Tarih: 07.11.2013 12:53

İstanbul... Kırılgan Güzel

Facebook Twitter Linked-in

Boğaz’daki Metropol, Misafire Yanaşan Bir Şehir Değil. Bu Şehir, Misafirin Kendisine Zaman Ayırmasını İstiyor...


Ursula Kastler

George, ebru sanatına hâkim bir kişi. George, Topkapı Sarayı’nın yakınlarındaki atölyesinde küçük bir su havuzunun önünde oturuyor ve eliyle yavaşça bir fırça yardımıyla açık ve koyu renkteki damlaları suya batırıyor. Hızlıca birçok yöne doğru çizgiler çiziyor. George’u hayretle izleyen ziyaretçilerin gözü önünde, birkaç dakika içinde tarif edilemeyen bir karmaşadan muhteşem bir resim oluşuyor. George, su yüzeyinin üstüne bir kâğıt yayıyor ve bu kâğıdı tekrar çekiyor. Sanki sihirle yapılmış gibi kâğıt üzerinde bir tablo oluştu.

Laleler, George’u hayli cezbetmiş. Laleler, Türkiye’nin büyüyen sembolleridir. Osmanlılar, laleleri İranlılardan Konstantinopel’e getirmiş ve bahçelerine ekmişler. Türklerin Kanuni olarak adlandırdığı Muhteşem Sultan Süleyman döneminde 16. yüzyılda bir lale çılgınlığı yaşanmıştı ve bu rağbet gören ürünün fiyatı da buna göre yüksekti.

George’un küçük eserleri biraz İstanbul’u andırıyor. Burayı bilmeyen birinin hiçbir şey çıkaramadığı bu karışımdan zamanla bir resim oluşuyor. Bu, bakanı içine çeken ve bir daha peşini bırakmayan bir resim.

Beyoğlu semtinde bulunan Gezi Parkı için verilen mücadeledeki barışçıl protestoların bastırılmasından geriye turistler için gözle görünür bir iz kalmamış. Çocuklar parkta oynuyor, çaycılar çay satıyor. İstanbullular sohbet etmek için birbirleriyle buluşuyor ve sonbahar güneşinin altında dinleniyor. Alışveriş yapan kalabalık, merkezî bir sokak olan İstiklal Caddesi’nden geçiyor fakat polisler ortaya çıktığında burada yaşayanlar birbirlerine gözleriyle işaret veriyor.

İstanbul’a ilk kez gelen birinin zamana ihtiyacı var ve insan kalabalığına, hıza, trafiğe, sese ve kokulara alışması lazım. Peki, nereden başlamalı? Belki sabah saat 9.00’da Topkapı Sarayı’ndan başlanabilir. Karaköy İskelesi’ne büyük gemileriyle yanaşan modern gezi gemisinde seyahat edenlerin henüz hepsi karaya inmedi. Sultanların bahçesinde gül kokuları var ve kuşlar ötüyor. Bu alan 70 hektar büyüklüğünde. Sultan Abdülmecid, 1856’da Haliç’in diğer tarafında Boğaz kıyısında Avrupai zevke göre Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırana kadar burada 5.000 insan yaşıyor ve çalışıyordu.

Hastanesi, büyük mutfağı, deposu, darphanesi, camileri, okulları, haremi, hükûmet binaları ve bugün son derece mütevazı görünen Sultan’a ait odalarıyla Topkapı Sarayı bir şehir gibi çalışıyordu. Gerçek zenginlik hazine odasında ziyaretçilerin yüzüne doğru ışıldıyor. Burada gösterişli el yazıları, silahlar, yumurta büyüklüğünde zümrütler, yakutlar, inciler, altın ve efsanevi 86 karat büyüklüğündeki “Kaşıkçı Elması” sergileniyor. Efsaneye göre yoksul bir adam bu elması çöpte bulur ve üç kaşık karşılığında bir kaşıkçıya verir.

Bu kadar ihtişamın ardından mola vermek gerekir. Sarayın alt kısmındaki terasta Boğaz’a doğru güneşli manzara ve lezzetli Türk mutfağı cezbedici. Sırf küçük, cevizli ve fıstıklı baklavalardan tatmak dahi bağımlılık yapabilir. Müezzinin okuduğu ezanın sesine yük gemisi ve tankerlerin kalın sesli kornaları karışıyor. Yılda 55.000 gemi Boğaz`dan Karadeniz’e doğru gidip geliyor.

Daha sonra Kapalı Çarşı ve Mısır Çarşısı da gezilebilir veya tarifeli vapur seferleriyle Karaköy’den başlayarak Boğaz gezintisi yapılabilir. Ertesi gün Süleymaniye Camii ve Ayasofya ziyaret edilebilir. Şehrin değişimi burada okunabiliyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eskiden Hristiyan kilisesi olan ve Atatürk’ün müze olmasına karar verdiği Ayasofya’yı yeniden camiye dönüştürmek istiyor. Şu anda ülkede imza listeleri dolaşıyor. Bir müezzin belirlendi bile ve bu durum bazı İstanbulluları öfkelendiriyor çünkü henüz resmî bir karar verilmedi.

İstanbul’a sıkça gelen birisinin de zamana ihtiyacı var. Misafir, hızlı değişiklikler karşısında şaşkınlık yaşıyor, gezilecek bazı tarihî yerleri bir kenarda bırakıp başka değerli yerler arayışına giriyor. Örneğin, Yazar Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” ve çağdaş Türk sanatçıların çalışmalarına ev sahipliği yapan limandaki sergi salonu olan “İstanbul Modern” gibi.

Yorulan kişiyse Süleyman’ın inşaat ustası olan Mimar Sinan’ın Topkapı Sarayı’na yaptığı ve içinde bir zamanlar eğitim verilen medreseye çekilebilir. Bu küçük vahada şehir de sakin bir hâle bürünüyor. Burası çay içmek için iyi bir yer. Akşam da Galata Köprüsü’nün altındaki restoranlardan birinde balık yenebilir ve gün batımının keyfi çıkarılabilir. Gün batımında, Asya yakasında bulunan Üsküdar’daki binaların üstüne altın turuncu renkte bir ışık saçılıyor ve şehri yumuşak bir şekilde sarıyor. Bu şekilde şehir neredeyse masalsı bir güzelliğe bürünüyor. (Avusturya`da yayınlanan Günlük Siyasi Gazete Salzburger Nachrichten, 2 Kasım 2013)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —