıraktığını, eski Türk toplumunda kadın-erkek eşitsizliğinin olmadığını, Türk hukukunda kadınla erkeğin birbirine eşit sayıldığını[3] ve bu eşitsizliğin toplumsal inkılâplarla değişebileceğini ve “halkçılığın birinci ilkesinin ırkların eşitliği, ikinci ilkesinin milletlerin eşitliği olduğunu, üçüncü ilkesinin de kadınla erkeğin eşitliği olduğunu belirtir.”[4]
Gökalp, başka toplumlarda görülen kadının tabu oluşunun eski Türk toplumunda olmadığını, aksine erkeğin tamamlayıcısı olduğu için hiçbir işin kadınsız yapılamadığını belirterek “Hükümdar yazılı buyrukları yalnız ‘Hakan buyuruyor ki’ diye başlamışsa geçerli olmazdı. Devletlerin elçileri de yalnız hakanın katına çıkamazlardı. Hakan sağda ve hatun solda oturmak üzere, ikisinin ortak katına çıkabilirlerdi”[5] sözleriyle eski Türklerdeki yönetim erkinin işleyişinde de kadın ve erkeğin eşit olduğunu örnek gösterir.
Kadın ve erkeğin kanunî olarak eşit haklara sahip olmasının gerektiğini birçok yerde dile getiren Gökalp, kadınlar eğer iyi yetiştirilmez, hakları korunmaz ise, toplumsal hayatın eksik kalacağını belirtir. Çünkü, bilir ki eski Türklerde ailenin temelini ana oluşturur. Ana, ailede üreten, paylaştıran eğiten, yönlendiren rolleriyle çok yönlü bir varlıktır. Gökalp, “Aile” adlı şiirinde şöyle seslenir:
…
Ailedir bu milletin, bu devletin esası,
Kadın tamam olmadıkça eksik kalır bu hayat...
Ailenin adle uygun olmak için binası,
Nikâh, talâk, miras: Bu üç işde gerek müsavat.
Bir kız, irste yarım erkek, izdivaçta dörtte bir
Bulundukça ne aile ne memleket yükselir…[6]
Ziya Gökalp, yazdığı masallarda da kadının statüsü üzerinde durur. Küçük Hemşire[7] adlı manzum masalında, hakanın dilinden kadının toplumdaki yeri hususundaki düşüncesini belirtir:
Benim gibi yüksek olmazsa, karım
Milletin gövdesi, kalmaz mı yarım?
Kadına verirse erkek, kıymeti,
Hem onun hem bunun artar kuvveti.
Türk toplumunda aile, devletin mikro örneğidir; yani devletin dayandığı en küçük birimdir. Bu mikro yapının temel taşı ise, kadındır. Onun yer almadığı, onunla işbirliği yapılmadan toplumsal hayatı düzenlemek, sürdürmek mümkün değildir. Tarihi süreçte ailenin, aile bireylerinin uyum ve üretkenlik içinde yaşaması hep kadına bağlı olmuş; bu nedenle de kadının statüsü hiçbir zaman erkekten düşük olmamıştır.
Ziya Gökalp’a göre, İslâmiyet öncesi ve İslâmiyet’in kabulü sürecinde Türk toplumunda kadının saygınlığı, İran ve Yunan medeniyetlerinin tesiriyle kaybolmuş; kadınlar, esarete düşmüşler, hukukça aşağı bir konuma inmişlerdir. Ancak, Türkçülük akımı doğar doğmaz, feminizm mefkûresi de doğmuştur. Sonraki zamanlarda Türk hayatında demokrasi ile feminizm birlikte var olacaktır[8].
Kızı Seniha’ya yazdığı 24 Mayıs 1920 tarihli mektupta[9] Ziya Gökalp, “insanın ruhunu yükselten din, ahlâk, ilim edebiyat, felsefe gibi manevi kanatlardır. İnsan mes'ud olmak için maddi refahtan ziyade, bu manevi servetlere muhtaçtır. İnsanı bir şahsiyet sahibi eden, ona şeref veren bu meziyetleridir.” dedikten sonra yaşanılan çağda kadınlar ve erkeklerin eşit olduğunu, kadınların da erkekler kadar, hatta onlardan daha çok ilim, edebiyat ve felsefede ilerlemelerinin gereğini belirtir. Ona göre kadınların görevi yalnızca çocuk terbiyesi ile sınırlı değildir. Erkeklerin doğru yola yönlendirilmesi, milletin terbiyesi de kadınların görevlerindendir. Matbuat (basın-yayın), meclis, hükumet yalnız erkeklerin elinde bulunduğu için, dünya hiçbir zaman muharebeden (savaştan), kavgadan, gürültüden kurtulamıyor. Eğer, kadınlar da bu kurumlarda görev alacak olursa, her işte şiddetten ziyade şefkat hâkim olur.
Gökalp, birçok şiirinde[10] kadının toplumdaki statüsü, toplumdaki işlevselliği ve aile üzerine değerlendirmeler yapar. Ona göre toplumun üç dayanağı (kurumu) vardır. Bunlardan ilki ailedir; ki kurucusu kadındır. İkincisi devlettir. Ülkenin güvenliği, savunması, hukuk üzre adaletle yönetimi onun görevidir. Üçüncüsü ise, millettir. İnsanların kadın-erkek eşit hak ve hukukla duygudaş olduğu, tasada, kıvançta, amaçta, bilime uygun ahlâkta, inançta ortak insanların oluşturduğu toplumdur millet. Kızı Seniha’ya yazdığı 19 Ağustos 1920 tarihli mektupta[11] Ziya Gökalp, aile ne denli güçlü, sağlam olursa milletin de o oranda güçlü olacağını belirtirken yine ailenin kurucusunun kadın olmasından hareketle milletin de kadının eseri olduğunu söyler. Yaşadıkları süreçte kadınların iyi öğrenim göremedikleri için ailenin de sağlam ve güçlü olamadığını, ailenin bu durumu dolayısıyla da milletin de geride kaldığını belirten Gökalp’a göre, milletin yükselmesi için ailenin yükselmesi gerekir, bunun için de kızların iyi yetiştirilmesi için kız okullarının düzenlenmesine başlanmalıdır. Kızların iyi terbiye edilmesi, milletin yeniden canlanmasını, güçlenmesini sağlayabilir; çünkü iyi kadın iyi aileyi, iyi aileler de iyi milleti vücuda getirir.
Meslek Kadını[12] adlı şiirinde kadının öncelikle insan olduğunu, insanın da en büyük hakkının irfân, yani kültürlenme, bilgi sahibi olma olduğunu söylerken erkeklere de eleştirisini yöneltir; kadın çalışmaz ise, fikrî yönden gelişemez, doğaldır ki o zaman da sizinle denk, eşit olamaz. Kadının yükselmesi için hayata katılması, yani çalışması, bilgilenmesi gerekir. Bu aynı zamanda bir ihtiyaç, milletin canlanması için bir ilaçtır.
…
Kadın çalışmazsa fikri yükselmez
Tabiî o zaman size denk gelmez
Diyorsunuz onun eksiktir aklı
Artırmak istiyor, değil mi haklı?
Kadın yükselmezse alçalır vatan
Samimî olamaz onsuz bir irfan
Hâsılı bir heves değil ihtiyaç
İstiyor bu anda böyle bir ilâç
Ziya Gökalp, eserlerinde eski Türk kadını ya da ailesi ile mevcut toplumdaki kadın ve aileyi karşılaştırır, birtakım eleştiri ve öneriler sunarken söylediklerinin de fiili olarak uygulanması için gayret etmiştir. Hazırlanmasında etkin görev aldığı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi’yle düşüncelerinin hepsi olmasa da bir kısmını uygulanabilmiştir. Sözgelimi bu kararnâme ile “evliliğe sadece dinî bir olay gözü ile bakılmasına son verilmiştir. Çok eşlilik tamamen kaldırılmamakla beraber, kadınlara evlilik sözleşmelerinde yer alacak özel bir madde ile tek eşliliği koşul koyma hakkı tanınmıştır.”[13]
Kızı Seniha’ya yazdığı 23. 9. 1920 tarihli mektupta[14] gelecekteki toplumda kadınlarla ilgili düşüncelerini belirtir. Ona göre gelecekteki toplumda ne zaman kadınlar da erkekler kadar eğitim-öğretim görürse, toplumun yönetimindeki rollerini uygulamaya başlarlarsa, toplumda sevgiye dayalı bir ahlâk olacaktır. Çünkü, manevi medeniyeti yükselterek kalbimizi, ruhumuzu, vicdanımızı yükseltecek olanlar kadınlardır. Tarihin de tanıklığıyla söylenebilir ki erkeklere dayanan bir uygarlık kalpsizdir, şefkatsizdir, samimiyetsizdir.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda Hukuki Türkçülük’ün üçüncü amacının çağdaş bir aile oluşturmak olduğunu, dolayısıyla çağdaş devlette eşitlik ilkesinin, erkekle kadının nikâhta, boşanmada, mirasta, mesleki ve siyasi haklarda eşit olmasını gerektirdiğini belirtir ve yeni aile kanunu ile seçimler kanununun bu ilke temel alınarak yapılmasını önerir.
Gökalp’ın kadın ve aile konusundaki görüşleri ve çabaları, Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygulamaya konulmuş; çağdaş Türkiye Cumhuriyeti kanunları gereği çok eşlilik yasaklanmış, boşanma güçleştirilmiş, nikâhta resmi güvence sağlanmış, miras paylaşımında kadınlarla erkeklere eşit haklar tanınmıştır.
[1] Kararnâme ile ilgili bilgiler, “M. Akif Aydın, “Hukuk-ı Âile Kararnâmesi”, TDVİA, c.18, 1998, s.314-318.” künyeli kaynaktan alınmıştır.
[2] Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, (Çev. Kadir Günay) Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1979, s. 111.
[3]Ziya Gökalp, Türk Uygarlığı Tarihi, (Haz. Yusuf Çotuksöken) İnkılâp Kitapevi, İstanbul, s. 39.
[4] Ziya Gökalp, “Kadınla Erkeğin Müsaviliği”, Makaleler IX, (Haz. Şevket Beysanoğlu) Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul, s. 63-66.
[5] Ziya Gökalp, Türk Uygarlığı Tarihi, (Haz. Yusuf Çotuksöken) İnkılâp Kitapevi, İstanbul, s. 164.
[6] Ziya Gökalp, Yeni Hayat-Doğru Yol, (Haz. Müjgan Cunbur), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1976, s. 32.
[7] Ziya Gökalp, “Küçük Hemşire”, Altın Işık, (Haz. Şevket Kutkan), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1976, s. 108.
[8] Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Haz. Mehmet Kaplan), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1976, s. 163.
[9] Ziya Gökalp, Limni ve Malta Mektupları, (Haz. Fevziye Abdullah Tansel) Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1965, s. 322.
[10] Ziya Gökalp, Yeni Hayat-Doğru Yol, (Haz. Müjgan Cunbur), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1976, s. 19, 20, 29, 32.
[11]Ziya Gökalp, Limni ve Malta Mektupları, (Haz. Fevziye Abdullah Tansel) Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1965, s. 415.
[12] Ziya Gökalp, Yeni Hayat-Doğru Yol, (Haz. Müjgan Cunbur), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1976, s.29-31.
[13] Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, (Çev. Kadir Günay) Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1979, s. 113.
[14] Ziya Gökalp, Limni ve Malta Mektupları, (Haz. Fevziye Abdullah Tansel) Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1965, s. 445.